Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2021
…
27 pages
1 file
Bu bölümde, sosyal hizmet mesleği ile insan hakları ve sosyal adalet arasındaki bağlantının niteliği tartışmaya açılacaktır. Bu bağlamda, meslek ile söz konusu ilkeler arasında kurulabilecek bağlantının tesadüfi mi, yoksa zorunlu mu olduğu, olana mı, yoksa olması gerekene mi işaret ettiği, bir temenni mi, yoksa tarihsel açıdan kurulmuş bir bağlantı mı olduğu sorularına yanıt bulunmaya çalışılacaktır. Bu çabanın ardından, bu ilkeleri değersiz kılan neoliberal ekonomik politikalarla birlikte, mesleğin önüne çıkartılan zorluklara değinilecektir. Bölüm, karşı karşıya kalınan tüm zorluklara rağmen sosyal hizmet mesleğinin bir insan hakları ve sosyal adalet mesleği olarak sürdürülmesi gerektiği iddiasıyla, bu konuda sosyal hizmet uzmanlarına düşen sorumluluklara ilişkin değerlendirmeyle sonlandırılacaktır.
International Symposium on Family Contemporary Opportunities / Threats Towards the Sustainability of Family Institution, 2020
Aile kurumunun bekası, ailenin, özel olarak gözetilmesi gereken üyesi çocuğun bekasından ayrı düşünülemez. Çocuğun ‘çocuk’ olmaktan kaynaklı korunması gereken çıkarları vardır. Bunun temelinde çocuk bireylerin fiziksel ve bilişsel kapasitelerinin bir yetişkine kıyasen geride olması gerçeği yer alır. Bu vakıa uluslararası hukuk tarafından da kabul görmüş ve düzenlenmiştir. ‘Çocuğun üstün yararı’ kavramı ilk defa 1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi ile ortaya çıkmış, ancak o zamandan beri kavramın kapsamı ve içeriği ile ilgili tartışmalar süregelmiştir. Daha sonra 1996 Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin 1/2 maddesi ile de teyit olunan bu kavram üzerinde mutabık olunan husus ise kavramın yeterince somutlaştırılamamış ve detaylı biçimde tanımlanamamış olduğudur. Tanımın netleştirilmemiş olması hukuki öngörülebilirliği ve dolayısıyla kimi zaman hukuki güvenceyi azaltmasına rağmen, olay bazında etkin kılınacak bir formül olarak kavramın esnekliğini ve dinamikliğini sağlamaktadır. Böylece çocuğun menfaatini gözetmenin gerekli olabileceği her durumda yasama organları, kamu ya da özel kurumlar, uygulayıcılar ve mahkemeler yapacakları işlemlerde bu menfaati göz önünde bulundurmakla yükümlü kılınmışlardır. Buna rağmen ulusal hukuklardaki uygulamalarda bu hükmün çocukların uluslararası antlaşmalar ile güvence altına alınan çıkarlarının korunması noktasında yeterliliği şüphelidir. Bu nedenle bu çalışma, sözü edilen kavramın hukuki olarak bir ‘temel ilke’ haline gelmiş olduğu kabulünden hareketle, kavramın derinlemesine incelenerek uygulamacılara ışık tutacak şekilde netleştirilmesini amaçlamaktadır. Bu minvalde kavramın maddi hukuka ilişkin bir içerik sağlamaktan ziyade bir ‘temel ölçüt’ işlevi yerine getirdiği söylenebilir. Dolayısıyla yetişkin bireylerin çocuk bireyler hakkında karar verirken ya da onlar adına herhangi bir işlemde bulunurken göz önünde bulundurmakla yükümlü oldukları usulî bir kuraldır.
