Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Arturdı dil-i belâ-keş âh u vâhı 65 4) Alçak gönüllülük maksadıyla: Hâkî, Fakîrî, Gunâhî, Aczî… Hasret-i bûsunla âh itse Gunâhî gâm degül Hây ömrüm hâsılı şeftâlû yok ayva satar 66 5) İhtisas alanını aksettirmek: İlmî, Fünûnî, Fikrî, Lisânî … Kerem kıl az günâha çok 'ukûbet eyleme dâd it Fünûnî derdmendün hâtır-ı nâ-şâdını şâd it 67 6) Asalet payesi göstermek: Mîrî, Askerî, Emrî, Sultânî… Degül encüm yazar her gice altun hall ile haddin Diler kim ola ey Emrî ʿarûs-ı dehr oynaşum 68 7) Meslek veya maharet belirtmek: Nakşî, Harîrî, Kâtibî, Kandî… Kâtibî der hiç sağılmaz bu sinemin yaresi Dertliyim derman için Lokman'a benzettim seni 69 8) Bir beldeye intisabı bildirmek: Rûmî, Konevî, Gülşehrî, Niksârî… Bu hûb dürleri kim Gülşehrî dökdi
İSLÂMİ İLİMLERDE İŞÂRÎ YORUM VE TE'VİL GELENEĞİ, 2020
İnsanın varoluşu ve değeri problemi, farklı çağlarda, farklı şekillerde kendini göstermiştir. 20. yüzyıl Türk düşüncesinde bu problem, bilimsel-teknolojik gelişmelerin ekonomik alandaki yansımalarıyla şekillenmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrası, ulusal varlığın devamlılığının “ekonomik kalkınmayla” belirlenmesi, insanın bütün ihtiyaçlarının maddi olup-olmadığı ya da manevi yönden nasıl tatmin olacağı sorularını gündeme getirmiştir. Bu problem sadece bireysel düzlemde kalmamış toplumsal bir problem olarak da değerlendirilmiştir. Böylece bireyin manevi değerlerle yetiştirilmesi ve güçlendirilmesi, sadece bireyin saadetinin değil aynı zamanda toplumun maddi kalkınmasının, gücünün ve devamlılığının öncülü olarak algılanmıştır. Bu çerçevede 20. yüzyıl Türk düşüncesinde “manevi kalkınma” fikri hem insan felsefesinde hem de siyaset felsefesi alanında, “maddi kalkınma”yla birlikte, tartışılan bir fikir olarak yer almıştır.
Özet: Modernite sonrası hızla gelişen ve değişen dünyada, fikri saha da büyük bir hızla değişime uğramış ve bu değişim sosyal-siyasal hayatta da etkisini göstermiştir. 19. yüzyılda yaşanan gelişmelerin ardından ulus-devlet yapısının hızla yayılması, öncekinden farklı bir dünyanın ortaya çıkmasına neden olmuş ve sistemler değişmiştir. Değişen her sistem beraberinde yeni problemleri ve tartışmaları getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardından, kurulan Türkiye Cumhuriyeti de birçok sahada bu durumla karşı karşıya kalmıştır. Yeni Cumhuriyet, mevcut dünya düzenine uyum sağlamak için birçok alanda gelişme kaygısı içinde olmuştur. Bu alanlardan biri de fikri saha yani felsefe alanıdır. Hem teorik hem de pratik olarak dönemin bir gereği olarak " milli felsefe " ve bu felsefenin niteliği tartışma konusu olmuştur. Ancak kurulduğu dönemden çalışmaların yoğunlaştığı döneme uzanan süreçte dünya hızla değişmeye devam etmiş, milli felsefe fikrine ilişkin tartışmalar bir netliğe kavuşmadan, 1900'lerin ikinci yarısında " küreselleşme " olgusuyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu çalışmanın amacı, ulus-devlet sisteminde milli felsefe çalışmalarının bir gerekliliği olarak tartışma konusu olan Türk-İslam Felsefesinin niteliksel olarak hangi temellere dayandığını (ırk-din-kültür),Türkiye'yle mi sınırlı olacağı yoksa hangi coğrafyaları kapsayacağı tartışmalarını ve küreselleşme karşısındaki konumunu incelemektir. Abstract: Ideologies, along with the development of any other things in the world have been rapidly transformed into new ones after Modernism and these changes have shown impact on social-political life as well. Important political events transformed and changed the systems of the world through out the 19th century with the spread of nation-states. Each new system brought along new problems and controversies. It was the same for the Republic of Turkey which was found after the collapse of the Ottoman Empire. The new Republic had concerns for development in most fields, and adapting the world order of that time. Intellectual field or Philosophy was among these fields. National philosophy, the felt necessity of the time both in theory and practice, and these sence of it became the subject of controversies. The intellectual developments continued to be built in the world when the Turkish intellectuals concentrated on the new national philosophy. Yet, these controversies faced with a new concept called globalization in these cond half of the 20 th century before being cleared up. From the notion of the necessity of studying national philosophy within the system of nation-state, this paper aims to examine what Turkish-Islamic Thought –as it is based on the grounds of race-religion-culture, namely, its contradictive nature discussing whether it is limited with the national border of Turkey or not-means qualitatively and how it positons it self against globalization.
