Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2022, Turkish Studies
https://doi.org/10.7827/TurkishStudies.62429…
15 pages
1 file
Âşıklık geleneğinde mekân, âşığın sadece performansını sergilediği bir alan olarak düşünülmemelidir. Sözlü kültürün icra edildiği âşık mekânlarının oluşmasında; bellek, eş zaman, âşık ve bilinçli dinleyici gibi önemli dinamiklerin bir arada ve yüz yüze olması gerekir. Bu birliktelik geleneğin yazılı olmayan kurallarındandır. Araştırmanın amacı; gelenekten moderniteye geçiş sürecindeki değişen icra mekân türlerinden ve bu mekânlarda uygulanan icra pratiklerinden bahsetmek, ayrıca değişen icra mekânlarında uygulanan pratikleri gelenek çerçevesinden değerlendirmektir. Araştırmada belgesel tarama modeli kullanılarak var olan kayıt ve belgeler incelenmiş ve bu yolla çalışmanın kuramsal çerçevesi ve bulguları elde edilmiştir. Gelişen teknolojiyle beraber toplumun gündem ve sanat ihtiyacının bu olanaklarla karşılandığını gören âşık, dijital çağa ayak uydurarak yeni icra mekânını oluşturmuştur. Radyo ile başlayan serüven televizyon, sinema ve internet/sosyal medya gibi icra mekânlarıyla devam etmiş, bir yandan da plak, kaset, band kaydı vb. albüm çalışmaları yürütülmüştür. Âşık bu yeni icra mekânlarını; hem kültürü daha çok kişilere ulaştırma, tanıtma ve kendi reklamını yapma hem de kahvehanelerden elde ettiği gelirden daha fazlasını kazanma gibi iki farklı amaçla kullanmıştır. Sonuç olarak, modernite içerisindeki icra mekânları âşığın hedef kitlesini artırmış ve ülke genelinde bu kültürü yeniden popüler etme eşiğine getirmiştir. Ancak gelenek içerisinde icra edilen önemli çeşitli türleri (destan, hikaya vb. uzun anlatılar) ve uygulamaları (irticalen söyleme, muamma çözme vb.) modernite icra mekânlarında icra etmemiş/edememiştir. Çünkü modernite içerisindeki icra mekânlarında süre, eş zamanlılık ve yüz yüze etkileşim bir arada olamamaktadır. Dolayısıyla modernite icra mekânlarında geleneğin kısmen temsil edildiği ve medyanın şekillendirdiği popüler olma merkezli âşık modelleri ortaya çıkmıştır.
Folklor Akademi Dergisi, 2023
Türk dünyasının önemli kültür ögelerinden olan âşıklık geleneği, İran coğrafyasında Erdebil, Tebriz, Urmiye, Zencan, Kazvin, Merkezi ve Hemedan gibi bölgeler başta olmak üzere Türklerin yaşamakta olduğu birçok vilayette canlı şekilde sürdürülmektedir. İran Türk âşıklık geleneği, âşık sayısı, hikâye ile âşık havası çeşitliliği, müzik aleti zenginliği ve farklı icra mekânlarıyla kültürün birçok noktasına temas eden bir yapıya sahiptir. Âşıklık geleneğinin söz konusu hususiyetlerini içinde barındıran bölgelerden Hemedan coğrafyasında âşık icraları, geleneksel ve elektronik mekânlar olmak üzere iki alanda halka ulaşmaktadır. Bu bağlamda kültürün halka aktarılarak temas kurduğu geleneksel mekânlar arasında dost meclisleri, köy evleri, düğünler / toylar, sünnet törenleri / uşak kesme, âşık bayramları, doğum günleri, anma programları, şiir geceleri, diğer etkinlikler / şölenler / ceşnler bulunurken modern dönemde İran Türkleri arasında meydana gelen sosyokültürel değişimler sebebiyle İsteriyo Ahmedî Müzikevi, internet / sosyal medya, radyo ve televizyon gibi elektronik icra mekânları da âşıklık geleneğine dâhil olmuştur. Bölgedeki icra mekânları, 2015, 2017-2018 yıllarında İran'da yapılan alan araştırmaları sırasında gözlem ve mülakat metotlarıyla tespit edilmiştir. Söz konusu yıllarda kahvehaneler, Hemedan âşıklık geleneğinin icralarının yapıldığı alanlardan biriyken 2023 yılında bölge hakkında yapılan araştırmalarda artık âşıkların icra mekânları arasında olmadığı ve gelenekteki yerinin sembolik bir hâl aldığı görülmüştür. Buna bağlı olarak bölgede sünnet törenleri / uşak kesme, âşık bayramları, anma programları, doğum günleri ve şiir gecelerinde yapılan âşık icralarının son yıllarda arttığı ve âşıklık geleneğinin önemli icra mekânlarından biri hâline geldiği tespit edilmiştir. Alan araştırmaları esnasında belirlenen âşık icra mekânları çalışmada bağlamsal kuramlar çerçevesinde ele alınmış, geçmiş ve günümüzdeki yapısı kültürel değişim ve dönüşümler ekseninde yeniden şekillenmesi sebebiyle incelenmesi hedeflenmiştir. Çalışmanın ortaya konmasında ise nitel araştırma yöntemlerinden etnografik modelden istifade edilmiştir. Bu bağlamda Hemedan âşıklık geleneğinin icra mekânları bir yandan çağın gerekleri sonucu geleneksel mekânlarda bir değişim yaşarken diğer yandan da çağın ve dolayısıyla toplumun isteklerine cevap verebilmek maksadıyla yeni icra mekânlarıyla halkın karşısına çıktığı görülmüştür. Anahtar Kelimeler: İran, Hemedan, âşıklık geleneği, geleneksel icra mekânları, elektronik icra mekânları. Çalışma, Sosyo-Kültürel Değişmeler Bağlamında Hemedan (İran)'da Türk Âşıklık Geleneği adlı doktora tezinden üretilmiştir.
