Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2022, Şiddetin Anatomisi: Çağdaş İngiliz Romanında Şiddet Tartışmaları
DergiPark (Istanbul University), 2016
Toplumsal ve kültürel özelliklerin sistemleşmiş yapıları içinde insanlık binlerce yıldır uygarlık tarihinin en büyük çelişkisi olan şiddet sorunsalıyla baş etmeye çalışmaktadır. Geleneksel toplum yapılarına nazaran modern ve çağdaş toplumlarda şiddet, giderek çeşitlenen, insanın bütün yaşam alanlarını kuşatan bir olgu olarak öne çıkmaktadır. Tiyatro sanatı tarihinin başlangıcından beri, kendine özgü canlandırma ve iletişim özelliğiyle şiddetin görünür kılınmasında, sorgulanmasında sosyal, moral, estetik bir işlev üstlenmiştir. Bu makale, geleneksel toplum yapılarıyla karşılaştırıldığında modern ve modern sonrası toplumlarda niteliği farklılaşan şiddetin tiyatro metinlerindeki görünüşünü genel bir bakışla sunmayı amaçlamaktadır..
Şiddet Arapça bir kelimedir, fakat Tarihte, çağımızda kullandığımız manada kullanılmıyordu. Daha çok, dağınık şeyleri birbirine bağlamak mesela araca yük bağlamak, ip bağlamak gibi bir manada kullanılıyordu. Onun için, çağdaş Araplar bizim kullandığımız manada bu kelimeyi kullanmaz. Onun yerine unf kelimesini kullanıyorlar. Bu unf kelimesi ise fonetik ve etimolojik olarak, tiksindirici ve kötü kokan saldırı manasına geliyor. Arapçada bu gibi manaları veren tuğyan (azgınlık), zulüm (karşı tarafa dengesizce davranmak) ve başka kelimeler var. İngilizcede tam 56 adet, bu gibi manaları taşıyan kelime var. Mesela: severity (şiddet ve sertlik), rigor (saldırıya varan titizlik) violence (saldırgan güç), force (güç kullanmak.) Peki bu şiddet neden var. İşte tarihî ve felsefî cevabı: Allah, kâinatı bir makine gibi yaratıyor. Onun motoru ise diyalektik süreçtir. Allah bu süreçte zıtları birbirine saldırtarak tabir yerinde ise gübrede güller bitiriyor. Çünkü ilk insanlar tam birer hayvan idiler. Birbirinin etini yiyorlardı. Sonra içlerinden Âdem olanlar (dilleri ve soyut değerleri bilenler, nice veli, peygamber ve kanun adamları) çıktı. O hayvan sürüsü gibi olan diğer insanları, güç kullanarak zapturapt altına aldılar. İşte şiddet kelimesinin asıl manası budur. Bu manadaki bağlanmaya İngilizler best kelimesini kullanıyorlar.
Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, 2021
Tarihin savaşsız yıllarının savaşlı yıllarından ne kadar az olduğu bilinir. Bu ol¬gunun da etkisiyle şiddet ve tarih hep neredeyse özdeş olarak görülmüştür. Bu perspektif şiddet ve tarihi bir gören geleneksel tarih anlayışına aittir. Bunun yanı sıra günümüze kadar şiddet konusunda birçok eser verilmiştir. Fakat aralarında şiddet ve tarihi ilişkilendiren kapsamlı bir esere rastlanmaz. Var olan eserler ise geleneksel tarih anlayışının perspektifinden yazılmış, şiddet ve tarihi neredeyse eşitlemiş eserlerdir. Geleneksel tarih anlayışının hegemonik karakteri farklı pers¬pektiflerin var olma ihtimalinin bile düşünülmesine fırsat vermemiştir. Herkesin bir gözlük gibi gözüne taktığı bu anlayış zamanla göze dönüşmüştür. Bu nedenle tarih demek şiddetin tarihi demek olmuştur. Oysa bu iki kavramın kesiştiği nokta aynı zamanda siyaset, hukuk ve tarih felsefesinin kesiştiği, tek bir perspektife hapsedilmemesi gereken kritik bir noktadır. Walter Benjamin’in tarih anlayışı geleneksel tarih anlayışına bir başkaldırı niteliğindedir. Bu nedenle, farklı bir yaklaşım sunmayı amaçlayan bu çalışmada Benjamin’in Şiddetin Eleştirisi Üze¬rine ve Tarih Kavramı Üzerine adlı metinleri temel alınarak düşünürün şiddet sorununun çözümü olarak sunduğu, geleneksel