Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2021, Osmanlı Zihin Dünyasının Şehri ve Klasik Türk Şiiri
Geçen zamanla birlikte kültür de az ya da çok değişir, gelişir; edebi eserlerle nesilden nesile taşınır. Böylelikle bir toplumun ortaya koyduğu edebi eserler, o toplumun geçmişi ile geleceği arasında bir köprü vazifesi görür. Dolayısıyla, toplumların kültürleri edebi eserler sayesinde devamlılık gösterir. Klasik Türk edebiyatı, medeniyetimizin izlerini 13. yy.dan 19. yy.a kadar takip edebileceğimiz çok zengin bir edebiyat geleneğidir. Daha çok nazım alanında gelişim göstermiş bu edebiyat geleneğinde farklı anlam katmanlarını içerisinde barındıran beyit, toplumu başta sosyal, kültürel, dini, siyasi yönleriyle yansıtan zihniyet unsurlarını son derece estetik bir şekilde okuyucuya sunar. Bu anlamda, 13. yy.dan itibaren ortaya konan klasik Türk şiiri ürünlerinde eski Türklerin olduğu kadar Müslüman Türklerin hayatında da önemli bir yeri olan sihir olgusunu çeşitli özellikleriyle görmekteyiz.
Klasik Türk iiri; kaynakları, malzemesi ve muhtevası yönünden büyük bir zenginli e sahiptir. iirde konu edilen co rafya da aynı ekilde zenginlik ve çe itlilik gösterir. Osmanlı Devleti'nin üç kıtada geni topraklara sahip olması yanında dünyadaki di er ülkelerle ticarî, siyasî ve kültürel ili kileri sebebiyle airler birçok ülke ve ehirden söz ederler. Bu ehirler iirde genellikle me hur özellikleriyle birlikte yer alırlar. Örne in; Çi il, Çin, Deylem, Diyâr-ı Rûm, Ferhâr, Helluh, Nev âd, Tarâz ve Ya mâ güzelleriyle; Ba dat halifelik makamı olu u ve hırsızların çoklu u; Aden ve Bahreyn inci; Bedah an la'l, Ni abur fîrûze, Yemen akîk; Çin âhû, porselen, put, nak , nakkâ ; Halep kuma ve cam ürünleri; Hindistan baharat, tavus, papa an, fil, kılıç, hançer, inci ve yakut; Hatâ misk, kuma ve kâ ıt; Isfahan sürme; Kâ ân çini, akrep ve silahları; Ke mir yün, al, gül; Kirman kimyon ve kılıç; Mısır eker, papa an ve kılıç; am kılıç, zırh gibi harp e yaları, eker, çörek, gülsuyu ve cam i leri; Vâsıt da kalemle birlikte anılır. Makalede klasik iirde adı geçen ülke ve ehirlerin me hur özellikleri örneklerle verilmektedir.
Classical Türkish literatüre is very rich in terms of the sübjects it deals with and the soürces it üses. For this reason, history, geography, religion, astrology, etc. It has been foünd to be related to many fields. Among these fields, geography and divan poetry have a relationship in varioüs aspects. One of the basic elements of the science of geography is cities. Examining the üse and fünctions of cities in poetry, as the places where literatüre and poetry are created, provides convenience in ünderstanding literary texts. It is seen that varioüs place names are inclüded in the poems within the tradition of classical Türkish poetry. One of the geographical regions seen in the literary texts of Divan literatüre is the geography of Central Asia. Central Asia is located in the central part of the Asian continent, bordered by the Caspian Sea in the west, the Kyrgyz Steppes and Altai moüntains in the north, Mongolia and the west of the People's Repüblic of China (East Türkistan) in the east, the Tibetan plateaü in the soüth, and the Karakorüm-Kopet Moüntains. Central Asia is a region where Türks lived throüghoüt history and Türkish states were established. Some cities within these established states had a remarkable importance in Türkish literatüre. It has been seen that the names of these cities are also inclüded in the texts of divan poetry. In this paper, the üse of Central Asian cities in divan poetry will be discüssed. In this paper, varioüs divans were scanned in order to determine the coüplets in which cities süch as Samarkand, Nevşa9 d, Maçin, Büha9 ra9 and Bedahşa9 n in the geography of Central Asia took place. As a resült of the scanning, the coüplets in which the cities of Central Asia passed were classified by the method of filing. As a resült of the scanning of the divans, it was determined that the names of many cities in the Central Asian geography were üsed by divan poets for different pürposes. As a resült, the freqüency of üse of the mentioned cities in divan poetry and their featüres in the poems were examined. In addition, based on the analogies they are the sübject of, their effects on the poems in terms of meaning are also discüssed.
