Papers and Books by Mehmet Akif Okur

Türk Yurdu, 2024
Bu makale, küresizleşme dinamikleri ve uluslararası sistemdeki tarihî kırılmalar çerçevesinde Tür... more Bu makale, küresizleşme dinamikleri ve uluslararası sistemdeki tarihî kırılmalar çerçevesinde Türkiye’nin ve Türk milliyetçiliğinin dönüşümüne odaklanmaktadır. Ziya Gökalp’in ölümünün 100. yılı vesilesiyle kaleme alınan çalışmada, Gökalp’in fikirlerinin tarihî bağlamı ve bugünkü uluslararası sistemdeki yankıları incelenmiştir. Küresizleşmenin jeopolitik, uluslararası ekonomi ve anlam sistemleri üzerindeki etkileri analiz edilerek, bu üç sütunda ortaya çıkan eşzamanlı krizlerin Türkiye ve ortakları için ne tür fırsatlar ve zorluklar yarattığı tartışılmaktadır. Makale, Gökalp’in “Türk Eli” vizyonu çerçevesinde barış odaklı bir Dünya inşasının mümkünlüğünü ve bu sürecin mevcut küresel sistemden farklarını ele almaktadır. Türk milliyetçiliğinin tarihî Dünya vizyonunu koruma çabası, bölgesel istikrar ve iş birliği için potansiyel bir model sunarken, bu vizyonun hayata geçirilmesinde karşılaşılan zorluklar detaylandırılmıştır. Çalışma, Türkiye’nin diğer Türk devletleri, devletsiz yapılar ve diasporalar ile ilişkilerini, çok-Dünyalı bir düzen içinde iş birliği modellerini ve kapsayıcı yönetişim yaklaşımlarını irdelemektedir. Sonuç olarak, makale, küresizleşme bağlamında çok-Dünyalı bir düzenin inşasına yönelik teorik ve pratik katkılarda bulunarak, Türk milliyetçiliğinin tarihî mirasının günümüz küresel dinamikleri ışığında yeniden değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. / This article focuses on the transformation of Turkey and Turkish nationalism within the framework of deglobalization dynamics and historical ruptures in the international system. Written to commemorate the 100th anniversary of Ziya Gökalp’s death, the study examines the historical context of Gökalp's ideas and their resonance in today’s global system. It analyzes the impact of deglobalization on geopolitics, international economics, and systems of meaning, exploring how the simultaneous crises in these three pillars create both opportunities and challenges for Turkey and its partners. The article evaluates the feasibility of constructing a peace-oriented "World" reminding Gökalp's "Turk Eli" vision and discusses how this vision differs from the current global system. Turkish nationalism’s efforts to preserve its historical worldview offer a potential model for regional stability and cooperation, while the challenges in implementing this vision are thoroughly examined. The study also explores Turkey's relations with other Turkic states, stateless structures, and diasporas, as well as cooperative models and inclusive governance approaches in a multi-World order. In conclusion, the article contributes theoretical and practical insights into building a multi-World order in the context of deglobalization, advocating for a re-evaluation of Turkish nationalism’s historical legacy in light of contemporary global dynamics.

Türk Yurdu, 2023
Türk tarihinin ikinci cumhuriyet asrına adım atarken kaleme aldığımız bu çalışma, geçtiğimiz yüzy... more Türk tarihinin ikinci cumhuriyet asrına adım atarken kaleme aldığımız bu çalışma, geçtiğimiz yüzyıldaki maceramızın farklı yönlerini daha iyi kavramamızı ve bizi bekleyen tartışma gündemleri karşısında sağlam bakış açıları geliştirmemizi kolaylaştıracak temel bir soruya odaklanıyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu İlkesi ve Unsuru nedir?”
Cevabı, siyaset teorisi, tarih ve hukuk üçgeni etrafında arayacağız. Önce, kurucu ilkeyi belirleme yetkisinin kaynağına ve şartlarına odaklanacağız. Kurucu ilke-kurucu unsur ilişkisini ele alacağız. Ardından da yüz yıl öncesine dönerek kurucu ilkemiz olan millî egemenliğin ve bununla bağlantılı kurucu unsur tarifinin nasıl ve hangi vurgularla belirlendiğini resmî metinler üzerinden inceleyeceğiz. Kurucu ilkenin ve unsurun tespit edildiği yasama faaliyetlerinin, uluslararası hukuk bağlamında yürütülen diplomatik müzakerelerin ve diğer tarihi hadiseler hakkındaki belge ve metinlerin mercek altına yatırılmasından çıkan sonuç şu cümle ile özetlenebilir: “Cumhuriyetimiz ve kurucu ilkesi olan milli egemenlik, târihli Türklük ve Müslümanlık esasında tanımlanan Türk Milleti’ne, onun kurucu kararına dayandırılmıştır.” Aşağıda detaylarını mercek altına yatıracağımız bu tespitimizin Türkiyemizin mevcut ve gelecekte önüne çıkması muhtemel meseleleri bakımından anlamı nedir? Makalemizi bu soruya da cevap oluşturabileceğini düşündüğümüz bazı değerlendirmelerle tamamlayacağız.

CTAD: JOURNAL OF MODERN TURKISH HISTORY, 2023
This article offers dual concepts of "interim peace" and "sustainable peace" to analyze the natur... more This article offers dual concepts of "interim peace" and "sustainable peace" to analyze the nature of state-building and boundary drawing activities. The historical and legal story of the Mosul Vilayet issue of the early 20th century will be examined as a case study reflecting the conditions of sustainability/unsustainability of peace. The simple acceptance of the arbitral decisions by the involved parties without active resistance has been seen as enough to reach interim peace even if the consent is obtained under military threat. On the contrary, sustainable peace emerges out of just treaties made free from fears of imminent destruction and requires that the long-term costs of arbitral decisions over the people who live in the domains of the conflict should be taken into consideration. Throughout the paper, after introducing these twin concepts, the theoretical origins of the debates on the unequal treaties, and the historical and legal foundations of the criticism about the Mosul arbitration are presented. This study's arguments are grounded in the conceptual and critical interpretation of the official documents and other relevant legal and historiographic sources. The last part of the article is devoted to the enduring humanitarian costs of the perpetuated ‘interim peace’ in the Mosul Vilayet from coups, civil wars, invasions to the rise of ISIS and beyond. / Bu makale, devlet inşası ve sınır çizme faaliyetlerinin doğasının analizinde kullanılmak üzere “ara barış” ve “sürdürülebilir barış” şeklinde bir kavram çifti önermektedir. Makalede, 20. yüzyılın başlarındaki Musul Vilayeti meselesinin tarihî ve hukukî öyküsü, barışın sürdürülebilirliğinin/sürdürülemezliğinin şartlarını yansıtan bir vaka çalışması olarak incelenecektir. Sözkonusu dönemde, tahkim kararlarının ilgili taraflarca aktif direniş gösterilmeden basitçe kabul edilmesi, rıza askeri tehdit altında alınmış olsa bile barışa ulaşmak için yeterli sayılmıştır. Bu nitelikteki ara barışın aksine, sürdürülebilir barış, yakın bir yıkım korkusundan bağımsız olarak yapılan adil anlaşmalardan doğar ve ihtilaf alanlarında yaşayan insanlar üzerindeki tahkim kararlarının uzun vadeli maliyetlerinin de dikkate alınmasını gerektirir. Bildiri boyunca, önce bu ikiz kavramlar tanıtılacak, daha sonra eşitsiz antlaşmalar tartışmalarının teorik kökenleri, Musul tahkimine yönelik eleştirilerin tarihî ve hukuki temelleri sunulacaktır. Çalışmanın argümanları, resmî belgelerin ve diğer ilgili hukukî ve tarihî kaynakların kavramsal ve eleştirel yorumuna dayanmaktadır. Makalenin son bölümü, Musul Vilayeti'nde darbelerden, iç savaşlardan, işgallerden IŞİD'in yükselişine ve ötesine uzanan “geçici barış”ın kalıcı insanî maliyetlerinin hatırlatılmasına ayrılmıştır.

Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları / Recent Period Turkish Studies, 2022
Batılı devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahalelerine kamusal meşruiyeti sağlayan ory... more Batılı devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahalelerine kamusal meşruiyeti sağlayan oryantalist “büyük anlatının” önemli parçalarından bir tanesi, Ermeni isyanlarının Batı basınındaki tarafgir temsilidir. Osmanlı Devleti’nin Ermeni komitacılara karşı aldığı tedbirler, batılı okuyuculara kasıtlı ve çok yönlü çarpıtmalarla aktarılmıştır. Bu makalede de en şiddetli dönemi 1904 yılının NisanMayıs aylarında yaşanan II. Sason isyanının Amerikan kamuoyuna aktarılış biçimi hakkında bir örnek incelenecektir. Harput’taki ABD konsolosu Thomas H. Norton, II. Sason isyanının sonuçlarını incelemek üzere Muş, Sason, Bitlis ve Van çevresinde dolaştıktan sonra bir rapor hazırlamıştır. Bu raporun bir kısmı ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından basına servis edilmiş ve gazeteler de bu husus hakkında haber yapmışlardır. Makale mezkûr haberler ve Norton Raporu’nun orijinal metnini mukayeseli olarak incelemektedir. Söz konusu kaynaklar, yapısökümcü bir perspektifle ele alınmış, dış politika ve basındaki söylemler arasındaki ilişkiler bağlamında hadiselerin tahrif edilerek okuyucuya aktarılması gözler önüne serilmiştir.

All Azimuth, 2022
This study examines the usage of non-Western theories in research and education by International ... more This study examines the usage of non-Western theories in research and education by International Relations (IR) scholars in Turkey. Our primary purpose is to understand the level of engagement with the non-Western IR debate, with its prospects and variations, in Turkish academia, and to evaluate the familiarity of Turkish IR scholars from different schools with non-Western IR theories. Relevant data were obtained from a questionnaire with 47 items designed to let participants, consisting of 116 academicians at IR departments from 57 Turkish Universities, provide their teaching experiences, views, and perceptions concerning non-Western IR Theory. While our findings based on this data confirm the literature on the scarcity of non-Western theories in Turkish IR scholarship, we have also furthered it with many details. Firstly, according to the findings, respondents who study and teach IR Theory at Turkish universities think that the IR theories of Western origin dominating the literature are not universal or objective in terms of their function as interpreters of IR issues. But interestingly, those considerations direct scholars to Western critical IR Theory schools rather than non-Western theories. The other key conclusion of this study confirms our expectations. The thoughts, concepts and theories emanating from the Turkish-Islamic world have much more recognition than other non-Western IR theories among Turkish IR scholars.

Men-Zor tezi, Türkiye'nin Lozan'da hukuken ilişkisini kestiği Kıbrıs hakkında, ilgili anlaşmayı r... more Men-Zor tezi, Türkiye'nin Lozan'da hukuken ilişkisini kestiği Kıbrıs hakkında, ilgili anlaşmayı reddetmeyip yeniden yorumlamak suretiyle, egemenliğin iadesi talebinde bulunuş formülünü içermektedir. Bu tez, lehine egemenlik haklarından feragat edilen aktörün, söz konusu toprakları kendi kaderini tayin ilkesi gereğince, yahut bir başka ülkeye ilhak yoluyla üçüncü taraflara devretmesi ihtimaline karşı üretilmiştir. Eşitsiz anlaşmalar tartışması ise, kuvvet kullanımı veya kuvvet kullanımı tehdidi altında imzalanıp zayıf tarafı türlü imtiyazlar vermeye ve egemenliği altındaki toprakları terke zorlayan anlaşmaları konu edinmektedir. Bu yaklaşım, eşitsiz addedilen egemenlik devri anlaşmalarının üzerinden çok uzun zaman geçmiş olsa bile reddedilerek geçersiz sayılması, yahut yeniden müzakeresi taleplerini bünyesinde barındırmaktadır. Makalede Musul Vilayeti’nin kaybıyla sonuçlanan süreç bu ikilinin kavramsal mercekleri kullanılarak değerlendirilmektedir.
Güvenlik: Kargaşa ve Belirsizlik Çağından Nereye?, 2018

Düşünce Dergisi, 2018
Bu yazıda, Hicretin 15. asrına girilirken Osmanlı medeniyet coğrafyasının farklı köşelerinden iki... more Bu yazıda, Hicretin 15. asrına girilirken Osmanlı medeniyet coğrafyasının farklı köşelerinden iki önemli düşünce adamının ortak bir tema, “İslam’ın Uyanışı” meselesi, etrafında yaptıkları değerlendirmeler ele alınacaktır. Söz konusu isimlerden ilki, devlet adamlığından önce fikirleriyle temayüz eden Aliya İzzetbegoviç’tir. İnsanlık tarihinin karanlık sahneleri arasında yer alan Bosna Savaşı ve katliamları esnasında ve sonrasında sergilediği liderlik sebebiyle “bilge kral”olarak da anılan İzzetbegoviç’in birçok dile çevrilmiş eserleri bulunmaktadır. Çalışmamızda, ilk kez 1970’de Boşnakça yayınladığı “İslam Deklarasyonu” adlı kitabı incelenecektir. Düşüncelerini mercek altına yatıracağımız diğer mütefekkirimiz Prof. Dr. Erol Güngör’dür. Akademik kariyerini sosyal psikoloji alanında yapan Erol Güngör hocamız, Türk kültürü, tarihi, milliyetçilik, batılılaşma-modernleşme tartışmaları ve İslam medeniyetinin meseleleri hakkında günümüzde hâlâ üzerinde tartışmalar yürütülen çok sayıda kıymetli eser telif etmiştir. Güngör’ün, yazıldığı dönemden itibaren yaygın bir ilgiye mazhar olan “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” kitabı, çalışmamızın ikinci sütununu oluşturmaktadır.

