Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
16 pages
1 file
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden günümüze kadar denilebilir ki Türkiye genel olarak yüzünü Batı dünyasına çevirmiştir. Bu dönüşün sebepleri arasında uluslararası sistemdeki birçok stratejik değişim gösterilebilir. Örneğin, İtalyan Faşizmi, Nazizm, Soğuk Savaş, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin yıkılması vb. Fakat yeni Cumhuriyet’in kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle bu dönüşün temel sebebi Batı modernliğini yakalayabilmekti. Ve bu kapsamda Türkiye bu dönüşümün olumlu sonuçlarını elde etmiş ve 1990’lara kadar bölgedeki küçük güçlerden biri olmayı başarmıştır. 1999’da dünya genelinde ileri veya gelişmekte olan en büyük yirmi ülkeden oluşan G-20’ye katılması Türkiye’nin bölgedeki rolü açısından önemli bir aşama olarak dikkate alınmıştır. Ve akabinde 2002 itibariyle Türkiye’de hükümet etme fırsatı yakalayan AK Parti uyguladığı proaktif dış politika anlayışı ile Türkiye’yi bölgedeki orta-ölçekli güçler arasına sokmayı başarmıştır. Bu bağlamda bir dönem SCCB’ye ve Komünizm’e karşı bariyer olarak görülen Türkiye yeni dünya düzeni içerisinde Orta Doğu/Orta Asya ile Avrupa arasında bir köprü olarak görülmeye başlanmıştır. Buna ek olarak son dönemde ise Müslüman ülkeler için rol model olarak gösterilmektedir.
GİRİŞ Ortadoğu'nun dünyanın ilgisini çekmeye başlaması 18. ve 19. Yüzyıllarda ortaya çıkan sanayi devrimi sonrası gerçekleşmiştir. Sanayideki gelişmelerin sonucu olarak ortaya büyük bir hammadde ihtiyacı çıkmış, sanayi devrimini öncüsü olan batı devletleri de bu ihtiyaçlarını karşılamak üzere özellikle zengin petrol kaynaklarına ev sahipliği yapan Ortadoğu coğrafyasına yönelmişlerdir. Petrol rezervlerinin yanı sıra genç ve kalabalık nüfusu, açık denizlere olan kıyıları sayesinde hem bir hammadde kaynağı hem de büyük bir pazar olma potansiyelindeki Ortadoğu coğrafyası bu durumuyla güçlü devletler için öncelikli konulardan biri olmuş ve coğrafya adeta güç savaşlarının merkezi haline gelmiştir. Ancak bu durum bölgeyi zenginleştirmek yerine sürekli istikrarsızlığın ve savaşların yaşandığı bir noktaya getirmiştir.
Özet: Geçen 10 yılda yardım alan ülkeden yardım veren ülke pozisyonuna yükselen Türkiye, yükselen donör olarak tanımlanmaktadır. Son yıllarda adından bu yönüyle sıklıkla söz ettiren Türkiye, resmi OECD verilerine göre 2013 yılında ABD ve Britanya'dan sonra en fazla yardım yapan 3. ülke, kişi başına gelir oranlamasında ise en cömert ülke seçilmiştir. Türkiye'nin yaptığı kalkınma yardımı ve dış yardımların genel koordinasyonundan ve raporlamasından sorumlu Başbakanlık kuruluşu olan TİKA 50'yi aşkın ülkedeki yerleşik program koordinasyon ofisleri aracılığıyla proje ve faaliyet gerçekleştirmektedir. Ofis sayısını geçen 10 yılda 4 kat arttıran TİKA 2005 yılında Ortadoğu ve Afrika açılımını Filistin üzerinden başlatmıştır. Akabinde Irak Savaşı ve Arap Baharı sonrasında bölgede yaşanan siyasi, politik, sosyal ve ekonomik çalkantılarla özellikle Lübnan, Suriye, Ürdün, Yemen'de yerleşik ofis