İslam felsefesinde, insan nefsi ve yetilerine yönelik tartışmalarda, rüya olgusu, önemli bir yer tutmaktadır ve geleceği önceden görmenin aracı olarak kabul edilmektedir. Zira İslam filozoflarının önemli bir bölümü, Yeni Platoncu öncüleri gibi, rüyaları insan nefsi ve etkin akılla ilişkilendirmekte ve onların geleceğe ilişkin işaretler içerdiğini düşünmektedirler. Bu yüzden, geçmişten günümüze, İslam düşünce geleneğinde rüya yorumu önemli bir rol üstlenmiştir. Biz bu makalede, rüya kavramına eleştirel açıdan yaklaşarak, İslam felsefe geleneğinde rüyanın ne anlama geldiğini, ona yüklenen işlevleri ve modern İslam toplumları üzerindeki yansımalarının neler olduğunu çözümlemeyi amaçlamaktayız.
ÖZ Bu çalışmada İslâm düşüncesine Gazâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife isimli eseriyle başlayan Tehâfüt geleneği ve bu gelenekte yer alan eserlerin felsefî durumları ele alınacaktır. Bu çalışmanın amacı Tehâfütlere dair genel bilgiler verilmesinin yanı sıra Tehâfütlerin İslâm düşüncesi üzerindeki etkilerine değinilerek felsefî açıdan durumunu ortaya koymaya çalışmaktır. Bu amaç doğrultusunda zaman zaman Tehâfütlerde ele alınan konular içerisinden örnekler verilerek bu eserlerin felsefî değerlerinin olup olmadığı belirlenmeye çalışılmıştır. Düşünce tarihinde birtakım etkiler sebebiyle dönüşümlerin ve yeniden şekillenmelerin olduğu gözlemlenmektedir. İslâm düşünce tarihinde de benzer durumlar yaşanmış ve düşünce alanlarında yeniden şekillenmeler oluşmuştur. Zikredilen düşünce tarihinde bu dönüşüm noktalarından biri de Tehâfütlerin yazılmaya başlanması ve Tehâfüt tartışmalarıdır. Dolayısıyla Tehâfütler, İslâm düşüncesinde oluşan şekillenmeler üzerinde kayda değer etkilere neden olmuştur. Bu etkilerin olumlu yönde olduğuna dair görüşler mevcut olmakla birlikte özellikle felsefî düşünce açısından olumsuz yönde bir etkiye sahip olduğuna ilişkin görüşler de bulunmaktadır. Ancak açıktır ki Tehâfüt tartışmaları felsefe, kelâm ve tasavvuf alanlarında önemli etkilere sahiptir. Özellikle kelâm ve felsefe konularının bu etkiler sebebiyle iç içe geçmeye başladığı görülmektedir. Bu etkileri Osmanlı düşüncesinde Tehâfüt tartışmalarının yeniden başlatılmasında da görmek mümkündür. Zira Osmanlı dünyasında Tehâfüt tartışmaları özellikle ilmî düşüncenin hareketlenmesi ve canlılığını koruması için yönetim tarafından desteklenmesi neticesinde tekrar başlamış ve önemli ölçüde etkili olmuştur.
