Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2010
…
14 pages
1 file
Anksiyete bozukluklari ve depresyon arasinda gecerli bir ayrimin olup olmadigi tartismali bir konudur. Her iki bozuklugun belirtilerinde onemli ortusmeler vardir ve bu durum kesin taniya karar vermeyi zorlastirabilir. Bu sorunu goren arastirmacilar, anksiyete ve depresyonun ortusen ve farklilasan belirtileri belirlemeye yonelmislerdir. Bu noktada yapilan arastirmalar, dusuk ozdegerlilik, olumsuz duygudurum ve bilislerin varligi gibi cesitli boyutlari olan negatif duygudurumun bu iki bozuklugun ortak noktasi oldugunu gostermektedir. Kisinin cevre ile uyum ve memnuniyet duzeyini yansitan pozitif duygudurumun yetersizligi ise, depresyon icin ayirt edici nokta olarak tanimlanmaktadir. Daha sonraki calismalar ise, anksiyete bozukluklari icin ayirt edici faktorun belirlenmesinin gerekliligine odaklanarak, somatik/otonomik uyarilma faktorunu ucuncu boyut olarak tanimlamislardir. Fenotipik modeller, teorik olarak sorunu cozmus gorunse de, negatif duygudurum boyutunun diger iki boyuta gore o...
ÖZET Anksiyete bozuklukları ve depresyon arasında geçerli bir ayrımın olup olmadığı tartıșmalı bir konudur. Her iki bozukluğun belirtilerinde önemli örtüșmeler vardır ve bu durum kesin tanıya karar vermeyi zorlaștırabilir. Bu sorunu gören araștırmacılar, anksiyete ve depresyonun örtüșen ve farklılașan belirtileri belirlemeye yönelmișlerdir. Bu noktada yapılan araștırmalar, düșük özdeğerlilik, olumsuz duy-gudurum ve bilișlerin varlığı gibi çeșitli boyutları olan negatif duygudurumun bu iki bozukluğun ortak noktası olduğunu göstermektedir. Kișinin çevre ile uyum ve memnuniyet düzeyini yansıtan pozitif duygudurumun yetersizliği ise, depresyon için ayırt edici nokta olarak tanımlanmaktadır. Daha sonraki çalıșmalar ise, anksiyete bozuklukları için ayırt edici faktörün belirlenmesinin gerekliliğine odaklanarak, somatik/otonomik uyarılma faktörünü üçüncü boyut olarak tanımlamıșlardır. Feno-tipik modeller, teorik olarak sorunu çözmüș görünse de, negatif duygudurum boyutunun diğer iki boyuta göre oldukça yüklü olması, bazı belirti görünümlerinin sadece negatif duygudurum faktörünü içermeleri sebebiyle belirti benzerliği ve farklılığı üzerine yapılan çalıșmalar halen bir çok soru ișareti tașımaktadır. Bu gözden geçirmede anksiyete ve depresif bozuklukların belirtilerindeki benzerlikler ve farklılıklar fenotipik modeller çerçevesinde ele alınmıș, bu değerlendirmeden yola çıkılarak, gelinen nokta ve mevcut sınıflama sistemi için olası değișim önerileri sunulmuștur. ABSTRACT The question if there is a valid distinction between depression and anxiety disorders remains controversial. These two disorders have various overlaps in the symp-tomatology and sometimes it is difficult to make a clear diagnosis. The difficulty in making a definite diagnosis destined researchers to determine the differences and the similarities between anxiety and depression. The negative affect which has multiple dimensions such as low self-esteem, negative mood and negative cogni-tions is seen as the common factor in both disorders. The positive affect which has been defined as the harmony and satisfaction with others and milieu, is regarded as the discriminating factor for the diagnosis of depression. Further research has characterized somatic arousal as the third dimension, a candidate to be the discri
2011
Derleme / Review ÖZET: Depresyon ve anksiyete bozuklukları Depresyon ve anksiyete bozuklukları tıbbi hastalıkların en sık görülenlerindendir. Depresyon ve anksiyete sıklıkla birlikte görülür ve de diğer tıbbi hastalıklara da çok sık eşlik ederek onların seyrini ve tedavi yanıtını olumsuz ola-rak etkilerler. Depresyonun klinik olarak farklı ve bazen tanısı zor olan birkaç alt tipi bulunur. Genel tıbbi duruma bağlı anksiyete bozukluklarının yanı sıra, panik bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, sosyal anksiyete bozuk-luğu, özgül fobi ve travma sonrası stres bozukluğu olarak bilinen beş ana anksiyete bozukluğu ve bunlarla ilişkili bozukluklar anksiyete bozuklukları ailesini oluşturur. Bu bozuklukların tanı ve tedavileri, psikiyatristler dışındaki hekimleri de, bu bozuklukların genel tıbbi hastalıkların seyrini ve prognozunu etkilemesi bakımından, ilgilendir-mektedir. Bu yazıda depresyon ve anksiyete bozukluklarının, epidemiyoloji, fizyopatoloji, komorbidite, tanı ve tedavilerinin kısa...