açarak çalışmalarını sürdüren TİKA, bölge genelinde proje ve faaliyetler gerçekleştirmektedir. Tarihi, kültürel, ekonomik ve diğer saiklerle önemsenen bölge Türk Dış politikasında özel ve ayrıcaklı bir konumdadır. Ortadoğu yıllık dış yardım bütçesi içerisinde başta Filistin olmak üzere sürekli olarak en fazla katkı sunulan bölgelerden olmuştur. Bölgede eğitimden sağlığa, alt yapıdan 1 kültürel mirasa, kapasite artırımından acil insani yardıma kadar çok çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren TİKA'nın çalışmaları yeterince analiz edilmemiştir. Makalede yapılan yardımların sektörel ağırlıkları yanı sıra bölgesel dağılımlarıyla birlikte alıcı ülke siyaset yapıcıları, idarecileri ve halkı nezdindeki algısı da değerlendirilecektir. Abstract: During the last 10 years Turkey rising from aid recipient contry position to the aid giving contry, has been described as emerging donor. In recent years the name of Turkey * TİKA Uzmanı-A.Ü D.T.C.F Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi
Refahyol Dönemi Türk Dış Politikası , 2019
Refahyol dönemi iktidarı Erbakan’ın söylem ve ziyaretleri çerçevesinde ele alındığı takdirde Türk dış politikasının geleneksel Batılı eğiliminden bir sapma olarak algılanılabilir. Ancak Erbakan’ın tüm söylem ve müslüman ülkelerle yoğun temaslarına rağmen, Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılması, Gümrük Birliği’ne ve İsrail ile işbirliğine devam edilmesi başka bir gerçeğe işaret etmektedir. Erbakan ve dış politika karar alma sürecinde yetkili olan (Abdullah Gül dışındaki) RP’li bakanların büyük ölçüde Batı ülkeleri ve İsrail ile ilişkilerde devre dışı bırakılması ve karar alma sürecinde yeralan Cumhurbaşkanı, silahlı kuvvetler, iş dünyası ile basın ve kamuoyu unsurlarının sözkonusu ülkelerle ilişkilerde aktifleşmesi Türk dış politikasında, Robins’in de tespit ettiği gibi, devamlılığı sağlamıştır. Erbakan’ın Asya ve Afrika’daki müslüman ülkelere yaptığı ziyaretlerin ise resmi kanallarda ve kamuoyunda beklediği desteği görmemesi, ziyaretleri RP tabanını memnun etmeye yönelik “gösterilere” indirgemiş, bu ziyaretlerden taahhütler dışında somut hiçbir sonuç alınamamıştır. Bu göstergeler ışığında, Refahyol koalisyonunda, RP’nin iktidarda büyük ortak statüsünden kaynaklanan, Goldmann’ın kavramsal çerçevede atıfta bulunduğumuz tanımı çerçevesinde, bir “dış politika değişikliği” yaşanmadığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla dönemin dış politika bilançosu, çalışmanın hipotezini doğrulamaktadır. Dış politika karar alma sürecinde kurumlaşmış bir yapıya sahip olan Türkiye, bu süreçte yeralan diğer unsurların iktidarla dış politika oluşturulmasında bir rekabete girmesi nedeniyle, ideolojik eğilimleri itibariyle geleneksel politikadan sapmalar gösterebilecek iktidarın büyük ortağının hareket alanını daraltabilmiştir. Bu doğrultuda Türk dış politikasının Refahyol döneminde realist rasyonel-aktör yaklaşım çerçevesinde hareket ettiği ve bu açıdan dönemin dış politika karar alma sürecinin Allison’un “bürokratik siyaset” modeline uygun olduğu belirtilebilir.