ÖZET Klasik Türk şiirinde şehir, kasaba, köy gibi yerleşim yerlerinin konu edildiği manzumeler arasında hiciv niteliği taşıyan örnekler de bulunmaktadır. Şairler, bu metinlerde " beğenmeme, halkından hoşlanmama, umduğunu bulamama, doğasından ya da coğrafî konumundan rahatsızlık duyma, isteği dışında gönderilme " gibi çok farklı gerekçelerle İmparatorluk coğrafyasına ait birçok yerleşim yerini, genellikle isminden ya da halkının özelliklerinden hareketle söz sanatlarından ve argo ifadelerden de yararlanarak hicvetmişlerdir. Bu çalışmada divan şairlerinin kaleme aldığı şehir hicivlerinin tespit ettiğimiz örnekleri kısaca tanıtılmış ve XVIII. yüzyıl şairlerinden Arpaemîni-zâde Mustafa Samî'nin, Edirne'ye ilişkin olumsuz duygularıyla kış mevsiminin olumsuz özelliklerini birleştirmek suretiyle kaleme aldığı Edirne hicvi üzerinde durulmuştur. Şair, bu kasidedeki ifadeleriyle hem Edirne'yi ve halkını sevmediğini samimi bir biçimde ortaya koymuş hem Osmanlı İmparatorluğu'nun iki başkenti arasında kökü fetih yıllarına uzanan çekişmenin izlerinin XVIII. yüzyıl başlarında örtülü bir biçimde de olsa devam ettiğini göstermiştir. ABSTRACT In the classical Turkish poetry, there are satirical examples among the poems which is subject about settlement places like cities, towns and villages. Poets, in these texts, had satirized various settlement place at imperial geography, generally because of its place name and folk features under cover of rhetoric and argo, reasons such as " disapprobation, aversion of the folk, disappointment, getting irritate from nature or geographical location, to be dispatched involuntarily ". In this study, the city satires that put down on paper by the Divan poets shortly familiarized which we have made firm, and it is focused on the Edirne satire of the XVIII. century poets Arpaemîni-zâde Mustafa Samî which put down on paper his negative feelings about the Edirne city, combining by negative features of the winter season. By the expressions in this qasida, the poet revealed intimately that he doesn't like the Edirne and its folk. Likewise, he had indicated the contention among the two capital city of Ottoman Empire which its root reached to conquest years, continued implicitly beginnig of the XVIII. Century.
Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 2022
Şehirler, gezip görülecek mekanları, coğrafî güzellikleri, yetiştirdikleri önemli kişiler, tarihsel önemleri, yetiştirdikleri ürünler vb. özellikleriyle Klasik Türk Edebiyatı’nda konu edilmektedir. Şehirlerin tanıtıldığı, övgülerinin yapıldığı şehrengiz, biladiye gibi türlerin yanı sıra; şairlerin divanlarında, tamamında o şehirlerin övüldüğü medhiyeler de yer almaktadır. Övgüler kadar sık olmamakla birlikte şehirlere yazılan hicivler, şikayetnameler ve mersiyeler de bulunmaktadır. Ayrıca şairlerin sürgün, istenmeyen bir tayin, gurbet vb. sebeplerle sevmediği şehirleri konu alan şiirleri de vardır. XVI. Yüzyılda Gelibolulu Âlî ve Sehî Bey, XVII. Yüzyılda Azmizâde Hâletî ve Diyarbakırlı Mâlî, XVIII. Yüzyılda Enderunlu Fâzıl ve Ahmed Vesîm, XIX. Yüzyılda Eşref Paşa, Trabzonlu Hazinedar-zâde Âgah Osman ve Eşref; resmî görevleri sebebiyle ilişki kurdukları Bitlis, Lahsa, Kahire, Korint, Menteşe, Mora, Niş, Sivrihisar, Şam, Van gibi şehirleri ve kasabaları olumsuz bir dille şiirlerinde anmaktadır. Şairler, şiirlerini “oraya” yapılacak bir tayini durdurmak için veya görev yaptıkları söz konusu şehre dair hoşnutsuzluklarını dile getirmek için yazmışlardır. Çalışmada bahsi geçen şiirler incelenerek şairlerin bu şehirlere ilişkin şikayetlerinin sebebinin anlaşılması amaçlanmaktadır.
