Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2022
Çocukluk her zaman var mıydı? Bir kurgu muydu çocukluk? Yoksa Rönesans'ın büyük icatlarından biri miydi? On altıncı yüzyıldan bu yana, inceltilip geliştirilerek gelen çocukluk, toplumsal kurguların süreğen olmadığı günümüzde yok oluşunu mu yaşıyor? Yaşadığı dönemin ilerisinde bir öngörüye sahip olan Neil Postman tarihsel süreç içinde değerlendirdiği çocukluk kavramını farklı bakış açılarıyla ele almış ve alana önemli bir katkı sağlamıştır. Bu araştırma yazarın çocuk ve medya üzerine yazdığı iki kitabında çocukluk bağlamını nasıl ele aldığını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Araştırma, nitel araştırma yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. Durum çalışması modelinde kurgulanmıştır. Doküman analizi tekniği kullanılarak veriler analiz edilmiştir. Seçilen dokümanlar amaçlı örnekleme ile belirlenmiştir. Bu kapsamda yazarın ülkemizde yayınlanan "Çocukluğun Yokoluşu" ve "Televizyon: Öldüren Eğlence" adlı kitapları çalışmaya dâhil edilmiştir. Her bir kitap için çocukluk kavramıyla ilişkili kavramlar içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. Araştırma kapsamında frekans paylaşımına gidilmemiş, kavramsal boyut dikkate alınmıştır. Yapılan analizler sonucunda; "Çocukluğun Yokoluşu" kitabından; "fark edilen çocukluk, tüketilen çocukluk, hukuk, eğitim, aile, eğlence-televizyon" temaları; "Televizyon: Öldüren Eğlence" kitabından; "eğitim, aile, eğlence" temaları ortaya çıkmıştır. İki kitapta benzer ve farklı birçok temanın olduğu; kitaplarda "çocukluğun değişen ve dönüşen" yapısına dikkat çekildiği görülmüştür. Bu çalışmanın ileride çocukluk üzerine yapılacak çalışmalara ışık tutması ve Neil Postman'ın eserlerindeki çocukluğu farklı bir bakış açısı ile değerlendirerek alanyazına katkı sağlaması umulmaktadır.
DergiPark (Istanbul University), 2009
Bu makalede yazarlar, modern çocukluk paradigmasının k klerine ili kin ele tirel bir de erlendirme yapmakta ve modernitenin ba langıcından günümüze de in ocukluk krinin ge irdi i evreleri tartı maktadır
2017
Nietzsche, Postmodernizm tartışmalarında en çok referans verilen düşünürlerden biridir. Aydınlanma, Evrim Teorisi, diyalektik, alilik, ahlak gibi temel kavramların eleştirisine yoğunlaşmıştır. Bir yandan Hıristiyanlığı eleştirirken diğer yandan da Aydınlanma geleneğinin evrenselci ve ahlaki yöntemine saldırır. Nietzsche'ye göre, her iki yaklaşımda, "yaşam" kavramını olumsuzlamaktadır. Bu yüzden modern öznenin nihilist bir karakterde olduğunu ifade eder. Bu bağlamda çalışmamızda, Nihilizmden kurtuluşu sağlayacak yöntemin ne olduğu? Sorusunu yanıtlamaya çalışacağız. Yani insan yaşamını olumlayan minör ahlaki değerlerin yeniden yaratılmasını olanaklı kılan yaklaşımın ne olduğunu irdelemeye çalışacağız.