ÖZ Erken İslam Seramik sanatı ve özellikle Selçuklu Öncesi Dönem Türk sanatı etkileri açısından genellikle ele alınmamaktadır. Bu durum Sanat Tarihi biliminde yerleşmiş olan geleneksel varsayıma dayanmaktadır. Buna göre İslam seramik sanatı Sasani İran ve Hıristiyan Bizans kaynaklarına dayanarak ortaya çıkmış ve gelişmiş, zamanla kültürel ve ticari ilişkiler sonucu Çin seramik sanatı ve özellikle Çin porselenlerine duyulan özenti yeni etken kaynağının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Abbasi Dönemi Samarra seramikleri üzerine yapmış olduğumuz incelemeler ise Türk sanatı etkilerinin bu çağdan itibaren açık bir şekilde kendini gösterdiğini ortaya koymuştur. İlk önce beyaz opak sırlı ve lüsterli seramiklerde karşımıza çıkan bu etkiler kompozisyon düzenlemelerde, insan ve canlı betimlemelerinde, giyim-kuşamda, oturuş tarzında, elde tutulan nesnelerde ve bazı diğer ayrıntılarda mevcuttur. Bu kadar belirgin olan söz konusu etkilerin neden şimdiye kadar fark edilmediği sorusu ise araştırma konunun felsefi yönünü öne çıkararak bazı kavramsal problemlerin varlığını da gündeme getirmiştir. Araştırmada bu konu geniş açıdan ele alınarak yanlış yerleşmiş olduğuna inandığımız düşünceler sırayla tanımlanmağa çalışılmıştır. Burada güdülen amaç belli varsayımları gündeme getirerek yeniden değerlendirmelere tabi tutmak ve doğruluk oranlarını gözden geçirmektir.
al-ibar publishing, 2018
The two words “Wilayah” and “Wali” in the Turkish language, are both taken from the Arabic language, and their equivalents from the Arabic terms and terms are many in the Turkish language and they took their place in the Turkish dictionary for centuries. These two terms are derived from one root. They are launched as terms in law, politics, and administration, depending on the relationship of these fields to Islamic jurisprudence. They were mentioned in many areas of the Qur’an and Sunnah .. But these two words have been given very distorted meanings in the Turkish language. And this is inspired by the mystical thought that is the soul and basis of the religion Müslümanlık. The meanings of the two terms (wali and wilayah) have been profoundly distorted, cutting their original relationship with the Qur’an and Sunnah. In this article I have focused on this distortion point. I indicated that there is no similarity between its use in Islam and its use in the religion Müslümanlık.
Hicri ikinci yüzyılın başında (yaklaşık 102/724) yılında dünyaya gelmiş olan Ebu Muhammed Abdullah İbnü‟l-Mukaffa ed-Dadeveyh İran asıllı mütercim, edebiyatçı ve kâtip biri olarak tanınmaktadır. Bedevi kabilelerden fasih Arapça öğrenmiş olan İbnü‟l-Mukaffa, döneminin Arap, Fars, Hint, Yunan kültürleri hakkında derin malumat sahibidir. İbnü‟l-Mukaffa başta Basra olmak üzere çeşitli merkezlerde kâtiplik yapmış 142/759 tarihinde öldürülmesine yakın yıllarda Müslüman olmuştur. İbnü‟l-Mukaffa Emevilerden Abbasilere geçiş döneminde yazdığı telif ve tercüme eserlerinde Arap, Fars, Yunan ve Hint kültürlerini bir araya getirmiş, döneminin siyasi ve kültürel kazanımlarını Abbasilerin hizmetine sunmuştur. Kelile ve Dimne, Siyeru’l-müluk, Kitabu’l-âyin gibi İslam edebiyatını etkileyen çevirilerinin yanı sıra el-Edebü’l-kebir, el-Edebü’s-sağir, Risaletü’s-sahabe gibi telif eserleri bulunmaktadır. İbnü-l-Mukaffa‟ın eserleri, İslami ilimlerin oluşum aşamasında yazılmış olmasından dolayı, ilgili dönemi aydınlatmak açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle Risaletü’s-sahabe, dönemin ilim anlayışı, problemleri ve çözüm arayışları konularında önemli ipuçları vermektedir.