İKSAD, 2021
KLÂSİK TÜRK ŞİİRİNİN SULTANLARI Ramazan ARI * Klâsik Türk şiiri, geleneğin belirlediği sınırlar çerçevesinde, dikey yönde gelişen bir şiir anlayışına sahiptir. Dar ve mahdut bir alanda şiir yazan/söyleyen şairler, şiirlerine dâhil ettikleri kavramları, özgünlüğü yakalamak adına, birçok farklı bağlamda ve en ince anlam alanlarına kadar derinlemesine işlerler. Klâsik Türk şiirinin gelişimi, temelde bu anlayış üzerinedir.
Mühür; sert maddelerin üzerine kazınmış imza yerine geçen yazı, arma veya damgalarla, bunların baskısı anlamına gelir. Tarih boyunca Mezopotamya, Mısır, İran ve Anadolu'da kullanılan mühürler; başta altın olmak üzere gümüş, pirinç, demir, bronz gibi madenler veya zümrüt, ametist, akik, firuze, necef, Yemen taşı, kantaşı, inci gibi kıymetli taşlar üzerine kazılmıştır. Basıldığında düzgün çıkması için mühürlerin üzerindeki yazılar ters kazınır; is veya mürekkebe basılarak kullanılırdı. Mühürlere isim, görev adı, Kuran-ı Kerim ayetleri veya beyitler; ayrıca süslemek için de çiçek ve sarmaşıklar kazınırdı. Bir santimetrekarelik alana 8-10 kelimenin istif edildiği mühürler mevcuttur. Mühürcülük Osmanlı'da başlı başına bir sanat olarak kabul edilmiştir. Mühür ustaları; sülüs, ta'lîk, nesih, rik'a, reyhanî gibi yazı çeşitlerinden bir ya da birkaçında ustalık kazanmak zorundaydı. Ayrıca yazıların sert bir malzeme üzerine estetik bir düzenle, ters ve ancak okunabilecek büyüklükte kazınması büyük maharet, sabır ve dikkat gerektiren zor bir işti. Bu yüzden mühür ustaları mührün bir kenarına ince bir yazıyla kendi adlarını kazırlardı.
Kültür araştırmaları dergisi, 2022
16.-17. yüzyıllar ve sonrasında Osmanlı düşünce dünyasında daha yoğun görülen İşrakîlik, klasik Türk şiirine de yansımıştır. Bu felsefe ile birlikte "işrâk" yanında ışık kavramı etrafındaki kelimeler hem genel literatüre hem de şiire girmiştir. Çalışmada "işrâk" kavramı etrafında şiirlerde, İşrâk felsefesinin yansımaları üzerinde durulmuştur. İşrâkîliğe, Osmanlı'da ilginin 16. ve 17. yüzyılda başlaması nedeniyle bu dönem ile sonraki yüzyıllardan seçilen divanlar taranmıştır. Şairlerin, filozoflara ve felsefî kavramlara şiirsel imajların bir parçası olarak yer verdiği görülmektedir. Şiirlerde İşrâkî felsefenin 17. yüzyıl ve sonrasında etkili olduğu görülmekle birlikte, onun varlık ve bilgi görüşü üzerinde ayrıntılı durulmamıştır. "İşrâk" ile birlikte ışık kavramı etrafındaki kelimelere ve bazı filozoflara yer vererek İşrâk felsefesinden etkilendiklerini açıkça gösteren şairler vardır. Ayrıca bazı klasik Türk şairlerine göre, hakikati idrak için akıl ve sezginin bir arada olması gerekir. Bu yüzden sadece akılcılığı savunan felsefî ekollerce sezgiye dayalı bir felsefe olan İşrakîlik eleştirilir. Bu dönemde "İşrâk" kavramına, felsefî bir terim olmaktan ziyade lügat anlamıyla yer veren şairler de bulunmakla birlikte çalışmada işrâk felsefesini benimseyen yahut eleştiren şiir örneklerine odaklanılmıştır.