Küresel kapitalist hegemonyanın her geçen gün açık şiddetini ve her türlü demokratik potansiyeli bastırdığı günümüz İmparatorluk koşullarında, sosyal bilim yapmanın da bu tahakkümün bir parçası olup olmadığından emin olmalıyız. Bu çerçevede bazı sorular sorulabilir? Sosyal bilim pratiği küresel kapitalist iktidar ilişkileri içerisinde nerede konumlanmaktadır? Nasıl bir sosyal bilim pratiği küresel kapitalizme karşı bir şekilde gerçekleştirilebilir? Yaptığımız veya yapmakta olduğumuz sosyal bilimsel aktiviteler, temel olarak hangi amaca hizmet ediyor? Küresel kapitalist hegemonya ile sosyal bilim pratiği arasındaki eklemlenme nasıl oluşuyor? Küreselleşme koşulları altında sosyal bilim yapmanın özellikle de Üçüncü Dünya ülkesi koşullarında siyasal anlamı nedir? Kuzey'deki sosyolojinin niteliği ve temel sorunsalları ile Güney'deki sosyolojinin sorunsalları niteliksel olarak birbirinden farklı olmak zorunda mıdır? Yoksa bunun aksine egemen kapitalist hegemonyaya bağlı olarak dünyanın birçok coğrafyasında aynı bilimsel paradigmaların egemen olduğu ve uygulandığı bir sosyal bilime doğru mu gidiyoruz? Eğer durum böyleyse, " yerel " olguların kavranmasında metropolitan, Kuzey kökenli daha çok da Amerikan ve Avrupa merkezli sosyal kuramların yerel olguların açıklanmasında doğrudan kullanılmasının " kültürel emperyalizm " ve " tektipleştirme " bağlamında anlamı nedir? Bu sorular çerçevesinde bu makalede ele alınmaya çalışılan temel sorunsal, Negri ve Hardt'ın çalışmalarında geliştirilen küresel kapitalist hegemonyayı tarif etmek için kullanılan mparatorluk koşulları altında sosyal bilim yapmanın mparatorluğun dışarısına çıkmayı ne kadar mümkün kıldığını belirlemektir. Alatas'ın belirttiği üzere " tutsak akıl " sendromundan kurtulmak için biz Üçüncü Dünya sosyal bilimcileri olarak ne yapmamız gerekir? Ürettiğimiz kavramların, algılama biçimlerinin Batı dünyası ile uyumlu olması gerekir mi? Bu anlamıyla Raewyn Connell'ın Güney teorisi içerisinde gördüğü yaklaşımlar, her ne kadar doğrudan sosyolog kökenli yazarlar tarafından geliştirilmese de, Batılı hegemonyaya karşı bir karşı-hegemonik süreç başlatmakta ve alternatif bir söyleme dayanmaktadırlar. Bu yönde Burawoy bir Güney sosyolojisinin olup olmadığını ve eğer varsa Güney sosyolojisinin temel göstergelerinin neler olduğunu sormaktadır. Güney sosyolojisi Batılı hegemonyayı ve akademik bağımlılık ilişkilerini ters yüz etmektedir. Akademik bağımlılık ilişkileri temel olarak azgelişmiş toplumlardaki bilimsel işleyişin, gelişmiş toplumlardaki bilimsel işleyişe bağımlı olduğu anlamına gelmektedir. Buna göre azgelişmiş ülkelerdeki sosyal bilimciler, gelişmiş ülkelerdeki bilimsel prensipleri, araştırma metodlarının ve kavramlarının pasif alıcısı konumundadır (Alatas, 2006-60-63). Üçüncü Dünyadaki sosyal bilimciler, araştırmaların parasal açıdan desteklenmesi, makalelerinin ve kitaplarının yayınlanması ve yeteneklerinin gelişmesi anlamında Batılı bilimsel kuruma, bu sosyal bilim iktidarına bağımlı haldedir. Bu anlamda Alatas'ın tutsak akıl kavramı bu bilimsel iktidarın görevli memurlarının içinde bulundukları koşulu tanımlamak için devreye sokulmaktadır. Alatas bu zihinsel durumu radikal bir şekilde eleştirmekte ve yaratıcı ve eleştirel bir tahayyül yeteneğine sahip olan bilimsel pratiği inşa etmek gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü Alatas'a göre tutsak akıl temelde yaratıcı değildir ve Batılı düşünce sistemine bağımlıdır. Tutsak akıl temelde bir zihinsel durumu ifade eder ya da daha doğrusu Üçüncü Dünya aydınının içerisinde bulunduğu zihniyet dünyası hakkında bizlere bir fikir verir. Tutsak akıl mevcut toplumunun sorunlarını çözebilecek analitik bir düşünme kapasitesine sahip değildir ya da böyle bir amacı söz konusu değildir. Kendi toplumunun özgün değerlerinden, tarihsel birikiminden tamamıyla uzaklaşmış hatta yabancılaşmış durumdadır. Tutsak akıl kavramı ile Batıdan-zehirlenmiş insan (Westoxicated man) kavramı arasında bu anlamda yakın bir anlam yoğunluğu mevcuttur.