Journal of International Social Research, 2018
Öz Yazılı insanlık tarihi ile yaşıt olan din gerçeği tarihin her döneminde önemli bir toplumsal değişim olgusu olarak görülmektedir. Dini toplum dışında tutmaya çalışan en bariz yapı modernitedir. Modernitenin dine karşı tutumu postmodernitenin ortaya çıkması ile değişmiş ve din yeniden insanın toplumsal hayatında yer edinmeye başlamıştır. Kuşkusuz geleneksel toplumların varlıklarında önemli bir belirleyici faktör olan din olgusunun modern zamanlarda oldukça acımasız eleştirilere tabi tutulduğu inkar edilemez bir hakikattir. İnsanlık tarihine baktığımızda modernitenin ortaya koyduğu başdöndüren değişim istenci ve ısrarı, geleneğin bütünüyle hakim olduğu toplumsal örüntülerde oldukça sarsıcı etkisi ve tarvmatik sonuçları olmuştur. Şunu açıkça ifade etmeliyiz ki, modern akım, hayatın bütün alanlarında olduğu gibi toplumların dini algı ve tasavvurları üzerinde oldukça derin etkiler oluşturacak yaklaşımlar sergilemiştir. Böylesine iddialı ve radikal eleştiriler altında devasa bir insanlık durumu olan gelenek, ağır bir çöküş yaşamıştır. Bütün bu derin entellektüel krizin tam ortasında yaklaşık beş yüz yıllık bir modern hamlenin mayaladığı akıl yapısı, oldukça karmaşık hatta toplumun dini gerçekliğini yadsıyan bakış açılarına dönüşmüş ve bir travmatıik psikososyal evreyi yaratmıştır. Şu halde postmodern evre, insanlığın tüm sarsıcı deneyimlerinin sonucunda insanlığın kendini yeni ve güvenli bir limana taşıma gayreti olarak görülebilir.
Toplum ve Sosyal Hizmet, 2009
ÖZET Bu makalede yazarlar, modern çocukluk pa-radigmasının köklerine ilişkin eleştirel bir değerlendirme yapmakta ve modernitenin başlangıcından günümüze değin çocukluk fikrinin geçirdiği evreleri tartışmaktadır. ABSTRACT In this article, the authors make a critical evaluation on the roots of modern childhood paradigm and discuss the phases of the idea of childhood from the beginning of mo-dernity to the present day.
2018
Toplumsal siniflarin varligini ve yapisal faktorleri goz ardi eden, sosyal sorunlari bireysellestiren ve bireysel patoloji, eksiklik ve yetersizlikle aciklayan geleneksel sosyal hizmet yaklasimlarina yonelik bir elestiri olarak ortaya cikan baski karsiti sosyal hizmet, sosyal adalet ilkesini temel alan, insanlarin guclenmesi ve ozgurlesmesini hedefleyen, baski, somuru ve ayrimciligin tum bicimlerine karsi mucadeleyi savunan ve baska bir dunyanin mumkun oldugunu vurgulayan elestirel bir sosyal hizmet yaklasimidir. Bugun yapisal bir kriz icerisinde bulunan modern dunya sistemi ise, 16. yuzyilda Bati Avrupa’da ortaya cikan, zamanla dunyanin geri kalanina yayilan, irkcilik, cinsiyetcilik ve ataerki gibi yapisal esitsizliklerle ortak yasamsal bir iliski icerisinde bulunan kapitalist uretim bicimi ve iliskileriyle karakterize olan tarihsel ve toplumsal bir sistemi ifade etmektedir. Kuresellesme ve azgelismislik olgusunu, yapisal esitsizlikler ile kolektif toplumsal ve politik ha...
Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Dergisi
Mustafa Kutlu, modern Türk hikâyesinin gelişim ivmesinde sanatsal duruşunu dil, üslup ve biçim yönüyle hikâyede sabitleyen ender yazarlardandır. Hikâyelerinin zeminini, modernizme bağlı gelişen toplumsal değişimin bireyin zihin dünyasında meydana getirdiği tahribat oluşturur. Onun hikâyelerinde, insanın iç derinliğine yönelen, zamanın ve eşyanın hakikatini sorgulayan, aynı zamanda İslam medeniyetinin kültür birikiminin damıtıldığı toplumsal hayat pratiğini arzulayan bilinçli bir duruş vardır. Bu durum Kutlu’nun modernizm ve gelenek arasında gelenekten yana aldığı tavrı belirginleştirir. Kutlu, hemen her hikâyesinde İslam inancı, kültürü ve geleneğiyle yoğrulmuş; Anadolu irfanının öz değerleriyle inşa edilmiş bir kimliğe dönüş çağrısı yapar. Bu çalışmada Kutlu’nun Nur hikâyesi üzerinden teklif ettiği kimliğin değerler dünyası incelenmiştir.
