Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2017
…
130 pages
1 file
ÖZETKabare tiyatrosu; toplumsal, politik, kültürel hemen her konuda oluşan yozlaşmayı ince bir mizahi dille hicveden, doğaçlamaya açık bir şaka tiyatrosudur. Türkiye’de kabare tiyatrosunun ilk örneği 1967 yılında kurulan Devekuşu Kabare’dir. Kuruluşundan bu yana elli yıl geçmesine, ülkede sosyal, siyasal, kültürel, teknolojik birçok yenilik ve değişiklik yaşanmasına rağmen Devekuşu Kabare hep konuşulmaya ve izlenmeye devam eder. Oyunların yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu platformlarda hala izleniyor ve paylaşılıyor olma sebeplerinden biri, insanların içinde bulundukları sosyo-politik süreci eleştirebilmek ihtiyacını karşılamaktır. Bu çalışmada bu düşüncenin doğruluğunun araştırılması amaçlanmış ve bugünün sosyal medya kullanıcısının topluluğun oyunlarıyla kurduğu ilişki biçimi anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Bu sebeple en çok kullanılan dört sosyal paylaşım sitesi YouTube, Facebook, Twitter ve İnstagram’da paylaşılan Devekuşu Kabare videolarının altındaki kullanıcı yorumların...
Kurgu, 2017
Mizah, kendi toplumunda varlık bulan, toplumunu yansıtan bir olgudur. Yaratıldığı sosyal çevrenin kültürünü, tarihini içinde barındırır; eleştirel bir yanı bulunur. Mizahla ilişkilendirilen olgulardan biri de gülmedir; çünkü gülme de mizah gibi, içinde yıkıcılık ve eleştirellik gibi özellikler barındırmaktadır. Her mizahi ürün gülmeye yol açmadığı gibi her gülme de mizahi bir ürünün sonucu değildir. Mizah yoluyla iletişim, her toplum gibi Türk toplumunda da hayatın önemli bir parçasıdır. Mizahın kollarından biri olan karikatür, çizgiyle mizah yapma sanatı olarak tanımlanmaktadır. Karikatürün önemi, sayfalarca yazı veya saatlerce konuşmanın anlatamadığı olgu ve olayları çizgiyle aktarabilmesinden ve evrensel bir dil taşıyabilme potansiyelinden kaynaklanmaktadır. Malzemesi karikatürler ve mizah yazıları olan mizah dergileri de gülmenin, mizahın ve karikatürün özelliklerini barındırdıklarından ve kültürün, geçmişin karikatürize edilmiş verilerini içerdiklerinden önemlidirler. Bu nedenle bu çalışmada güncel mizah dergilerinden en yüksek tirajlı Uykusuz mizah dergisi ele alınmıştır. Ana akım medyaya alternatif olarak değerlendirilen mizah dergilerinin bir temsilcisi olarak bu derginin, toplumsal eleştirideki rolü araştırılmış ve derginin gündemi konu alan kapak sayfaları incelenmiştir. Bu inceleme nitel araştırma yöntemleri çerçevesinde, içerik analizi yoluyla bir doküman incelemesi biçiminde yapılmıştır. Elde edilen veriler eleştirel yaklaşım kapsamında, alanyazında bulunan ifadelerle karşılaştırılarak yorumlanmıştır. Sonuçta Uykusuz dergisinin, toplumsal eleştirinin bir temsili olarak ifade edilip edilemeyeceği eleştirel bir yaklaşımla tartışılmıştır.
Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2020
Siyaset, en kısa ifadesiyle devletlerin yönetilmesidir. Ülkelerin idare edilmesi ve kalkınmasında çok önemli bir yere sahip olan siyaset kurumu; tarih, sosyoloji, iktisat, ekonomi vb. birçok alanla ilintili olan bir kurumdur. Bu tür alanlardan/bilimlerden hareketle ilgili dönemin devlet yönetimi, politikaları, politikacıları vb. hakkında çeşitli bilgiler elde edilebilir. Edebiyat sahasında ise şiir, roman, anı, günlük, seyahatname vb. türlerden hareketle ilgili dönemlerin sosyo-politik izlerine ulaşılabilir. Bu çalışma, 1980 yılında yayımlanmış olan Politikada Bir Sarıçizmeli romanından hareketle ilgili dönemdeki siyaset kurumlarının toplumdaki yansımalarını ve bu kurumlardaki yozlaşmaları/eksiklikleri tespit etmeyi amaçlamaktadır. Politikada Bir Sarıçizmeli romanı, politika muhabirliği yapan ve bu süreçte siyaset kurumunu ve politikacıları yakından tanıma imkânı bulan Recep Bilginer tarafından kaleme alınmıştır. Çalışmada bu romanın seçilmesinin temel gerekçesi de yazarın bu özelliğidir.