Aydın İktisat Fakültesi Dergisi , 2019
Özet Avrupa Birliği'nin (AB) küresel bir güç olup olmadığına dair birçok akademik tartışma yaşanmıştır. Küresel güç normatif olarak belirli şartlara uymalı ve belirli özelliklere sahip olmalıdır. İhtişamlı bir askeri güce sahip olmak bir ülkeyi küresel bir güç haline getiremez. Küresel bir güç aynı zamanda en iyi beyinleri bünyesinde barındıran, araştırmacılar için çekici olan, fikir özgürlüğüne yer veren ve yaratıcılığa ve yeniliğe olanak sağlayan güçtür. Bu şartların hepsi bir ülkenin iç politikasında yer aldığı halde, o ülkenin göç politikaları bu olanaklara erişime engel olabilmektedir. Avrupa Birliği ve AB üye ülkeleri nitelikli göçmenler için birçok olanak sağlasa da bu olanakların yeterli ve uzun soluklu olmadığı görülmektedir. Göçe olan genel bakış nitelikli göçe olan bakış açısını da etkilemektedir: sirküler göçün promosyonu, sürekli oturum statüsüne geçmekteki zorluklar ve yeteneklerin kullanılamaması nedeniyle kaybolması gibi sonuçlar doğmaktadır. Nitelikli göçmenlerin daha kolay entegre olduğuna dair genel bir kanaat olduğundan nitelikli göçmenler için özel entegrasyon politikaları söz konusu değildir. Ayrıca göçmenlerin dört-beş senelik çalışma sürecinden sonra ülkelerine döneceği varsayılmaktadır, fakat nitelikli göçmenler bu sürenin sonunda eve dönüş konusunda şüpheye düşmektedirler. Bunun yerine, ekseriyetle ulus-aşırı bir hayat sürmeyi tercih etmektedirler. Bu detaylar AB'nin nitelikli göçmenleri kapsayan göç politikalarında dikkate alınmamaktadır. Bu makalede, AB'nin nitelikli göçmenler için politikalarının entegrasyon politikalarıyla uyum içinde oluşturulması gerektiğini savunuyorum. Eğer AB böyle bir girişimde bulunmazsa, Avusturalya, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri gibi geleneksel olarak yetenekleri kendine çeken ve küresel güç sayılabilecek ülkelerin gerisinde kalacaktır. Bu makalede cevap vermek istediğim soru özetle şu şekilde: AB'nin nitelikli göçmenler için dizayn etmiş olduğu göç politikaları AB'nin küresel bir güç olması için yeterli midir? Cevabım 'hayır' ve bu cevabın arkasında yatan nedenler bu makalede açıklanmaktadır.
