Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2019
…
28 pages
1 file
ÖZET Hz. Muhammed'in (sas) Medine'ye hicretinden hemen sonra giriştiği faaliyetler arasında devlet kurma faaliyeti vardır. Onu böyle yapmaya götüren birtakım sosyal ve siyasî sebeplerin olduğu muhakkaktır. Fakat asıl hedefi Allah'tan aldığı tebliğ görevini gereğince yerine getirmektir. O, gerek Mekke gerek Hicret sonrası ilk icraatlarında Medine'de, öncelikle devlet kurmanın gereğini fark etmiş biri olarak faaliyetlerini buna teksif etmiş ve birtakım altyapı hazırlıklarından (nüfus sayımı, kardeşleştirme ve mescit inşası) sonra Medine'de yaşayan gayr-i Müslim unsurlarla birlikte Medine Devleti'ni kurmuştur. Hamidullah'ın tespitlerine göre, bu devlet için ortaklaşa oluşturulan antlaşma, dünyanın ilk yazılı anayasasıdır. Bu durum bizi, Resulullah'ın kurduğu devletin anayasal ve konfederatif bir hukuk devleti olduğu kanaatine götürmektedir. <br> <br> ABSTRACT Activities of the Prophet Muhammad on the Foundation of State Among the activities t...
Afyon Kocatepe Üniversitesi sosyal bilimler dergisi, 2020
Risalet'in Mekke döneminde Allah Resulü'nün (sav) getirdiği dini benimseyen az sayıda insan olmuştur. Aynı zamanda ne kendisinin ne de müminlerin güvenliğini sağlayacak bir üst otorite de tesis edilememiştir. Ayrıca Hz. Peygamber'in tevhit inancını merkeze alan davasıyla putperestliği esas alan Mekke'deki kurulu düzen taban tabana zıt olduğundan, Dâru'n-Nedve riyaseti Allah Resulü (sav)'nün nübüvvet görevini bu şehirde sürdürmesine imkân vermemiştir. Bu şartlarda ilahi görevin sürdürülebilmesi mümkün olmadığından farklı alternatifler üzerinde yoğunlaşan Hz. Peygamber, başka bir arayış için yola çıkan Medineli Hazreclilerle Akabe'de karşılaşmıştır. Yapılan müzakereler sonucunda taraflar beklentilerini gerçekleştirmek üzere karşılıklı anlaşmışlardır. Her iki tarafın da beklentilerini karşılamaya yönelik olarak bir taraftan üst bir otorite tesis edilirken aynı zamanda yeni değerler ile de donatılmış yeni bir toplum oluşturulmuştur. Medine Vesikası ile çerçevesi belirlenen üst otorite, sadece Ensar ve Muhacirleri değil aynı zamanda şehirde yaşayan Yahudileri de bir araya getirmeyi başarmıştır. Böylece sadece kurucu unsur durumundaki Ensar ve Muhacirlerin talepleri yerine getirilmekle yetinilmeyip aynı zamanda şehirde yaşayan diğer din mensupları da sisteme dâhil edilerek onların da bahsi geçen birlik beraberlikten istifade etmelerine imkân verilmiştir. Bütün bu gelişmelerin başarılmasının hareket noktası, tarafların millet iradelerinin bir noktada uzlaşmaları olmuştur. Bahsi geçen dinamiklerin etkili olduğu bu oluşum hem Yesrib şehrini Medine'ye dönüştürdüğü gibi, sadece Hicaz veya Arap Yarımadası'nda değil aynı zamanda bütün dünyanın içinde bulunduğu buhrandan kurtulması için yeni bir soluk olmayı da başarmıştır.
