Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2023, SİNEMA VE REKLAM ÇALIŞMALARINDA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR
2021
Covid-19 salgınına yönelik olarak devletlerin uyguladıkları önlemlerin başında eve kapanma gelmektedir. Bu durum iktidarların yaşatma stratejilerinin başında gelse de, evin güvenlikli alan olduğu iddiası kadınlar için en çok şiddete uğradıkları mekâna kapatılmayla eş anlamlı olmaktadır. Kadına yönelik şiddetin en çok ev içinde gerçekleştiğini gösteren çalışmalardan (HÜNNE, 2015) yola çıkıldığında, salgın sebebiyle yaşanan eve kapanma sürecinde ev içi kadına yönelik şiddetin arttığı sonucuna ulaşılabilir. Bu sonucu destekleyen pek çok istatistik bulunmaktadır (Ergönen A. T., 2020). Salgının biyopolitik yönelimlerinden biri de bu noktada ortaya çıkmaktadır; iktidarlar hayatı savunduğunu söyleyerek evde kal çağrısı yaparken, pek çok kadın için bunun anlamı ölüme terk edilmek olmaktadır. Bu çalışma Türkiye, Macaristan, İspanya ve Avusturya'da pandemi döneminde kadına yönelik şiddetin artmasına yönelik ne gibi politikalar izlediklerinden yola çıkarak, devletlerin hayatlarla kurduğu ilişkideki biyopolitik yönelimlerini açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. Ev içi şiddetin başat mağdurları olan kadınların, iktidarların salgını yönetme biçimleriyle bağlantılı olarak nasıl daha savunmasız, şiddete açık hale getirildikleri sorunsallaştırılarak, seçilen ülkelerde yürütülen kadın politikalarıyla bağlantılar kurulacaktır. Aileci politikaların yükselişte olduğu, kadına yönelik şiddete ilişkin etkin politikaların yürütülmediği ülkelerde, salgın döneminde de ek tedbirlerin alınmadığı, kadınların ölüme terk edildikleri, şiddete karşı daha açık hale getirildikleri sonucuna ulaşılacaktır.
Modern dönemle başlayan sekülerlik, özgürlük, rasyonellik ve bilimsellik tartışmaları, bireylerin gündelik hayatı ve bedenleri üzerinde yeni söylemlerin ve yeni politikaların oluşmasına neden olan önemli gelişmelerdir. Beden artık dinin buyruklarına uyan, onun etkisiyle şekillenen bir nesne olmaktan uzaklaşmış, modernliğin buyruklarına uyan bir projeye dönüşmüştür. Bu kusursuzluk iddiası taşıyan ve beden üzerinde ticari, politik ve toplumsal kaygılar doğrultusunda müdahale gerektiren bir projedir. İnsan hayatını kusursuz süreçlerden oluşturmak, ölümü, hastalığı, sağlığı denetim altına almak önemli uğraş olmakta, bu ise tıbbi bilgi ve onun aracılığıyla oluşturulan sağlık söylemi ile gerçekleşmektedir. Çalışmanın amacı tıbbi bilginin sahip olduğu güç ve gücün beraberinde getirdiği iktidar ilişkisini gündelik hayatın tıbbileştirilmesi bağlamında tartışmaya açmak ve bedenlerimizin sağlık söylemi etrafında hem denetsel hem de ticari bir ilişki ağına nasıl girdiğini şişmanlığın tıbbileştirilmesi bağlamında analiz etmektir. Bu amaç doğrultusunda, alanında önemli otoriteye ve popülariteye sahip olan Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nun 2012 yılı boyunca Hürriyet gazetesindeki sağlık köşesi analiz edilmiştir.
Qui nuilpotest sperare, desperet nihil.
2023
Bu kitabın yayın hakkı SİYASAL KİTABEVİ'ne aittir. Yayınevinin ve yayınlayıcısının yazılı izni alınmaksızın kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve yayınlanamaz.
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunundaki hükümlere tabidir.