DergiPark (Istanbul University), 2022
Geçiş dönemi adaleti, herhangi bir ülkede yaşanan sistematik hak ihlalleri sonrası çatışma sürecinden barışa veya diktatörlükten demokrasiye geçiş için gerekli mekanizmaların ortaya çıktığı dönem olarak incelenmektedir. Geçiş dönemi adaleti kapsamında geçmişte yaşanmış hak ihlalleri ile hesaplaşılması, gerekli yargılamaların yapılması, mağduriyetlerin giderilmesi, mağdurların saygınlıklarının iade edilmesi, vatandaş ile devlet arasındaki ilişkilerin yeniden tesis edilmesi ve demokrasinin kurumsallaşması gibi bir dizi tartışma ön plana çıkmaktadır. Bu çerçevede geçiş dönemi adaleti mekanizmalarından biri olarak ortaya çıkan hakikat komisyonları, otoriter rejimlerden demokratik yaşama geçiş aşamasında olan devletlerde oldukça önemli çalışmalar ortaya koymaktadır. Bu komisyonlar belli bir dönem içerisinde yaşanan hak ihlalleri ile hesaplaşma kapsamında ortaya çıkmaktadır. Kurulan bu komisyonlar, hakikatin ortaya çıkarılması ve geçmişte yaşanan acılar ile hesaplaşılması çerçevesinde detaylı bir rapor hazırlamak ile görevlendirilmektedir. Bu makalede, Arjantin'de 1976-1983 yılları arasındaki Videla askeri cunta dönemi ve 1973-1990 yılları arasında Şili'deki Pinochet askeri yönetiminin sebep olduğu ağır hak ihlalleri incelenmiştir. Bu iki ülkede, demokratik yaşama geçiş aşamasında kurulan hakikat komisyonlarının ortaya koyduğu çalışmalar ve hazırladıkları raporlar analiz edilmiştir. Bu çalışma kapsamında, Arjantin ve Şili'de kurulan hakikat komisyonlarının amaçları, yetki alanları, işleyişleri, faaliyetleri ve ortaya koyduğu tespitler incelenmiş ve bu komisyonların geçiş dönemi adaleti, geçmişle hesaplaşma ve barışın tesisi çerçevesindeki rolleri üzerinden tartışma yürütülmüştür.
Cukurova Medical Journal, 2018
The aim of this study was determining the social participation of individuals aged 65 years and above in a region of Nicosia. Materials and Methods: The universe of this descriptive study consisted of 515 individuals aged 65 years and above in Göçmenköy, Nicosia as determined by the population census 2011. Accessing the whole population was intended and the surveyors administered a face to face questionnaire. Results: Of the participants, 57% were females, mean age was 73.0±6.6 years; 68% were married; 78% acknowledged having at least one disease. Only 2.4% of participants declared having a wage-earning job while 16% needed assistance for their daily activities. Technology use was under 50%, excluding cell phone use. Driving and cell phone use were significantly higher among males. Married and junior high school or above educated individuals had statistically higher levels of technology use, independent shopping and walking activities. Conclusion: The social participation of the elderly population, specifically women in this study was insufficient. Restrictions due to aging, other social and physical determinants hinder social participation of the elderly. However, social participation increases the quality of life of the elderly with socioeconomic contributions to the community. The responsibility of the public should be eliminating the barriers of daily life against the elderly. Amaç: Bu araştırmanın amacı, Lefkoşa'nın bir bölgesindeki 65 yaş ve üzeri bireylerin sosyal yaşama katılım düzeyini belirlemek olarak tanımlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı nitelikte olan araştırmanın evrenini, Lefkoşa ilçesi Göçmenköy bölgesinde yaşayan ve 2011 nüfus sayımına göre belirlenen 65 yaş ve üstü 515 birey oluşturmaktadır. Nüfusun tümüne ulaşılması hedeflenmiş, araştırmacılar evlerde yüz yüze anket uygulayarak veri toplamışlardır. Bulgular: Katılımcıların %57'si kadın, yaş ortalaması 73.0±6.6 yıl, %68'i evlidir. Katılımcıların %78'inde en az bir hastalık bulunmaktadır. Katılımcıların yalnızca %2.4'ü gelir getirici bir işte çalışmakta; %16'sı günlük etkinliklerde yardıma gereksinim duymaktadır. Teknoloji kullanımı cep telefonu dışında %50'nin altındadır. Araba ve cep telefonu kullanımı erkeklerde önemli derecede daha yüksektir. Evli olanlarda ve eğitim düzeyi ortaokul ve üstünde olanlarda teknoloji kullanımı, alışveriş yapma, dışarı yalnız çıkma ve yürüyüş yapma düzeyleri istatistiksel olarak önemli derecede daha yüksektir. Sonuç: Bu çalışmada, yaşlı nüfusun, özellikle kadınların sosyal katılımı yetersiz bulunmuştur. Yaşlılığa bağlı kısıtlılıklar, sosyal ve fiziksel diğer belirleyiciler, yaşlıların sosyal katılımını engelleyebilmektedir. Oysa sosyal katılım yaşlıların yaşam kalitesini artırmakta, ayrıca topluma sosyoekonomik katkı sağlamaktadır. Bu nedenle, kamunun görevi engelleri ortadan kaldırmak olmalıdır.