Yakup Döğer-Peygamber Devleti " Biz, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde 'iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım', Firavun'a, Haman'a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim. " (1) Allah'ın koruması altına aldığı Kur'an, her konuda olduğu gibi, Müslümanlar için tarih konusunda da en sahih ve ihtilafsız tarih kaynağıdır. Kur'an'ın ifadelerine bakılarak, ilk insandan bugüne yeryüzünde yaşanan hayatın genel konuları üzerinde bilgi sahibi olunur. Bu bilginin ötesinde, tarihin nasıl ve hangi merkezde işlediği, insanın tarihsel süreçteki yeri, bu süreçteki sürdürdüğü mücadelesinin niteliği, özne ve nesne arasındaki ilişkilerin düzeyi hakkında da merkezi bir bilgi edinilir. Kur'an'a dayalı bir tarih bilgisi, bu bilgiye dayalı merkezde sürdürülecek çalışmalar insanı asla yanıltmayacak, kesin bilgi sahibi yapabilecek en sağlam ve objektif yoldur. Kur'an tarihin en sağlam kaynağıdır. Çünkü Kur'an alemlerin Rabbi Allah'ın vahyidir. İnsan tarihi bilgileri çeşitli yollardan öğrenebilir. Bunlar tarihi vesikalar, sözlü-yazılı kültür, örf-adet-gelenek-görenek gibi kaynaklar da tarihin öğrenilebileceği kaynaklardır. Lakin bu bahsedilenlerde her zaman yanlı bilgiler, yalan haberler, kasıtlı malumatlar olabilir. Bu kaynaklardan öğrenilen bilgiler ancak Kur'an'ın gösterdiği kriterler üzerine bina edildiğinde gerçek hüve kavuşacaktır. Kur'an Allah'ın vahyi olması hasebiyle asla adaletsiz ve yalan bilgi vermez. Bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı en objektif ve doğru bir tarih bilgisi ve düşüncesi ancak Kur'an'dan çıkartılabilir. Allah vahyinde muhatap olarak insanı almış, insana kulu olarak hitap etmiş, kulunu her konuda en iyiye, en doğruya, yaratılış gayesine yöneltmiştir. Belirlediği temel ilke ve prensiplerle de bu yönelişin seyrini çizmiştir. Allah Kendisine iman edenleri hakikate ulaştırmayı amaçlarken, aynı zamanda iman etmeyenleri de hakikate yönlendirecek yolları göstermiş, tavsiyelerde bulunmuştur. İnsanlık tarihinden verdiği haberlerle Kur'an, insanın ve toplumların gününü ve geleceklerini inşa edebilmeleri için tarihe bakmalarını, geçmiş kavimlerden ibret almalarını, verilen haberlerin en sağlam temel ve önemli bir bilgi kaynağı olduğunu ifade ederek, ısrarla tarihe bakmamızı, yeryüzünde dolaşmamızı, geçmişi araştırmamızı ister. Kur'an'ın üçte ikisine yakın bir bölümünün kıssalardan oluşması, Kur'an'ın, bir bilgi kaynağı olarak tarihe ne büyük bir değer verdiğinin göstergesidir. Diğer taraftan tarih, teolojinin en geniş ufkudur. Zira Allah, tüm esmasıyla tarihte tecelli etmektedir. Bu bakımdan Allah'ı hakkıyla takdir etmenin yollarından birisi de tarihe ibret nazarıyla bakmaktır. İşte bu merkezden bakıldığında, Hz. Muhammed'in (as) insanlığını yitirmiş Mekke cahiliyesine neden gönderildiğini, gönderiliş amacını mahiyetini çok net anlayabiliyoruz. Anlatılan kıssalardan miladi 610 yılında insanlık için tarihinin yeniden tekerrür ettiğini gözlemliyoruz. Kur'an'ın bize bilgisini verdiği insanlık tarihinin o güne kadar görmediği en büyük ıslah ve inşa hareketi tarihler miladi 610 yılını gösterdiğinde başlamıştı. Dünyanın tamamını hedef gösteren vahiy, aynı zamanda yeryüzünün ilk küresel hareketiydi de. Bir bölgeyi, bir coğrafyayı, bir ırkı, bir ülkeyi, bir kıtayı ya da yeryüzünün bir kısmını değil, bütün dünyayı değiştirmeyi hedefleyen İslam'ın, ilk vahyi nazil olduğunda, Kisra'nın saraylarındaki sütunlar yıkılmadıysa da günün egemenlerinin iktidarları, iktidar-itaat