TRYING TO UNDERSTAND DIGITAL ART IN THE POSTTRUTH ERA THROUGH BAUDRILLARD’S “SIMULATION HYPERREALISM”: BEEPLE CASE, 2024
Jean Baudrillard’s simulation hyperreality is an important theory in that it is able to foresee the spirit of the age we live in by examining the perception of reality of modern society and the effects of increasing simulation. According to this theory, simulations created through new media, communication and technology tools change the way people perceive reality. In this form of perception, where reality is replaced by signs and indicators, the relationship between reality and simulation becomes ambiguous and simulation replaces reality after a while. In this context, simulation hyperreality summarizes today’s social structure and the changing perception of artworks by emphasizing the complex relationship between reality and representation. In this context, Mike Winkelmann’s works in NFT format, known as Beeple, have parallels with Baudrillard’s theory of simulation hyperreality in terms of reflecting the spirit of the age. The research focuses on understanding and explaining Beeple’s digital works through this parallelism. These works, which have political, ironic, provocative and critical content, are considered important in terms of their remarkable implications on the simulative perception of reality in the 21st century. In this descriptive study, qualitative research techniques were utilized after the literature review and visual content analysis method was used as purposive sampling, as well as affinity sampling, typical case sampling methods. In this context, the research aims to create an original text that will contribute to the field in the context of verbal and visual disciplines.
'SİNEMANIN BEŞ TEMEL ÖĞESİ' İSİMLİ KİTABIN DEĞERLENDİRMESİ , 2021
Film yapımında beş temel öğeyi kendi içerisinde alt başlıklarla ele alan kitap film çekimine dair en temel bilgileri görsellerle zenginleştirerek sunmuştur. Kamera Açıları, Kesintisizlik, Kurgu, Yakın Çekim ve Kompozisyon unsurları bir filmin oluşturulması için bilinmesi gereken asgari ihtiyaca fazlası ile karşılık vermektedir. Günümüzde teknolojinin ölçülemez hızının sinema endüstrisine etkisi de yadsınamayacak genişliktedir. Bu yeniliklerle özünü korusa da sinemanın dilinde farklılaşmalar oluşmuştur. Bu bakımdan başyapıt niteliğinde olan söz konusu kitaba yeni sayfaların eklenmesi zaruri hale gelmiştir. Mascelli önsözde bahsettiği ama filmlerde gerçekçi bir öğe olarak yer almayan ‘hile’ ile ilgili yaptığı tespitin yani deneyim ve tecrübe ile bu öğenin hayat bulacağı tezini günümüz sinemasının ulaştığı aşama ve kullanılan birçok teknolojik hilenin ispatladığı gözden kaçmamaktadır.
2021
Öz Orhan Pamuk'un ilk romanı olan Cevdet Bey ve Oğulları, sanatçının eserlerindeki temel izleği verir. Kimlik meselesi, sosyal değişim, politik çalkantılar ve Türkiye'nin panoraması Pamuk'un, ilk romanından itibaren hemen her romanında işlenir. Cevdet Bey ve Oğulları ise panoramik özelliğe sahiptir ve bir aile, nesiller romanıdır. Bu kitabı roman kahramanlarının hayatı algılayış biçimleri, anlam arayışları, yaşam biçimlerinin farklılaşması ve toplum düzenindeki değişim yanları ile ele almak; Türk toplumunun ve Türkiye'nin, Türk romanına nasıl yansıdığını belirlemeye katkı sağlar. Pamuk'un roman kronolojisinin başlangıcında yer alan bu esere dair yapılacak tespitler, sanatçının sonraki romanlarında, bu hususları ne şekilde işlediğini yorumlamaya da yardımcı olur. Benzer temaları işlemiş yazarlarla kıyaslanması hâlinde, Pamuk'un kurgusal bir dünya inşa ederken sergilediği özel tavrın anlaşılması kolaylaşır. Nihayetinde eser, sanatçının ilgileri, beğeni ve tercihleri ile şekillenen bir yapıdır. Makalenin amacı da hem sosyopolitik değişimlerin Türk romanında nasıl tezahür ettiğini göstermek hem de Pamuk'un yazarlık serüvenin ve şahsi perspektifinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaktır.