Gazi Akademik Bakış, 2019
The "Republic of Cyprus" became an EU Member State on May 1, 2004, without a comprehensive settlement of the Cyprus problem. The country became a member without having full control over all the areas that it claimed to be under its jurisdiction, which contradicts the basic principles of the EU. This admission also constitutes a clear and evident clash with the principles of international law on which it is claimed that the EU is founded. By accepting the unilateral application of the Greek Cypriots, the international agreements related to the sui generis situation of Cyprus have been discredited by the EU. Moreover, with this decision, the final settlement of the Cyprus problem becomes more complicated than before and Turkey-EU relations become more asymmetric in favor of the latter. Deriving from these points, this article analyzes and demonstrates the paradoxes of the contradictory EU membership of the RoC, which is the most controversial membership decision ever made within the EU. Furthermore, the negative implications of this decision for the Cyprus negotiation process and on Turkey-EU relations are also examined. Öz Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Kıbrıs sorununun çözümü olmadan 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliği (AB) üyesi olmuştur. Üstelik adı geçen ülke egemenliği altında olduğunu iddia ettiği toprakların tamamının üzerinde kontrolu olmamasına rağmen AB üyesi olmayı başarmıştır. Bu karar AB prensipleriyle çeliştiği gibi AB ülkelerinin üzerine inşa ettiklerini iddia ettikleri uluslararası hukuk prensiplerine de aykırıdır. AB, GKRY'nin tek yanlı başvurusunu kabul ederek, Kıbrıs Adasının uluslararası antlaşmalardan gelen kendine özgü (sui generis) karakterini de ortadan kaldırmış olmuştur. İlave olarak, bu kararla birlikte Kıbrıs sorununun çözümü artık olduğundan daha karmaşık bir hal almış ve Türkiye-AB ilişkileri de AB leyhine assimetrik hale getirilmiştir. Bu noktalardan hareketle bu makale AB'nin bugüne değin almış olduğu en tartışmalı karar olan Güney Kıbrıs'ın çelişkili AB üyeliğinin tutarsızlıklarını incelemiştir. Buna ek olarak, bu yanlış kararın Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki olumsuz etkileri de ortaya konulmuştur.
2015
Bireyler farkli sekillerde ogrenir ve dogal olarak her ogrencinin ogrenme stili bir digerine gore farklilik gosterir. Her ogrenci kendi ogrenme stili baglaminda verilen bilgiyi farkli ortamda ve farkli sekilde alarak kullanir. Tum mesleki egitim alanlarinda oldugu gibi Mimarlik Egitiminde de arzu edilen basariya ulasmada egitmenlerin, ogrencilerin ogrenme farkliliklari konusunda bilgi sahibi olmalarinin onemli ve gerekli oldugu dusunulmektedir. Bilginin ogrenciye dogru bir bicimde aktarilabilmesi ve bunun sonucunda akademik basarinin artirilabilmesi dusuncesi isiginda calismanin ana eksenini Mimarlik Egitimi alan birinci sinif ogrencilerinin ogrenme stillerinin belirlenmesi olusturmaktadir. Bu amacla calisma kapsaminda Turkiye’de Mimarlik Lisans Egitimi veren yedi adet universitede Mimarlik Bolumu ogrencilerinin ogrenme stili arastirilmistir. Kolb’un Ogrenme Stili Envanteri (LSI2) kullanilarak, 442 adet anket toplanmistir. Anketler yuz yuze gorusme teknigi ile uygulanmistir. Toplana...