tarih anlayışıyla taban tabana zıt, bu anlayışı ters yüz eden tarih anlayışı çözümlenmektedir. Analitik kurgu ve ters piramit teknikleri kullanılarak yapılandırılan bu çalışmada ayrıca şiddetsizliğin olanağına bir ışık tutmak umuduyla Benjamin’in şiddet sorunu kavramsallaştır¬ması ve şiddet-tarih ilişkisi görüşü tartışılarak ortaya konulmaktadır. Bütün bu açımlama çabası sonucunda varılan sonuç; Benjamin’in şiddet sorununu başarılı bir biçimde kavramsallaştırdığı ve soruna etkili bir çözüm sunduğudur. Benja¬min bu yolla aynı zamanda geleneksel tarih anlayışına alternatif, şiddet içerme¬yen bir tarih anlayışı yapılandırmış, tarih alanına metodoloji bakımından güçlü bir katkıda bulunmuştur.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2017
Öz Reşat Nuri Güntekin, II. Meşrutiyet'ten 1950'li yıllara kadar bir zaman aralığını anlatan Çalıkuşu, Yeşil Gece, Acımak ve Kan Davası romanlarında, bir Cumhuriyet aydını tavrıyla, Anadolu'nun geri kalmışlığı ve bunda etkili olan eğitimsizliği, mevcut durumun muhafazasını amaçlayan bürokrasiyi, eğitim kurumlarında var olan yozlaşmayı, insan gerçeğimizden hareket etmeyen anlayışların başarısız kalacağını, "eğitimde şiddet olgusu" çerçevesinden ortaya koymaya çalışır. Çalıkuşu'nda eski terbiye usullerinin yeni insan tipi ile çatışmasının kaçınılmaz olduğu, bürokrasinin ve meslektaşların psikolojik şiddeti doğurduğu vurgulanırken, Yeşil Gece'de Meşrutiyet'ten bu yana uygulanan eğitim politikalarının bir sonucu olarak Ali Şahin "ideolojik bir militan" portresi çizer. Eğitimde şiddet olgusunun kaynağı medrese ve medreselilerdir. Acımak'ta Zehra öğretmen, bireysel farklılıkları ve insan gerçeğimizi dikkate almadığı için, adeta bir makine gibidir. Bu kitapta da kısmen geleneksel eğitim kurumlarının şiddetle olan ilişkisine yer verilir. Kan Davası, eğitimle şakileri eğitmek ve kan davasını sona erdirmek düşünceleri üzerine kuruludur. Romanda, şiddet gören ve şiddete meyilli çocukların ancak sevgi, şefkat ve iyilikle eğitilebileceği düşüncesi çağdaş eğitim anlayışıyla önemli bir yakınlık gösterir.
GiriĢ Erdem Bayazıt (1939-2008), Türk Ģiirinin önemli isimlerinden biri olabilmeyi baĢarmıĢ, bir neslin "ağabeyi" olarak bilinen "Yedi Güzel Adam"dan biridir. Gerek üslup gerekse içerik olarak Modern Türk Ģiirinin gelenekle bağını kurmasında model oluĢturan eserleri yapı bakımından da zengin bir görünüme sahiptir. Basit ideolojik kalıplara takılıp kalmayan, köklerinin farkına varıp geniĢ ufuklara açılan Ģair, Ģiirin yapaylıktan doğallığa dönüĢünün bir müjdecisi olmuĢtur. Eserleri, bireysel ve toplumsal sıkıntıların sebeplerini çağın açmazları ile açıklar ve çözüm olarak gelenek, inanç ve doğayı iĢaret eden bir rehber niteliği taĢır. 1960"tan sonra Türk Ģiirinde "altın terim" imge, baĢat beklenti "anlam" olarak görülmektedir. Ġmge konusunda kavramsal olarak bu yıllarda kuĢatıcı bir tartıĢma görülmese de bu yıllarda belli bir Ģiir dilini savunmak için "imge", aynı Ģiir dilini eleĢtirmek için de "anlam" kavramına sıklıkla baĢvurulduğu dikkat çekmektedir. Orhan Koçak imgeyi "Bütün bu dönem boyunca [1960 sonrasında], hem Ģiiri Ģiir olmayandan ayıran Ģeydir, Ģiirin iĢlenmesini sağlayan temel birimdir […] hem de yeni Ģiirin yeniliğini ve zorluğunu açıklamak için baĢvurulan kavramdır." 