Modernite Bağlamında Zaman-Mekân ve Kent, 2013
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998
Türklerin 1960’larda başlayan ve bilhassa Batı Avrupa üzerinde yoğunlaşan göç süreçleri, Avrupa’nın pek çok kentine dağılmış onlarca halk âşığının doğuşuna zemin hazırlamıştır. Avrupa’daki âşıkların bir kısmı saz çalmayıp sadece şiir yazarken, büyük çoğunluğu söz ile sazı birleştirmiş ve gurbetin yükünü âşık havalarıyla hafifletmeye çalışmıştır. Ancak Avrupa’da yaşayan genç neslin geleneğe yeterince ilgi duymamaya başlaması ve değişen müzik algısı, zamanla Avrupa’daki âşıkların işini hayli zorlaştırmıştır. Her şeye rağmen günümüz Avrupa’sında “yaşadıkları güçlükleri, uyum sorunlarını, aile ve vatan hasretini” vs. dile getiren halk âşıklarına rastlamak mümkündür. Bu makalede, Avrupa’daki âşıkların bugünkü icra ortamları, belli başlı sorunları ve bu sorunlar için çözüm önerileri ele alınmıştır. Veriler toplanırken, daha önce yayımlanan az sayıdaki kitap ve makalenin yanında, Avrupa’da yaşayan kişilere de müracaat edilmiştir.
Bu makale Türkiye’de son on yılda artan kadın cinayetlerini gelenek ve modernite çelişkisi bağlamında analiz etmeyi amaçlamaktadır. Türkiye’de işlenen kadın cinayetleri incelendiğinde bunların küçük bir kısmının namus cinayetleri kapsamına girdiği görülür. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu istatistiklerine dayanılarak cinayetlerin nedenleri ve faillerine ilişkin verilerin incelendiği makalede, bunların yeni bir bağlam içinde değerlendirilmesi gerektiği savunulmaktadır. Makale Türkiye’de son dönemlerde işlenen kadın cinayetlerinin özgün niteliklere sahip olduğu tespitinden hareketle bunları başkaldırı cinayetleri (revolt killing) adı altında yeni bir kavram önersiyle analiz etmeye çalışmaktadır. Türkiye’de yaygınlık kazanmalarına ilişkin tartışmada, makalede sıralanan kentleşme, işgücüne ve kamusal alana katılım, çoğalan sivil toplum örgütleri ve kadına yönelik yapılan yasal düzenlemeler gibi dinamiklerin sonucunda modernleşmenin de etkisiyle kadının kazandığı yeni statüsü tartışılmaktadır. İşlenen kadın cinayetlerinde başlıca sebeplerden birisi olan kadının boşanmak veya ayrılmak istemesi, yaygınlaşan bu bireyselleşmenin bir göstergesi olarak okunabilir. Makale artan kadın cinayetlerinin geleneksel kodların dışına çıkmaya çalışan kadın ile bu kodlar içinde şekillenmiş erkek arasındaki çatışmanın şiddetlenmesi neticesinde arttığını savunmaktadır. Bu bağlamda makalede, Türkiye’de işlenen kadın cinayetleri analizlerinin töre ve namus gibi kavramların ötesine taşınması, bunların bireyselleşen kadının dahil olduğu gelenek ile modernite çelişkisi bağlamında yeniden tanımlanması gerektiği ileri sürülmektedir.