Türklerin insanlık alemine hediye ettiği en önemli buluşlardan biri de içinde gündelik hayabn geçtiği, insanın sağlık ve ihtiyaçlan göz önünde bulundurularak inşa edilmiş olan ev' dir. Biz tebliğimizde Kazak, Özbek, Türkmen vb. keçe evi, tek, iki ve üç bölmeli evleri ile Osmanlı devri göçer evi, yer ev, iki katlı evleri, ev planları, inşa malzemeleri ile ev eşyaları gibi hususlardan hareket ile Kazak, Türk ve Rus kaynaklarından ulaşabildiklerimiz ölçüsünde mukayeseli olarak değerlendirip, yorumlamaya çalışacağız. Rusçacia halen KirpiÇ-(Kerpiç), Oçağ (ocak) şeklinde ifade edilen Türk evinin hususiyetlerinin bilhassa Rus kültürünü derinden etkilemesine rağmen, Sovyet devrinde yapılan araştırmalarda, bu hususla ilgili her türlü bilgi ve birikimin Ruslara mal edilmesi üzerinde durulacaktır.
Religious-Sufi Turkish Literature has been formed with increasing experience of Turks on religion over the centuries. There have been fundamental changes in the understanding of * Doç.Dr., KTÜ ,Edebiyat Fakültesi, [email protected] Kemal ÜÇÜNCÜ TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2011 / 59 224
KÜLTÜREL DEĞİŞİM VE ENDÜSTRİLEŞME SÜRECİNDE TÜRK DİZİLERİ (2010 - 2020), 2022
Televizyon yayın serüvenine başladığı tarihten itibaren toplumsal hayatın en temel birleşenlerinden bir tanesi haline gelmiştir. Televizyonun gündelik hayatımızda önemli bir yer edinmesi ve uzun ekran/televizyon izleme sürelerinin mevcut bulmasında en önemli etkileyicilerinden birinin dizi içerikleri olduğu belirtilebilir. 1990’lı yıllarla birlikte kamusal yayıncılık anlayışına tecimsel yayıncılığın da dâhil olduğu ülkemizde dizi üretim endüstrisi her yıl ortalama 50 dizi üreten önemli bir faaliyet alanıdır. Ekonomik bağlamları çerçevesinde ülkemizde dizi içerik üretim sektörünün başlıca üç gelir kaynağına dayalı olarak faaliyet gösterdiği söylenebilir: Kanaldan alınan yapım ücreti, reklam gelirleri ve yurt dışı ihracat gelirleri. Bugün Türk dizileri en çok tüketilen içerik olmasının yanında daha önceleri ülkemizde dizi ithal edilen Latin Amerika ülkeleri de dâhil olmak üzere ortalama “146 ülkeye ihraç edilmektedir ve yaklaşık 700 milyon kişi tarafından izlenmektedir.” Türk dizi sektörünün bugün geldiği noktada ihracat hem sektörün üretim kapasitesinin gelişmesinde önemli bir gelir kaynağı hem de bu sektörün çıktıları ile başarı kazanılması mümkün olabilen bir parametre olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk dizi ihracatının öznesi olan dizilerin ihracattaki başarıya katkı sağlayan üretim pratiklerinin gelişim eğilimi ise tarihsel olarak belirli dönüşüm noktalarından geçmiştir. Çalışmada öncelikle bahsi geçen gelişim eğilimine yer verilecek ardından Türk dizilerinin üretim pratiklerinin ihracat dinamiklerine etkisi sektörün görüşünü içeren diyalojik bir tutumla incelenecektir.