Akademik Hassasiyetler / The Academic Elegance, 2020
Öz Bu makale, Covid-19 salgınının dünya düzeninde meydana getirebileceği değişikleri ve bunların ... more Öz Bu makale, Covid-19 salgınının dünya düzeninde meydana getirebileceği değişikleri ve bunların Türkiye üzerindeki muhtemel etkilerini konu edinmektedir. Güç geçişi teorisinin tasvir ettiğine benzer biçimde, rakip büyük aktörler arasındaki rekabetin yükseldiği bir dönemde başlayan salgın, uluslararası sistemdeki gerilimleri yükseltmektedir. Hastalıkla etkin mücadele edebilen devletler vatandaşları nezdindeki itibarlarını arttırırken, diğerleri meşruiyet krizleri yaşayabileceklerdir. Virüsün ekonomiler üzerindeki etkisinin, kısa vadeli tahribatla sınırlı kalmayacağı, belirli sektörleri ve ekonomik yaklaşımları daha avantajlı hale getireceği varsayılmaktadır. Yeni konjonktürde, hayat-ölüm ilişkisinin manalandırılması ve mahremiyet-güvenlik dengelerinin düzenlenmesi meselesi anlam sistemleri arasındaki rekabette öne çıkmaktadır. Türkiye, salgının süresi ve meydana getireceği tahribata bağlı olarak, halihazırda çatışmalarla yüz yüze olduğu bazı bölgelerde hayat kurtaran gücüne dayalı stratejiler tasarlayabilir. Orta ve uzun vadede ise dünya düzeninin en küçük temel birimlerinden başlayan değişim potansiyelini fark etmesi, orjinal gelecek tasarımları için motivasyon üretebilir. Endüstri 4.0'ın vadettiği teknolojik imkanlar, virüs salgını sebebiyle gündeme gelen biyolojik tehlikeler, güvenlik-ekonomi-anlam sistemleri üçgeninde yeni gelecek senaryolarına davetiye çıkarmaktadır. Makaledeki "Türk Evi"yle ilgili tahayyül, bu potansiyele işaret eden bir başlık açmaktadır. Abstract This paper investigates the changes the Covidien-19 outbreak can create in the world order and their possible impacts on Turkey. The pandemic began in a period when competition among major rival actors of the international system was on the rise in accordance with what the power transition theory depicts. Now, the virus even deteriorates the already strained relations among them, especially between U.S. and China. Governments that can effectively fight the disease increase their reputation among their citizens, while others will experience legitimacy crises. It is expected that the impact of the virus on national economies will not be limited to short-term destruction and will make certain sectors and economic approaches more advantageous. With this new conjuncture, the issues stand out: the meaning of the relationship between life and death and the regulation of privacy-security * Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected], https://orcid.org/0000-0001-5095-6113

Özet
Çin’in “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi, ilan edilen ekonomik büyüklükler ve kapsayacağı coğrafi... more Özet
Çin’in “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi, ilan edilen ekonomik büyüklükler ve kapsayacağı coğrafi genişlikle dikkatleri üzerinde topluyor. Bu girişimin potansiyelini doğru ölçmek ve başarı şansını layıkıyla değerlendirebilmek için arkasındaki jeopolitik mantığın anlaşılmasına ihtiyaç var. Bu makalede, realist teorinin değişik varyantlarının benimsediği güç geçişi ve güç dengesi kuramlarına ilişkin literatürün temel varsayımlarından hareketle, “Bir Kuşak, Bir Yol”u motive eden genel güvenlik denklemi ve bu projenin Batı’ya yöneleceği ana güzergahlar incelenmektedir. Çin’in bü- yük ve küçük komşularıyla ilişkilerinin doğası ve bunların evrilebileceği muhtemel doğrultu üzerinde durulmaktadır. Buna göre, ABD ile rekabetinin tırmanarak çatış- maya evrilebileceğini düşünen Çin, kendisine ekonomik ve askeri açılardan büyük zararlar verebilecek muhtemel deniz ablukası girişimlerine karşı kara güzergâhlarına yönelmektedir. Ancak, güç dengesi mantığının tesirlerini bu rotalarda da göstereceği anlaşılmaktadır. Rusya’nın orta vadede nasıl davranacağı belirsizdir. Benzer bir şekilde, İran üzerinden geçen yollarla ilgili jeopolitik risk de hayli yüksektir. Bu sebeple makalede, Çin’i Avrupa ve Ortadoğu’ya bağlayan farklı rotalar arasında Pekin açısından en güvenlisinin “orta koridor” olduğu ileri sürülmektedir. Ağırlıklı olarak Türk ve Müslüman nüfusla meskun bu “Türk Kuşağı”nda kamuoyunun “Bir Kuşak, Bir Yol”a desteğini etkileyecek faktörler arasında Uygur Türkleri’nin durumu da yer almaktadır. Makalede son olarak, Çin’in Türk kuşağı ve Ortadoğu’da daha iyi bir imaj inşa etmek için işe Uygurlara yaklaşımını güvenliksizleştirip yeniden tahayyül ederek başlaması gerektiği vurgulanmaktadır.
***
Abstract
China’s “One Belt, One Road” project attracts attention with its declared economic magnitude and geographical reach. To correctly evaluate the chances of success and the true potential of this attempt, the logic of geopolitics behind it should be understood. Relying on both the theories of power transitions and balance of power which have been constructed by different versions of the realist school of thought, the aim of this article is to analyze the global security equation which motivates this project and the main western routes of it. The nature of China’s relations with its small and big neighbors and the possible evolving direction of those relations are also discussed. Beijing thinks that its rivalry with Washington can turn into a kind of open conflict and looks to continental routes against the possibility of hostile actions limiting the China’s access to the seas. Nevertheless, it is highly probable that the logic of the balance of power would also show its effect over these routes. How would Russia position itself in the fast changing international security environment is still not clear. Similarly, geopolitical risks related to transportation routes passing through Iran are so high. Thus, in this article, it is claimed that “the middle corridor” is the safest one for Beijing among the routes which connect China to Europe and the Middle East. The position of the Uighur Turks is among the factors which would affect the support of the public opinion in this “Turkish Belt” that is heavily inhabited by Turkish and Muslim populations. Lastly, it is underlined that China should begin taking steps by desecuritising and reimagining its approach toward the Uighur Turks to build a better image both in the Turkish Belt and the Middle East.
Türkiye'nin etrafinı bir ateş denizine çeviren çatışmalar, I . Dünya Savaşı'nın akabinde bölgede ... more Türkiye'nin etrafinı bir ateş denizine çeviren çatışmalar, I . Dünya Savaşı'nın akabinde bölgede tesis edilen siyasi statükoyu temellerinden sarsıyor. Suriye ve Irak'taki iç savaşların/savaşlarıns öz konusu ülkelerin
parçalanmalarıyla neticelenmesi, yüzleşmek zorunda kalabileceğimiz bir ihtimal olarak karşımızda duruyor. Bu senaryonun somut bir hakikate dönüşmesi, bizi ve sınırlarmız dışındaki Misâk-ı Millî coğrafyasını, yani "geniş Türkiye»yi doğrudan etkileyecek. Dolayısıyla, Musul meselesinin hem aktüel hadiseler bağlamında, hem de tarihe ve uluslararası hukuka
referanslarla yeniden tartışılır hâle gelişi sebepsiz değil. Nitekim makalenin müteakip bölümlerinde, önce mevcut gelişmelerden
hareketle bu sebepler üzerinde durulacak, ardından da halihazırda BM Arşivi'nin parçası olan önemli bir belge geleceğe ilişkin soruların merceği
altında değerlendirilecektir.