Ahmet Yesevi Üniversitesi/ Avrasya Araştırma Enstitüsü, 2023
Klasik Türk şiiri konu ve içerik yönünden zengin bir malzemeye sahiptir. Klasik şiirin coğrafyası da hiç şüphesiz çok geniş bir coğrafyadır ve pek çok araştırmaya konu olmuştur. Bu çalışmada ise klasik Türk şiirinde kavram olarak Türkistan’ın coğrafi sınırları çizilecek, divan şairinin tasavvurunda Türkistan’ın ne ifade ettiği ve hangi mazmunlarla hayal edildiği üzerinde durulacaktır. Bu çerçeve çizilirken Türkistan coğrafyası sınırları içerisindeki Türk şehirleri ve bu şehirlerin dâhil olduğu hayal dünyası da şairlerin gözünden ortaya konulacaktır. Çalışmanın kapsamında ilk olarak kaynaklarda Türkistan ve ifade ettiği coğrafya incelenecektir. Daha sonraki bölümlerde taranan divanlardan Türkistan ve şehirlerinin geçtiği beyitler seçilerek şairlerin Türkistan’a bakış açıları ele alınacaktır.
ÖZET Şâhid bir yerde var olan, bulunan; kanıt, belge ve tanık demektir. Kelime zamanla anlam genişlemesine uğrayarak tasavvuf ve edebiyatta değişik manalar ifade eder duruma gelmiştir. Tasavvufta; tecelli, temaşa edilen zuhurat ve fuyuzat; kalpte hazır olup daha çok hatırlanan ya da sözü edilen eser manasına gelir. Klâsik Türk şiirinde ise taradığımız divanlardan tespit edebildiğimiz kadarıyla: 1. tanık, 2. tasavvuf terimi olarak Allah, Hz. Muhammed, Ashab, Hz. Âdem, Hz. Yûsuf, Hz. İsa ve insân-ı kâmil, 3. mahbub (sevilen), köle ve cariye manalarıyla kullanılmakta ve peri, sultan, mülk, çiçek, servi, gül, vb. unsurlara teşbih edilmektedir. A n a h t a r K e l i m e l e r Şâhid, klâsik Türk şiiri, sufizm.
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2007
ECLSS 3rd Eurasian Conference on Language and Social Sciences, 2018
Öz Anlatı ve anlatıcı konusu daha çok modern edebiyatlarla ve anlatıma dayalı hikaye, roman gibi türlerle ilgili olsa da Klâsik şiirin soyutlamaya (tecrid) dayanan dili, bize “Bu şiiri kim söylüyor” sorusunu sordurmaktadır. Klâsik şiirin vezin ve kafiye sistemi, harf ve kelime tekrarları, fesahat hatalarından arı olma çabası onu “sözden ziyade mûsıkîye yakınlaştırdığı” gibi aynı zamanda yazılmaktan çok söylenmeye/inşâd edilmeye, okunmaktan çok dinlenmeye yaklaştırır. Söylenen ve dinlenen metin bir de muhayyel/kurmaca bir metin ise bu durumda ister istemez “anlatıcı” kavramı peyda olacaktır. Şiirin bu doğası şâiri de adeta muhayyel ve yaratılmış yeni bir şahsiyet hâline getirmiştir. Klasik şiir poetikasına göre O; sıradan biri değil, kendisine bahşedilmiş farklı bir yaratılışa ve tabiat’e sahip, gönül aynasına ilhamlar yansıyan insan-üstü bir varlıktır. Bu çalışmada Klasik Türk şiiri bu açıdan ele alınacak, bu şiirde anlatıcının kim olduğu, gerçek bir şahsa mı yoksa "lirik ben, şair ben" diye isimlendirebileceğimiz varlığa mı anlatıcı dememiz gerektiği tartışılacaktır. Ayrıca konu ile ilgili tamamlayıcı bir unsur olarak zamir kullanımı ve bu zamirlerin kime/kimlere işaret ettiği Klasik şiirin "âşık, maşuk; kalender, sufi/zâhid" gibi temel mazmunlarından faydalanılarak açıklanacaktır. Abstract Despite the fact that narrative and narrator concepts are mostly related to modern literary and narrative-based stories and novels, the metaphorical (tecrid) language of classical Turkish poetry suggests the question "who writes these poems?" Classical Turkish poetry’s prosody and rhyme system, the repetition of letters and words and the effort to get rid of the errors of fluency brings it closer to the music rather than the word. In the process of creation poets transforms their poetry from being something written to something that is utterly spoken. If the text that is told and listened to is also an imaginary/fictional text, then the concept of "narrator" will also be involved. This nature of poetry gives the poet an imaginary and created personality. According to the poetics of classical poetry, the poet is not an ordinary person, but a superhuman with a different nature, reflecting inspiration in the mirror of his heart. In this study, it is argued that the narrator in classical Turkish poetry is a real person or another entity we can call 'lyrical I”. In addition, the use of pronouns as complementary elements of the subject and to whom these pronouns are pointed will be explained by using the basic types of classical poetry such as lover (âşık), beloved (maşuk); kalender, devotee (sufi/zâhid).