Unpublished Master's Thesis, 2011
ÖZET Türkiye’de İslamcılık düşüncesi, Osmanlı Devleti’nin Batı’nın gerisinde kalması ve yanlış Batılılaşma yapıldığı gerekçesiyle devleti kurtarmak adına bir grup İslamcı aydın tarafından geliştirilmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla onun mirası üzerinde kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları devleti laik esaslar üzerine kurduklarından dini kamusal alandan çıkarmışlardır. Bu kadrolar, laik reformları gerçekleştirmek için İslamcıların muhalefetini önlemek amacıyla sert yasal tedbirler almışlar, dini yaşam biçimlerine ve dini sembollere yasaklar getirmişler ve topluma milli bir din dayatmışlardır. Buna karşılık İslamcılar, bu uygulamalara yerel düzeyde karşılık vermişler ancak başarılı olamamışlardır. 1924-1950 arası dönemde hemen tüm dini yaşam alanları kısıtlandığından İslamcı aktörler geri çekilmişler ve informal yollarla özellikle dini eğitim ve kültürel alanda gizli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu dönemde özellikle Nurculuk ve Süleymancılık hareketleri halk tabanında karşılık bularak cemaat oluşumu sürecini başlatmışlardır. Türkiye’nin 1945’ten itibaren çok partili sisteme geçmesiyle oluşan nisbi özgürlük ortamından yararlanan İslamcı aktörler, faaliyetlerini artırarak güçlenmeye başlamışlardır. Gazete ve dergilerle başlayan bu süreç, 1960’ların sonlarından itibaren müstakil bir İslamcı partinin kurulmasıyla siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda yaygınlaşmıştır. İslamcılık, 1950’den sonra uluslar arası İslamcı hareketlerden de etkilenerek, çeşitlenmiş ve güçlenmiştir. Siyasal İslamcılığın çekim merkezi oluşturduğu bu süreçte cemaat ve tarikat ağları ile radikal İslamcılık arasında geniş bir düzleme oturan İslamcı aktörler hem sistemle hem de kendi aralarında uzlaşma ve çatışmalar yaşamışlardır. İslamcı hareketi, ideolojik merkezinin en büyük tehlikesi olarak gören Kemalist’ler ise onu durdurmak için birçok kez hukuksuz yollara başvurmuşlardır. Sonuçta İslamcı hareket, ulusal ve uluslar arası gelişmelere paralel olarak ve toplumsal dinamiklere göre büyük bir değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Bu çalışmada, İslamcı hareketin sebep-sonuç ilişkisi içinde ve toplumsal hareket yaklaşımları çerçevesinde gelişim nedenleri, önemli aktörleri, sistemle ve kendi aralarındaki ilişkileri, ittifakları, çatışmaları ve etkileşimleri araştırılmıştır.
2021
Bu tezde, tasavvufun teşekkül sürecine dair önemli ipuçları sunması bakımından “velî” kavramının ortaya çıkış süreci velâyet düşüncesinin ilk teorisyeni olarak gösterilen Hakîm etTirmizî’ye kadar olan dönem boyunca ele alınmaktadır. Çalışma, velî ve velâyet kavramlarının Arap dili, Kur’ân ve hadislerdeki manalarının araştırıldığı kavramsal çerçeve ile başlamaktadır. Ardından ilk zâhid ve âbidlerden itibaren kavramların tasavvufî anlamlar kazanma süreci başta zühd meselesi, iman-amel tartışmaları, iman edenler arasındaki derecelendirme, hilâfet meselesi ve nübüvvet-velâyet tartışmaları gibi problemler ekseninde incelenmektedir. Çalışma, nübüvvet-velâyet tartışmalarının merkezi olan Bağdat-Basra bölgesinde yaşamış Muhâsibî, Tüsterî, Harrâz, Cüneyd-i Bağdâdî ve Nûrî gibi hicrî üçüncü yüzyıl sûfîlerinin insan tasavvurları, iman edenler arasındaki manevî derecelendirmenin temellendirilmesi bağlamında ele alınarak bu şahsiyetlerin akıl, nefs, kalb ve ruh hakkındaki görüşlerinin tasavvufun ideal insan tanımı olarak gösterebileceğimiz velî tipi ve velâyet düşüncesinin oluşumuna olan tesirleri ile son bulmaktadır. Bu bağlamda çalışmada ulaşılan en önemli sonuç, literatürde Tirmizî ile bilinen tasavvufta velâyet düşüncesinin, belirtilen problemler ile ilişkili olarak Tirmizî öncesinde tartışıldığı yönündedir.