Özellikle Trump'ın, Türkiye'yi tehdit eden terör örgütlerine karşı muhtemel tavrı ve Ortadoğu'da ... more Özellikle Trump'ın, Türkiye'yi tehdit eden terör örgütlerine karşı muhtemel tavrı ve Ortadoğu'da izlemesi beklenen siyasete dair çok sayıda analizle karşılaşıyoruz. Ancak maalesef bunların büyük kısmında, ABD'deki siyasi süreç gerekli derinlikte incelenmiyor ve Türkiye'yi ilgilendiren bazı jeopolitik havzalar gündem dışı bırakılıyor. Söz konusu eksikliğin giderilmesine katkı sağlamak maksadıyla makalemizde, önce Trump'lı Amerika'yı bekleyen farklı gelecek senaryoları üzerinde duracak, ardından da Washington'daki yeni iktidarın Türkistan havzası açısından anlamını sorgulayacağız.

Ozet
Bu bildiride, Gagavuz Yeri’ni de yakından ilgilendiren Doğu Avrupa’daki gelişmelerin kurese... more Ozet
Bu bildiride, Gagavuz Yeri’ni de yakından ilgilendiren Doğu Avrupa’daki gelişmelerin kuresel bağlamı analiz edilecektir. Unlu siyaset bilimci A. F. K. Organski, Soğuk Savaş devam ederken yaptığı calışmalarda uluslararası sistemdeki buyuk değişimleri acıklayan bir teori ortaya koymuştur. 1958’de yayınladığı “World Politics”te yer alan “Guc Gecişi” teorisi, tum uluslararası sistemi etkileyen catışmaların hangi şartlarda ortaya cıktığı sorusuna odaklanmaktadır. Organski, realizm/neorealizmin varsayımlarının aksine gucun dengelenme surecinin catışmayı engellemediğini aksine catışma ihtimalini arttırdığını savunmaktadır. Organski’ye gore, uluslararası sistemin temel yapısı hiyerarşiktir. En tepede, gucun muhtelif parametreleri bakımından zirvede yer alan lider/hegemon bulunmaktadır. Guc piramidinin ikinci tabakasında buyuk gucler, daha altında orta buyuklukteki gucler ve diğer ulkeler yer alırlar. Buyuk guclerden biri ekonomik dinamikler acısından lider ulkeye yaklaştığında riskli doneme de girilmiş olmaktadır. Bu evrede, eğer yukselen guc, hegemonun inşa ettiği sistem icindeki konumundan hoşnutsuzsa, catışma riski artmaktadır. Organski’yi ve teorisinin belirli bolumlerini ilginc kılan ozellikler arasında Cin’in yukselişi acısından kritik bir tarih olarak 2010’lu yılları gostermesi yer alıyor. Sanayileşmenin kalabalık nufusla birleştiğinde buyuk gucleri tarih sahnesine cıkardığına dikkat ceken Organski’nin cizdiği cerceve başta ABD, Cin ve Rusya olmak uzere onemli oyuncuların son donemdeki politikalarının anlaşılması bakımından önemli ipucları veriyor. Bildirimizde, Gagavuz Yeri’nin geleceğini de etkileyecek olan Doğu Avrupa’daki gelişmelerin anlaşılmasını kolaylaştıracağı duşuncesinden hareketle Organski’nin varsayımları etrafında kuresel sistemin fay hatlarında hissedilen gerginlikler mercek altına yatırılacaktır.
Abstract
In this paper, I will analyze the global context of the recent developments in the Eastern Europe, which are closely related to the future of Gagauzia. In the Cold War years, famous political scientist A. F. K. Organski posed a theory explaining the great changes in the international system. His book “World Politics” which includes “Power Transition Theory” was published in 1958. The focus of the theory is the emergence of the conditions of great conflicts which affect the whole international system. Organski, contrary to the realist/neorealist assumptions, defends that the process of power balancing does not prevent conflicts but rather increases the possibility of it. According to Organski, the main structure of the international system is hierarchical. The leader/hegemon which is the most powerful actor in terms of the different economic parameters is on the top. Great powers are located in the second tier of the power pyramid. The positions of the middle powers and the other states are below the great powers. When one of the great powers comes close to the leader with regard to the economic dynamics the risky period begins. In this period, the possibility of conflict increases if the rising power feels itself uncomfortable within the system designed by the leader. One of the aspects which makes Organski’s theory interesting is that he cites 2010 as a critical date for the rise of China. The framework pictured by the Organski who underlines that industrialization of the densely populated countries gives birth to great powers, offers important hints to explain the current policies of significant players like U.S., China and Russia. In this paper, we will put the stresses which grow through the fault lines of the global system under the spotlight to contribute the explanatory efforts on current Eastern European geopolitics which has close ties with the Gagauzia by using the main framework of Organski.
“Şüphesiz ki Türkiye, haklarından vazgeçmediği müddetçe tartışmalı topraklardaki hukuki egemenliğ... more “Şüphesiz ki Türkiye, haklarından vazgeçmediği müddetçe tartışmalı topraklardaki hukuki egemenliğini korumaktadır. Irak’ın bu toprak üzerinde herhangi bir yasal hakkı ya da fetih hakkı mevcut değildir. Düşmanlıklara son verildiğinde, Irak Devleti yoktu. Hakikatte, mevcut haliyle Irak, yalnızca ülkenin üzerinde tartışma olmayan kısmını kapsamaktadır.”
(Musul’la İlgili Milletler Cemiyeti Raporu, 20 Ağustos 1925)

Millet, birbirlerini “eşit onur”da kabul eden insanların kader ortaklığıdır. Milleti var eden obj... more Millet, birbirlerini “eşit onur”da kabul eden insanların kader ortaklığıdır. Milleti var eden objektif unsurlara dair listelerde sıralanan dil, din, tarih ve kültür gibi unsurların hepsi, bu neticenin sağlanmasına hizmet ettikleri ölçüde “millet mefkûresi” bakımından değerlidirler. Ancak örneğin kelimeler, gönülleri birleştirmek yerine komşuyu komşudan ayıran nefret ideolojilerinin emrinde birer savaş aracına dönüşmüşlerse aynı dili konuşmak, millet olmamıza yetmez. Yahut, mukaddes dinimizin yüce ilkeleri, yüzünü aynı kıbleye çeviren insanlar arasına husumet sokmak için tahrif ediliyorsa sadece lafızda kalan dindaşlığımız millet olmamızı sağlamaz. Uzun asırlar boyunca aynı devletin çatısı altında yaşayarak ürettiğimiz müşterek tarihin hatıraları, sürekli kavgaların malzemesine dönüştürülüyorsa millet olmanın huzurunu yüreklerimizde hissedemeyiz. Söz konusu durum, köken ve akrabalık bağlarımız bakımından da geçerlidir. Bu yönüyle millet, her gün farklı kesimlerden millettaşlarımızla kurduğumuz ilişkiler esnasında yenilenen gündelik bir referandumdur. Birliğimizi ve istikbale beraberce yürüme irademizi, karşılıklı olarak sergilediğimiz tavırlarla her gün yeniden oylarız.