1 Bu dönemde imgenin yaygın olarak kullanılması bir ihtiyacın sonucudur. Erdem Bayazıt da Ġkinci Yenicilerin bu baskın anlayıĢından etkilenerek Ģiirlerinde imgelerden yararlanır. Bayazıt"ın Ģiirlerini imgeler açısından okumak onun Ģiirlerinin geliĢim ve değiĢiminin izlenmesinde önemli bir araçtır. ġiirlerinde kullandığı imgeler, Ģairin duygu ve düĢünce dünyasını estetik bir tarzda dile getiren ifadelerdir. Biz bu çalıĢmada Bayazıt"ın Ģiirlerinde kullandığı imgelerin kronolojik olarak izini sürmeye çalıĢacağız. Aynı zamanda Bayazıt"ın Ģiirlerindeki değiĢim de imgelerin kullanımındaki farklılıklarla birlikte ortaya konmaya çalıĢılacaktır. Erdem Bayazıt"ın Ģiirlerinde genellikle doğa ve Ģehir çatıĢması üzerinde durduğu bilinmektedir. Bu nedenle de Ģiirlerinde kullandığı imgeler, bu iki kavramın etrafında yoğunlaĢır. Bu kavramlarla ilgili kullanılan imgeler, Ģairin "karĢıtlık" ve "yabancılaĢtırma olarak ifade edeceğimiz uygulamaların en belirgin göstergeleridir. Ġncelememizde Ģairin kullanım amacına uygun olarak imgeleri doğa ve Ģehir kavramlarına bağlı olarak sınıflandırdık. Aynı zamanda Ģairin doğa ve Ģehir kavramları haricinde de kullandığı imgeleri ayrı bir bölüm olarak ele aldık.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019
Devletin şiddet araçları üstündeki hakimiyetini ifade eden şiddet tekeli, modern devletin en belirleyici özelliği olarak görünmektedir. Tarihsel süreçte onun aldığı biçimler, üretim biçimlerine göre değişmiştir. Ortaçağ öncesi dönemde, farklı devlet biçimlerine göre şiddet araçları üstünde kurulan hakimiyet de değişmiştir. Ancak farklılıklara rağmen, bunun sınırlı bir hakimiyete karşılık geldiği söylenebilir. Feodal üretim ilişkilerinin hakim olduğu ve siyasi iktidarın bölündüğü Ortaçağsa, şiddet tekelinin zayıf olduğu bir dönemi işaret etmektedir. Feodal düzenin çöküşü ve yerini kapitalist üretim biçiminin almasıyla, siyasal yapı da dönüşmüştür. Modern devletin ortaya çıktığı bu yeni dönemde, siyasal iktidar merkezileşmiş ve şiddet araçları üstünde tekel kurulmuştur. Bu, zamana yayılan bir süreçte olmuştur. Çünkü şiddetin özel aktörlerce kullanımı, modern devletin doğuşuyla birlikte de devam etmiştir. Fakat devletin kendi şiddet araçlarını inşa etmesiyle birlikte şiddet tekeli kurulmuştur. Bugünse küreselleşme süreci ve onun etkileri tartışılmaktadır. Küreselleşme olarak isimlendirilen süreç, devletin yapısını ve işlevlerini değiştirmektedir. Bu değişimden, şiddet tekeli de etkilenmektedir. Süreçle birlikte, modern devlet öncesinde olduğu gibi şiddetin özel tedariki yine gündemdedir. Böyle bir değişimin nasıl okunması gerektiği konusuysa tartışmalıdır. Bu, şiddet tekelinde bir aşınma mıdır yoksa devlete destek ikincil bir güçle şiddet araçları daha mı güçlenmekte midir?
Toplumları derinden etkileyen tarihi olaylar, tarih kitaplarında ve belgelerde çoğunlukla sayısal değerler, sebep ve sonuç ifadeleriyle yer alırken doğallıkla işin sosyolojik ve bireysel boyutu geri planda kalır. Roman gibi edebi eserler ise bu boşluğu doldurma işlevini görebilirler. Fırat Sunel’in “Salkım Söğütlerin Gölgesinde” adlı romanı, Ahıskalıların 1944 Kasımında Sovyetler Birliği’nin o zamanki lideri Stalin’in emriyle sürgüne gönderilmelerini anlatmaktadır. Dönemin olaylarının toplumsal ve bireysel yaşantıya etkisi, bu romanla ortaya konulmuştur. Roman, türün özelliklerinin bir gereği olarak kurgusal bir sistem içinde yer almaktaysa da tarihe mal olmuş olayların kronolojisi, bu olayı harekete geçiren aktörler ve mekânlar tarihi olanla paralellik gösterir. Bu çalışmada, roman sosyolojisine kısaca değinilmiş, “Salkım Söğütlerin Gölgesinde” romanının olay örgüsü, belli başlı kahramanları, anlatıcısı, zaman ve mekânı üzerinde durulduktan sonra “nesnel harita” başlığı altında tarihi süreç üzerinde durulup romanla tarihsel süreç arasındaki, ilişki söz konusu edilmiştir.