İslâm' da çocuk eğitimi doğumla, hatta evlilik öncesi dönemde başlamaktadır. Çünkü Hz. Peygamber'in de dikkat çektiği gibi çocuğun inancı ebeveyninin itikâdına göre şekil almaktadır. Bu tespit aslında çocukluk döneminde eğitimin ne kadar önemli olduğunu da ortaya koymaktadır. Şayet çocukluk yaşında bireye gerekli itikâdî ve amelî alt yapı verilmez ve gereken önlemler alınmazsa ileri yaşlarda telafisi imkânsız durumlar ortaya çıkabilmektedir. Bu makalede ailenin önemine, ebeveyn olmaya ve çocuğun İslâmî değerler skalasında nerede durduğuna kısaca değinilmektedir. Fakat çalışmamızın asıl amacı itikâdî, amelî açıdan tufûliyet çağının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmektir. İnanç alanında titiz olunduğu kadar ayrıca muamelatta ve günlük yaşama dair meselelerde de özenli olunması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Zira modern dönemde yaşayan Müslüman ebeveynler, hem iyi bir Müslüman yetiştirmek istemekte hem de günümüz modernite algısından geri kalmamaya çalışmaktadır. Bu ise çocuk eğitimini İslâm ve modernizm arasına sıkıştırmakta, inançta Müslüman olan ebeveyni günlük hayatta modern olmaya itmekte ve ebeveyn bu ikilemde ciddi bir düalizm yaşamaktadır.
Sosyal Bilimler Dergisi sobider, 2019
Ülkemizde 2000'li yıllardan sonra eğitimde öğrenci merkezli yaklaşımların benimsendiği görülmektedir. Öğrenci merkezli yaklaşımda öğretim faaliyetleri yürütülürken öğrenci ilgi ve ihtiyaçlarından hareket edilmesi temel esastır. Bu yaklaşımda öğrenme sorumluluğu öğretmenden çok öğrenci üzerindedir. Öğretmen, öğrenciyi yönlendiren bir rehberdir. Bu nedenle din eğitiminde hedef kitlenin gelişim özelliklerini bilmek, yani öğrenciyi tanımak büyük bir önem taşımaktadır. Örgün öğretimde öğrenim gören öğrenciler genellikle çocukluk ve gençlik döneminde bulunmaktadır. Bu araştırmada günümüz gençliğinin gelişim özelliklerinden hareketle din öğretimindeki ihtiyaçlarını tespit etmek amaçlanmıştır. Bu kapsamda konu, gençlik dönemi genel gelişim özellikleri ve dinî-ahlakî gelişim özellikleri olmak üzere iki başlıkta ele alınmıştır. Daha sonra sonuç bölümünde ortaöğretim düzeyinde öğrenim gören gençlerin gelişim özelliklerinden hareketle din öğretiminde dikkat edilmesi gereken hususlar hakkında önerilere yer verilmiştir.
Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2016
Değerler eğitimi konusunda dikkate değer bir artış gösteren akademik çalışmalar, konuyu popüler bir moda olarak ele alan olumlayıcı yaklaşımın etkisindedir. Değerlerin ne'liği sorusu, öğretilmesinin ya da aktarılmasının imkânı, okulun değer üretme işlevi ve bunun meşruiyeti ve dünyada yaşanan dönüşümler gibi temalar ana akım yaklaşımlar tarafından dışlanmış görünmektedir. Bu doğrultuda genel olarak eğitim ve okulun ontolojik boyutlarına ilişkin bir çözümleme ve sorgulamanın ışığında değerler konusunun ele alınmasının önemli bir gereklilik olduğu söylenebilir. Bu bağlamda bu çalışmanın temel amacı modern okula yönelik eleştirilerden yola çıkılarak, okulların değer üreten fabrikalar olarak görülmesinin sonuçlarının değerler eğitimi çerçevesinde tartışılmasıdır. Bu tartışmanın okulun ve eğitimin niteliklerinin daha iyi anlaşılmasına ve değerler eğitimi yaklaşımlarının bu temelde sorgulanabilmesine katkı sağlaması beklenmektedir.