hem İngiltere özelindeki hem de küreselleşmeyi inşa edip yararlanmış Batı dünyasının genelindek... more hem İngiltere özelindeki hem de küreselleşmeyi inşa edip yararlanmış Batı dünyasının genelindeki çalkantıyı, basit bir ırkçı kabarışa indirgeme yanlışlığına düşmemek gerekiyor. Batı medeniyetini defalarca intiharın eşiğine getiren ırkçı dalganın yükselişinde, Avrupalı elitlerin demokrasi ve milliyetçiliğin buluştuğu çizgide biriken toplumsal taleplere sırtlarını dönüşleri pay sahibidir. AB üyesi ülkelerde yıllardır tartışma konusu olan milliyetçi talepleri; millî egemenlik, yönetici iradenin seçimler aracılığıyla millete dayanması ve millî kimliği var eden değerlerin korunması üçlüsüyle özetlemek mümkün. Bunların uzun süreli göz ardı edilmesinin doğurduğu tepkiler, değişik konuları merkezine alan protesto dalgalarıyla zaman zaman kendisini açığa vurmaktaydı. Yeni dünya konjonktüründe ise eşit vatandaşlığa ve dâhil edici millî kültür tasarımına dayanan milliyetçilikten boşaltılan alanın, ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla anılan aşırı akımlarca doldurulma gayretleri görülüyor. Ancak, yukarıda özetlediğimiz milliyetçi üçgenin içinde kalan talepler, açık tartışmalarda hâlâ geniş bir kitle tarafından benimsenerek savunuluyor. Gelecekte, iktidarını yitirmek istemeyen elitler, muhalif kesimlerin talepleriyle kendi konumları arasında bir sentez arayışına girdiklerinde; yine, aşırı sağda görülen gruplar, yalnızca yabancı düşmanlığıyla çoğunluğu sağlayamayacaklarını hissettiklerinde, bu üçgene doğru ilerleyebilirler. Yani, hızlanan jeopolitik rekabet iklimini ve tehdit lerle değişen güvenlik ortamını da dikkate alırsak, milliyetçi ilkelerin Batı’da yeni siyasi merkeze adres olabileceğini düşünebiliriz.
"...Büyük güçlerin gündemlerindeki şu ya da bu yönüyle millî kimliklerle bağlantılandırılan tartı... more "...Büyük güçlerin gündemlerindeki şu ya da bu yönüyle millî kimliklerle bağlantılandırılan tartışmaların yaygınlığı, milliyetçiliğin güçlenerek tarihe dönüşünün habercisi mi? Hiç şüphe yok ki, küreselleşmeciliğin simgesi "Davos Adamı" popülerliğini yitirirken yeryüzü rüzgârları müesses devletlere ait bayrakları kanatlandırıyor... Elimizdeki veriler, "Millî devletler ve kimlikler, küreselleşme karşısında ayakta kalabilecekler mi?" sorusunun tersinden tekrarlanması gereken bir çağa girdiğimize işaret ediyor... Küreselleşmeyi üreten olgular, küreselleşmeci elitlerin/grupların inşa etmek istedikleri kurgulara hayat vermedi. Yeni bir istikbale, zorlu bir geçiş dönemine doğru ilerliyoruz..."

Suriye meselesi üzerinde kafa yormuş bir akademisyenler topluluğunun emekleriyle ortaya çıkan bu ... more Suriye meselesi üzerinde kafa yormuş bir akademisyenler topluluğunun emekleriyle ortaya çıkan bu eser, “iç politika” ve “dış politika” olmak üzere iki ana bölümden oluşuyor. Kitap öncelikle Mehmet Akif Okur ve Nuri Salık tarafından Suriye tarihi üzerine yazılan giriş makalesi ile başlıyor. Okur ve Salık, Osmanlı idaresi ve Fransız manda yönetimi altında Suriye’nin sosyoekonomik ve siyasal yapısına ışık tutarak kitaba tarihsel bir derinlik kazandırıyor. Okur ve Salık’ın tarihî arka planı ele alan makalesinin ardından, okurları kitabın iç politika bölümü bekliyor. İlk bölüm, Nuri Salık’ın “Modern Suriye’de Toplum ve Siyaset: 1946- 2000” başlıklı makalesi ile başlıyor. Salık, Suriye’nin bağımsızlığını kazandığı 1946 yılından Beşşar Esed’in iktidara geldiği 2000 yılına kadar geçen süreçte vuku bulan toplumsal ve siyasal dönüşüm süreçlerini ele alarak, Mart 2011’de patlak veren iç savaşın arka planı ile ilgili okuyucuya detaylı bilgiler sunuyor. İlk bölümün ikinci makalesini kaleme alan Ömer Faruk Topal, öncelikle Beşşar Esed’in iktidara geldiği ilk dönemde ortaya çıkan sivil muhalif hareketlere değiniyor. Topal makalesinin diğer kısımlarında Suriye iç savaşı ve savaşa katılan çeşitli aktörler hakkında aydınlatıcı bilgiler paylaşıyor. Bu bölümün üçüncü sırasında, Muhammed Hüseyin Mercan’ın “Modern Suriye’de Anayasal Gelişmeler” başlıklı makalesi var. Mercan, 1950, 1973 ve 2012’de yürürlüğe giren üç anayasa metnini ilişki ve çelişkileriyle masaya yatırıyor. Mercan’ın ardından Talip Özdoğan’ın Suriye’de din-devlet ilişkilerine odaklanan makalesi geliyor. Özdoğan makalesinde ulema sınıfının Baas rejimiyle olan ilişkilerini bütün yönleriyle irdeliyor. İlk bölümün beşinci makalesi Ahmet Ayhan Koyuncu’ya ait. Koyuncu, Suriye’deki azınlıkları ve bunların kendi aralarındaki ilişkilerini ele alıyor. Ardından, Gülşah Neslihan Akkaya’nın Suriye Müslüman Kardeşler Hareketi’ni kuruluş sürecinden başlayarak hem söylemi hem de siyasi faaliyetleri üzerinden incelediği yazısı geliyor. Okurları ilk bölümün sonunda, Suriye devletinin üzerinde yükseldiği ekonomi politik ilişkilere odaklanan bir çalışma bekliyor. Taha Eğri, Suriye ekonomisi hakkındaki temel göstergeler ile Hafız ve Beşşar Esed dönemi ekonomi politikalarını inceliyor. Dış Politika bölümünün ilk makalesi, iç politika kısmına da katkıda bulunan Muhammed Hüseyin Mercan’ın kaleminden çıktı. Mercan yazısında, 1970’ten bugüne uzanan zaman diliminde Suriye dış politikasına yön vermiş temel parametreleri keşfe çalışıyor. İkinci makalemizin odağında Suriye-ABD ilişkileri var. Reyhan Güner, “bitmeyen kavga” olarak adlandırdığı Suriye-ABD ilişkilerini Suriye’nin bağımsızlığından Arap Baharı’na kadar geçen süreçte ele alıyor. Üçüncü sırada, Sami Kiraz’ın Suriye-Rusya ilişkilerini inceleyen makalesi var. Kiraz’ın aktardığı bilgilerin, Suriye krizini bugünkü noktaya getiren en önemli faktörlerden birini, Şam’ın Moskova ile ittifakını daha derinden kavramanıza yardımcı olacağını umuyoruz. Bu makalenin ardından Özge Yavuz’un Suriye- Türkiye ilişkilerini analiz eden makalesi geliyor. Yavuz, tarihi seyir içerisinde iki ülke arasındaki münasebetleri etkileyen; geçmişe dair hafızalar, Baas Partisi ve bloklaşma gibi parametreleri farklı dönemlerin karakteristiklerini dikkate alarak inceliyor. Bu bölümde beşinci sırayı, Ömer Behram Özdemir’in Suriye-İran ilişkilerini konu edinen çalışması işgal ediyor. Özdemir, Suriye’nin en önemli bölgesel müttefiki olan İran ile arasında karşılıklı ortaklığa dayanan ilişkilerin iç savaş döneminde nasıl İran’ın tek taraflı hâkimiyeti altına girdiğini ele alıyor. Dış politika bölümünün altıncı makalesi Hamza Yavuz tarafından yazıldı. Yavuz, Suriyeİsrail ilişkilerini incelerken, merceğini devletleşme sürecinin öncesinden başlayarak savaş ve sınır meselelerine uzanan sorunlar dizisi üzerinde gezdiriyor. Bu bölümün son makalesi ise Suriye-Lübnan ilişkilerini konu ediniyor. Abdulgani Bozkurt, Şam’ın “15. Eyalet” muamelesi yaptığı Lübnan’la yaşadıklarını iki ülke arasındaki ortaklıkları göz önünde tutan tarihî bir perspektifle ele alıyor.