SATIRES FOR CLERKS IN CLASSICAL TURKISH POETRY, 2019
KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KÂTİPLERE YÖNELİK HİCİVLER Öz Matbaanın Osmanlı toplumunda kullanımının yaygınlaşmasından önce kitaplar el yazısıyla çoğaltılırdı. Bu işe istinsah ve bu işi yapanlara da müstensih, hattat veya kâtip denirdi. Kâtiplik esasen güzel yazı yazma yeteneğinden başka söz ve yazıya dair bazı incelikleri bilmeyi de gerektirmekteydi. Kimi şair ve yazarlar bazı kâtiplerin yeterli bilgi ve hüner sahibi olmadan bu işi yapmalarını eserlerinin niteliğini ve şiirlerinin kıymetini düşüreceği gerekçesiyle eleştirmişlerdir. Bazı müstensihlerin geçim kaygısıyla müellif elinden çıkan eserleri hızlı ve özensiz yazmaları ve eserin bazı kısımlarını okunmaz ve anlaşılmaz hale getirmeleri şairlerin hicvine yol açmıştır. Kâtiplere yönelik eleştirilerin sebepleri arasında şairin emeğinin heba olması kaygısı, şiirinin oldukça kıymetli olmasını vurgulamaya bahane araması, tefahür gösterme arzusu ve belirli bir kişi veya kesimi hicve bahane arama isteği de yer almaktadır. Konuyla ilgili şiirlere ve eleştirilere bilhassa mesnevilerin sebeb-i telif veya hâtime bölümlerinde, divanların dibacelerinde ve bazı hiciv eserlerinde rastlanmaktadır. Bu çalışmada belirli bir yüzyılla sınırlamadan, çok sayıda divan ve mesnevi taranmış, farklı asırlarda yazılmış eserlerden elde edilen bulgular hiciv ve eleştiri edebiyatı bağlamında incelenmiş, ayrıca şiirler içerik açısından değerlendirilmiştir. SATIRES FOR CLERKS IN CLASSICAL TURKISH POETRY Abstract Before the widespread use of the printing press in Ottoman society, the books were handwritten. This work was called as a resident, and those who did this work were called insensitive, calligrapher or clerk. The scribe essentially required to know some subtleties of words and writing other than the ability to write beautifully. Some poets and writers have criticized some clerks for doing this work without having sufficient knowledge and skill, because they will undermine the quality of their works and the value of their poems. The poets ‘satiries have led to some poetic poets’ quick and sloppy writing of some of the works produced by the author with the concern of subsistence and making some parts of the work unreadable and incomprehensible. The reasons for criticism against clerks include the concern that the poet's labor will be wasted, the excuse to emphasize that his poetry is very valuable, the desire to show contemplation and the desire to seek excuse for a particular person or segment. Poems and criticisms related to the subject are found especially in the chapters of “sebeb-i telif” (reason for writing) or final chapters of masnawies, in the forewords of the divans and in some satirical works. In this study, without limiting to a certain century, the findings of many divan and masnawi were searched and the findings obtained from works written in different centuries were examined within the context of satirical and critical literature and poems were evaluated in terms of content.