Bu makale, modern düşüncenin, 20.yy başında ilerlemenin, gelişmenin garantisi olarak görülen sağlıklı bir toplum yaratma idealinin, mimarlık ortamına kazandırdığı bir yapı tipi olarak sağlık müzelerine yakından bakmayı amaçlar. Sağlık müzeleri bedenin, bedenle ilişkili hastalık ve hijyen konularının, tıbbi gelişmelerin teşhir edildiği mekanlar olarak, modernite ve hijyen kavramlarının yapılı çevrede temsili-yet kazanmasını sağlamıştır. Makalede bugün İzmir Fuar alanı içinde ölçeği ve içeriği ile mütevazı bir biçimde yer alan İzmir Sağlık Sergisi yapısının, 1920'lerin ve 1930'ların Türk mimarlık tarihine hangi temsillerle ve mesajlarla katıldığı ve nasıl onun parçası olmayı başardığı analiz edilecektir. 1937 yılında İzmir'de inşa edilmiş olan bu yapının varlık sebebini o dönemde tüm dünyadaki sağlık politikaları, toplum mühendisliği çabaları ve modernleşme sürecinin bir parçası olarak görmek gerekir. Bugün, başka bir kullanım ile varlığını sürdüren yapı modern mimarlığın ürettiği ancak bugün çağdaş dünyada popülerliği zayıflamış bir yapı tipine işaret eder. Bu yapıya dönüp tekrar bakmak modernliğin yükselen ve değer kaybeden hijyen alanındaki söylemlerini ve onun mimarlık alanına etkisini analiz etmemizi sağlayacaktır. Bu sebeple, yazıda dünya üzerindeki benzer sergi ve müzelerin temsiliyetleri ile birlikte İzmir Sağlık Sergisi yapısının Erken Cumhuriyet Türk Mimarlığı'na katkısı tartışılacaktır. Anahtar sözcükler: Beden; hijyen; İzmir; modernite; sağlık müzesi; sağlık sergileri. This article focuses on health museums as a building type introduced to the architectural medium at the beginning of 20th century by modern thinking, the ideal of creating a healthy society as a guarantee of progress and development. Health museums provided representation for concepts of modernity and hygiene in a built environment by being spaces that displayed the human body and exhibits related to diseases, hygiene, and medical developments. A modest building in scale and content, the İzmir Health Exhibition building of the İzmir Fair was analyzed in this study to show how it contributed to 1920s and 1930s modern architecture in Turkey and what were the representational meanings of the messages transmitted. The existence of this building, constructed in 1937 in İzmir, should be understood in the context of health policies from all around the world, social engineering efforts, and the process of modernization. The building is an example of a use of modern architecture, but of a type that is waning in popularity in today's contemporary world. Looking back at this building today helps us understand the rising and declining value of modernity in the discourse of hygiene and its effect on the field of architecture. The contribution of the İzmir Health Exhibition building to early modern Turkish architecture is discussed with reference to similar exhibitions and museums around the world.
Sobider Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Sciences, 2019
Özet: Sanat, tasarım ve mimari birbirinden ayrı düşünülemeyen bir bütün halindedir. Bu bütünün her parçası birbiriyle ilişkili olduğu gibi birbiri içinde yer almakta ve etkileşmektedir. Mekan kavramına disiplinler arası yaklaşım çerçevesinde farklı anlamlar yüklenmiş ve sanatsal üretimin merkezi haline gelmiştir. Mekanın sanat ile olan ilişkisi onu içinde barındırmasının yanı sıra onunla bütünleşmesidir. Artık mekan sanatın sadece ögesi değil, bir parçası olmakta, hatta kendisi bir sanat eserine dönüşmektedir. Bu bağlamda mekan tasarımının bir eser olma özelliği ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada amaç, mekan-yapıt ilişkisini değil, mekanın bir yapıta dönüştürülmesini aktarmak, mekanın ögesi olarak çağdaş sanata değinmektir. İzleyici-yapıt deneyimini mekan ile bütünleştiren ve mekanın bir ögesi haline gelen örneklere yer verilerek literatüre katkı sağlamak hedeflenmektedir. Abstract: Art, design, and architecture are a whole that is not considered separate. Each part of this whole is interrelated, interconnected and interacting with each other. Within this scope, the interdisciplinary approach to the concept of space, different meanings have been assigned and space becomes the center of artistic production. The relationship of the space and the art become integrated with it besides holding it inside. Now, space is not only the element of art, but a part of it, and it is transformed into a work of art. In this context, becoming an artwork feature of the space design comes to exist. The purpose of this study is to convey the transformation of the space to artwork, not a space-work relationship, but to refer to contemporary art as the element of the space. It is aimed to give examples about audience-art work experience that integrated with space and became an element of the space and to contribute to the literature. Bu çalışma, 18-20.04.2019 tarihleri arasında Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi'nde gerçekleşen, 6. Uluslararası Güzel Sanatlar Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuştur.