Uploads
Papers and Books by Mehmet Akif Okur
Cevabı, siyaset teorisi, tarih ve hukuk üçgeni etrafında arayacağız. Önce, kurucu ilkeyi belirleme yetkisinin kaynağına ve şartlarına odaklanacağız. Kurucu ilke-kurucu unsur ilişkisini ele alacağız. Ardından da yüz yıl öncesine dönerek kurucu ilkemiz olan millî egemenliğin ve bununla bağlantılı kurucu unsur tarifinin nasıl ve hangi vurgularla belirlendiğini resmî metinler üzerinden inceleyeceğiz. Kurucu ilkenin ve unsurun tespit edildiği yasama faaliyetlerinin, uluslararası hukuk bağlamında yürütülen diplomatik müzakerelerin ve diğer tarihi hadiseler hakkındaki belge ve metinlerin mercek altına yatırılmasından çıkan sonuç şu cümle ile özetlenebilir: “Cumhuriyetimiz ve kurucu ilkesi olan milli egemenlik, târihli Türklük ve Müslümanlık esasında tanımlanan Türk Milleti’ne, onun kurucu kararına dayandırılmıştır.” Aşağıda detaylarını mercek altına yatıracağımız bu tespitimizin Türkiyemizin mevcut ve gelecekte önüne çıkması muhtemel meseleleri bakımından anlamı nedir? Makalemizi bu soruya da cevap oluşturabileceğini düşündüğümüz bazı değerlendirmelerle tamamlayacağız.
Çin’in “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi, ilan edilen ekonomik büyüklükler ve kapsayacağı coğrafi genişlikle dikkatleri üzerinde topluyor. Bu girişimin potansiyelini doğru ölçmek ve başarı şansını layıkıyla değerlendirebilmek için arkasındaki jeopolitik mantığın anlaşılmasına ihtiyaç var. Bu makalede, realist teorinin değişik varyantlarının benimsediği güç geçişi ve güç dengesi kuramlarına ilişkin literatürün temel varsayımlarından hareketle, “Bir Kuşak, Bir Yol”u motive eden genel güvenlik denklemi ve bu projenin Batı’ya yöneleceği ana güzergahlar incelenmektedir. Çin’in bü- yük ve küçük komşularıyla ilişkilerinin doğası ve bunların evrilebileceği muhtemel doğrultu üzerinde durulmaktadır. Buna göre, ABD ile rekabetinin tırmanarak çatış- maya evrilebileceğini düşünen Çin, kendisine ekonomik ve askeri açılardan büyük zararlar verebilecek muhtemel deniz ablukası girişimlerine karşı kara güzergâhlarına yönelmektedir. Ancak, güç dengesi mantığının tesirlerini bu rotalarda da göstereceği anlaşılmaktadır. Rusya’nın orta vadede nasıl davranacağı belirsizdir. Benzer bir şekilde, İran üzerinden geçen yollarla ilgili jeopolitik risk de hayli yüksektir. Bu sebeple makalede, Çin’i Avrupa ve Ortadoğu’ya bağlayan farklı rotalar arasında Pekin açısından en güvenlisinin “orta koridor” olduğu ileri sürülmektedir. Ağırlıklı olarak Türk ve Müslüman nüfusla meskun bu “Türk Kuşağı”nda kamuoyunun “Bir Kuşak, Bir Yol”a desteğini etkileyecek faktörler arasında Uygur Türkleri’nin durumu da yer almaktadır. Makalede son olarak, Çin’in Türk kuşağı ve Ortadoğu’da daha iyi bir imaj inşa etmek için işe Uygurlara yaklaşımını güvenliksizleştirip yeniden tahayyül ederek başlaması gerektiği vurgulanmaktadır.
***
Abstract
China’s “One Belt, One Road” project attracts attention with its declared economic magnitude and geographical reach. To correctly evaluate the chances of success and the true potential of this attempt, the logic of geopolitics behind it should be understood. Relying on both the theories of power transitions and balance of power which have been constructed by different versions of the realist school of thought, the aim of this article is to analyze the global security equation which motivates this project and the main western routes of it. The nature of China’s relations with its small and big neighbors and the possible evolving direction of those relations are also discussed. Beijing thinks that its rivalry with Washington can turn into a kind of open conflict and looks to continental routes against the possibility of hostile actions limiting the China’s access to the seas. Nevertheless, it is highly probable that the logic of the balance of power would also show its effect over these routes. How would Russia position itself in the fast changing international security environment is still not clear. Similarly, geopolitical risks related to transportation routes passing through Iran are so high. Thus, in this article, it is claimed that “the middle corridor” is the safest one for Beijing among the routes which connect China to Europe and the Middle East. The position of the Uighur Turks is among the factors which would affect the support of the public opinion in this “Turkish Belt” that is heavily inhabited by Turkish and Muslim populations. Lastly, it is underlined that China should begin taking steps by desecuritising and reimagining its approach toward the Uighur Turks to build a better image both in the Turkish Belt and the Middle East.
parçalanmalarıyla neticelenmesi, yüzleşmek zorunda kalabileceğimiz bir ihtimal olarak karşımızda duruyor. Bu senaryonun somut bir hakikate dönüşmesi, bizi ve sınırlarmız dışındaki Misâk-ı Millî coğrafyasını, yani "geniş Türkiye»yi doğrudan etkileyecek. Dolayısıyla, Musul meselesinin hem aktüel hadiseler bağlamında, hem de tarihe ve uluslararası hukuka
referanslarla yeniden tartışılır hâle gelişi sebepsiz değil. Nitekim makalenin müteakip bölümlerinde, önce mevcut gelişmelerden
hareketle bu sebepler üzerinde durulacak, ardından da halihazırda BM Arşivi'nin parçası olan önemli bir belge geleceğe ilişkin soruların merceği
altında değerlendirilecektir.