Journal of Turkish Studies, 2014
Ayakları, fetih politikası ve köklü hanedan gelenekleri üzerinden hayat bulan siyasetten; bol, kaliteli, ucuz, eşitlikçi ve işbirliğine dayalı ürün ve hizmet üretimi esasıyla işleyen iktisattan ve zamanın imbiğinden geçip toplumsal kodlara sirayet ederek kemal bulmuş sanattan teşekkül eden Devlet-i Aliyye gerçekten de birimleri arasındaki ölçü, kurumlarının işleyişindeki ahenk ve uyum ile kafiyesi nizam teması istikrar olan tam bir şiir medeniyetidir. Bu medeniyette çizmecisinden şekercisine, kadısından müderrisine, askerinden bendesine kadar toplumun her sosyal ve mesleki katmanından insanlar şiir deryasından nasiplenmiş, şiiri şuurlarına iskandil eylemişlerdir. Öyle ki sokak satıcıları nidalarında, esnaflar tabelalarında, askerler musiki eşliğinde sefer esnasında, Şeyhülislamlar fetvalarında, âlimler tıp, simya, astronomi, matematik gibi akli; kelam, fıkıh, tefsir, hadis gibi nakli ilimlerle ilgili çalışmalarında, mutasavvıflar ezeli, mevcudatı ve ebedi yorumlarında, devlet adamları makam, itibar ve af arayışlarında hep bir tür sihir olan şiirin o tesir yüklü dilini kullanmış, fikirlerinin ve hülyalarının beyanında onu tercüman kılmışlardır. Bir çoğu şiirle şerbetlenmiş saray mensupları da hem kurgusal/edebi düzlemde klasik Türk şiirinin sağladığı kadim imge, simge ve düşünce şablonlarından faydalanmak suretiyle şiirin müşterek dilini kullanmışlar hem de reel/tarihi düzlemde devlet-öğüt-ağıt temelli olarak şiiri acılarının, saygılarının, pişmanlıklarının, dileklerinin ve dualarının sözcüsü olarak tayin etmişlerdir. Bu makalede sarayın şiiri tarihe, reel olana aracı kıldığı bu ikinci fayda yolu birtakım örneklerden hareketle izah edilmeye çalışılacaktır.
Bursa: Bursa Akademi Yayınları, 2023
Türkiye ile Yunanistan'ı birbirine bağlayan Ege Denizi, Osmanlı devrinde Adalar Denizi olarak anılmış ve orada bulunan adaları kapsayan sahaya da Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyaleti denilmiştir. XV. yüzyılda ilk Osmanlı fetihlerinin görüldüğü Ege, XVII. Asırda tamamen Türk iç denizi hâline gelmiştir. XX. yüzyıla kadar süren bu hâkimiyet, Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesiyle sona ermiş ve adaların çoğu Lozan Antlaşması başta olmak üzere farklı antlaşma ve savaşlarla Yunanistan'a bırakılmıştır. Osmanlı dönemi Ege adaları, Müslüman Türk, Ortodoks Rum, Katolik Latin ve Yahudi halkıyla kozmopolit bir yapıya sahiptir. Bu çok renklilik, konuşma dilinden edebiyata, sosyal yaşantıdan mimariye uzanan bir “Ada Kültürü” ortaya çıkarmıştır. Hazırlanan bu çalışmada, günümüzde Yunanistan sınırlarında bulunan Eğriboz, Girit, Limni, Midilli, Rodos, Sakız, İstanköy, İşketoz ve Semadirek adaları incelenmiştir. Üç bölümden oluşan kitabın birinci kısmında; bahsedilen adaların tarihî serencamı muhtasar şekilde anlatılmış, adalara Türk İslam kimliği kazandırmak için yapılan iskânlar, imar faaliyetleri, adalardaki sufi oluşumlar gösterilmiştir. Yine adaların dînî, edebî ve kültürel yönünü canlandıran kişiler ile dergâh ve konak gibi edebî mahfillerine işaret edilmiştir. İkinci bölümde, Osmanlı döneminde bu adalarda doğanlar ile başka yerde doğsa bile farklı sebeplerle adalara gelmiş ve orada medfun olan şairlerin biyografileri yazılmıştır. Ayrıca sahip oldukları eserler ve mevcut vaziyetleri hakkında bilgi verilerek bir bibliyografyanın oluşmasına imkân sağlanmıştır. Üçüncü bölümde ise adaların adalı şairlerin şiirlerindeki yeri araştırılmıştır. Belirlenen şairlerin divan ve manzum eserleri taranarak; adalar coğrafyası, adaların dînî, tasavvufî, sosyal ve kültürel yapısı, gayr-i müslimlerle ilişkiler, şairlerin aşka ve güzelliğe bakışı gibi konular pek çok alt başlıkta tematik olarak incelenmiştir.