AYDINLANMA’NIN EPİSTEMOLOJİSİ, MODERNİTENİN SÖYLEMİ VE KALKINMANIN AHVALİNİ YENİDEN DÜŞÜNMEK, 2021
Osmanlı Mirası araştırmaları Dergisi, 2020
Ahmed Hilmi, who was born in Plovdiv in Bulgaria, today. He is considered as one of the important intellectuals of the Constitutional Period. His father was Sehbender Süleyman Bey and his mother was Sevkiye. The use of the title Sehbenderzâde (son of the consul) for Ahmed Hilmi stemt from his father being a consul in Plovdiv. Ahmed Hilmi, who had an opposing personality, published a weekly newspaper called Ittihad-ı Islam, but after a short period of publication, the newspaper was closed again. After that, he started to write political and philosophical articles in newspapers such as Ikdam, Sehbâl, Yeni Tasvir-i Efkâr and Sirat-i Müstâkim. On April 21, 1910, he started publishing Hikmet newspaper, which had an important place in his publication history, on a weekly basis and later made it a daily. In addition to the writings he wrote under his own name in these publications, he used nickname like Sheikh Mihrîdin Ârusi in his Sufi writings; Coskun Kalender and Kalender Gedâ in his humorous writings; and Ozdemir in his national and poetry poems. The Hikmet newspaper, the most important work in which Ahmed Hilmi clearly reflected his thoughts, was suspended after the publication of fourteen issues between 9-23 September 1911 and started to be published again between 1 August 1912 and 23 January 1913. The writings of Hikmet by Ahmed Hilmi, which were the subjects of our study, covered the issues that came to the fore in society and politics during the author’s lifetime. On the other hand, based on the idea of nationalism that emerged with the French Revolution, the Zionism movement emerged and began to infiltrate first into Europe and then into the Ottoman Empire. With the realization of the policies implemented by the Zionists for their purposes, a inconvenience was felt and this situation spread from the parliament to the street. Ahmed Hilmi’s writings on Zionism emerged in such a process. Ahmed Hilmi argued that if the people living in the Ottoman Empire were gathered under the roof of Islam, no separatist idea could harm this roof. This would also create a shield against the idea of nationalism and prevent segregation according to him. However, he claimed that Zionism failed this effort as well. Zionism, which approached people based on financial needs, had not any difficulties in gaining followers. Because Ottoman society contained many poor and ambitious people trying to get rid of this poverty. In order to support these supporters economically, the Zionists sought to obtain a significant amount of wealth. Monopolization was the most profitable enrichment method employed in commercial life. Therefore, it has been observed that Zionism made great gains within the borders of the Ottoman Empire with this method. According to Ahmed Hilmi, the most distinctive feature of Zionist politics was the ability to use people and use them for their goals. Zionism used people of every status, from politicians to soldiers, from scientists to journalists, from shopkeepers to civil servants. However, it was claimed that the poor, homeless and vagrants, which were the elements that were used when a radical change like a revolution was to be made in a country, wers the most important groups serving Zionists. Secrecy and loyalty were what made this enormous politics successful. With his writings, Ahmed Hilmi tried to create awareness in the society against this structure which has a secret organization and emphasized that everyone should be careful about the methods of Zionist politics every time without getting tired.
BİYOLOJİK İNDİRGEMECİLİK VE SOSYAL BİLİMLER: SOSYOBİYOLOJİ ÖZELİNDE BİR DEĞERLENDİRME, 2019