The Journal of Social Science, 2020
Özet Jacques Rancière çağdaş siyaset felsefesinin en önemli figürlerinden biridir. Onun çalışmaları hem siyaset felsefesinin içinde hem de siyaset felsefesine karşı olarak konumlanmaktadır. Bu metinde, siyasal olanın görünürlüğe çıkma biçimi olan davalaşma kavramının ne olduğu ve davalaşmanın nasıl gerçekleştiği soru konusu edilmiştir. Davalaşmayı gerçekleştirecek olan özneler topluluğuna birlikte-varlık derken bununla neyi kastettiği ve birlikte-varlık ifadesini devraldığı felsefî yaklaşımdan ne şekilde yararlandığı ve ondan hangi bakımlardan ayrıldığı açıklanmıştır. Davalaşmanın eşitlik ve eşitsizlikle olan ilişkisi ve davalaşma yoluyla eşitlikteki eşitsizliğin görünür olma biçimi incelenmiştir. Buna göre eşitlik iddiasının politikanın başlangıcından itibaren var olduğu ve toplumun teşkilinden itibaren var olan bu eşitlik ağından kurtulmanın neden mümkün olmadığı ele alınmıştır. Bu minvalde, politik özneleşme sürecinde davalaşan birlikte-varlığın neden eşitlikçi bir toplum kurma iddiasında olmaması gerektiği açıklanmıştır. Abstract Jacques Rancière is one of the most important figures of contemporary political philosophy. His works are positioned both within and against political philosophy. In this text, the question of what is the concept of litigation, which is the form of visibility of the political and how the litigation takes place, is questioned. It is explained what is meant by being-together to the group of subjects who will make the litigation. It is also clarified how it benefited from the philosophical approach from which it took over the expression being-together, and in what ways it was separated from it. The relationship between the litigation and equality/inequality was investigated. Also, the way in which inequality in the equality is visible through litigation is examined. Accordingly, it has been determined that the claim of equality exists since the beginning of politics and why it is not possible to get rid of this equality network that has existed since the formation of society. In this sense, it is clarified why the being-together, which litigates in the process of political subjectivity, should not claim to establish an equal society.
Labor migration from Turkey to European countries started with Germany in the 1960s and then continued to different countries. With the labor agreement signed with Austria in 1964, the population of Turkish citizens who migrated has reached approximately 275, 000 today. This labor migration already has different dimensions. Different dynamics in Turkey's social structure also constitute the main factors affecting these dimensions. Alevis who migrated from Turkey have an important place in this social structure. The Alevi community, which started to form associations across Europe at the beginning of the 1990s, has a structure that is recognized as "faith" throughout Austria and acts differently from other Muslims. The current situation of this structure and its effects on Turkey also occupy an important position on both religious, political and social grounds. The position of the Alevi community in Turkey, from the Ottoman Empire to the early republic, from the 1960s to the 1990s and until today, has come to a level that needs to be rethought and discussed by encountering certain problem areas at the breaking points. The manifestations of this situation in Europe and its effects on Turkey are also at a point where they find a response on the political ground. The main debates, which have the potential to be constantly on the agenda in an important part of Turkey's political memory, necessitate acting in an interdisciplinary position and on a sociopolitical ground. In this study, the migration process of Turks in Austria, the general situation of Muslims and their legal positions will also be given. Basically, the migration process of the Alevi community living in the city of Innsbruck in the Austrian Tyrol province, the problems they experienced there, their demands and expectations towards Turkey, their association process in Austria and the rights they "won" were discussed through a qualitative research.