İnsan ve Toplum, 2025
Öz: İslam'ın şiddeti teşvik eden baskıcı bir din olduğu düşüncesinin etkileri, günümüzde Müslüman azınlıkların ötekileştirilmesinden askeri müdahalelerin gerekçelendirilmesine değin birçok alanda izlenebilir. Bununla birlikte benzer tezlere yönelik eleştirel yaklaşımlar da yok değildir. Ancak bu eleştiriler İslam'ın şiddetle ilişkisine dair yaygın söyleme karşı argümanlar üretse de bu söylemin modern öznelerde neden bu kadar kolay yankı bulabildiğini yeterince açıklayamamaktadır. Bu çalışma, söz konusu açığı kapatmak üzere, "dini şiddete" yönelik modern toplumların tepkilerini anlamak için modern öznelliklerin şekillenme koşullarına bakmak gerektiğini önermekte ve dini şiddet anlatısını kendi içinde anlamak yerine; kavramsal, kurumsal ve tarihsel bağlamı içerisinde çözümlemeye odaklanmaktadır. Bu amaçla makale, eleştirel sekülerizm ve postkolonyal/dekolonyal bir yaklaşımı benimseyerek bir soy kütüğü çalışması olarak okunmalıdır: İlkin Avrupa içi bir gelişme olarak modern devlet, "Avrupa Din Savaşları"nda görülen "dini şiddet" mitiyle kurulmuştur. Orada ortaya çıkan şiddeti "dini" olarak tanımlayabilmek ise din kavramının modern dönemde belirli dönüşümleri geçirmesiyle mümkün hale gelmiştir. Ayrıca bu gelişmelerin de gömülü olduğu bir "modern zaman rejimi" ortaya çıkmış ve bunun içinde din, geçmişin bir dinamiği olarak konumlandırılarak modern öznellik için zamansal bir öteki işlevi görmüştür. Avrupalı sömürgeci "keşifler" ile zamansal ve mekansal atıfların iç içe geçtiği ve Batılı olmayan coğrafyaların çeşitli düzeylerde geri kalmışlığı temsil ettiği bir kolonyal modern zaman-mekan rejimi ortaya çıkmıştır. Bu karşıtlıkların kurulabilmesi için tutarlı, bütünlüklü ve kontrast üzerine kurulan öznellikler inşa edilmişse de hem modern hem de diğer öznellikler doğaları gereği aslında müphemdirler ve çoklu referanslar içermektedirler. Buradan hareketle "cihatçı terör" de dahil olmak üzere modern dönem şiddetinin önemli bir kısmını üreten şeyin tam da bu tutarlılığa ve bütünlülüğe zorlayan öznellik inşaları olduğunu söylemek dahi mümkündür. Framing Religious Violence in the Contexts of Colonial Modernity, Time, and Space ABSTRACT The effects of the idea that Islam is an oppressive religion that encourages violence can be traced in many areas, from the marginalisation of Muslim minorities to the justification of military interventions. However, there are also criticisms against such theses. Yet, although these criticisms produce arguments against the widespread discourse on Islam’s relationship with violence, they do not sufficiently explain why this discourse resonates so easily with modern subjects. In order to fill this gap, this paper proposes that in order to understand modern societies’ responses to “religious violence”, it is necessary to look at the conditions of the formation of modern subjectivities and focuses on analysing the narrative of religious violence within its conceptual, institutional and historical context rather than understanding it in isolation. To this end, the article should be read as a genealogical study, adopting an approach leaning on critical secular and postcolonial/decolonial studies: Firstly, as an intra-European development, the modern state is founded on the myth of “religious violence” in the “European Wars of Religion”. Defining the violence there as “religious” became possible only after the concept of religion underwent certain transformations in the modern period. In addition, a “modern time regime” emerged in which these developments were embedded, and within this regime, religion was positioned as a dynamic of the past and functioned as a temporal other for modern subjectivity. With the European colonial “discoveries”, a colonial modern time-space regime emerged in which temporal and spatial references were intertwined and non-Western geographies represented various levels of backwardness. In order to establish these contrasts, subjectivities that are coherent, consistent and based on contrast have been constructed; however, both modern and other subjectivities are ambiguous in nature and contain multiple references. From this point of view, it is even possible to say that it is precisely the constructions of subjectivities that force this coherence and consistency that produce a significant part of the violence of the modern period, including “jihadist terror”.