Akdeniz Medical Journal
Erişkin çağda hipertansiyon, genel populasyonun büyük bir kısmını etkileyen bir sağlık sorunudur. Çocukluk çağında daha nadir olduğu bilinmekle beraber pediatrik hipertansiyon özellikle son yıllarda giderek önem kazanmış ve ciddi bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Çocuk ve ergenlerde artan obezite salgını ile beraber hipertansiyon prevalansında artış meydana gelmektedir. Hipertansiyon, vücuttaki birçok metabolik bozukluğa ve erişkin çağ hipertansiyonuna yol açabileceğinden önlenme ve tedavisi çok önemlidir. Çocuklarda normal kan basıncı değerleri yaşa, cinsiyet ve boya göre değişir; bu nedenle, çocuklarda hipertansiyonun nasıl teşhis edilip tedavi edileceğine dair artan farkındalık, giderek artan bu yaygın durumla mücadele etmek için gereklidir. Hipertansiyon tedavisi için farmakolojik yöntemler ve yaşam tarzı değişikliklerini içeren nonfarmakolojik tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Beslenme yönetimi, fiziksel aktivite, obezlerde ağırlık kaybı gibi yaşam tarzı değişiklikleri hem farmakolojik hem de nonfarmakolojik tedavi sırasında hipertansiyonun kontrol alınmasına yardımcı olur. Obez hipertansiyonlu çocuklarda fiziksel aktivitenin de artırılması yoluyla ağırlık kaybının kan basıncı değerlerinde düşüşler sağlayacağı belirtilmektedir. Çocuk ve ergenlerde tuz tüketimi sınırlandırılmalıdır. Akdeniz tipi diyet ve DASH(Dietary Approach to Stop Hypertension) diyeti uygulanarak çocuk ve adölesanların yeterli mineral ve vitaminleri almaları ve yağ tüketiminin azaltılmasıyla sağlıklı beslenmeleri sağlanarak hipertansiyon kontrol altına alınabilir.
Zeitschrift Fur Die Welt Der Turken Journal of World of Turks, 2011
Bu calisma sosyal bir kategori olarak cocukluk uzerine yeniden dusunmeyi amaclamaktadir. Eski cocukluk paradigmasi cocuklari gundelik yasamin kucuk yetiskinleri olarak sosyal statunun en alt basamagina yerlestirmistir. Cocuklarin dusuk statusu onlari elverissiz kosullarda yasamaya mahkum etmistir. Gunumuzde yasanan sosyal esitsizlikler ve bu esitsizliklerin yol actigi riskler, cocuklugun yeniden tanimlanmasina ve yapilandirilmasina gerekce olusturmaktadir. Cocuklarin sosyal bir kategori duzeyinde tanimlanmasi ve mevcut statulerini degistirme ihtiyaci, modern cocukluk paradigmasi acisindan bir baslangic olacaktir. In this study, it is aimed to rethinking about childhood as a social category. Old childhood paradigm embedded children in bottom step of social status as little adults of daily living. Lower status of children obliged them to live in unfavourable conditions. Today's social inequalities and risks due to these inequalities is a basis for childhood to be redefined and restructured. The need for defining the childhood in a social category level and changing their existent status will be preliminary in terms of modern childhood paradigm.