Bu bildiride, Gagavuz Yeri’ni de yakından ilgilendiren Doğu Avrupa’daki gelişmelerin kuresel bağlamı analiz edilecektir. Unlu siyaset bilimci A. F. K. Organski, Soğuk Savaş devam ederken yaptığı calışmalarda uluslararası sistemdeki buyuk değişimleri acıklayan bir teori ortaya koymuştur. 1958’de yayınladığı “World Politics”te yer alan “Guc Gecişi” teorisi, tum uluslararası sistemi etkileyen catışmaların hangi şartlarda ortaya cıktığı sorusuna odaklanmaktadır. Organski, realizm/neorealizmin varsayımlarının aksine gucun dengelenme surecinin catışmayı engellemediğini aksine catışma ihtimalini arttırdığını savunmaktadır. Organski’ye gore, uluslararası sistemin temel yapısı hiyerarşiktir. En tepede, gucun muhtelif parametreleri bakımından zirvede yer alan lider/hegemon bulunmaktadır. Guc piramidinin ikinci tabakasında buyuk gucler, daha altında orta buyuklukteki gucler ve diğer ulkeler yer alırlar. Buyuk guclerden biri ekonomik dinamikler acısından lider ulkeye yaklaştığında riskli doneme de girilmiş olmaktadır. Bu evrede, eğer yukselen guc, hegemonun inşa ettiği sistem icindeki konumundan hoşnutsuzsa, catışma riski artmaktadır. Organski’yi ve teorisinin belirli bolumlerini ilginc kılan ozellikler arasında Cin’in yukselişi acısından kritik bir tarih olarak 2010’lu yılları gostermesi yer alıyor. Sanayileşmenin kalabalık nufusla birleştiğinde buyuk gucleri tarih sahnesine cıkardığına dikkat ceken Organski’nin cizdiği cerceve başta ABD, Cin ve Rusya olmak uzere onemli oyuncuların son donemdeki politikalarının anlaşılması bakımından önemli ipucları veriyor. Bildirimizde, Gagavuz Yeri’nin geleceğini de etkileyecek olan Doğu Avrupa’daki gelişmelerin anlaşılmasını kolaylaştıracağı duşuncesinden hareketle Organski’nin varsayımları etrafında kuresel sistemin fay hatlarında hissedilen gerginlikler mercek altına yatırılacaktır.
Abstract
In this paper, I will analyze the global context of the recent developments in the Eastern Europe, which are closely related to the future of Gagauzia. In the Cold War years, famous political scientist A. F. K. Organski posed a theory explaining the great changes in the international system. His book “World Politics” which includes “Power Transition Theory” was published in 1958. The focus of the theory is the emergence of the conditions of great conflicts which affect the whole international system. Organski, contrary to the realist/neorealist assumptions, defends that the process of power balancing does not prevent conflicts but rather increases the possibility of it. According to Organski, the main structure of the international system is hierarchical. The leader/hegemon which is the most powerful actor in terms of the different economic parameters is on the top. Great powers are located in the second tier of the power pyramid. The positions of the middle powers and the other states are below the great powers. When one of the great powers comes close to the leader with regard to the economic dynamics the risky period begins. In this period, the possibility of conflict increases if the rising power feels itself uncomfortable within the system designed by the leader. One of the aspects which makes Organski’s theory interesting is that he cites 2010 as a critical date for the rise of China. The framework pictured by the Organski who underlines that industrialization of the densely populated countries gives birth to great powers, offers important hints to explain the current policies of significant players like U.S., China and Russia. In this paper, we will put the stresses which grow through the fault lines of the global system under the spotlight to contribute the explanatory efforts on current Eastern European geopolitics which has close ties with the Gagauzia by using the main framework of Organski.
(Musul’la İlgili Milletler Cemiyeti Raporu, 20 Ağustos 1925)
Cevabı, siyaset teorisi, tarih ve hukuk üçgeni etrafında arayacağız. Önce, kurucu ilkeyi belirleme yetkisinin kaynağına ve şartlarına odaklanacağız. Kurucu ilke-kurucu unsur ilişkisini ele alacağız. Ardından da yüz yıl öncesine dönerek kurucu ilkemiz olan millî egemenliğin ve bununla bağlantılı kurucu unsur tarifinin nasıl ve hangi vurgularla belirlendiğini resmî metinler üzerinden inceleyeceğiz. Kurucu ilkenin ve unsurun tespit edildiği yasama faaliyetlerinin, uluslararası hukuk bağlamında yürütülen diplomatik müzakerelerin ve diğer tarihi hadiseler hakkındaki belge ve metinlerin mercek altına yatırılmasından çıkan sonuç şu cümle ile özetlenebilir: “Cumhuriyetimiz ve kurucu ilkesi olan milli egemenlik, târihli Türklük ve Müslümanlık esasında tanımlanan Türk Milleti’ne, onun kurucu kararına dayandırılmıştır.” Aşağıda detaylarını mercek altına yatıracağımız bu tespitimizin Türkiyemizin mevcut ve gelecekte önüne çıkması muhtemel meseleleri bakımından anlamı nedir? Makalemizi bu soruya da cevap oluşturabileceğini düşündüğümüz bazı değerlendirmelerle tamamlayacağız.