Yoğun Bakım Hemşireliği Dergisi, 2021
Araştırma, COVID 19 tanılı bireylerin anksiyete ve depresyon düzeylerini belirlenmek amacıyla yapıldı. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan araştırmanın örneklemini Ağustos 2020-Kasım 2020 tarihleri arasında İstanbul'da bulunan bir üniversite hastanesinin COVID-19 servislerinde yatarak tedavi gören 197 hasta oluşturdu. Araştırmanın verileri "Tanıtıcı Özellikler Formu" ve "Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği (HADÖ)" ile toplandı. Verilerin analizinde Mann-Whitney, Wilcoxon, Chi-Square, Kruskal Wallis testleri, tanımlayıcı istatistiklerin analizinde ise ortalama±standart sapma ve yüzde kullanıldı. Değerlendirmelerde anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edildi. Bulgular: Araştırma kapsamına alınan bireylerin yaş ortalamasının 50,10±12,82 olduğu, % 47,7'sinin kadın, %56,3'ünün bir ve birden fazla kronik hastalığı olduğu, %44'ünün daha önce hastaneye yatmadığı, % 88'inin psikiyatrik tedavi almadığı bulundu. Çalışma kapsamına alınan bireylerin bireylerin Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği-Anksiyete (HAD-A) 6,70±4,73 kesme noktası altında iken, Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği-Depresyon (HAD-D) 7,13±4,73 olup kesme puanının üzerinde olduğu belirlendi. Hastaların % 20,81'nin anksiyete ve % 44,67'sinin depresyon riskinin yüksek olduğu saptandı. Kadınların HAD-A ve HADÖ puanlarının erkeklere göre yüksek olduğu (sırasıyla p=0,014, p=0,044), dul olanların HAD-A puanlarının yüksek olduğu (p=0,049) ve daha önceden psikiyatrik tanısı olan bireylerin HAD-A, HAD-D ve HADÖ puanlarının yüksek olduğu (sırasıyla p=0,000 p=0,032 p=0,001) belirlendi. Sonuç: Çalışmada kadınların, dul olanların ve psikiyatrik tanısı olan bireylerin anksiyete ve depresyon açısından daha riskli gruplar olduğu belirlendi. Bu bulgular, COVID-19 pandemisinin ruhsal sorunlarına yönelik politika oluşturulmasına dair katkıda bulunmaktadır.
2002
Objective: The aim of the study is to determine the effects of alexithymia on depressive symptomatology.