Özet Şiddet gün geçtikçe kendini kabul ettirmeye devam ediyor. Günümüzde şiddet hayatın her alanında kendini her an gösterebilmektedir. Bu şiddet o kadar doğal bir hale büründü ki insanların çoğu en kötü şiddet olaylarına bile tepkisiz kalabilmektedir. Şiddet üzerine bugüne kadar bir sürü eser yazıldı ve bir sürü çözüm önerildi ama hiçbiri şiddeti ortadan kaldıracak kadar güçlü olmadı çünkü ne insan doğası ne de toplumlar birbirine benzemektedir. Bu nedenle de ortak bir uzlaşı altında olamayan insanlık, her zaman şiddete mahkûm bir şekilde varlığını sürdürecektir. Anahtar Kelimeler: Şiddet, Hukuk, Adalet, Şiddet Araçları, Grev Giriş Toplum, farklı niteliklere sahip insanların bir araya gelmeleri ile oluşmuş karmaşık bir yapıdır. Bu yapı içinde bulunan insanlar birbirleri ile sürekli etkileşim içindedir. Ancak doğası gereği bu insanlar, yaşadıkları etkileşimler neticesinde kendilerinden daha zayıf olarak gördükleri insanlara hükmetmek onları denetim altında tutabilmek ya da emeklerini sömürmek ister. Emek doğasında şiddet barındıran bir eylem değildir, fiziksel anlamda güç ve çaba gerektirdiği ve rutin bir eylem olduğu için insanoğlunun kurtulmak istediği bir etkinliktir. Bu nedenle insanlar, tarih boyunca bedensel gereksinimlerini gidermesi için başka insanları kullanmak istemiş, bu amaçla şiddet uygulamışlardır. (Altunok, 2007:58). Bunu yaparken de onlara baskı uygularlar. Bu baskı kimi zaman fiziksel bir zor kullanım olarak karşımıza çıkarken kimi zaman da psikolojik baskı olarak karşımıza 1 Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi mehmettcicekli@gmail.com 2 çıkmaktadır. İnsanların, birlikte yaşamaya karar verdikleri günden günümüze kadar devam eden süreçte, bu olgu farklı şekillere bürünerek günümüze kadar kendini devam ettirmiştir. Şiddet toplumun her alanında kendini gösterir; devlet bu şiddeti kontrol altında tutabilmek, toplumun her alanında insanları şiddet kullanma tikelinden mahrum bırakmak ister. Kullanıldığı zaman suç olarak nitelendirdiği bu şiddeti, toplumu denetim altına almak, yasa oluşturmak ve en önemlisi kendi varlığını ve meşruiyetini güvence altına alabilmek adına bir araç olarak kullanabilmektedir. Bu bağlamda Walter Benjamin'in şiddetin oluşum tarihini, şiddetin kullanımının meşruluğunu, şiddetin adaletinin ne olduğu ve adaletle ahlak ilişkisinin nasıl şekillendiğini anlattığı 'Şiddetin Eleştirisi Üzerine' adlı makalesi bu çalışmanın temel konusunu oluşturmaktadır. Ömer Faruk Gök'ün yazdığı,'Benjamin:Şiddet,Hukuk,İlahi Adalet' kitabının yanı sıra Doğu Batı ve Cogito dergilerinde yer alan makalelerin bazılarına bu çalışmanın içinde yer verilecektir.Ayrıca insanların denetiminin nasıl sağlandığı; kültür değerlerin ve kitle iletişim araçlarının; şiddeti ve baskıyı, nasıl şekillendirdiği ve nasıl dizginlediği 2 'Aydınlanmanın Diyalektiği' kitabında söz edilen kültür endüstrisi toplumu üzerinden kısa bir yorum ile ele alınacaktır. Şiddetin Temelleri ve Belirleyicileri Walter Benjamin makalesine ; '' BİR ŞİDDET ELEŞTİRİSİNİN görevi, şiddetin hukuk ve adalet ile ilişkisini ortaya