ilişkileri temellerinden sallanmaya başlayacağı günler yakındı. Kendilerini yaşadıkları toplumun Rableri, ilahları olarak gören yeryüzü müstekbirleri ve cahili iktidar yöneticileri, Allah'ın Rab ve tek ilah olarak ilan edilmesinin, Nadir bin Haris'in deyimiyle; " Ey Kureyş! Allah'a andolsun ki başınıza büyük bir iş geldi " dedirtecek şaşkınlığa neden oldu. Mekke'nin emin insanı Hz. Muhammed (as), Mekke'nin bütün insanlarıyla 40 yıl birlikte yaşadığı topraklarda, asla yalan söylememiş, ihanet etmemiş, ahdinden caymamış, kimsesizleri korumuş, hiçbir zaman putlara tapmamış ve dahi birçok ulvi davranışları ve karakteriyle bütün gözleri üzerine çekmiş bir insan. Mekke'nin çocuğundan yaşlısına bütün insanlar Hz. Muhammed'le (as) hiçbir sorun yaşamamıştı.. Hz. Muhammed (as) 40 yaşına kadar Mekke'nin en önemli değeriydi, değerliydi. Ta ki, peygamber seçilmesi ve yeni bir dinin davetçisi olduğunu ilan edene kadar.
Siyer Araştırmaları Dergisi, 2018
Hediye ve hediyeleşme çok eski tarihlere uzanan bir olgudur. Hediye, sevgi ve dostluk göstergesi olarak karşılık beklemeden samimice verilen nesne demektir. Hediye, her iki tarafa da birbirini hatırlatan bir araçtır ve tarafları birbirine bağlar. Bunların yanında hediye aynı zamanda diplomatik ilişkiler açısından da büyük bir önem taşımaktadır. Bu makalede günümüzün ilgi çeken konularından biri olan ve üzerine kültür tarihi bağlamında pekçok çalışma yapılan hediyenin Hz. Muhammed’in (s) peygamberlikle görevlendirilip Medine’de siyasi bir güç haline gelmesinden sonra çevredeki devletler ve yerel liderlerle diplomatik ilişkilerinde önemli bir rol oynayan hediyeleşmeleri hakkındaki rivayetleri ele alacağız. THE GIFTING OF THE PROPHET MUHAMMAD (PBUH) WİTH PRESİDENTS AND TRİBAL LEADERS ABSTRACT Gift and gifting culture are two old phenomena dating back to ancient times. Gift is an object that is given to another person sincerely without any expectations as a sign of love and friendship. Moreover, gift has a great importance in terms of political and diplomatic relations. In this study, we will deal with the narrations about the gifting of the prophet Mohammed (pbuh) with the country and tribal leaders within the scope of Islamic tabligh and dawah, after the appointment as a prophet and became a political power.
Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkisi, 2018
Din, tarih boyunca en ilkel insan topluluklarında bile neşv-ü nemâ bulan bir olgu olup, insanoğlunun yaşamı içindeki ehemmiyeti inkâr edilemez. Hadd-i zâtında dinin devlet ile ilişkileri, çok daha geniş kapsamlı, bazen de tatbikatta bir takım çatışmalara sebebiyet vermesi hasebiyle çetrefilli bir meseledir. Bu bağlamda, din ve devlet beynindeki alâkayı tecessüs ederken, meseleyi akl-i selim bir şekilde ele almak daha sahîh olacaktır. Zirâ bu konu, ancak hâlis niyet ve derûn-i bilgi ile araştırılabilir. Din ile siyasal iktidar arasındaki muâmelât, bilhassa, Türkiye'nin cumhuriyet dönemi terakkisinde önemli bir yere hâizdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun teokratik yapısının, cumhuriyet döneminde laik bir yapıya iklâbı hiç te kolay olmamış, oldukça sancılı bir sürecin geçmesi gerekmiştir. Biz bu çalışmamızda, İslâm dini ve Türkiye Devleti arasındaki ilişkileri sorgulamadan önce, bu meselenin tecrübe edildiği Osmanlı dünyasındaki tarihî seyrine kısa bir göz atacağız. Akabinde, din ve devlet ilişkilerinin nasıl nev'-i şahsına münhasır bir form alarak Türkiye'nin çağdaş demokrasiyi benimsediği üzerinde duracağız.