Erken dönem mizah ve eğlence edebiyatını içeren kaynaklar doğru analizlerle değerlendirildiğinde, toplumların zaman ve mekân farklılığına rağmen gülme paydasında bir araya geldikleri görülmektedir. Duygu ve zevklerin evrenselliği prensibi, tarih boyunca Türk kültürünü de oldukça etkilemiş ve diğer kültürlerin mizah malzemeleri, özgün edebiyatımız içerisinde yoğrularak renkli figürler ortaya çıkarılmıştır. Dini, coğrafi ve sosyal etkenler göz önünde bulundurulduğunda Türk mizahının en çok etkilendiği kültürlerin Arap ve Fars kültürleri olduğu görülür. Makalemizde; Arap ve Fars edebiyatı kaynaklı İslami mizah malzemesinin Türk mizahını nasıl etkilediği tespit edilip örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Bu etkileşimi yakından ilgilendiren Farsî edip Avfî'nin (ö. 629/1232) kendisinden önceki Arap edebiyatı eserlerinden derlemiş olduğu Cevâmiu'l-Hikâyât ve Levâmi‘u'r-Rivâyât isimli eseri çalışmamızın temel kaynağı olarak belirlenmiştir. Müellifin bu eserine kaynaklık eden Arap edebiyatı eserleri ve 15. yüzyılda Osmanlı Türkçesine yapılan tercüme nüshaları da incelenmek suretiyle bu üç kadim medeniyet arasındaki mizah etkileşimi ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Doğaçlama ya da bilinen Arapça ismiyle irtical geleneği, Türk halk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Önemli bir yere sahip olması ile birlikte, bu önemi ne yazık ki çok fazla fark edilememiş bir gelenektir. Halk kültürünün maddi, manevi, sözel ve yazılı hemen hemen bütün kültür ürünlerinin bünyesinde-az ya da çok-doğaçlama geleneği vardır. Bu gelenek, bazı kültür ürünlerinde kendisini o kadar belli eder ki, doğaçlama olmadan o kültür ürünü halk tarafından benimsenmez. Türk halk tiyatrosu da bu doğaçlama geleneğinin olmazsa olmaz sayıldığı kültür ürünlerindendir. Yazımızda incelediğimiz ve belirginleştirmeye çalıştığımız Türk halk tiyatrosu türleri ve bu türler içerisinde doğaçlama geleneği ve özelliklerinin yanında, günümüzde yapılan popülerlik amaçlı gösterilerin de halk tarafından beğenilip beğenilmeme nedenlerinin, halkın seçicilik unsurlarının belirlenmesi konusunun da netleşmesini sağlayacağı düşüncesindeyiz. IMPROVISATION (IRTICAL) CUSTOM IN TURKISH CULTURE AND THE PARTITION OF THIS CUSTOM IN TURKISH PUBLIC THEATRE ABSTRACT Improvisation or Irtical custom in the name of Arabic, has an important role in Turkish Public Culture. Beside this considerable role, unfortunately it is a custom of which importance is not explored as much as it deserved. The improvisation custom rather exist within almost all cultural products which are physical, moral, verbal and written in Public Culture. This custom show itself in some cultural products insomuch that, these cultural products will not be adopted again by people without improvisation. Turkish Public Theatre is one of this kinds of cultural products that hardly exists without improvisation. Beside the kinds of Turkish Public Theatre and improvisation custom and its characteristics in these kinds that we inspected and set off in this article, the reasons of why people prefer or not the shows aiming to popularity at the present day will clarify the subject of determination of people's selectivity factors.
TÜRK İSLAM KÜLTÜRÜ VE AKTARIMI, 2021
Türk-İslâm edebiyatında kullanılan edebî sanatların menşeinin Arap edebiyatı olduğu konusunda şüphe yoktur. Nitekim bu alanın temsilcilerinin şiir ve nesirlerinde istifade ettikleri muhteva kaynakları da büyük oranda Arap edebiyatıdır. Çünkü Türk-İslâm edebiyatı, İslâm itikad sisteminin de tesiri altında inkişaf etmiş ve söz konusu medeniyet havzasının değerlerine bağlı kalmıştır. Dolayısıyla klasik olarak adlandırılabilecek edebî bir eserin muhtevası doğrudan ya da dolaylı olarak dini literatürle ilişkili olacaktır. Zira edebiyatımız için kullanılan "Türk-İslâm Edebiyatı" adlandırması başta olmak üzere toplumun kullandığı iletişim sistemini değerlerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Hâkka, 69/44-46.