ONLINE JOURNAL OF MUSIC SCIENCES, 2018
Avrupa’ da feodalizmin çöküşü ile başlayan modernleşme hareketleri, kısa süre zarfında Osmanlı Devleti’ ni de etkisi altına almıştır. İlk olarak padişah III. Selim döneminde yapılan yenilik çalışmalarıyla Türk modernleşme hareketlerinin tarihsel süreci başlamıştır. Tanzimat Fermanı’ nın ilanından sonra, sosyal ve siyasal alanda yoğun olarak devam eden yenilik fikri, Cumhuriyet ’in ilanıyla beraber devam etmiştir. Yüzyılı aşan bu süre zarfında, kimi zaman salt “batılılaşma” olarak görülen ve hayata geçirilmeye çalışılan modernleşmeye yönelik düşünceler; hem siyasal hem de toplumsal alanda kendinden sık sık söz ettirmiştir. Osmanlı Devletinin son dönemi ve Cumhuriyet ‘in ilanından sonra gelen tek partili dönem ile toplumsal alanın her alanında görülen, modernleşmeye yönelik müdahalelerin bir muhatabı da müzik olmuştur. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda çalışmanın amacı; Osmanlı Devleti döneminden başlayarak Cumhuriyet’in ilanına değin devlet idaresinde ve toplumsal yapıda kendinden sıkça söz ettiren “modernleşme” teriminin, Türkiye bağlamında şekillenişi ve bu şekilleniş sürecinin ortaya çıkardığı özgün koşulları; müzik-politika-toplum üçgeninde, politikanın müzik üzerinde, müziğin ise toplum üzerindeki etkisini; Osmanlı Devleti ve Tek Partili Cumhuriyet dönemleri göz önünde bulundurularak, farklı zamanlarda ve farklı şartlarda gerçekleştirilen müziğe yönelik müdahalelerin gerekçelerini ve amaçlarını betimlemek, olumlu ve olumsuz sonuçlarıyla birlikte ortaya koyabilmektir. Yapılan bu araştırma; farklı zamanlarda devlet idaresi tarafından, modernleşme fikri doğrultusunda, var olan müzik geleneği üzerinde hedeflenen değişiklikleri ve bu değişikliklerin kapsam ve sürekliliğini açıklamak, olumlu ve olumsuz sonuçlarıyla beraber ortaya koyabilmek maksadıyla önem taşımaktadır. Araştırma tarama modelinde yapılacak olup, var olan durum betimlenmeye çalışılacaktır.
ULUSLARARASI TÜRKOLOJİ İNCELEME VE ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2020
ÖZET Kökleri İslâmiyet öncesine kadar uzanan âşıklık, engin geçmişinden aldığı bilgi, birikim ve tecrübeyle canlılığını yitirmeden günümüze kadar ulaşabilen nadide geleneksel kültür hazinelerimiz arasında yer almaktadır. Âşıklar, tarihin her döneminde toplumda önde gelen isimler olarak saygınlık kazanmışlardır. Yetiştikleri bölgelerde; halk hekimi, gezgin, bilge, imam, şair ve halk kahramanı gibi çeşitli unvanlarla anılan âşıkların toplumsal yapıda bu denli ön plana çıkma sebeplerinin başında sazları ve sözleriyle toplumun sesi olmaları gelmektedir. Yaşadığı bölgenin güzelliklerini, iklimini, doğasını ele alan âşıklar, bölge halkının sıkıntılarını da kulak ardı etmemişlerdir. Halkın yaşadığı türlü sıkıntılar, doğal afetler ve savaşlar âşıklar tarafından saz ve söz ile gönülden kopan namelerle dört bir yana duyurulmuştur. Bu nedenle âşıklar yeri gelmiş milli mücadele kahramanı olmuş, yeri gelmiş devlet adamlarının millete karşı hatalı tutumlarının açığa çıkarıcısı olarak haksızlığa karşı dik bir duruş sergilemişlerdir. Âşıklık geleneğinin bu günü incelendiğinde, 21. yüzyılın getirdiği medya ve teknolojiyle beraber âşıkların icra şekilleri, mekânları ve şiirlerin muhtevası başta olmak üzere gelenekte büyük değişikliklerin yaşandığı görülmekte, âşıklık geleneğinin varlığı/kuvveti ve geleceği tartışılmaktadır. Bu tartışmalar çerçevesinde geleneğin, değişim ve dönüşüm süreçlerine temas edilerek günümüzdeki varlığıyla ilgili incelemelerde bulunulacaktır. Tüm dünyada ve ülkemizde yaşanan salgın hastalıklar nedeniyle devlet ve millet olarak yaşamakta olduğumuz bu zorlu süreçlerde çok sayıda âşığın toplumun derdiyle dertlenmesi, ortak duygu, düşünce ve gönül dünyamızı yansıtan, birlik ve beraberliğimizi pekiştiren şiirler oluşturmaları göz önüne alınarak âşıklık geleneğinin günümüzdeki durumu ele alınacaktır.