İslam Hukukunun geleneksel adı fıkıhtır. Fıkıh kelimesi; Ehli Sünnet hukuk ıstılahında şu şekilde tarif edilmektedir: "Dinin-şeriatın amelî hükümlerini delilleriyle birlikte bilmek". Asıl fonksiyonu toplumsal ilişkilerin, "muamelat"ın tanzimi olan "fıkıh" Emevîler Dönemi (661-750) itibarıyla teşekkül etmeye başlamıştır. Zira kompleksleşen ve medenileşen İslam toplumundaki siyasal kurumsallaşma ve devletleşme süreci sadece ahlak ilkelerine bağlı kalınarak yürütülemezdi. Mamafih ahlakın; cemaat halinde yaşayan küçük bir toplulukta fertler arasındaki ilişkileri düzenlemekte yeterli olabilir ise de cemaate mahsus ayniliğin ya da benzerliğin ortadan kalktığı bir cemiyet hayatında, bir başka ifadeyle homojen topluluğun heterojen topluma dönüştüğü bir sosyal yapıda yetersiz kalacağından, yerini hukuka bırakması gerektiği açıktır. İşte bu zorunluluğun bir uzantısı olarak, kendi içerisinde farklı nirengi noktalarını benimseyen farklı doktrinler görünümünde yazılı bir İslam hukuku teşekkül etmiştir. Bir hukuk sisteminin ihdası demek, elbette toplumsal yahut da siyasal iyinin ne olduğunun tespit ve tayini demektir. Ehli Sünnet inancı etrafında sistematize edilen bu ekoller; Ebu Hanife'nin (Ölümü 767) kurduğu Hanefî Ekolü, Malik b. Enes'in (Ölümü 795) kurduğu Malikî Ekolü, Muhammed b. İdris el-Şafiî'nin (Ölümü 819) kurduğu Şafiî Ekolü ve Ahmed b. Hanbel'in (Ölümü 855) kurduğu Hanbelî Ekolüdür. Gelişim seyri dikkate alındığında denilebilir ki fıkıh; hem usul hem de esas açısından kendi içerisinde ciddi ve mutedil bir revizyonunu temsil eder. O, vahyin akıl-ötesi niteliğinden ziyade, vahyin aklî yorumundan doğmuş olup; hukukî konuların yapısal düzeninin dinî ölçüler ve ahlakî kaidelerle determinasyonunu karşılar. 1 Şüphesiz fıkhın tatbikatı, İslam Devleti'nin asli vazifesidir…
İslam Tarihi El Kitabı, ed. Eyüp Baş, Ankara: Grafiker Yayınları, 2012, s. 43-227.