The Culture of Psychology in The Tradition of Islam Hayati HÖKELEKLİ*. ; Özet. Günümüz psikoloji bitminin İslam dOnyasındaki karşı)@ olan İtmü'n-Nefs, gerek Clini gerekse felsefi kaynaklardan beslenerek, çok erken dönemlerden itibaren gelişmeye başlamışbr. Bu makalede, bu bilim dalının dini ve felsefi kaynaklan, önde gelen temsilcileri, önemli eser ve görüşleri tanılılmaya çalışılmışbr. Ayrıca nefsin gUçleri, bilişsel ve dini/ahlaki gelişimi hakkında ortaya konulan _görUş ve teorilerin bir özeti verilmiştir. Bugünkü anlamıyla psikoloji modem bir bilimdir ve başlangıcı 19. yüzyılın son çeyreğine dayanır. Fakat psikolojinin konusu olan insanın ruhsal hayatı ve davranışlannı anlamaya yönelik çabalann tari-hinin insanlık kadar eski olduğu söylenebilir. Ruh, rüya, ölüm, ölüm sonrası, hayat, ölmüş kişilerle iletişim, akıl hastalığı, insanın çeşitli korkulan ve ihti-raslan hakkında çok eski zamanlardan beri sorular sorulduğu ve bazı açıklamalara girişjldiği bilinmekte-dir. Bütün bu olgu ve olayiann tabiatüstü güçlerle {cinler, periler, iyi ve kötü ruhlar vb.} açıklandığı bir dönemin varlığına işaret edilmektedir.1 Bunun yanında, insanın ruhsal yetileri, duyu, hayal, idrak ve düşünme yetkinlikleri hakkında sistemli gözlem ve teoriler ile doğal nedensel ilişkilere dayalı kavram-Iaştırma ve açıklamalann ilk olarak antik Yunan'da başladığı ileri sürülmektedir. • Prof. Dr., Uludafüniversitesi ilahiyat Fakultesi. r Bkz. Baymur, Feriha, Genel Psikoloji, İnkilap ve Aka Kitabevleri, 4. bas. İstanbul 1978, s.-287-288; Bruno, Frank J, Psikoloji Tarihine Giriş (çev. Nesrin Hisli} Ege Üniversitesi Edebiyat Fakiiliesi ·Yay., İzmir 1982, s. 1. Abstract The Culture of Psychology in The Tradition of Islam as a consequence of careful examination of both religious and philosophical sources, Ilm al-Nafs which is used instead of contemporary psy"chology, has begun to develop from considerably early times in Jslamic culture. In this paper, we tried to introduce religious and philosophical researches, main representatives, important works and tho"ughts of this science. In addition to this, it is given an abstract of theory and thoughts which are about the religious/moral and cognitive development of mıfs and its powers. KeyWords Psychology, The Culture of Islam, Self, Heart, Dream, Faculties and Powers of Nafs, Muslim Psychologiest, The Stage and Development · of Nafs, The Types of Reason (lntellect), Religious-Moral Development İslam'ın kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim, okuyucu-Iann dikkatini üç ana bilgi kaynağına çeviriyordu. Bunlar, insanlığın geçmiş tarihi, tabiat olayları ve insanın iç dünyası ve davranışlandır. Dolayısıyla dikkatli bir Kur'an okuyucusunun psikolojik olaylar konusunda ilgisiz ve duyarsız kalması düşünülemez di. Bu yüzden, çol< erken· dönemlerden itibaren Müslüman araştırmacı ve düşünürlerinin gerek Kur'an ayetleri ve gerekse yabancı kültür ürünlerinin uyandırdığı ilgi ve merak çerçevesinde. psikolojik olgu ve olaylan anlamaya yönelik çabalannın hiç eksik olmadığını görüyoruz. Bilinç halleri, akıl ve düşünme, arzu ve dürillierin etkinliği, niyetli davranış... gibi konuları özgün bir yaklaşım ve Kur'ani kavramlar eşliğinde ele alan Haris ei-Muhasibi'nin {165/ 781-243/857) İslam dünyasın da ilk olarak insanı iç açıdan inceleme ve anlamanın yolunu açtığı söylenebilir. Bu çizgi ~alıa sonra genel olarak tasawufi eğilim taşıyan yazarlar tarafından geliştirilmiş ve devam ettirilmiştir.-İslam'ın doğuşu ve çok kısa bir zamanda yayılışı ile birlikte yabancı kultür ve medeniyetlerle ilişki içerisine girmesi sonucunda, bu eski geleneklerin mirasını devraldığı bir gerçektir. Helenistik dönem
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.