Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2009, … Klinikleri Jinekoloji ve …
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Lokman Hekim Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Dergisi, 2014
Sezaryen ameliyatı, vajinal yoldan doğması mümkün olmayan bebeklerin, karın duvarı ve uterus açılarak doğmalarını sağlayan laparotomik bir doğum işlemidir. Annenin, bebeğin veya her ikisinin de hayatlarının riske girdiği durumlarda yapılan sezaryen ameliyatı, günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. Son verilere göre Ülkemizde sezaryen ameliyatı ile doğum oranı %47 olup, bu oran Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) önerdiği orandan ve diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında oldukça yüksektir. Sezaryen sırasında annenin ölmediği ilk ameliyat 1500'lü yıllarda gerçekleşti. Ancak 1800'lü yılların sonlarına doğru bile sezaryen sırasında anne ölümü %85 kadar yüksek orandaydı. Ölümler çoğunlukla ameliyat sırasında kanamanın durdurulamaması nedeniyle olurdu. Tarih boyunca, insan anatomisinin incelikleri keşfedildikçe, tüm cerrahi tekniklerde olduğu gibi sezaryen ameliyatlarının tekniği de gelişmiş ve anestezideki gelişmeler ile birlikte günümüz standartlarına ulaşmıştır. Eski çağlardan beri söylenegelen "NullaMedicina Sine Anatomia (Anatomisiz Tıp Olmaz)" sözünün doğruluğu, herhangi bir tıp olgusunun tarihsel araştırması sırasında her zaman karşılaşılabilecek bir gerçektir. Amacımız, yaygın kullanılan cerrahi bir metot olarak sezaryenin tarihsel gelişimini, anatomik gelişmeler açıdan değerlendirmektir.
2018
Bu calismanin amaci, sezaryen operasyonu sirasinda adneksial yapilarin ve komsu organlarin degerlendirilmesinin onemini vurgulamaktir. Operasyon sirasinda olmasi muhtemel konjenital anomaliler, ovaryan kistler, overin premalign kitleleri, teratom, morgagni kistleri, ligamentum latum miyomu, endometriosiz, gecirilmis pelvik inflamatuar hastalik (PID)’e bagli adezyonlarin degerlendirilmesi gereklidir. Bu degerlendirme postoperatif donemdeki hastada aciklanamayan pelvik agri ya da adneksiyal torsiyon gibi nedenlere bagli akut batin tablosunun gelismesinin onlenmesine yardimci olacaktir. Hasta PK 30 yasinda, gravida 1, klinigimize ilk defa 36. haftada kontrol amaciyla basvurdu. Hastanin hastanemizdeki bir aylik takibi boyunca herhangi bir sikayeti olmadi ve komplikasyon gelismedi. 40 hafta 1 gunluk gebelik mevcut iken gun asimi sikâyetiyle basvuran hastanin muayenesinde bas pelvis uygunsuzlugu tespit edilerek sezaryen operasyonuna alindi. Daha once gecirilmis batin ici cerrahi oykusu bu...
2016
Idrar yapamama olarak tanimlanan uriner retansiyon ameliyat sonrasi yaygin gorulen komplikasyonlardan biridir. Ameliyat sonrasi uriner retansiyon gorulme orani cerrahinin turu ve nedenlerine gore degisiklik gostermekle birlikte %5 ile %70 arasinda degismektedir. Ameliyat sonrasi uriner retansiyonun etkisiz yonetimi hasta konforunu bozdugu gibi mesanede kalici hasara yol acarak hastanede kalis suresini uzatarak maliyeti arttirmaktadir. Ameliyat oncesi uriner retansiyon gelisime riski yuksek olan hastalarin belirlenerek kanita dayali uygulamalar dogrultusunda hazirlanan algoritmalarla tedavi ve bakimin planlanmasi onerilmektedir
Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 2014
Cesarean section is one of the most common obstetric procedure in worldwide. In addition, the increasing increased rate of cesarean section has been observed in recent studies. Maternal and fetal mortalitiy and morbidity associated with cesarean section is an important health problem in all over the world. The primary obstetric indication for cesarean section is previous cesarean section. Vaginal birth after cesarean section can be alternative delivery method for women who have previous cesarean section. But, the risks of this type delivery must be carefully evaluated. As a result, increasing rate of cesarean section can be decreased with vaginal birth after cesarean section.