Rigveda, Hint alt kıtasının en eski metinlerinden biri olarak, antik Vedik dönemin dini, felsefi ve kültürel yaşamına dair paha biçilmez bilgiler sunar. Bu kutsal kitap, karmaşık ilahiler, ritüeller ve mitolojik anlatılar yoluyla Hindistan'ın manevi ve düşünsel mirasının temellerini şekillendirir. Bu çalışma, Hint kültürünün köklerini ve gelişimini anlamada kritik bir rol oynayarak, yüzyıllar boyunca süregelen dini ritüeller, sosyal yapılar ve kozmolojik anlayışların şekillenmesine dair önemli veriler sunar. Makale, Rigveda'da yer alan Vedik yacña (kurban) ritüelini mercek altına alır; özellikle Soma kurbanının detaylı ritüellerine ve rahiplerin bu törenlerdeki kritik rollerine dikkat çeker. Bu inceleme, eski Hint toplumunda rahiplerin dini ve sosyo-ekonomik etkilerini vurgulayarak, onların toplumdaki yerini ve önemini tartışır. Seçilen ilahilerin niteliksel tematik analizi, karmaşık ritüelistik çerçeveyi çözerek rahiplerin çok yönlü işlevlerine ve Vedik toplumunun toplumsal ve ruhani dengesini korumak için çok önemli bir rahip ücretlendirme biçimi olan 'dakşiṇā' sisteminin etkilerine ışık tutmaktadır. Araştırma, ritüelistik performanslar ile doğal dünya arasında simbiyotik bir ilişki olduğunu ileri sürerek, bu ritüellerin etkili bir şekilde uygulanmasının başta yağış olmak üzere çevresel olayları etkilediğine inanıldığını ve böylece insan dini pratiklerinin kozmik düzenle iç içe geçtiğini öne sürmektedir. Metinsel incelemeyi bilimsel yorumlarla bütünleştiren bu çalışma, Vedik kurban uygulamalarına dair kavrayışımızı geliştirmekte ve bunları Vedik dünya görüşünün şekillenmesinde merkezi bir rol oynayan manevi niyetler, maddi sonuçlar ve kozmolojik ilkelerin sofistike bir sentezi olarak tasvir etmektedir. Çalışma, bu eski ritüellerin ruhban sınıfı ile halk arasında nasıl karşılıklı bir dinamik oluşturduğunu, sosyal hiyerarşileri güçlendirirken aynı zamanda topluluğun manevi ve maddi refahını nasıl sağladığını incelemektedir. Bulgular, Vedik ritüellerin yalnızca dini törenler olarak değil, eski Hindistan'ın kültürel ethosunu, toplumsal yapılarını ve dini doktrinlerini şekillendiren temel
2012
Yuz yili askin bir suredir modernligi temel veri olarak kabul eden, tum politika ve siyasetini buna gore belirleyen bir vasatta, gelenekcilik ve modernligin yer yer yuzlestigi, yer yer catistigi bir ortamin zihin bulanikligi icindeyiz. Dusunce dunyamizda aydinlanmanin iyimserligi ve pozitivizmle ic ice bir baticilik anlayisi ile gelenegin dogasina aykiri muhtelif “geleneklerin” icadiyla “degere ve oze donme” iddiasindaki bir gelenekcilik arasinda verimsiz cekismenin hâkimiyeti soz konusu. Bugun modernligin ne oldugu konusunda tam bir zihin selâmetine ulas(a)mamisken, isin icine bir de post modern tartismalar girince, olay tumuyle icinden cikilmaz bir hal aliyor. Bu durum, dunyayi (olgulari) ve onun icinde olup bitenleri (olaylari) marazi bir sekilde algilamaya neden oluyor. Soz konusu zihinsel bulaniklik yasam bicimlerimizde ve evren tasavvurlarimizda amacsizlik ve mesruiyet sorunu ile bizi bas basa birakiyor. Bu calismada soz konusu mesruiyet sorunu ve tasavvur bicimleri, modernite...