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2007
Turkish Studies - Language and Literature, 2021
The combination of poetry and music in Arab and Persian cultures continues in the post-Islamic period as poems performed by folk poets named poet, baksi, kam, accompanied by a certain instrument in Turkish culture in the pre-Islamic period. Poems presented with tune become indispensable elements of the assemblies that have influenced the development and growth of classical Turkish poetry in later periods. As can be seen from the scenes reflected in poems and tezkires, while poems such as gazel and murabba were performed in assemblies accompanied by music, it is seen that a certain tradition was formed in this way. Regardless of the century, as a result of the scans made in the divan and tezkires, couplets for the interest of poet, mutrip, poetry and composition were determined. In the introduction part of the article, based on the frequent expressions of classical Turkish poet's efforts to create music in their poems, the poet's ideas about the connection of music and poetry were included. Then the traces of poems composed in Arab, Persian and Turkish culture were sought. In the last part, after establishing a connection between classical Turkish music and classical Turkish poetry, the composition method and tradition of poems based on poems and tezkires was emphasized. Based on all this information, the qualities sought in the poems to be composed and the features that should be found in mutrip, gazelhan and poets were revealed. It was seen that mutrips chose appropriate makams and composed compositions suitable for the subject of the poem, preferred certain chants when opening the assembly, and danced with both poems composed and poems performed only with the human voice.
"Bir Göç Edebiyatı Olarak Klasik Türk Şiiri", Çağlar Boyu Göç (Tarih-Kültür-Medeniyet), Ed. İsa Kalaycı-Gökhan Kalmış, Gazi Kitabevi, Ankara, s. 33-67, 2021
Bu çalışmada -yaygın bir tabirle- klasik Türk edebiyatı olarak isimlendirdiğimiz ve yaklaşık 600 yıllık edebî birikimimizi karşılayan dönem, bir göç edebiyatı olarak incelenmiş, klasik şairin göç karşısındaki tavrı sorgulanmıştır.
Mediterranean Journal of Humanities, 2019
Sanat var olduğundan bu yana şiir ve müzik gerek tematik gerek biçimsel olarak birbirlerinin tamamlayıcısı olmuştur. Şiir, müzikten ritmi alarak ahenkli söyleyişi; müzikse şiirden sözleri alarak şarkı, türkü vb. formları oluşturmuştur. Osmanlı sanat zevkini ortaya koyan bir duyuş ve düşünüş tarzının ifadesi olarak Klasik Türk Musikisi ile Divan şiiri birlikteliği ise, bu çerçevede verilebilecek en önemli örneklerdendir. Türk musiki tarihine bakıldığında hafızalara yer etmiş çoğu şarkının sözlerinin bir Divan şairi tarafından kaleme alındığı, bazı bestekârların aynı zamanda şair oldukları görülür. İki ayrı tür olmasına rağmen Osmanlı sanatı içinde birbirinden ayrılamaz bir bütünlüğü oluşturan bu iki değer, geleneğin parçalanmaz bir süreç olduğuna inanıp korunması gerektiğini dile getiren başta Yahya Kemal olmak üzere kimi sanatçılar tarafından metaforik olarak kullanılmıştır. Yahya Kemal'in çeşitli şiirlerinde Itri, Dede Efendi, Hafız Post gibi Türk musikisinin yapı taşlarını hatırlatması bu yüzdendir. Geleneğin korunması konusunda Yahya Kemal'le aynı motivasyona sahip olan Attila İlhan'ın şiirlerinde ise yoğun bir biçimde Klasik Türk Musikisi makamlarının adlarına rastlanır. Nihavent, mahur vb. makamlar öncelikle, çeşitli duyguları temsil etmek için kullanılmıştır. Bunun yanında makamların form özelliklerinin zaman zaman şiirle yapısal bir benzerlik oluşturduğu da görülür. Bu çalışmada Attila İlhan şiirlerinde geçen makamların form ve duygu değerleri hakkında bilgiler verilerek işlevsel özellikleri değerlendirilecektir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.