Türk Yoğun Bakım Derneği Dergisi, 2013
Turkiye Aile Hekimligi Dergisi, 2013
Arsiv Kaynak Tarama Dergisi, 2022
Intraabdominal adhesions are an important health problem that is seen in the postoperative period and negatively affects the quality of life. Chemical and thermal factors that occur in the peritoneal cavity and serosal surfaces, causing abdominal trauma, or infection and foreign body reactions may cause adhesion formation. Although the classification of intraabdominal adhesions is generally based on adhesion density and severity of prognosis, there is not yet a worldwide accepted standard classification system. Intraabdominal adhesions show clinical reflections with negative consequences such as pain, infertility, prolonged hospital stay after surgery and economic burden. In conclusion, adhesions encountered in the postoperative period are a serious problem and further studies should be adapted from laboratory environment to clinical research models in order to prevent adhesion formation. This review was prepared to review the literature on intraabdominal adhesion formation, histopathology, grading, prevention and clinical significance.
Adıyaman Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi
Acil alınan vakalarda daha sık görülse de sezaryen doğumlarda (SD) intraabdominal apse nadir komplikasyonlardandır. Postoperatif karın ağrısı, ateş, halsizlik, kabızlık/ishal, insizyon hattında kızarıklık, pürülan akıntı ve insizyon hattında açılma gibi belirtileri olabilir. Günümüzde pulmoner tüberküloz sıklığı artmaktadır. Bununla birlikte tüberküloz peritonit (TP) gibi ekstrapulmoner tüberküloz nadir görülmektedir. Tam olarak hangi mekanizma ile geliştiği bilinmeyen TP'in, nonspesifik semptomlar nedeniyle tanısı zordur. Tanıda öncelikle hastalığın düşünülmesi önemlidir. Vaka: Beş gün önce Sezaryen Doğum (SD) yapan, sonrasında karın ağrısı, halsizlik şikayetiyle başvuran hastaya postoperatif intraabdominal apse tanısıyla relaparatomi yapıldı. Cerrahi tedaviyi sonrasında uygun antibiyotik tedavisi ile semptomları gerileyen ve kontrol görüntüleme yöntemlerinde intraabdominal patoloji saptanmayan hastada tam klinik iyileşme sağlanamadı. Takibinde pulmoner semptomlarının artması üzerine bronkoskopi yapılan hastaya alınan bronş yıkama sıvısında aside dirençli basillerin görülmesiyle pulmuoner tüberküloz tanısı konuldu. Anti tüberküloz tedavi ile tam klinik iyileşme sağlanan hasta TP olarak kabul edildi. Sonuç: Sıklığı artan TP semptomlarının birçok hastalığı taklit etmesi nedeniyle tanısında zorluklar ve gecikmeler olmaktadır. Özellikle risk faktörü olan bireylerde TP akılda tutulmalı ve nadir de olsa postoperatif dönemde akut batına yol açabileceği düşünülmelidir. Erken teşhis morbidite ve mortaliteyi azaltırken gereksiz cerrahi müdahaleyi engeller.
DergiPark (Istanbul University), 2010
Amaç: Araştırma, hastaların cerrahi girişim sonrası abdominal distansiyona yönelik deneyimlerini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Gereç Yöntem: Araştırma Zonguldak ilinde bulunan bir hastanenin genel cerrahi, ortopedi, üroloji, beyin cerrahi, kulak burun boğaz, göz, kadın hastalıkları ve doğum kliniklerinde yatan ve genel anestezi altında ameliyat olmuş 384 hasta üzerinde yapılmıştır. Veri toplama aracı olarak araştırmacılar tarafından geliştirilen anket formu kullanılmıştır. Veriler hastalar ile yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik sayılar ki-kare, Fisher kesin ki-kare önemlilik testleri kullanılmıştır. Bulgular: Hastaların % 42.7'si abdominal distansiyonu, %41,5'i ameliyat sonrası bulantıkusması olduğunu ifade etmiştir. Abdominal distansiyon oluşumunda; ameliyat öncesi dönemde bağırsak boşaltımı, ameliyat tipi, ameliyat sonrası dönemde gastrointestinal sistem üzerine etkili ilaç kullanma durumu, ilk ağız yoluyla beslenmeye başlama zamanı, ilk ayağa kalkma ve gaz çıkarma süresi arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Genel anestezi altında ameliyat olan hastalarda; abdominal cerrahi, ameliyat sonrası dönemde ilk ayağa kalkma ve ilk beslenmeye başlama zamanı distansiyon oluşumunda etkilidir.