koymaktır '' 3 diye başlar. Adalet kavramının ne olduğu ya da şiddetin ne olduğunun her toplum için geçerli bir anlamı olmadığı gibi, her hukuksal davranışın adil amaçlar için mi kendini var ettiği de tartışmalı bir konu olmuştur. Şiddet; zamana, mekâna ve topluma göre değişir ve her dönemde yeniden şekillenir. Ortaçağ da uygulanan şiddet ile modern dönem toplumlarında uygulanan şiddet arasında büyük bir fark olsa da şiddetin genel işlevi aslında her zaman aynı kalmıştır. Bununla beraber suça karşı Kaynakça Altunok, G. (2007-2008) Şiddetin Eleştirisi Olarak İktidar: Arendt ve Foucault. Doğu Batı Dergisi (sayı:43) s.51-75 Benjamin, W.(2010) Şiddetin Eleştirisi Üzerine ,( çev. Ece Göztepe) 'Şiddetin Eleştirisi Üzerine' içinde, Çelebi A. (ed.) İstanbul: Metis Yayınları, s.19-43 Derrida, J.(2010) ''Yasanın Gücü, Otoritenin Mistik Temeli'', (çev. Zeynep Direk )Şiddetin Eleştirisi Üzerine' içinde, Çelebi A. (ed.)İstanbul: Metis Yayınları s.43-133
Çağdaş Suudi Romanında Arap Toplum Eleştirisi , 2018
SUUDİ ARABİSTAN'IN SİYASAL TARİHİ VE SOSYAL ELEŞTİREL ROMANLARI HAZIRLAYAN ETKENLER 1932 yılında Abdülaziz b. Suud liderliğinde kurulan Suudi Arabistan 1 , sahip olduğu petrol gibi yeraltı kaynakları ve ev sahipliği yaptığı kutsal topraklardan dolayı sadece Arap yarımadasının değil, tüm Ortadoğu'nun da en önemli aktör ülkelerinden biridir. 2 Ülkenin kurucu ailesi olan Suudiler, 1700'lü yılların ortalarından itibaren Necd denilen bölgede hâkim kabile konumunda olmuştur. 1744 yılında Vehhâbî hareketinin kurucusu Muhammed b. Abdülvehhâb ile Suudi Emiri Muhammed b. Suud arasında sağlanan işbirliği ile daha sonra kurulacak olan Suudi Arabistan devletinin resmi din anlayışının da temeli atılmıştır. 3 Bu işbirliği ile Vehhâbî hareket siyasi desteği elde etmiş olduğu gibi, Suudiler de Osmanlıya karşı çıkabilmek için ideolojik bir meşruiyet argümanına kavuşmuştur. 4 Suudi ailesi Osmanlı yönetiminde olduğu günlerden, 1932 yılında bağımsız bir krallık oluncaya kadar ki süre içerisinde, her zaman diğer güçlü kabilelerle bir şekilde sürtüşme, rekabet
2020
Bu calisma, Ingiliz yazar Caryl Phillips'in dorduncu romani Cambridge’de kolelik ve irkcilik deneyimlerinin yarattigi travma konusunu analiz etmeye yoneliktir. Bu calisma, kolelik ve irkciligin etkilerini gostermek, gecmisin simdiki zamanin kolektif belleginde nasil yasadigina isik tutmak icin yazarin kullandigi anlati stratejilerini arastirmaktadir. Cambridge romaninda irkcilik ve koleligin insanlar uzerindeki travmatik etkilerine odaklanilir. Phillips, kolelik ve irkcilik kavramlarini somurgecinin ve somurgelestirilmis olanin bakis acisindan verir. Cambridge’in kadin kahramani Emily, koleligi ve irkciligi somurge yaklasimi ile tasvir ederken Cambridge bu iki kavrami somurgecilik sonrasi bir yaklasimla tasvir eder. Gecmisin travmatik deneyimleri hicbir zaman karakterlerin peslerini birakmamaktadir. Ana karakterlerin yasadigi irkciligin ve koleligin travmatik oldugu ve ortaya cikardiklari diger travmalara da katkida bulunduklari belirtilmektedir. Cambridge romaninin travmatik an...