Özet 19.yüzyılın en hızlı ve güvenilir ulaştırma aracı olan demiryolları, gelişmiş ülkeler için bir sömürü; geri kalmış ülkeler için ise bir sömürülme vasıtası olmuştur. Bu yapılanmaya paralel olarak 19.yüzyılda, tam bir yarı sömürge olarak tanımlanabilecek Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki demiryolları da emperyalist ülkeler eliyle inşa edilmiştir. Demiryolları, Osmanlı topraklarında bol miktarda bulunan hammaddeyi çok düşük ücretlerle temin ederek Avrupa'ya götürecek ve orada sanayi ürününe dönüştürdükten sonra, çok büyük ücretler karşılığında Osmanlı'ya geri satacak şekilde dizayn edilmiştir. Yine demiryolları döşenirken, İmparatorluğun başkenti olan İstanbul ile diğer bölgeler arasında irtibat olmamasına özellikle dikkat edilmiş, ülkenin orta ve doğu bölgelerine hiç demiryolu hattı döşenmemiştir. Milli Mücadele'den bağımsız bir devlet olarak çıkan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Dönemi'nde olduğu gibi emperyalist ülkelerin çıkarları doğrultusunda değil; ülke menfaatleri doğrultusunda ve gerçek ihtiyaçlara cevap verebilecek tarzda, milli ve bağımsız bir demiryolu politikası izlemiştir. Atatürk Dönemi'nde onbeş yıl gibi kısa bir zaman içinde, Türkiye Cumhuriyeti toprakları kuzeyden güneye, batıdan doğuya demir bir ağ ile örülmüştür. Abstract Railway Policy Of Atatürk Period Railways that were the fastest and the most reliable transportation vehicle of the 19th century were a means of exploiting for developed countries and a means of exploitation for underdeveloped countries. In paralel with this structuring, the railways within the borders of Ottoman Empire, who could be identified as a semi-colony in the 19th century, were also built by imperialist countries. Railways were designed to procure the raw materials, which were abound in the terrtory of * Hava Kuvvetleri Komutanlığı, [email protected]
impartiality, neutrality, nonpartisanship, tarafsızlık, yansızlık, foreign policy, dış politika, international relations, uluslararası ilişkiler,
INTERNATIONAL JOURNAL OF POLITICAL STUDIES
SOFT POWER FACT IN TURKISH FOREIGN POLICY AND THE CASE OF REPUBLIC TURKEY PRIME MINISTRY OFFICE OF PUBLIC DIPLOMACY The concept of soft power which has recently had a special importance in the international politics will be analyzed in this study. Along with that the study will also try to express how the concept has become a policy tool in Turkish foreign policy after 2002. In this context, the Republic of Turkey Prime Ministry Office of Public Diplomacy representing the Turkish foreign policy in an institutional sense will be examined. Following that, the activities of this office will be discussed. This paper, which claims that soft power applications could achieve their goals over a long period of time will also focus on the concept of public diplomacy that is effective in increasing soft power capacity. TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA YUMUŞAK GÜÇ UNSURU VE T.C. BAŞBAKANLIK KAMU DİPLOMASİSİ KOORDİNATÖRLÜĞÜ ÖRNEĞİ
ÖZET Bu çalışma ile Irak ülkesi özelinde Avrupa entegrasyon sürecinin Türk dış politikasına yaptığı muhtemel etkileri ve Türk dış politikasının Avrupalılaşması araştırılmıştır. Süreç analiz edilirken Börzel ve Risse'nin üç aşamalı entegrasyon yaklaşımı üzerine inşa edilmiş ve teorik çerçeve olarak da rasyonel kurumsalcılık tercih edilmiştir. Bu çalışma yapılırken, Avrupalılaşma literatürüne katkı yapmayı amaçlamakla birlikte aynı zamanda aday ülkelerle Avrupa Birliği arasında dış politika alanında ne tür etkileşimler olduğuna dair yeni bir çerçeve sunmak amaçlanmıştır. Çalışmada Avrupalılaşma kavramını, analitik bir çerçeve olarak ulusal dış politika alanına uygulanmakta ve AB entegrasyon sürecinin etkisine yanıt olarak geçirdiği değişiklikleri incelenmektedir. Makalede, özellikle 1999'da AB adaylığını açıklamasından sonra, Türk dış politikasının (TDP) Avrupalılaşmada ne kadar ileri gideceğini Irak politikası vaka çalışması olarak kullanarak değerlendirmeye çalışılmaktadır. AB'nin Türk dış politikası üzerindeki etkileri değerlendirilirken iç ve dış faktörlerin etkileşimi de göz önünde bulundurulmuştur. 11 Eylül olayları ve Irak İşgali dış faktörler olarak ele alınırken AKP'nin yükselişi ve yeni dış politika arayışı ile beraber askerin siyasi hayatta azalan rolüyle hükümetler üstü organizasyonların dış politikada artan etkisi iç faktörler olarak değerlendirilmiştir. Diğer bir faktör olan AB tarafında ise AB'nin Türkiye'ye karşı olan tavrının geçmişte ve günümüzde belirleyici olduğu sonucuna varılmış, AB'nin reformları teşvik ettiği sürece Türkiye'de Avrupalılaşma inancının arttığı ve desteklendiği görülmüştür.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
ATATÜRK YOLU DERGİSİ, 2021
Sosyal Bilimler Perspektifinden Güç (Cilt II), 2020
Karadeniz Araştırmaları/Journal of Black Sea Studies, 2018
UPA Strategic Affairs, 2021
Folklor Akademi Dergisi, 2023
Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi, 2019