Sağlık Bilimleri ve Meslekleri Dergisi
ÖZ Kanıta dayalı uygulamalar klinikte hastalar için en doğru kararı vermede etkili olan uygulamaları içermektedir. Sezaryen öncesi hazırlık sürecinde açlık süresine ilişkin kılavuzlarda çeşitli öneriler ve kanıt düzeyleri mevcuttur. Bu süreçte eski bir uygulama olan nil per os (NPO) yani oral alımın gece yarısından itibaren kısıtlanması yaygın olarak uygulanır. Bu kısıtlamanın amacı aspirasyon ve regurjitasyon gibi anesteziye bağlı komplikasyonları en aza indirmektir. Cerrahi işlemin gecikmesi veya ertelenmesi açlık süresinin daha fazla uzamasına neden olur. Açlık süresinin uzaması ise dehidratasyon, insulin direnci, kaygı ve baş ağrısı gibi olumsuz sonuçlara yol açabilir. Bu olumsuz sonuçları en az düzeye indirmek için cerrahi öncesi açlıkla ilgili güncel kılavuzlar takip edilmelidir. Güncel kılavuzlarda sezaryen öncesi son iki saate kadar sıvı gıda alımına, son 6-8 saate kadar da katı gıda alımına izin verilmektedir. Ebeler başta olmak üzere sezaryen öncesi süreçte gebelere bakım veren sağlık profesyonelleri verilen bakımın kalitesini artırmak için güncel kılavuzları takip etmeli ve önerilere uygun girişimleri benimsemelidir. Bu derlemede sağlık profesyonellerinin konu ile ilgili bilgi düzeylerini arttırmak amacıyla sezaryen öncesi açlık süresinin etkileri, günümüzdeki uygulamalar ve öneriler ele alındı. Anahtar kelimeler: açlık, ameliyat öncesi bakım, kanıta dayalı uygulama, sezaryen ABSTRACT Evidence-based practices includes the best interventions for the patients. There are some evidences and suggestions about preoperative fasting time before cesarean section. Restricting oral intake of liquids or solids from midnight is an old practice called nil per os (NPO) is widely practiced in clinics. This is used to minimize the complications of anesthesia such as aspiration and regurgitation. When the surgical procedure delayed, fasting period is prolonged. Prolonged fasting times can cause harm effects like dehydration, insulin resistance, anxiety and headache. Current preoperative fasting guidelines and evidence-based practices should be followed to reduce these undesirable effects. Fasting from the intake of clear liquids for two hours; solids for six or eight hours before surgery is suggested in the current guidelines. Health professionals especially midwives who give care for women before cesarean section, should follow the current guidelines to increase the quality of healthcare. In this review, the effects of the pre-cesarean fasting period, current practices and recommendations were discussed in order to increase the knowledge level of health professionals.
Turkiye Klinikleri Journal of Gynecology and Obstetrics, 1998
Bu çalışmada benigıı nedenlerle öpere edilen olgular da uıalignite iıısidansını saplamak ve optimal tanı yön temlerini gözden geçirmek amaçlandı.
Jinekoloji-Obstetrik ve Neonatoloji Tıp Dergisi, 2021
Intraoperative laryngeal edema is a rare complication. Edema; It may be at the level of the uvula, supraglottic, retroarytenoid or cord vocals. Among the factors contributing to the intraoperative laryngeal edema; trauma caused by a large tube, laryngoscopy and / or intubation, or recent upper respiratory tract infection with excessive neck manipulation during intubation and surgery. When such a situation is encountered intraoperatively, the edema in the laryngeal mucosa should be resolved and the patient's airway clearance should be established as soon as possible. Regional anesthesia can be defined as the elimination of nerve transmission and pain sensation in certain parts of the body without causing unconsciousness. Spinal anesthesia, which is one of the regional anesthesia types; It is frequently applied in cesarean operation due to the advantages it provides to the patient and the baby. Tracheostomy; It is the opening of the trachea surgically or for other reasons. Discussions about tracheostomy, which is one of the uncommon procedures in surgical practice, and its application and time in critically ill patients still continue. In this case report, we present a case where laryngeal edema developed in a patient who underwent cesarean section under spinal anesthesia, and ultimately underwent tracheostomy in order to provide the airway.