Dergâh Yayınları, 2019
Kedi, evcilliği dolayısıyla bilhassa edebiyat ve resim sanatının ürünlerinde en çok yer alan hayvanların başında gelir. Hayli geniş olan bu iktidarını kedi, son yıllarda köpek ve kuşla da paylaşmak zorunda kalmıştır. Ancak kedinin bu hayvanlara göre insanlarla eviçinde daha çok vakit geçirmesi dolayısıyla sanattaki yerinin de daha köklü bir geçmişi vardır. Bu bağlamda kediler birlikte yaşadıkları insanların mutlu, huzurlu, kederli, bunalımlı vb. gibi olumlu olumsuz her anlarına şahitlik ederler, onların hayatlarının bir parçası olarak ya dert ortağı, can yoldaşı veya yalnızlık ve intikam duygularının ve cinsel bunalımlarının yansıtılma mekanizması olurlar. Biz bu yazımızda genellikle yalnız, bunalımlı, iradesiz veya sapkın ve saplantılı dünyaları olan insanların karak-* Doç. Dr., Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
Masculinities Journal, 2019
Özet: Popüler edebiyat ürünleri, toplumsal cinsiyet düzeninin sembolik kodlarını taşıyan, yaygınlaştıran ve mevcut siyasal ve kültürel ortamın etkileriyle şekillenerek bu kodları dönüştürebilen kültürel ürünlerdir. Özellikle küreselleşmenin etkisinin yoğunlaştığı internet çağında popüler kültür ürünleri, hem çok daha hızlı yaygınlaşmakta, hem daha çabuk ve çok tüketilmekte, hem de küresel bir kitle kültürünün oluşmasına öncesine kıyasla çok daha elverişli bir ortam hazırlamaktadır. Wattpad, bu çağın popüler edebiyat sahasına hâkim olmaya başlayan, popüler edebiyat üretimini de farklı bir boyuta taşıyarak cep telefonu sahip herkesin herhangi bir aracı yayıncıya ihtiyaç duymaksızın geniş kitlelere erişebilecek ürünler üretmesine imkân veren bir uygulamadır. Türkiye’de üç buçuk milyonun üstünde kullanıcısı olan Wattpad üzerinden yayınlanan romanların en çok okunanları çeşitli yayınevlerince basılı olarak yayınlanmaktadır. Bu bağlamda, küresel toplumsal cinsiyet kodlarının temsilini yansıtacağını öngörerek Wattpad üzerinde çok okunan mafya romanlarına Connell’ın hegemonik erkeklik ve öne çıkan kadınlık kavramları üzerinden yaklaştık ve Şule Terzi’nin, ilki 2015’te yayınlanan Psikopat Mafya ve Psikopat Mafya 2 adlı kitaplarını bu bağlamda analiz ederek genel bir çerçeve çizmeye çalıştık. Bu bağlamda özellikle ergen kızların okuyup ürettikleri Wattpad romanlarındaki hegemonik erkekliğin, üst sınıftan, zenginliğinin bir sınırı olmayan, fiziksel olarak aşırı güçlü, karanlık işlerle uğraşan, “kötü adamlar”a karşı şiddet uygulamaktan çekinmeyen ve uyguladığı bu şiddet meşru görülen, birlikte olduğu kadını cinsel birlikteliğe zorlayan (ki bu zorlama bir şiddet olarak değil yoğun ve haklı erkek arzusu olarak sunulmaktadır) bir erkeklik olduğunu gördük. Bu erkeklik, “çeteleşme” şeklinde kimliğini bulmakta, çete lideri ve yanındaki sadık çete üyelerinde temsil edilmektedir. Lüks villalarda oturup lüks arabalar kullanan, büyük bir şirkette yönetici pozisyonunda olan, etrafındaki bütün kadınların kendisine hayran olduğu ve onunla birlikte olmaya çalıştığı, dini inancının çok ön planda olmadığı, günü birlik ilişkiler yaşasa da bir gün evleneceği “el değmemiş” özel kadını arayan, son olarak hiçbir şekilde heteroseksüel çizgiler dışına çıkmadığı gibi homofobik olmayı bir namus görevi olarak gören bir erkekliktir. Vurgulanan kadınlık da bu erkeğe göre şekillenmekte; bekareti vurgulanan, fiziksel olarak kusursuz güzellikte, erkeğe göre alt sınıftan gelen, eril çeteye paralel bir dişil çetenin lideri konumunda olan ve çete dışındaki “diğer kadınlar”la arasında rekabet olan, diğer kadınlara şiddet uygulamaktan çekinmeyen, en büyük hayali evlilik ve annelik olan bir kadınlıktır.