Önsöz Modernlik ve modernite, son yılların popüler kavramlarından biri olmuş durumda. Üzerinde çok düşünülüp derinlemesine tahliller yapılamasa da, konuşulmaya halen devam edilmekte. Kavramların tahlili fikir sahipleri ve ideolojik düşünenler için çok önemlidir, her kavram devşirilmesiyle birlikte, hayata müdahil olmaya ve yaşam şeklini dönüştürmeye başlar. Dolayısıyla algılarımızdan başlayan bu değişim, dikkatli olunmazsa kişinin inandığı ilkelerine olan samimiyetine olmuşuz etki eder ve zamanla da tevilini, tevilin ardından tahrifine yol açar. Özellikle Müslümanların iki yüzyıldır, düşüncelerindeki donukluk ve yeni bir versiyon üretememe, batının dayattığı kavramların ve onların yol açtığı tahrifin önünde duramamalarına yol açmış, bin yıldır sürekli etken ve etkileyen, sunan ve dönüştüren olan Müslümanlar son iki yüzyılda, adeta nehirlerin tersine akmasına benzer bir dönüşüm yaşamaktadır. Bu gün Modern Dünya nedir şeklinde bir soruyla araştırma yapılsa, kesinlikle derinlemesine bir tahlille karşılaşmayız ve cevaplar tamamen modernliğin asıl yapmak istediğinden ve yapmakta olduğundan uzak olacaktır. Müthiş bir taklit hastalığına kapılan doğu dünyası, batının kendisine sunduğu altın kadehteki hoş görünümlü ve etkisi onlarca yıl sonra beliren zehri hiç soluk almadan içmektedir. Bu nedir diye herhangi bir soruyu sorma ihtiyacını bile duymayan edilgen insanlar topluluğu, işbirlikçi kılavuzlarla birlikte yoluna devam etmekte.
İletişim: Araştırmaları Dergisi, 2004
2018
Sanayi devriminin ilk yillarinda isletmelerin birbirlerinin uretim tarzlarini kopyalamak, hammadde iyilestirmesi saglamak ve uretimdeki fireleri azaltmak suretiyle surdurulebilir rekabet avantajlarini kazanip/kaybetmesi oldukca kolay bir sekilde gerceklesmistir. Fakat modern isletmecilik sistemlerinin gelismesiyle birlikte rekabet avantajini saglayan varligin “insan kaynagi” oldugu anlasilmis ve isletmeler kopyalanamayan tek kaynak olan insana bakis acilarini degistirmislerdir. Bakis acilarinda yasanan degisimle birlikte calisan performansinin olculmesi ve degerlendirmesi zorunlu bir hal almistir. Bu arastirmada sanayi devriminin gerceklesmesiyle beraber degisen calisma kavrami ve artan verimlilik ihtiyacina deginilecektir. Bu bilgiler isiginda performans degerleme sistemlerinin dogusu incelenecek, klasik ve modern performans degerleme sistemlerinin teorik karsilastirilmasi yapilarak bu degisimin nedenine vurgu yapilacaktir.
Öz Nureddin Ferruh, 1896'da-henüz 17 yaşındayken-pek çok ustanın var olduğu Osmanlı edebiyat ortamında kendi şiir anlayışını bir manifesto olarak yazma ve yayımlama cesareti gösterir. Bu manisfestoda savunduğu yeni bir şiir anlayışının fikrî temelleri dönemin bütün genç yazarları üzerinde etkili olan Recâizade Mahmud Ekrem'in Talim-i Edebiyat'ında, esin kaynağı ise Abdülhak Hâmid'in şiirlerinde ve tercüme şiirlerdedir 1. Nitekim Nureddin Ferruh kendi şiir anlayışını açıklar ve savunurken Recaizâde Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hâmid'in şiirlerinden alıntılar yapar ve bu vesileyle kendi bakış açısını ve varsayımlarını meşrulaştırmaya çalışır. Onun yaşına göre pek cüretkâr olduğu söylenebilecek bu hamlenin ardında, Batılı bir eğitim/ öğretim yordamıyla hiyerarşi algısı örselenmiş (yahut teşekkül etmemiş) yeni bir neslin mensubu yani postmodern bir çocuk olması vardır. Abstract In 1896, when he was only 17 years old, Nureddin Ferruh ventured to publish his particular understanding of poetry as a manifesto in the presence of numerous masters * Dr. Öğr. Üyesi. Karadeniz Teknik Üniversitesi. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. [email protected]
Tez, 2020