Selcuk Universitesi Sosyal Bilimler Enstitusu Dergisi, 2013
ekseninde şekillenen Weberyen bürokrasi anlayışı 1980'li yıllardan itibaren ne-liberal politikaların da katkısıyla dönüşmeye ve değişmeye başlamıştır. Bu değişimin asıl yansıması Yeni Kamu İşletmeciliği yaklaşımının yönetimde uygulanmaya başlamasıdır. Yen kamu işletmeciliği ile birlikte, planlı ekonomi ve merkeziyetçi yönetimden vazgeçilerek, serbest piyasa düşüncesi ve âdem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışı yerleştirilmeye çalışılmıştır. Devletin bu yapısındaki değişim ve dönüşüm çabaları, 2008 sonrası dönemde, ortaya çıkan mali krizle birlikte sekteye uğramıştır. Bu minvalden hareketle, çalışmada, yeni kamu işletmeciliğinin tarihsel arka planı, ortaya çıkışı, gelişimi ve unsurları ele alınmaktadır. Bununla birlikte, yeni kamu işletmeciliğinin sonuçları ve yeni kamu işletmeciliğinin sorun alanları ve eleştiriler irdelenmektedir. Bu kapsam çerçevesinde hazırlanan çalışmanın temel amacı, yeni kamu işletmeciliğinin sonuçlarının ele alınıp, beklenilen ve istenilen sonuçların alınıp alınmadığının tespiti ve buna yönelik görüş ve eleştirilerin değerlendirilmesidir.
Siyaset, ekonomi ve yönetim araştırmaları dergisi, 2017
2007'nin ikinci yarısında Amerika Birleşik Devletleri'nde başlayan finansal kriz 2009'dan itibaren en ağır etkisini Avrupa Birliği ülkelerinde göstermiştir. Krizin en önemli etkilerinden birisi borç yüklerindeki artıştır. Avrupa Birliği ülkelerinde ilk olarak Yunanistan'da etkisini göstermeye başlayan kriz, sonrasında çevre ülkeleri de etkisi altına alarak geniş bir bölgeye yayılmıştır. Avrupa Birliği ülkelerinde borç krizinin etkileri halen (2017) devam etmektedir. Çalışmanın temel amacı borç krizinin Avrupa Birliği ülkelerinde meydana getirdiği etkileri ve krize karşı alınan tedbirleri değerlendirmektir. Bu kapsamda, Avrupa Birliği ülkelerinde borç krizinin ortaya çıkmasında etkili olan faktörler üzerinde durulmuştur. Borç krizinin sebepleri ve Avrupa Birliği ekonomileri üzerindeki etkileri çalışmanın temelini oluşturmaktadır. Avrupa Birliği ile yoğun ekonomik ilişkileri olan Türkiye, krizin başlangıcında oluşan dış ticaret açığı ve bütçe açığından etkilenmiştir. Dövizdeki dalgalanmalar ve GSYH düşüşleri ise borcun oranını yükseltmiştir. Bütçe açığı ve kamu borçlarındaki bu yükselme, takip eden yıldan itibaren yeniden Maastricht kriterlerine uygun hale gelmiştir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Yönetim ve Ekonomi: Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2020
Antropoloji, 2021
RumeliDE, 2023
DergiPark (Istanbul University), 2021
Humanities and sciences, 2012
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 2021
AVRUPA BİRLİĞİ'NİN GÜNCEL KRİZLERİ YAKIN BÖLGELERLE İLİŞKİLERİ VE YUMUŞAK GÜÇ KULLANIMI, 2019
Gazi Kİtabevi, 2020
ISPEC 11th İnternational Conference on Engineering and Natural Sciences, 2021
CERN European Organization for Nuclear Research - Zenodo, 2022
DergiPark (Istanbul University), 2022
DergiPark (Istanbul University), 2022
Elementary Education Online, 2019
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi
Ekonomi İşletme Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Dergisi, 2021