Turkiye Klinikleri Journal of Gynecology and Obstetrics, 2014
Turkiye Klinikleri Journal of Anesthesiology Reanimation, 2012
Çalışmamızda sezaryen sonrası postoperatif ağrı tedavisinde kullandığımız epidural devamlı infüzyon tekniğinin etkinliğini, aralıklı bolus doz uygulamasıyla karşılaştırmayı amaçladık. G Ge er re eç ç v ve e Y Yö ön nt te em ml le er r: : Kombine spinal epidural (KSE) anestezi tekniği ile elektif sezaryen operasyonu planlanan, 18-45 yaş, ASA I-II, 120 olgu çalışmaya dâhil edildi. KSE anestezi için subaraknoid 12 mg hiperbarik bupivakain ve 15 µg fentanil uygulanıp epidural kateter yerleştirildi. Operasyon sonunda olgular zarf yöntemi ile rastgele iki gruba ayrıldı. Grup B: Epidural kateterden hasta kontrollü analjezi (HKA) cihazı ile %0,0625 bupivakain+ 2 µg.mL -1 fentanil bazal infüzyon: yok, bolus doz: 10 mL, kilitli kalma süresi: 60 dk olacak şekilde uygulandı. Grup İ: Epidural kateterden HKA cihazı ile %0,0625 bupivakain+ 2 µg.mL -1 fentanil bazal infüzyon: 10 mL/s, bolus doz: yok olacak şekilde uygulandı. Olguların ağrı skorları, Bromage skorlaması, sedasyon ve hasta memnuniyet skorları, ek analjezik gereksinimleri, hemodinamik verileri kaydedildi. B Bu ul lg gu ul la ar r: : Vizüel analog skala (VAS) değerleri; 2. 4. 6. ve 8. saatlerde grup B'de grup İ'ye göre anlamlı düşüktü (p=0,002). Bromage değerleri; 2. 6. ve 8. saatlerde grup B'de grup İ'ye göre anlamlı düşüktü (p<0,001). Hasta memnuniyet skorları; derlenme odası, 2. 4. ve 6. saatlerde Grup B'de Grup İ'ye göre daha yüksek bulundu (p=0,002). Postoperatif 2. 4. 6. ve 16. saatlerde grup İ'de grup B'ye göre ek analjezi kullanımı anlamlı yüksekti (p<0,001). S So on nu uç ç: : Sezaryen sonrası postoperatif ağrı tedavisinde kullandığımız epidural aralıklı bolus tekniğin devamlı infüzyona göre daha iyi analjezi sağladığı, motor blok süresini kısalttığı ve hasta memnuniyetini artırdığı kanısındayız. A An na ah ht ta ar r K Ke el li im me el le er r: : Sezaryen; ağrı, postoperatif; analjezi, epidural A AB BS ST TR RA AC CT T O Ob bj je ec ct ti iv ve e: : The aim of the study was to compare effectiveness of programmed intermittent epidural bolus injection tecnique with continuous epidural infusion for post-caesarean analgesia. M Ma at te er ri ia al l a an nd d M Me et th ho od ds s: : One hundred and twenty aged term parturients between 18-45 years (ASA I-II) undergoing elective caeserean delivery with combined spinal-epidural anesthesia tecnique, were enrolled in the study. Following epidural catheter insertion, spinal anesthesia was administered 12 mg of 0.5% hyperbaric bupivacaine and 15 µg fentanly intrathecally. After the operation the patients were randomly assigned, into two groups (n=60). Postoperatively, patients received PCEA with 0.0625% of bupivacaine with fentanyl 2 µg/mL in Group B (no continuous infusion, bolus 10 mL, lockout time 60 min), or in Group I (continuous infusion 10 mL/h, no bolus dose). Motor ability (Bromage 0-3), and pain scores (VAS 0-10), haemodynamic parameters, patient satisfaction scores, side effects and additional analgesic requirements were documented every 2 h for 24 h. R Re es su ul lt ts s: : Visual Analog Scala (VAS) Pain scores at 2.4.6.8. and 10 th hours were statictically lower in Group B than Group I (p≤0.001). Bromage scores at 2, 6 and 8 th hours were significantly lower in Group B than Group I (p<0.001). The patients satisfication scores at PACU time and 2,4, 6 th hours were higher in Group B than Group I (p<0.001). Additional analgesic requirements were higher in Group I than in Group B at time of 2,4,6, and 16 th hours (p<0.05). C Co on nc cl lu us si io on n: : We concluded that intermittent bolus dose with PCA device may provide better postoperative analgesia, higher patient satisfaction score, lower moor blockade resolution time and lower side effect incidence.