Harf inkılabı öncesinde Osmanlı Türkçesi ile yazılmış birçok eser bulunmaktadır. Bu eserlerden bazılarının günümüz Türkçesine aktarımı yapılmışken bazıları ise hala aktarılmayı beklemektedir. Bu eserlerin geçmişe ışık tutması ve geleceğe yön vermesi açısından oldukça değerli olduğu düşünülmektedir. Cumhuriyetimizin başlangıç yıllarında yazılmış, çocuk şarkıları üzerine belli başlı kitaplar bulunmaktadır. Bu kitaplardan biri de Milli Kütüphane'de bulunan 1928 yılında basılmış "EHT 1947 A 73" yer numaralı Necati Bey'e ait olan "Notalı Yeni Çocuk Şarkıları: İlk Mektep 1 ilâ 5 Sınıf" isimli kitaptır. Bu kitabın içerisinde bestesi Necati Bey'e ait 72 adet çocuk şarkısı bulunmaktadır. Bu 72 adet şarkının ton, ritim, form, konu, ses sınırları, çok seslilik ve güftekâr gibi unsurlar üzerinden analizi yapılmış ve yorumlanmıştır. Bu araştırma Necati Bey'in müzik tarihimizde çocuk şarkıları bestecisi olarak kazandırılmasının yanında bestelerinin de çocuk şarkıları repertuvarına kazandırılması amaçlanmıştır. Bu araştırma Osmanlı Türkçesi ile yazılmış olan kitabın, müzik eğitiminde kullanılması, dönemin müzik eğitimi anlayışını ortaya çıkartması ve o döneme ait çocuk şarkıları kitapları üzerine yapılacak olan çalışmalara katkıda bulunması açısından önem taşımaktadır. Bu çalışmada tarihsel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Veriler doküman inceleme tekniği ile toplanmıştır. Evrenin tamamına ulaşılan bu çalışmada örneklem yoluna gidilmemiştir. Sonuç olarak, şarkıların dönemin müzik öğretim programındaki, müzik öğretimine ilişkin talepleri karşıladığı görülmüştür ve şarkıların büyük bir bölümünün dönemin ilkokul müzik eğitiminde kullanılabilecek düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca eserlerden birinin çocuk şarkısı olmadığı birinin de Necati Bey'in kendi bestelediği İstiklal Marşı olduğu görülmüştür.
5. Toplumsal Cinsiyet Adaleti: Demografik Dönüşüm ve Kadın, 2019
Türkiye'de 1978-2013 yılları arasındaki dönemde, toplam doğurganlık oranı yaklaşık olarak yarı yarıya düşmüştür. Bu azalmaya etki eden çeşitli faktörlerden biri geç modern olarak adlandırabileceğimiz son kırk yılda anneliğin ve çocuk sahibi olmanın algılanışı ve çocuğun ebeveynler için sahip olduğu anlamın değişmesidir. Hays’ın yoğun annelik olarak kavramsallaştırdığı günümüzdeki hakim annelik ideolojisi üç söylemi birleştirmektedir. Bunlar bünyesinde risk ve düşünümselliği barındıran ekoloji, çocuk gelişimi ve psikolojisi ile üçüncü dalga olarak adlandırılan özcü feminizme ait söylemlerdir. Daha çok insanlar tarafından üretilen küresel riskler karşısında çocuk, daha anne karnındayken başlayan doğal gıdalar bulmak, radyoaktif etkilerden kaçınmak, kirli havadan uzak durmak gibi “geç modernite”ye özgü kaygılar, çocuk büyürken artarak sürmektedir. Artan risk ve kaygıların yanı sıra toplumsal her alanda yaşanan hızlanma ve gelip geçicilik karşısında kadınlar anne kimliklerini düşünümsel olarak inşa etmek durumundadır. Anne kimliğinin düşünümsel olarak oluşturulmasında ve risklerin tanımlanmasında referans noktası ise uzman bilgisidir. Çocuk gelişimi ve psikolojisi alanlarında üretilen bilgiye referansla ortaya çıkan riskten kaçınma davranışı ve anne kimliğinin düşünümsel inşası, aynı zamanda çocukların ve annelerin bugüne kadar hiç olmadığı kadar gözetlenmesi ve izlenmesi ile sonuçlanmaktadır. Özellikle dijital platformlar hem annelerin kendi kendini gözetlediği bir yeni gözetim türü oluşturmakta hem de anneliğin samimi deneyimlerini metaya dönüştürmektedir. Bu platformların ideal anneye dair söylemlerin yayılmasında üstlendiği işlev ile annelik tüketim kültürü içerisine konumlandırılmakta ve tüketim kültürü ile bağlantılı olarak anne kimliğine dair belli bir imaj üretilmektedir. Anneliğe dair kavramları ve çağdaş teoriyi geliştiren feminist yazın içerisinde anneliğe dair yapılan tartışmalar ise kadın hareketinin tarihsel gelişimi ile paralellikler göstermektedir. Türkiye özelinde ise annelik konusunda söylemsel düzeyde ikinci ve üçüncü dalganın bir aradalığından bahsetmek mümkündür.