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2010
Somatik hastalıkların tedavisinde birlikte seyreden anksiyete ve depresyona müdahalenin tedavi etkinliğine katkısına ıĢık tutmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalıĢmada, 20 fibromiyalji sendromlu hasta ile yaĢ ve cinsiyet uyumlu 20 kontrol grubu alındı. AraĢtırmaya Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon kliniğinde yatan hastalar ile hastane personelinin Hastane Anksiyete Depresyon anketleri retrospektif olarak karĢılaĢtırıldı. Bulgular: Bireylerin yaĢ ortalamaları hasta ve kontrol grubunda sırası ile 47.45±11.33 yıl ve 45.80±13.47 yıl olarak hesaplandı ve istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p=0.677). Hasta ve kontrol grubunun Vücut Kitle Ġndeksi (VKĠ) puanları karĢılaĢtırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0.052). Bireylerin anksiyete ve depresyon skorları karĢılaĢtırıldığında hasta grubunun anksiyete skoru kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı (sırasıyla p<0.001 ve p = 0.001). Sonuç: Somatik hastalıklarda anksiyete ve depresyon sık görülmekte olup erken tanınması ve tedavi yapılırken gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
Dusunen Adam: The Journal of Psychiatry and Neurological Sciences, 2010
Depresyon ve anksiyete bozukluklarında somatizasyon Genel olarak emosyonel disforiyi bedensel belirtilerle ifade etme eğilimi olarak tanımlanan somatizasyonda, "bedensel bir hastalıkla açıklanamayan fiziksel yakınmalar" mevcuttur ve kişi bu yakınmalarını bedensel bir hastalığa atfederek tıbbi yardım arayışına girer. Somatizasyon (bedenselleştirme) davranışı çeşitli psikiyatrik bozukluklarla ilişkilendirilmekle birlikte, en sık olarak depresyon ve anksiyete bozukluklarına eşlik ettiği bilinmektedir. Anksiyete bozuklukları ve majör depresyon vakalarında, somatik belirtilerin somatize edilmiş disforiyi yansıttığı düşünülmektedir. Psikiyatri ve genel tıp sınırında hala çözülememiş bir sorunun temsilcisi olan somatizasyon, hastaların yaşadıkları sıkıntı ve huzursuzluğu arttırmakta, hastalıkların gidişatını kötüleştirmekte ve yeti yitimini arttırmaktadır. Diğer yandan somatizasyon, depresyon ve anksiyete belirtilerini maskeleyerek doğru tanı koymayı güçleştirebilmekte ve tedavinin gecikmesine neden olabilmektedir. Bu sistematik olmayan gözden geçirme yazısında, somatizasyonun depresyon ve anksiyete bozukluklarının klinik görünümünü, tanı ve tedavi sürecini, prognozunu nasıl etkileyebileceği derlenen bilgiler ışığında değerlendirilmektedir.
Nöro Psikiyatri Arşivi, 2013
Ge liş ta ri hi/Re cei ved: 15.08.2011 Ka bul ta ri hi/Ac cep ted: 12.01.2012 © Nö rop si ki yat ri Ar şi vi Der gi si, Ga le nos Ya yı ne vi ta ra f›n dan ba s›l m›fl t›r. / © Arc hi ves of Neu ropsy chi atry, pub lis hed by Ga le nos Pub lis hing ÖZET Amaç: Bu çalışmada antidepresan (AD) tedavi ile Majör Depresif Bozuklukta (MDB) düzelmenin öngörücülerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışmanın örneklemi, MBD'de AD etkinliğini araştıran, 4 çalışmaya ait veri havuzundan oluşturulmuştur. Bu çalışmada 178 hasta, son vizit olan vizit 5'te düzelip düzelmediklerine göre 2 gruba ayrıldı. Böylelikle hastalar kullandıkları AD'den bağımsız olarak sosyodemografik ve klinik özellikleri açısından birbirleriyle karşılaştırıldı. Bulgular: Düzelen ve düzelmeyen hastalar arasında sosyodemografik ve hastalık özellikleri açısından herhangi bir fark bulunamamıştır. Beşinci vizitte düzelen hastaların düzelmeyenlere göre birinci vizitte daha düşük Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HAM-D), Montgomery-Asberg Depresyon Değerlendirme Ölçeği, Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği ve Klinik Global Değerlendirme Ölçeği-Hastalığın