Çin’in “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi, ilan edilen ekonomik büyüklükler ve kapsayacağı coğrafi genişlikle dikkatleri üzerinde topluyor. Bu girişimin potansiyelini doğru ölçmek ve başarı şansını layıkıyla değerlendirebilmek için arkasındaki jeopolitik mantığın anlaşılmasına ihtiyaç var. Bu makalede, realist teorinin değişik varyantlarının benimsediği güç geçişi ve güç dengesi kuramlarına ilişkin literatürün temel varsayımlarından hareketle, “Bir Kuşak, Bir Yol”u motive eden genel güvenlik denklemi ve bu projenin Batı’ya yöneleceği ana güzergahlar incelenmektedir. Çin’in bü- yük ve küçük komşularıyla ilişkilerinin doğası ve bunların evrilebileceği muhtemel doğrultu üzerinde durulmaktadır. Buna göre, ABD ile rekabetinin tırmanarak çatış- maya evrilebileceğini düşünen Çin, kendisine ekonomik ve askeri açılardan büyük zararlar verebilecek muhtemel deniz ablukası girişimlerine karşı kara güzergâhlarına yönelmektedir. Ancak, güç dengesi mantığının tesirlerini bu rotalarda da göstereceği anlaşılmaktadır. Rusya’nın orta vadede nasıl davranacağı belirsizdir. Benzer bir şekilde, İran üzerinden geçen yollarla ilgili jeopolitik risk de hayli yüksektir. Bu sebeple makalede, Çin’i Avrupa ve Ortadoğu’ya bağlayan farklı rotalar arasında Pekin açısından en güvenlisinin “orta koridor” olduğu ileri sürülmektedir. Ağırlıklı olarak Türk ve Müslüman nüfusla meskun bu “Türk Kuşağı”nda kamuoyunun “Bir Kuşak, Bir Yol”a desteğini etkileyecek faktörler arasında Uygur Türkleri’nin durumu da yer almaktadır. Makalede son olarak, Çin’in Türk kuşağı ve Ortadoğu’da daha iyi bir imaj inşa etmek için işe Uygurlara yaklaşımını güvenliksizleştirip yeniden tahayyül ederek başlaması gerektiği vurgulanmaktadır.
***
Abstract
China’s “One Belt, One Road” project attracts attention with its declared economic magnitude and geographical reach. To correctly evaluate the chances of success and the true potential of this attempt, the logic of geopolitics behind it should be understood. Relying on both the theories of power transitions and balance of power which have been constructed by different versions of the realist school of thought, the aim of this article is to analyze the global security equation which motivates this project and the main western routes of it. The nature of China’s relations with its small and big neighbors and the possible evolving direction of those relations are also discussed. Beijing thinks that its rivalry with Washington can turn into a kind of open conflict and looks to continental routes against the possibility of hostile actions limiting the China’s access to the seas. Nevertheless, it is highly probable that the logic of the balance of power would also show its effect over these routes. How would Russia position itself in the fast changing international security environment is still not clear. Similarly, geopolitical risks related to transportation routes passing through Iran are so high. Thus, in this article, it is claimed that “the middle corridor” is the safest one for Beijing among the routes which connect China to Europe and the Middle East. The position of the Uighur Turks is among the factors which would affect the support of the public opinion in this “Turkish Belt” that is heavily inhabited by Turkish and Muslim populations. Lastly, it is underlined that China should begin taking steps by desecuritising and reimagining its approach toward the Uighur Turks to build a better image both in the Turkish Belt and the Middle East.
parçalanmalarıyla neticelenmesi, yüzleşmek zorunda kalabileceğimiz bir ihtimal olarak karşımızda duruyor. Bu senaryonun somut bir hakikate dönüşmesi, bizi ve sınırlarmız dışındaki Misâk-ı Millî coğrafyasını, yani "geniş Türkiye»yi doğrudan etkileyecek. Dolayısıyla, Musul meselesinin hem aktüel hadiseler bağlamında, hem de tarihe ve uluslararası hukuka
referanslarla yeniden tartışılır hâle gelişi sebepsiz değil. Nitekim makalenin müteakip bölümlerinde, önce mevcut gelişmelerden
hareketle bu sebepler üzerinde durulacak, ardından da halihazırda BM Arşivi'nin parçası olan önemli bir belge geleceğe ilişkin soruların merceği
altında değerlendirilecektir.
Bu bildiride, Gagavuz Yeri’ni de yakından ilgilendiren Doğu Avrupa’daki gelişmelerin kuresel bağlamı analiz edilecektir. Unlu siyaset bilimci A. F. K. Organski, Soğuk Savaş devam ederken yaptığı calışmalarda uluslararası sistemdeki buyuk değişimleri acıklayan bir teori ortaya koymuştur. 1958’de yayınladığı “World Politics”te yer alan “Guc Gecişi” teorisi, tum uluslararası sistemi etkileyen catışmaların hangi şartlarda ortaya cıktığı sorusuna odaklanmaktadır. Organski, realizm/neorealizmin varsayımlarının aksine gucun dengelenme surecinin catışmayı engellemediğini aksine catışma ihtimalini arttırdığını savunmaktadır. Organski’ye gore, uluslararası sistemin temel yapısı hiyerarşiktir. En tepede, gucun muhtelif parametreleri bakımından zirvede yer alan lider/hegemon bulunmaktadır. Guc piramidinin ikinci tabakasında buyuk gucler, daha altında orta buyuklukteki gucler ve diğer ulkeler yer alırlar. Buyuk guclerden biri ekonomik dinamikler acısından lider ulkeye yaklaştığında riskli doneme de girilmiş olmaktadır. Bu evrede, eğer yukselen guc, hegemonun inşa ettiği sistem icindeki konumundan hoşnutsuzsa, catışma riski artmaktadır. Organski’yi ve teorisinin belirli bolumlerini ilginc kılan ozellikler arasında Cin’in yukselişi acısından kritik bir tarih olarak 2010’lu yılları gostermesi yer alıyor. Sanayileşmenin kalabalık nufusla birleştiğinde buyuk gucleri tarih sahnesine cıkardığına dikkat ceken Organski’nin cizdiği cerceve başta ABD, Cin ve Rusya olmak uzere onemli oyuncuların son donemdeki politikalarının anlaşılması bakımından önemli ipucları veriyor. Bildirimizde, Gagavuz Yeri’nin geleceğini de etkileyecek olan Doğu Avrupa’daki gelişmelerin anlaşılmasını kolaylaştıracağı duşuncesinden hareketle Organski’nin varsayımları etrafında kuresel sistemin fay hatlarında hissedilen gerginlikler mercek altına yatırılacaktır.
Abstract
In this paper, I will analyze the global context of the recent developments in the Eastern Europe, which are closely related to the future of Gagauzia. In the Cold War years, famous political scientist A. F. K. Organski posed a theory explaining the great changes in the international system. His book “World Politics” which includes “Power Transition Theory” was published in 1958. The focus of the theory is the emergence of the conditions of great conflicts which affect the whole international system. Organski, contrary to the realist/neorealist assumptions, defends that the process of power balancing does not prevent conflicts but rather increases the possibility of it. According to Organski, the main structure of the international system is hierarchical. The leader/hegemon which is the most powerful actor in terms of the different economic parameters is on the top. Great powers are located in the second tier of the power pyramid. The positions of the middle powers and the other states are below the great powers. When one of the great powers comes close to the leader with regard to the economic dynamics the risky period begins. In this period, the possibility of conflict increases if the rising power feels itself uncomfortable within the system designed by the leader. One of the aspects which makes Organski’s theory interesting is that he cites 2010 as a critical date for the rise of China. The framework pictured by the Organski who underlines that industrialization of the densely populated countries gives birth to great powers, offers important hints to explain the current policies of significant players like U.S., China and Russia. In this paper, we will put the stresses which grow through the fault lines of the global system under the spotlight to contribute the explanatory efforts on current Eastern European geopolitics which has close ties with the Gagauzia by using the main framework of Organski.
(Musul’la İlgili Milletler Cemiyeti Raporu, 20 Ağustos 1925)