DergiPark (Istanbul University), 2022
Son yıllarda bilişsel sosyolojinin öne çıkmasıyla birlikte, gittikçe daha fazla araştırmacı, insan bilişinin kültürel kökleri ve kültürün eylemi motive ettiği bilişsel mekanizmalar üzerinde çalışmaktadır. Bu yönelimin bir neticesi olarak sosyal bilişsel gerçeklikle ilişkilendirilen, yorumlayıcı kültürel analiz yaklaşımlarına dair literatür hızla gelişti. Bilişsel sosyolojinin kültürel geleneği, insan bilincinin kültürel gruplara ve tarihsel akışa göre nasıl değiştiği ile ilgilidir. Bu teoriye göre, bir aktör, özneler arası dünyaya girerken, aynı zamanda bilişsel olarak da sosyalleşir ve nesnelere başkalarıyla ortak anlam verir. Birey, bir yandan kültürel bilişselliği deneyimlerken, diğer yandan, kasıtlı failler olarak anladığı "öteki" insanları, sosyal gerçekliğin optiğinden görür. Kişisel ve toplumsal benliğini bu şekilde inşa eden aktör, ileriki aşamada, dünyadaki düşünce toplulukları ile iletişimsel eyleme geçerek, sosyal ve kültürel kimliğini test eder. Bu çalışmada, eylemi etkileyen kültürel mekanizmaların ampirik incelemesine girmeyeceğiz. Bilişsel sosyal gerçekliğin gündelik yaşamda konsept kullanımını ortaya çıkartan gerçeklik biyografisini ele almaya çalışacağız. Ayrıca, yeniden üretimi, düşünümsel mekanizmaya dönüştürecek şekilde, daha fazla iletinin bilişsel kapasiteye ulaşmasına neden olan gerçekliğin sosyal pozisyonunu etraflıca inceleyeceğiz. Bunun için de kültür sosyolojisinin tarihsel anlatımından çok, modern bilişsel sosyolojiye veri sağlayan sosyal bilişsel sürecin ana noktalarına özet olarak değineceğiz. İnsan bilişinin kültürel kökleri bilişsel farklılıkları bir ölçüde açıklar. Günümüzün işlevsel gerçekliğini biçimleyen Batı bilincinin arkasında başka bir deneyimsel farkındalık olduğu aşikardır. Gecikmiş modernitede, sosyal gerçekliği oluşturan fenomenlerin mekanizmaları, gündelik yaşamda farklı bağlamsal durumlara atıfta bulunduğu için, eylemliliğin düşünümsel neticesi, bilişselliğin standart zamanında sapmalara neden olur. Bilişsel deneyimin karakterine odaklandığımız bu makalede, bilişsel gerçekliğin asimetrik konumlanışını esas alarak, özellikle gecikmiş modern toplumlarda, farklı bir eleştirel gerçeklik açıklamasının bireysel ve toplumsal zorunluluk haline geldiğini savunacağız.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.