Şiddeti değerleri ile daha yüksek Sosyal Uyum Kendini Değerlendirme Ölçeği (SUKDÖ) değeri gösterdikleri tespit edilmiştir. Tedavinin başındaki ölçek değerlerinin (HAM-D ve SUKDÖ) düzelememe üzerinde bir risk faktörü olup olmadıklarını belirlemek amacıyla oluşturulan lojistik regresyon modeli anlamlı bulunmuştur (χ2=22,692 p<0,001). Bu model için düzelememe değişkeninin doğru sınıflandırma oranı %66'dir. Modelde 1. vizit HAM-D ve SUKDÖ ölçek değerleri, istatistiksel olarak anlamlı risk faktörleridir (p<0,001). HAM-D değişken değeri artıkça düzelememe riski 1,095 (Odds oranı için %95 güven aralığı: 1,045-1,147) kat artarken, SUKDÖ değişken değerinin düşük olması ise riski 1,076 (Odds oranı için %95 güven aralığı: 1,042-1,114) kat artırır. Bu model aracılığıyla her bir birey için düzelememe olasılığı "p(Düzelememe)=1/[(1+exp(-0,093×V1HAM-D+0,075×V1SUKDÖ)]" eşitliği kullanılarak tahmin edilebilir. Sonuç: AD tedavi ile düzelmeyi öngörmekte başlangıçta kaydedilen depresyonun, anksiyetenin ve sosyal uyum bozukluğunun şiddet düzeyinin etkili olduğu saptanmıştır. (Nöropsikiyatri Arşivi 2013; 50: 122-129) Anah tar ke li me ler: Majör depresif bozukluk, düzelme, antidepresan Çıkar çatışması: Yazarlar bu makale ile ilgili olarak herhangi bir çıkar çatışması bildirmemişlerdir. ABS TRACT Background: We aimed to determine the predictors of remission in major depressive disorder (MDD) with antidepressant treatment (AT). Methods: The subjects were recruited from the databases of the previous four studies. 178 patients were separated in to two groups at the final visit regarding remission. The patients were analyzed in terms of sociodemographic and clinical features regardless of their AT. Results: The difference in sociodemographic and clinical features was insignificant between the groups. Remitted patients had lower scores on the Hamilton Depression Rating Scale (HDRS), Montgomery-Asberg Depression Scale, Hamilton Anxiety Rating Scale, and the Clinical Global Impression Scale compared to baseline whereas Social Adaptation Self-evaluation Scale (SASS) scores were higher. To evaluate the impact of basal scores of HDRS and SASS on non remission rates, logistic regression analysis was performed. The analysis result was significant (p<0.001). Valid classification rate was 66% for this model. For this model, the scores of HDRS and SASS at visit 1 are significant risk factors for non-remission (p<0.001). As the value of HDRS increases, the risk of nonremission increases 1.095 fold (Odds ratio 95%, confidence interval: 1.045-1.147), whereas as the value of SASS decreases the risk of non-remission increases 1,076 fold (Odds ratio 95%, confidence interval: 1.042-1.114). For each patient, non-remission possibility can be predicted by "p(non remission)=1/[(1+exp (-0,093×V1HDRS+0,075×V1SASS)]" equivalent via this model. Conclusion: The findings of the present study suggest that severe level of depression, anxiety and social maladaptation at baseline are more likely to predict remission.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Anatolian Journal of Clinical Investigation
Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi dergisi, 2023
Başka Psikiyatri ve Düşünce Dergisi 2008;1(1):82-89
Fırat Tıp Dergisi, 2007
Fırat Tıp Dergisi, 2007
Mersin üniversitesi tıp fakültesi lokman hekim dergisi, 2023
Kriz dergisi, 1993
Türk Psikiyatri Dergisi (SSCI)
Psikiyatride Guncel Yaklasimlar - Current Approaches in Psychiatry, 2022
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim (TEKE) Dergisi, 2017
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi, 2019
Düşünen Adam, 2010
Journal of Contemporary Medicine, 2016
Balıkesir Sağlık Bilimleri Dergisi, 2020
Turkiye Aile Hekimligi Dergisi, 2009