Hadisler, tespit ve değerlendirme kriterleri açısından çeşitli yaklaşımlara konu olmuştur. Bu kriterlerin neler olduğu ve uygulanıp uygulanmadığı ya da nasıl uygulanması gerektiğine ek olarak, öznellik sorunu rivâyetlerin kabul/reddedilmesi ve anlaşılmasında da önemli etkiye sahiptir. Bir rivâyetin Kur'an'a ve sahih sünnete, tarihe, akla uygunluk kriterlerine arz ederek tespiti ve anlaşılmasına katkı sağlayacak unsurlardan biri de sosyo-kültürel ortama dair bilgilere sahip olmaktır. Rivayetlerin anlaşılmasında dirâyetü'l-hadı� s ilimleri içinde özellikle sebebi vürûdun bilinmesi öncelikli konular arasındadır. Sebebi vürûdun tespiti mümkün olmadığı durumlarda ise rivayetin ilişkili olduğu konu bütünlüğü ve içerdiği sosyo-kültürel bağlama ilişkin kavramlar önemlidir. Bu çalışmanın amacı, "câhiliye ölümü" temasının din dili içinde hangi unsur ya da unsurlara karşılık geldiğini, aynı zamanda musanniflerin hadisleri ele aldıkları bağlam ve konu bütünlüğünü dikkate alan bir okuma imkânı ile rivâyetin özünü tespit ve mesajını anlama çabasıdır. Bu araştırmada Kütüb-i Sitte rivâyetleri esas alınmış ancak bir senet incelemesine yer verilmemiştir. Araştırmada ihtilaflara yer verilmeksizin, rivâyetlerin fıkhı� boyutu ve hilâfet, biat, bağy ve devlet başkanına karşı çıkmak (hurûc) boyutları geleneksel hadis yorumculuğu çerçevesinde değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, zahiren küfür ve şirkle ilgili olduğu düşünülen rivâyetlerin, musanniflerin ve şârihlerin ele alış tarzından hareketle sosyo-politik alanla ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden günümüze kadar denilebilir ki Türkiye genel olarak yüzünü Batı dünyasına çevirmiştir. Bu dönüşün sebepleri arasında uluslararası sistemdeki birçok stratejik değişim gösterilebilir. Örneğin, İtalyan Faşizmi, Nazizm, Soğuk Savaş, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin yıkılması vb. Fakat yeni Cumhuriyet’in kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle bu dönüşün temel sebebi Batı modernliğini yakalayabilmekti. Ve bu kapsamda Türkiye bu dönüşümün olumlu sonuçlarını elde etmiş ve 1990’lara kadar bölgedeki küçük güçlerden biri olmayı başarmıştır. 1999’da dünya genelinde ileri veya gelişmekte olan en büyük yirmi ülkeden oluşan G-20’ye katılması Türkiye’nin bölgedeki rolü açısından önemli bir aşama olarak dikkate alınmıştır. Ve akabinde 2002 itibariyle Türkiye’de hükümet etme fırsatı yakalayan AK Parti uyguladığı proaktif dış politika anlayışı ile Türkiye’yi bölgedeki orta-ölçekli güçler arasına sokmayı başarmıştır. Bu bağlamda bir dönem SCCB’ye ve Komünizm’e karşı bariyer olarak görülen Türkiye yeni dünya düzeni içerisinde Orta Doğu/Orta Asya ile Avrupa arasında bir köprü olarak görülmeye başlanmıştır. Buna ek olarak son dönemde ise Müslüman ülkeler için rol model olarak gösterilmektedir.
Kamusal kentsel mekânlar yalın olarak, ortak kullanıma açıklıkları ile nitelenebilirler. Bu söylemin varoluş zemini kamusallık yükleminin getirdiği ortak kullanıma, erişime açık olma üzerine olan örtülü uzlaşmadır. Ancak uzlaşma bağlamının içeriğinin sorunsuz olduğunu söylemek kolay değildir. Kamusallığın gönderme yaptığı toplumsal, politik, ekonomik alanların tamamı pratikte eşitsizlikler içermektedir ve aynı türden biyolojik birer varlık olmanın asgari ortaklığı dışında aralarında neredeyse hiçbir ortaklık bulunmayan kümelerden söz etmek olanaklıdır. Bu bağlamda kümelerin ortaklığa katılımlarının düzeylerinde kayda değer farklılıklar olduğu rahatlıkla görülebilir. Bu bir bakıma teorik olarak eşdeğer ortaklık üzerinden tanımlanan belirsiz bir varoluşun pratikte egemenlik ilişkileri içinde yeniden tanımlandığı, kurulduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ilişkilerin dinamikliği ölçüsünde ortaklık düzeyinde kaymaların olabileceğinin de var sayılması gerekli hale gelmektedir. Bu çelişkin, belirsiz içeriği nedeniyle kentsel mekânı niteleyen kamusallığın irdelenmesinde ve kentsel mekâna olan içeriksel ve biçimsel katkılarına değinilmesinde yarar görülmektedir.
kitaphaber.com.tr, 2022
Paul Lafargue, Tembellik Hakkı adlı eserinde kapitalizmin egemen olduğu toplumlarda insanlığı inim inim inlettiğini, çeşitli yoksunluklara, eksikliklere yol açtığını, insanlığın yaşam enerjisini tüketecek kadar ileri bir boyuta taşıdığını vurgular. Geçmişten günümüze çalışmanın kutsandığını belirten Lafargue, çalışmanın idealize edilerek, bir tür mecburiyet haline dönüştürüldüğünü, kişinin çalışmasının ulusların/toplumların kalkınmışlık seviyesiyle eşdeğer tutulduğunu, bu yüzden temel ihtiyaçlar haricinde tüm vakitlerin çalışmaya aktarılmasını eleştirmektedir.