Savaşın edebiyata yansımalarını bütüncül bir bakışla saptayabilmek açısından; doğrudan somut olay, durum ya da kişilerden yola çıkarak edebî anlatım olanakları içinde belirli savaşları işleyen, anlattığı döneme tanıklık etmesiyle bir ölçüde tarihsel ve sosyolojik belge gibi de yararlanabilecek olan yapıtların yanı sıra gerek belirli bir olay, kişi ya da durumdan hareket ederek gerekse salt kavramsal boyutta kalarak bu soruna “karşı-söylem” perspektifinden bakan yapıtları da göz önünde bulundurmak gerekir. Hem dünya edebiyatında hem de Türk edebiyatında bu özelliği taşıyan çok sayıda roman, öykü ve şiir örneğine rastlanabilmektedir. Bunlar arasında savaş karşıtı bir söyleme dayanan şiirlerin, özellikle dikkati çektiği görülür. Öbür edebî türlere göre şiirin daha yoğun duygular barındırdığı ve okur üzerinde daha çabuk duygusal etki yarattığı kabul edilirse, söz konusu söylemi dillendirmede şiirin öncelikle tercih edilmesi anlaşılabilir bir durumdur. Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet’ten sonra Modern Türk edebiyatında savaşı olumsuz yönleriyle işleyen şairlerin sayısında hızlı bir artış görülür. Bu şiirlerde savaşın özellikle çocuklar üzerinde yarattığı ve yaratabileceği tahribat, savaş yoluyla hiçbir sorunun çözülemeyeceği, insan soyunun birbirini katletmesinin anlamsızlığı, savaşta ölen kişilerin aslında savaşı çıkaranların çıkar çatışmasıyla ilgisi bulunmayan birer kurban oluşu gibi trajik gerçekler öne çıkarılır. Özellikle karşıtı dünya görüşleri açısından kapitalizm çözümlemelerinin ve eleştirilerinin yoğunlaştığı dönemlerde yazılan savaş karşıtı şiirlerde, çeşitli bahane ve kışkırtmalarla halk çocuklarına birbirlerini öldürten güçlerin bu kıyım üzerinden işleyen kâr düzeneğini sezdirmeye yönelik göndermeler de yer bulur. Bu yazıda, savaşı olumsuzlayan şiirlerde öne çıkan ana noktalar, örneklerle saptanmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Savaş, Barış, Edebiyat, Şiir, Karşı-Söylem. IIn terms of establishing reflections of war onto the literature from an integrated viewpoint; starting directly from concrete cases, situations or persons, in addition to the works which deal with certain wars within literary narrative possibilities, which could be utilizable and enjoyable to a certain extent as historical and sociological document due to the fact that they bear witness to the period that has been narrated, starting either from a certain event, person or situation or staying at the sole conceptual dimension, It must be taken into consideration also the works of art which look at this problem from the perspective of "counter-discourse". Both in international literature and in Turkish literature a vast number of samples of novels, stories and poems could have been encountered. Among them poems which based on an anti-war discourse seem specifically remarkable. As it is considered that poem includes more strong emotions and creates rather quickest emotional impacts on reader, compared to other types of literature (literary genre), its primarily preference in expressing the said discourse is an understandable situation. After Tevfik Fikret and Nâzım Hikmet there has been a rapid increase in the number of poets who work on the war with its negative aspects in the Contemporary Turkish Literature. In these poems, such tragic realities as damage that was caused and that may be caused specifically on children, nothing could be solved by way of war, meaningless that human beings (mankind) have been murdering each other, those who died in the war have been in fact a victim of war who has nothing to do with the conflict of interest of those who started war have been highlighted. Particularly, in anti-war poems which were written at the periods wherein capitalism analyses and critisisms were intensified in terms of counter-world view, references to the implication of profit arrangement operating through such slaughtering of those forces who get the children of the nation killed by one another under various pretexts and provocations are also included. The main points which have been highlighted in the anti-war poems will be tried to be determined with examples in this essay. Keywords: War, Peace, Literature, Poetry, Counter-Discourses.
Gaziosmanpasa Universitesi Sosyal Bilimler Arastirmalari Dergisi, 2009
This study examines three reports/riwâyât concerning with violence which were located in the earliest Islamic siyar and hadith books. Two of the riwâyât were attributed to the Prophet Muhammad, the last one was to Ali who was the fourth Khalifah and also son-in-law of the Prophet. All three reports generally speak of the both the Prophet Muhammad and Ali commanded his companions and his supporters in order to punish some people who committed a crime to burn them, as alive or death. But some commands were performed, some were not. These kind of riwâyât consequently causes some allegations against Islam and its Prophet Muhammad. So that, we focused on and scrutinized the three reports in aspect of the texts and their chains/isnad. We reached clearly a conclusion that sort of reports are not trustable and not acceptable as a Sahîh or sound riwâyâts.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.