Türk sazlarının köklerinde "Türk atlı kültürü"nün düşünce ve izlerinin yattığı, hepsinin "at kılının seslerine vurgun ve bağlı" oldukları belirtilmektedir (Ögel 1991: 4). "Ozan-baksı geleneği içinde yer alan çalgı aletine kopuz adı verilmiştir. XIV. yüzyılda Azerbaycan'da 'ozan' kelimesi, 'kopuz' anlamında kullanılmış, böylece bu aleti çalarak şiir söyleyenlere 'ozancı' denilmiştir. Anadolu sahasında ozanların âşık adıyla anılma-ÂŞIKLIK GELENEKLERİNDE SAZ Instrument (Saz) in the Traditions of Minstrelsy (Ashiklik) Yrd. Doç. Dr. Bayram DURBİLMEZ* ÖZ Âşıklık geleneklerinde "saz çalma"nın yeri ve önemi büyüktür. Başlı başına bir gelenek olan "saz çalma"dan başka, âşıklık geleneklerini oluşturan doğmaca söyleme / atışma, bade içme / rüya motifi, ustaçırak ilişkisi, âşık tarzı halk hikâyeciliği, muamma ve deyiştirme / atıştırmada da sazın yaygın olarak kullanıldığı, bu geleneklerin içinde benzer ve farklı işlevler yüklendiği görülmektedir.
Istanbul University - DergiPark, 2021
Gelenek ve modernite, içinde bulunulan dönemi adlandırmak için üretilen sosyal ve zamansal belirlenimler olarak görülebilir. Geleneğin geçmişi, modernitenin de geçiş dönemini işaret etmesi, bunlar arasında kesin ve keskin sınırlar olduğunu göstermez; aksine her iki kavram çoğu zaman iç içe yaşar. Toplumsal ve bireysel yaşamın hemen her alanında yer bulan gelenek, sonraki hareketler tarafından kendilerine yer edinme düşüncesiyle eleştiriye tabi tutulur ve geleneğin bu şekilde aşınarak yittiği düşünülür. Modernite, geleneksel olanın yerini aldığında, bu sefer kendisi sabitleşmeye ve kendi kurallarını koyarak varlığını sabit kılmaya çalışır. Dolayısıyla zamansal belirlenimler olan gelenek ve modernite paradoksal şekilde ilerlemesini sürdürür. Reşat Nuri Güntekin (1889-1956), edebiyatın birçok dalında ürün vermiş bir yazar ve çeşitli devlet kademelerinde görev yapmış bir bürokrat olarak güçlü bir gözlemle zaman zaman geleneksel olanla modern ögeler arasındaki paradoksu işlemiştir. Gerek yaşadığı dönemin sosyal ve siyasal olayları gerekse bireysel dönüşümler, onun metinlerinde kartezyenik bir şekilde işlenir. Cumhuriyet'in ilk dönemlerinden İkinci Dünya Savaşı'na kadar olan sınıfsal ve siyasal değişimler, sanatçının eserlerinde önemli bir yer tutar. Güntekin, öğretmen ve müfettiş olarak Anadolu'nun farklı yerlerinde görev yaparak Anadolu coğrafyasının değişimine, bürokratlık döneminde de politik ve sosyolojik değişimlere şahit olmuş, bu gözlemlerini edebiyat dairesinde genişleterek ve derinleştirerek metinlerini kaleme almıştır. Son dönemde romanlarından uyarlanan dizilerin etkisiyle geniş halk kitlelerinin gündemine girmiş olan yazarın tiyatro metinleri de diğer pek çok tahkiyeli eserinde görüldüğü gibi gelenek ve modernitenin katastrofik bir hâl alan kartezyenik ilişkisini konu almaktadır. Bu çalışmada söz konusu süreç, Balıkesir Muhasebecisi özelinde ekonomik, Tanrı Dağı Ziyafeti özelinde politik ve Bir Köy Öğretmeni özelinde de eğitim boyutuyla incelenecektir.
Turkish Studies-Language and Literature, 2021
Along with rival, lover and beloved are among the most important characters of love poems. The subject of love is treated in many poems written in verse especially in odes and lover and beloved are described through various imagination and similes. Most of these similes and imagination have become stereotypes and are treated by different poets within the frame of tradition. Apart from these, there are also examples that step out of the line of love concept which is represented in poems regarding classical Turkish poetry approach to love. This type of examples are fewer compared to the ones within the tradition; however, they are important in terms of reflecting untraditional lover and beloved concepts. The place of lover and beloved out of the traditional frame can be encountered in the 18th and 19th century divans. In addition to this, poems of this kind can be traced back to previous centuries. Love in these poems are more human and material in which one can feel the significant impact of indigenization movement. Examples of untraditional poems are essential in terms of indicating the content and mentality changes. In this study we have tried to establish the place of lover and beloved out of the traditional frame of classical Turkish poetry through the poems of different centuries making use of previous studies and relevant literature on this topic. Examples were selected after in-depth examination of as many poems as possible. Through these examples, the place of lover and beloved out of the traditional frame has been presented from different perspectives under subheadings.