İslam Araştırmaları Dergisi, 2017
DergiPark (Istanbul University), 2018
edeniyet-i İslam'ın hayatını idame etmesindeki fail, Çelik'in kitabın önsözünde belirttiği şekliyle sosyal hizmet uygulamalarıdır. Kitaptaki asıl muhtevayı da sosyal hizmet uygulamaları oluşturmaktadır. Alana farklı bir bakış açısı getiren ve alanının ilklerinden diyebileceğimiz bu çalışma, okuyuculara ilk dönem İslam medeniyetini, günümüz müesseseleri ve mefhumlarıyla mukayese etme imkânı sağlayacak. Böylece okuyucu, modern dediğimiz birçok hizmetin nüvesinin Hz. Peygamber döneminde var olduğunu görebilecektir. Kitap giriş, beş bölüm, beşinci bölüm hariç her bölümün sonunda yer alan değerlendirme ve sonuçtan oluşmaktadır. Girişte araştırmanın konusu, kapsamı, amacı, yöntemi ve kaynaklarından bahsetmektedir. Çalışmanın konusu Hz. Muhammed dönemindeki insana raciğ sosyal hizmetlerdir. Beraberinde bu hizmetlerin tarihi belgelere binaen serdedileceği ifade edilmektedir. Giriş bölümünde sosyal hizmetin tanımını veren Çelik, farklı tanımlar üzerinde durarak değerlendirmeler yapmıştır. BM'deki uzman ekip tarafından hazırlanan ve sosyal hizmet alanlarını gösteren liste araştırmanın esasını belirtmesinden dolayı müellif tarafından zikrediliyor. Bu listeye göre sosyal hizmetler: " Aile ve çocuk bakım ve yardım hizmetleri, evlenme konusunda danışmanlık, çocuk bakımevleri ve yuvaları, normal bir aile ilişkisi olmayan çocuklara hizmetler, evlat edinme, vasilik, koruyucu aile, gönüllü çalışmalar, yaşlılara bakım ve yardım, kronik hasta ve sakatlara bakım ve yardım, olağanüstü durumlar yardımı, yoksullara yardım, aşevleri, bedensel ve ruhsal sakatların bakım ve rehabilitasyon hizmetleri,
GİRİŞ Bir fert olarak insan, diğer insanlarla birlikte, belli kural ve kaidelere bağlı olarak toplum içerisinde yaşama zorunluluğu olan bir varlıktır. Çünkü o, tek başı-na kendi kendine yetebilecek, bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek, kimseye muh-taç olmadan yaşayabilecek kudrete malik olmayan, aksine insan olarak belli bir değer ifade edebilmek için diğer insanlara muhtaç olan bir canlıdır. Kur'an-ı Kerîm'in ifadesiyle " zayıf yaratılmış " olan insanın, yaratılışından kaynaklanan acziyetini ve zayıflıklarını giderebilmek, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve mükemmelliklere ulaşabilmek için toplum içerisinde, diğer insanlarla birlikte ve onlarla yardımlaşarak yaşamak zorundadır. Toplum ve toplum hayatı ise düzen ister. Çünkü toplumu meydana getiren ve fert (birey) olarak değer kazanan insanlar, akıl, idrak, zeka, kuvvet, güç gibi yaratılışlarından kaynaklanan bazı özellikleriyle, birbirleriyle denk ve eşit değil-lerdir ve bu eşitsizlik toplum hayatının sürekliliğini engellemeye ve hatta onu yok etmeye müsait bir ortamın, anarşi ortamının doğmasına ve düzensizliğe zemin hazırlar. Bu düzensizlik güçlünün zayıfı ezmesi, köleleştirmesi, akıllının diğerle-rine hükmetmesi, yaratılış itibariyle eşit olan insanların birbirlerinin hak ve hürri-yetlerini gasp etmesi anlamına gelebilir. Oysa bütün bunlar toplum hayatını zede-leyici, toplumun dağılıp yok olmasına neden olan durumlardır. Bu sebeple toplum düzensiz olmaz. Düzen ise en genel manasıyla devlet demektir. Devlet, insanlık tarihinin en önemli kurumu olarak beşeri (insan, toplum, halk), tabiî (coğrafî, ülke) ve hukukî (iktidar, hakimiyet, otorite) olmak üzere baş
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
TAHA ABDERRAHMANE’S CRITICAL APPROACH TO MODERNITY’S SEPARATION OF MORALITY FROM RELIGION, 2022
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022
dergiler.ankara.edu.tr
Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2005
KADER kelam araştırmaları dergisi, 2013
HZ. MUHAMMED'İN DEVLET BAŞKANLIĞI VE LİDERLİĞİ , 2021
SERAHSÎ’NİN MEBSÛT İSİMLİ ESERİNDE DEVLET BAŞKANI OLARAK HZ. PEYGAMBER/IN SERAHSÎ'S BOOK NAMED MEBSUT THE PROPHET AS HEAD OF STATE
Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2019
Journal of Ibn Haldun Studies, Ibn Haldun University, 2019
HZ. EBÛ BEKİR DÖNEMİNDE DEVLET YÖNETİMİ (STATE GOVERNANCE IN THE CALIPH ABU BAKR PERIOD), 2019