Turkish Journal of Dermatology / Türk Dermatoloji Dergisi, 2013
Lymphangiomas are vascular malformations, known as benign tumors of lymphatic vessels. They are most commonly located in head and neck region whereas oral cavity lesions are rare. The clinical appearance is either clear fluid and blood filled thin walled blisters or smooth flesh-colored papules or nodules varying in size. The condition does not regress itself. Dilated lymphatic vessels lined with endothelium of varying wall thickness is seen on histopathology. Surgical excision, electrocautery, cryosurgery, radiotherapy, injection of sclerosing agent, CO2 and argon laser are used in treatment and recurrence is common. As a developmental defect lymphangiomas are frequently seen at birth or early childhood period, whereas acquired lymphangioma or lymphangiectasias are structurally and histologically not different from lymphangioma. This condition develops in a previously normal lymphatic vessels and is described following chronic infections as tuberculosis, radiotherapy, cheloid, tumors and recurrent trauma. Thirty six year old female patient with vesicular papules of 9 months history underwent to cryosurgery after the biopsy is compatible with lymphangioma. The lesions are thought to be related to chronic trauma due to deficiency of lower central incisor and dental treatment is offered to patient.
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, 1987
DergiPark (Istanbul University), 1998
Journal of Experimental & Clinical Medicine, 1996
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi
Amaç: Elektif sezaryenlerde spinal ve genel anesteziyi anne memnuniyeti açısından kıyaslamayı amaçladık. Ek olarak hastaların kaygı düzeylerinin anestezi yöntemi seçimine etkisini araştırdık. Gereç ve yöntemler: Elektif sezaryen ile opere olan 101 gönüllü hasta prospektif olarak araştırıldı. Hastalar anestezi yöntemlerini kendileri tercih etti. Spinal anesteziyi tercih eden 51, genel anesteziyi tercih eden 50 hasta araştırıldı. Hastaların operasyon öncesi anestezi ile ilgili endişeleri soruldu. Operasyon öncesi kaygı düzeyleri Durumluluk-Süreklilik Kaygı Ölçeği (STAI= State-Trait Anxiety Inventory) ile tespit edildi. Operasyondan 24 saat sonra komplikasyonlar sorgulandı ve memnuniyet düzeyi ölçümü için ameliyat sonrası iyileşme kalitesini ölçen Memnuniyet-Derlenme Kalitesi Ölçeği (QoR-40= Quality of Recovery-40) anketi hastalara uygulandı. Bulgular: Genel anesteziyi tercih eden hastaların kaygı düzeyi daha yüksek bulundu (p:0,000). Hastaların anesteziden en büyük edişeleri ameliyat ...
Medical Journal of Western Black Sea, 2020
Bu çalışmada subperiostal mikrodiskektomi tekniğinde daha küçük insizyon ve daha küçük ekartör kullanımının paraspinal adele iyileşmesi ve yaşam kalitesi üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı'nda lomber disk hernisi tanısı ile ameliyat edilen 100 hasta üzerinde retroprospektif olarak yapılmıştır. Çalışmada iki ayrı grup oluşturulmuş ve her iki grubun postoperatif lomber Manyetik rezonans (MR) görüntüleri karşılaştırılarak sonuca varılmıştır. Bulgular: Cerrahide kullanılan ekartörün ve insizyonun büyüklüğünün paraspinal adele atrofisi üzerinde istatistiksel olarak anlamlı şekilde etkisinin olduğu gözlenmiştir (p < 0.001). Sistemik hastalığı olan hastalarda ekartör ve insizyonun büyüklüğünün paraspinal kas atrofisi üzerinde istatistiksel olarak anlamlı şekilde etkisinin olmadığı gözlemiştir (p = 0.052). Sonuç: Bu çalışmada mikrodiskektominin küçük retraktör ve küçük insizyon kullanılarak yapılmasının paraspinal kas atrofisi gelişmesinin en aza indirilebilmiş olması, kas dokusu üzerinde koruyucu etkileri olduğunu işaret etmektedir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.