Kültür ve İletişim (culture&communication), 2023
Öz 1960’ların sonlarında Amerikan Üniversitelerinde ilk olarak ortaya çıktığında Politik doğruculuk kavramı, en genel haliyle konuşurken ve davranışlarımızla başta etnik, dinsel, kültürel ve cinsel azınlıkları olmak üzere başkalarını incitecek ifade ve davranışlardan kaçınmayı ifade etmek için kullanılmıştır. 1980’lerin sonlarından itibaren politik doğruculuk üniversite kampüslerinin dışına taşarak Amerikan kamuoyunda ve güncel siyasetinde kendine yer bulmuştur. Kavramın kamuoyunda yaygın bilinirlik kazanması, özellikle muhafazakâr yazarların ona getirdiği, tartışmanın kapanmasına ve hoşgörüsüzlüğün büyümesine yol açtığı eleştirileriyle olmuştur. Bu eleştirilerle kavram, kendi işaret ettiği anlamdan uzaklaşmış ve karşıtlarının ona atfettiği olumsuz anlama bürünmüştür. Bu yeni anlamla politik doğruculuk, yeni bir ideolojik hoşgörüsüzlüğü ve bağnazlığı ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Kavramın yaşadığı bu anlam kayması muhafazakârlar için kullanışlı bir siyaset yapma olanağını da onlara kazandırmıştır. Çalışmayla amaçlanan, politik doğruculuğun yaşamış olduğu bu anlam kaymasını ortaya koymak ve onu politik doğrucuların kullandığı şekliyle kapsayıcı bir şekilde açıklamaktır. Bununla birlikte politik doğruculuk karşıtlarının, kavramı neden hedef tahtasına koydukları ve bunun onlara ne gibi bir siyaset yapma olanağı sağladığı da ele alınmaya çalışılmaktadır. Bunun için politik doğruculuğa ilişkin metinler ve onun karşıtlarının yapmış olduğu eleştiriler ve siyasetçilerin söylemleri üzerinde durulmaktadır. Sonuç olarak, politik doğruculuk taraftarlarının yapmış olduğu eleştirilerin önemli bir bölümü haklı olmakla birlikte, kimi eleştirilerinin tarihsel ve toplumsal bağlamdan kopuk olması, kavramın karşıtlarının bazı eleştirilerine de fırsat sunmaktadır. Bununla birlikte, politik doğruculuk karşıtları bu eleştiri noktalarını popülist bir söylemle genişleterek, politik doğruculuğu karşıt bir ideolojik kamp olarak yansıtmaya çalışmaktadır. Bu yaklaşım George H. W. Bush ve Donald Trump gibi muhafazakâr siyasetçilerin söylemlerinde de kendine yer bulmuştur. Abstract When it first appeared in American Universities in the late 1960s, the concept of political correctness was used to express the avoidance of expression and behavior that would hurt others, especially ethnic, religious, cultural and sexual minorities, when speaking and by our behavior. Since the late 1980s, political correctness has spread beyond the university campuses and find its place in the American public and current politics. The concept gained widespread public awareness, especially with the criticism that conservative writers brought to it, leading to the closure of the debate and the growth of intolerance. With these criticisms, the concept moved away from the meaning it refers to and took on the negative meaning that its opponents ascribe to it. With this new meaning, political correctness began to be used to express a new ideological intolerance and bigotry. This shift in meaning of the concept has given conservatives the opportunity to make a useful policy. The aim of the study is to reveal this semantic shift experienced by political correctness and to reposition it within the framework used by political correctness. In addition, it is tried to be discussed why the opponents of political correctness put the concept on the target board and what kind of politics this gives them the opportunity to do. For this purpose, the texts on political correctness and the criticisms of its opponents and the discourses of politicians is emphasized. As a result, while most of the criticisms made by the supporters of political correctness are justified, the fact that some of their criticisms are disconnected from the historical and social context also provides an opportunity for some criticisms of the opponents of the concept. However, opponents of political correctness try to reflect political correctness as an opposing ideological camp by expanding these points of criticism with a populist discourse. This approach has also found a place in the discourses of conservative politicians such as George H. W. Bush and Donald Trump.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Uluslararası Kurban Sempozyumu, 8-9 Aralık 2007, 2007
Trabzon İlahiyat Dergisi
İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2023
Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 2010
Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 2019
Gazete Duvar, 2020
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 2017
Keçiboynuzu Pekmezi Üzerine Nitel Bir Araştırma Silifke Örneği, 2016
Yeniden Akdeniz Ekoloji, Sayı 2, 2021
Dünden Bugüne SOSYOLOJİ, 2021
OPUS © Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi-International Journal of Society Researches , 2018
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2018
Star-Açık Görüş, 2023
Art-e Sanat Dergisi, 2017
Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2020