Bu tezin amacı, toplumsal olanı açıklama arzusundaki sosyobiyoloji disiplininin genelde sosyal bilimlerle, özelde ise sosyolojiyle ilişkisini ele almak ve diğer canlı türleri üzerinde yapılan biyolojik çalışmaların insan eylemlerini ve toplumsal kurumları anlamak için yeterli ve uygun bir yöntemsel çerçeve sunup sunmadığını araştırmaktır. Edward Wilson sosyal eylemleri doğal seçilim baskısı ve türünü devam ettirme mücadelesi olarak görüp biyolojiye indirgemektedir. Bu sebeple içgüdüsel davranışlarla ilgilenerek türler ve kültürlerarası farklılıkları değil yalnızca benzerlikleri gösterme eğilimindedir. Wilson toplumsal eylem üzerindeki kültür ve çevre etkisinin sınırlı olacağını ve bu sınırlı etkinin de her koşulda türün biyolojik kapasitesine ve özelliklerine bağlı kalacağını iddia etmiştir. Her doğa bilimi disiplini gibi sosyobiyoloji de nesneler arası ilişkileri inceler ve insanın ve diğer canlıların dışarıdan birer nesne olarak gözlemlenebilecek boyutlarını ele alır. Natüralist (doğalcı) bir yaklaşıma sahiptir. Bir hayvan türünü ele alırken kullandığı yöntem ile insanı incelerken başvurduğu yöntem arasında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla insan türüne olan yaklaşımı da büyük oranda indirgemecidir. Doğa bilimleri olgular arasındaki nedensellikleri bularak neden sonuç ilişkisini açıklamaya çalışan bir yönteme sahiptir. Bu yöntemde nedensellik ilkeleri takip edilir ve nesnelerde tek düzenlilik olduğu varsayılır. Yorumlayıcı yöntem savunucuları doğa bilimlerinden farklı olarak sosyal bilimlerde aynı metodun kullanılamayacağını çünkü elimizde tek düzenlilik ilkesini bozacak olan insan, toplum, kültür ve tarih gibi kendi öznelliğine sahip bir araştırma nesnesinin olduğunu, araştırma nesnesinin bizzat kendi çevresini anlamlandıran öznelerden oluştuğunu, kendi tekilliğine sahip olduğunu ve deneye açık olmadıklarını söyleyerek doğa bilimlerine itiraz ederler. Bu itirazdan hareketle çalışmamızda sosyobiyolojinin kökenini açıklamaya gayret ettiği toplumsal eylem, olgu ve kurumları, örnekler üzerinden kendi yöntemleri aracılığıyla nasıl incelediği ele alınmış, sosyobiyoloji ile sosyal bilimler arasındaki yöntemsel farklar ortaya konulmuş ve bilhassa yorumlayıcı sosyolojinin metodolojik olarak bunları açıklamaya daha elverişli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
İletişim, Kuram ve Araştırma Dergisi, 2022
Representation, Semiotics and Symbol in Cinema: The Example of The Movie "PK" Öz İnsanlar dünyaya geldiği andan itibaren kendilerini ve diğerlerini anlamlandırmaya çalışır ve bu düşünme temsil sistemlerini oluşturur. Dünyada politik ve sosyal gücün tanımlanmasında temsil, etkin bir rol oynamaktadır. Temsiller, ideolojik durumlara göre; çok kültürlülük, melezlik, ötekileştirme bağlamında çeşitlilik göstermektedir. Bu çalışmanın konusu; çok kültürlülüğün sinemada temsili ve göstergebilimin bu temsilin kurulmasındaki etkisidir. Sinemanın kültürler arasındaki farklılıkları belirginleştirme veya diyalogları artırmadaki gücünün temelinde, temsil yer almaktadır. Dolayısıyla sinema temsili, farklı ideoloji, inanç ve görüşleri anlamak için önemli bir işleve sahiptir. Sinema göstergebilimi, temsillerin kurulmasında yalnızca dilsel değil görsel olarak da etkilidir. Bu çalışmada sırasıyla; çok kültürlülük ve Hindistan, sinemada çok kültürlülüğün temsili ve Hint filmlerinde din ve temsil, sinema göstergebilimi ve sembol konusuna değinilmiştir. Çok kültürlülük ve temsil kavramı, kültürel çalışmalarda farklı biçimlerde kullanılmaktadır. Burada konu kapsamı gereği çok kültürlülük ve temsil, toplumsal çeşitlilik ve Saussure ve Peirce'le ilişkilendirilen anlamıyla kullanılmaktadır. Çalışmanın örneklemi olan Hint filmi Peekay (PK) (Peekay, Rajkumar Hirani, 2014) göstergebilim yöntemiyle, Saussure'ün gösterge-gösteren-gösterilen kavramları ile Peirce'ün simge kavramına göre çözümlenmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak; dini temalı bir film olan PK'de, Hindistan'ın dinsel çeşitliliğine ilişkin göstergelerin sıklıkla kullanıldığı görülmüştür. PK filminde kullanılan soyut, sözel ve görsel semboller birbirleriyle anlamlı bir bütünlük içinde yer almaktadır. Böylelikle, film temsilinin farklı toplulukların kimliklerini anlama ve inşasında önemli bir etkisi olduğu düşünülürse, filmin bu açıdan göstergelerin gücünden etkin bir şekilde faydalandığı söylenebilir.
Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, 2019
ÖZ Günlük yaşamdan zaman ve mekan tasavvuruna kadar herşeyin veri dolayısıyla bilgi olarak kodlandırıldığı dijital çağda insan doğasına ve insan oluşa dair hakim kabuller sorgulanmaktadır. Bu sorgulama iki boyuta sahiptir. Bu boyutlardan ilki, iç dina-mikleri harekete geçirerek "kendi sınırlarımız dahilinde 'yenilenmenin' bir imkanı var mıdır?" sorusunu araştırmaya sevk eder. İkincisi ise "bütün bunların ötesinde 'yeni' bir anlam arayışının dinamikleri nelerdir?" sorusuna yönlendirir. Özellikle, Jean Beaufret'in Heidegger'e sorduğu "'Hümanizm' sözcüğüne nasıl yeni bir anlam verebiliriz?" sorusuyla başlayarak Hıristiyanlığın, marksizmin ve varoluşçuluğun çatışmaları gölgesinde biçimlendirilen hümanizm tartışmaları görülmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren henüz tam da sınırları netleştirilmemiş ve akademik çerçevelere dahil ol(a)mamış transhümanizm ve posthümanizm gibi tartışmalara şahit olmaktayız. Bu tartışmalar büyük oranda hümanizmin ötesinde insana doğasına ve insan oluşa dair ne söylenip söylenemeyeceği sorusu çerçevesinde şekillenmektedir. Bu bağlamda öncelikle hümanizmin nerede durduğunu, nasıl aşılmaya/ anlaşılmaya çalışıldığını ve transhümanizmin ve posthümanizmin alternatif bir insanlık anlayışı oluşturup oluşturamayacağı sorgulanacaktır. Ardından da transhümanizm ve post-hümanizmde temellerini bulan insan doğasına ilişkin kabullerin biyoteknoloji ve biyopolitik zemini eleştirel bir yaklaşımla değerlendirilecektir.
Sanat ve Tasarım Dergisi, 2023
We w tness the rap d development of technology n our present day. It s a real ty that the advancements ga n ng momentum n the 1970s have had profound e ects on the space, content, and mean ng of art. ese developments are closely ntertw ned w th commun cat on and computer technolog es and have led to a transformat on n the world of art. e nternet and other mass commun cat on technolog es have fac l tated the creat on of global networks and enabled cross-cultural nteract ons on a global scale. As a result of the nteract ons between art perspect ves from d erent geograph cal reg ons, evolut onary changes have been observed n the conceptual framework, structural features, and modes of presentat on of art. In th s ssue of our journal, we have a total of 22 art cles, nclud ng 18 research papers and 4 comp lat ons, spann ng var ous f elds such as mus c, theater, graph c arts, pr ntmak ng, pa nt ng, photography, c nema, ceram c arts, d g tal art, ndustr al des gn, nter or arch tecture, and arch tecture. ese art cles predom nantly revolve around top cs such as technolog cal advancements, global zat on, the nteract on between sc ence and art, the conceptual aspect of art, and the relat onsh p between art and des gn w th both the workshop and the street. e subjects encompass not only contemporary art but also art h story. We hope that the texts, wh ch address the endur ng and current ssues of art through sc ent f c and systemat c methods, w ll serve as a valuable source for researchers and readers. I would l ke to rem nd you that our journal s ndexed n mportant databases such as ESCI, ULAKBİM, EBSCO, İdealonl ne, TR-D z n, and ASOS. I extend my grat tude to the authors who contr buted to the publ cat on of our 25th ssue, the ed tors for the r met culous and thorough rev ews, the referees, the des gn team respons ble for our journal's layout, and the ded cated team that worked t relessly dur ng the preparat on process to ensure the del very of our journal to you
EDEBİYATTAN SİNEMAYA YOKSULLUK, 2023
Edebiyattaki yoksulluk, yoksunluk ve mekânla ilişkili tasavvurlar, düşünceler, imgesel anlatımlar sinemada görselleştirilerek hayat bulmuştur. Edebiyatta toplumsal yaşamla ilgili eleştiriler, yapılan düşünsel tasvirler, her dönemde sinemanın da ilgisini çekmiştir. Bunun için Türk sinema tarihinde, edebiyatta işlenen yoksulluk ve yoksunluk hâli sinemanın da en sevdiği konular halini almıştır. Toplumsal adaletsizlik, sınıfsal ayrımlar, kent ve kırsal yaşamdaki bürokratik ayrışmalar, kent yaşamındaki yapılaşmanın yarattığı eşitsizlik görünümleri hayatın her noktasında önemli hâle gelmiştir. Toplumdaki eşitsizlik düzeni, devletin politik ve bürokratik yapısı, bireylerin yaşamındaki etkisi “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” eserinde hayat bulmuş ve daha sonra dönemin sinema filmlerine konu olmuştur. Temelde bir edebiyat uyarlaması olan “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” romanı ve filminin ana teması yoksunluğa bağlı bir yoksulluk durumudur
Kadınsı kim? Eril kim? Lisan,bellek,düşünce,yeni araştırmalar fark kadınlar ve erkekler arasındaki şüphe eder.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.