Gelenekten Moderniteye SAMSUN, ed. Osman Köse, Samsun 2014, 2014
Gelenekten Moderniteye SAMSUN
The journal of academic social science studies, 2022
Geleneksel zihin felsefesi alanı çalışmaları, Antikçağ'daki ve Ortaçağ'daki ruh yaklaşımlarında temellendirilebilir. Modern dönemde "ruh" kavramının yerini "zihin" kavramı almıştır. Bu değişimde en önemli rolü Descartes ve insanın doğası ile ilgili olarak ortaya attığı düalite fikri üstlenmiştir. Descartes'ın ruh ve beden düalitesi savı, zihin felsefesindeki bir sorunun varlığını netleştirmiştir. Öte yandan, bazı modern dönem filozoflarının Descartes'dan farklı olarak özdekçi bir yaklaşım öne sürdükleri görülmüştür. Modern felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Descartes, felsefede Ortaçağın Tanrı merkezli tartışmaların yerini akla yönelik soruşturmalara bırakmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Bununla birlikte, Descartes'ın insanın doğasına şüphe ile yaklaşımı, zihin felsefesinde önemli bir problemi doğurmuştur. Descartes, şüphecilik olarak adlandırılan sorgulama yönteminde, her şeyden şüphe edebileceğini ama insanın zihninden şüphe edilemeyeceğini iddia etmiştir. İnsanın zihninden süphe etmesi, bir anlamda, kendi varlığından şüphe etmesi demektir. Öte yanda, özdekçi yaklaşıma bakıldığında, zihnin doğasını indirgemeci bir yaklaşım ile ele aldıkları görülmektedir. Bu çerçevede zihinsel olan fiziksel olana indirgenmiştir ve var olanın sadece madde, enerji veya boşluk olduğu iddia edilmiştir. Zihinsel olanı ifade etmek için kullanılan terimler incelendiğinde ise fiziksel olana ulaşılacaktır. Bu çalışma, zihin felsefesinde modern dönemde ruhtan zihne geçişi, Descartes'ın ruh ve beden kavramlarını nasıl ele aldığını ve Descartes'ın ortaya koyduğu düalite fikrine özdekçi filozofların karşı çıkışını derinlemesine soruşturmaktadır. Bu sayede modern dönemde zihin kavramına yönelik iki karşıt yaklaşımın savları açımlanacaktır.
7. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı - I, 2019
Uluslararası hukuku doğal hukuk çerçevesinde ele alan Hukuk-ı Nas(Le Droit des gens) adlı eser Emer de Vattel tarafından 1758’de Fransızca yazıldı. Frankofon ve Anglo Sakson toplumlar başta olmak üzere uluslararası siyaset anlayışlarını etkiledi. Yayımlandığı dönemden XX. yüzyıla dek alanında popülerlik kazanan bu eserin, Fransızcada 1863 yılına kadar 20 farklı baskı, İngilizcede 1834 yılına kadar 10; Amerika Birleşik Devletleri’nde 1854’e kadar 12 farklı baskısı yapılmıştır. Tanzimat sonrası Osmanlı Türkçesine çevrilen eser müellifler tarafından ilk hukuk tercümesi olarak tanımlanmaktadır. Türkçede ilk hukuk metni olmasının yanı sıra Tasvir-i Efkar’ın ve Yeni Osmanlı aydınlarının siyasi düşüncelerini yansıtması da önemli bir husustur. Modernleşme döneminde felsefenin, felsefenin siyasi tezahürlerinin ve modernleşme mefhumunun kendisinin tahlil edilebileceği bir yayın görünümündedir. Yeni Osmanlı aydınlarının muhalefet teşebbüslerini İslam esaslarıyla temellendirmeye devam ederken uluslararası düşüncelerden destek almasının bir örneğidir. Öteden beri ilahi adalet talebi olan aydınların Hukuk-ı Nas ile aynı talebi doğal hukuk şeklinde telaffuz etmesi batı felsefesinin alımlanış yöntemine de delalet eder. Türk düşüncesindeki eksen değişikliğinin nedenleri, mahiyeti, yöntemi ve etkileri modernleşme dönemi felsefe çalışmaları kapsamında ortaya çıkmakta ve bu eser ile de örneklenmektedir.
2023
BAŞROLDE MİMARLIK Modern mimarlık ve sinema, yaklaşık aynı zamanlarda ortaya çıkan iki üretim olarak her zaman ortak, doğurgan bir ilişki içinde olmuştur. Sinema filmleri, mekânın kavranmasından kurgulanmasına, üretiminden sunulmasına kadar pek çok aşamada modern mimarlar için esin kaynağıdır. Benzer şekilde, modern mimarlık da sinemacılar için yansıtılmak istenen anlatının nesnelleşmesi yönünde en önemli araçlardan biri olarak görülmüştür. Son yıllarda modern mimarlık ve sinema arasındaki ilişki, modern mimarlık, tasarım ve sanat tarihi araştırmalarında da giderek önem kazanmaktadır. Sinema filmleri, yıkılmış olan modern mimarlık eserlerinin belgelenmesinde, hâlâ ayakta duran yapıların korunması, özgün durumlarının ve zaman içindeki değişimlerinin gözlemlenmesi için önemli veriler sunmaktadır. Fiziki belgelemeye sunduğu katkı yanında, sinema filmlerinin diğer bir önemi de bu yapıların kullanım ve ânı değerine ilişkin söyledikleridir. Sinema filmleri sunduğu hareketli görüntülerle, mimarlık tarihyazımının durağan ve ‘sessiz’ imgelerinden farklılaşır ve modern mimarlık mirasının sadece nasıl gözüktüğüne değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel anlamda nasıl kullanıldığı, kentsel yaşama nasıl bir izler bıraktığı ve kolektif bellekte nasıl hatırlandığı üzerine de birçok şey ortaya koyar. Bu kapsamda, Türkiye bağlamında modern mimarlık mirasının araştırılması, belgelenmesi ve korunması için Türk filmlerinin önemli bir kaynak olduğu dile getirilebilir. Özellikle 1950’li yıllardan sonra çekilen Türk filmleri, her geçen gün daha da fazla yitirdiğimiz modern mimarlık mirasımıza ilişkin bizlere çok fazla veri sunar. Çekilen film sayısında ciddi artışın yaşandığı ve özellikle set ortamında yapılan filmler yerine, gerçek mekân çekimlerinin önemsendiği bu dönemde kentsel alanlardan mahallelere, değişik ölçeklerdeki mimari yapılardan bu yapıların iç mekânlarına kadar kaybettiğimiz ya da daha iyi anlamaya çalıştığımız modern mimarlık kültürümüze ilişkin önemli bilgiler elde ederiz. Bu kitap projesi, Türk filmlerinin Türkiye bağlamında modern mimarlığın belgelenmesinde ve yorumlanmasındaki kurucu rolünün fark edildiği noktada başladı. Beş yıl boyunca seyredilen yüzlerce Türk filmi üzerinden, değişik ölçek ve işlevde pek çok modern mimarlık mirasına ilişkin görsel bir arşiv oluşturuldu. Bu arşiv malzemesinin bir kısmı kullanılarak çeşitli dergilere yazılar yazıldı. Arşivden üretilen yazılara ek olarak, Türkiye bağlamında modern mimarlık mirasına ilişkin daha önce yayınlar yapmış yazarlarla bu arşiv paylaşılmış ve araştırdıkları yapıları bu ‘yeni’ imgelerle yeniden yorumlamalarına çalışılmıştır. Arşivde hâlâ çok sayıda imge ve hareketli görüntü üzerine araştırma yapılmayı beklemektedir. Bu haliyle bu kitap, bir serinin ilk yayını olarak değerlendirilebilir. Daha çok konut, otel ve mağaza yapılarına odaklanan bu kitap için yazılarıyla desteğini esirgemeyen; Tuba Bülbül Bahtiyar, Esra Yaldız, Deniz Avcı Hosanlı, Hande Atmaca Çetin, Funda Uz, Zeynep Tuna Ultav, Hande Tulum Okur, Nur Ayalp ve Neslihan Dostoğlu’na çok teşekkür ederim. Benim açımdan birlikte olmaktan mutluluk duyduğum ve her birinden ayrı ayrı çok şey öğrendiğim bir süreç oldu. Son olarak, bu kitap projesinin gerçekleşmesini sağlayan ve kitabı hayal ettiğim noktanın çok ötesine taşıyan, Everest Yayınları Yayın Yönetmeni Saadet Özen ve dizi editörü Elmas Aksu başta olmak üzere, yaptığı titiz okuma ile kitaba çok önemli katkılar sunan Simlâ Sunay’a, sayfa tasarımıyla Yusuf Yıldız’a, kapak tasarımıyla Kardelen Akçam’a , düzeltmen Yılmaz Akan’a ve kişisel olarak tanışmamış olsak da kitabın yayımlanmasına yardımcı olan tüm Everest Yayınları emekçilerine teşekkür ederim.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.