Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2016, Cukurova Medical Journal (Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi)
Öz Renal calculi after renal transplantation is a major complication that can lead to serious condition. Deterioration in graft function after renal transplantation, anuria, oliguria, hematuria, resistant recurrent urinary tract infection,sepsis in patients with tables ,The presence of calculi should be determined by imaging methods. Kidney transplants performed with stone is required close monitoring during the immediate postoperative period. Böbrek nakli sonrası renal kalkül ciddi major komplikasyonlara yol açabilen bir durumdur. Böbrek nakli sonrası greft fonksiyonlarında bozulma, anüri, oligüri, hematüri, tekrarlayan dirençli idrar yolu enfeksiyonu,sepsis tabloları olan hastalarda görüntüleme yöntemleri ile kalkül varlığı tespit edilmelidir.Taş ile nakil yapılan böbreklerin postoperatif erken dönemde yakın takibi gerekmektedir.
2016
Idrar yapamama olarak tanimlanan uriner retansiyon ameliyat sonrasi yaygin gorulen komplikasyonlardan biridir. Ameliyat sonrasi uriner retansiyon gorulme orani cerrahinin turu ve nedenlerine gore degisiklik gostermekle birlikte %5 ile %70 arasinda degismektedir. Ameliyat sonrasi uriner retansiyonun etkisiz yonetimi hasta konforunu bozdugu gibi mesanede kalici hasara yol acarak hastanede kalis suresini uzatarak maliyeti arttirmaktadir. Ameliyat oncesi uriner retansiyon gelisime riski yuksek olan hastalarin belirlenerek kanita dayali uygulamalar dogrultusunda hazirlanan algoritmalarla tedavi ve bakimin planlanmasi onerilmektedir
Endouroloji Bulteni, 2014
Ege Tıp Dergisi, 2015
Amaç: Üreter taşları için uygun ve başarılı bir tedavi yöntemi olan ekstrakorporal şok dalga litotripsi (extracorporeal shock wave lithotripsy, ESWL) üreter taşlarının tedavisinde ilk seçenek olarak öngörülebilir. Bu çalışmada proksimal üreter taşı olup ESWL tedavisi uygulanan hastalardaki sonuçlar incelenmiş ve literatür eşliğinde tartışılmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2013-Ocak 2014 tarihleri arasında proksimal üreter taşı olup tıbbi tedavi ile sonuç alınamayan 114 hastaya ESWL tedavisi önerildi. 18 hasta takip dışı kaldığından 96 hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalara kontrastsız bilgisayarlı tüm batın tomografisi çekildi. Taş boyutu ortalama 9.42 mm (5-16 mm) olup tümü opaktı. Dakikada frekans 60, 17-20 kV güçte ve seans başına 2500 vuruş ile her bir hastaya toplam 3 seans ESWL uygulandı. Üç seans tamamlayan hastalarda bir ay bekleme süresinden sonra kontrastsız bilgisayarlı batın tomografisi çekilerek başarı durumu değerlendirildi. Bulgular: Altmış yedi hastada (%69.79) ESWL tedavisi başarılı oldu. 29 hastada (%30.21) taşta herhangi bir değişiklik olmadı ve hastalara üreterorenoskopi planlandı. Taş boyutuna göre başarı dururumu değerlendirildi. Taş boyutu 1 cm ve altında olan 53 hastanın 42'sinde (%79.2), taş boyutu 1 cm'nin üzerinde olan 43 hastanın ise 25'inde (%58.1) taşlar tamamen kırıldı. Sonuç: ESWL üreter taşlarının tedavisinde nispeten düşük maliyetli, invaziv olmayan, güvenilir ve başarılı bir tedavi yöntemi olarak öngörülebilir.
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 2021
Böbrek hücrelerinin elde edilmesinde kullanılan primer kültür yöntemi, böbrek hastalıklarının hücre düzeyinde değerlendirilmesi ve hücre fonksiyonlarının incelenmesi için olanak sağlamaktadır. Bu çalışmanın amacı böbrek primer kültürü için kullanılabilecek üç farklı izolasyon yönteminin hücre sağkalımı ve protokol etkinliği açısından birbirleriyle karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntemler: Nefrektomi ile çıkarılan böbrek dokusu steril şartlarda mekanik, tripsin ve kollajenaz yöntemi ile ayrımlanarak podosit vasatı içerisinde kültüre edildi. Kültüre edilen hücrelerin podosin, vimentin, E-kaderin, TGF-β1, CD133, ZO-1 ve Nefrin dağılımlarının analizi immünositokimyasal yöntem ile yapıldı. Bulgular: Kollajenaz enzimatik yöntemi sonrasında hücrelerin kültürün 7. gününden itibaren, mekanik yöntemde ise 13. günden itibaren epiteloid karakter aldıkları gözlenirken, tripsin enzimatik yönteminde 13. günde kültürde artan fuziform yapıdaki hücreler gözlendi. Her üç yöntem ile böbrek dokusundan elde edilen podosit hücrelerin immunositokimyasal analizi sonrasında, elde edilen hücrelerde vimentin, E-kaderin, TGF-β1, CD133, ZO-1 immunoreaktiviteleri farklılık gösterir iken, podosin ve nefrin immunoreaktivitelerinin kollajenaz enzimatik yöntemi ile elde edilen hücrelerde kuvvetli olduğu saptandı. Sonuç: Bu çalışmada, farklı proteinlerin immunositokimyasal boyamaları ile kontrol edilen böbrek hücreleri için üç farklı primer kültür teknikleri karşılaştırıldığında, kollajenaz ile muamele edilen böbrek dokusundan daha yüksek verimle hücre saflaştırılabildiği gözlendi. Podosit hücrelerinin kültüre edilmesinde hücre sağkalım verimi ve protokol etkinliği açısından kollajenaz yönteminin en uygun yöntem olduğu gösterildi.
2020
Amac: Arastirmada, cerrahi hastalarinin tele-saglik yontemi ile hemsirelik bakiminin surdurulebilirliginin oneminin tartisilmasi amaclandi. Gerec-yontem: Arastirma, Haziran-Eylul 2019 tarihleri arasinda Cochrane, MedLine, PubMed, veri tabanlarinda ‘cerrahi’, ‘tele-saglik’, ‘tele-hemsirelik’ ve ‘cerrahi hasta bakimi’ anahtar kelimeleri kullanilarak2008-2019 yillari arasinda yayinlanan 10 randomize kontrollu, 4 sistematik, 2 vaka ve 7 derleme arastirmasi olmak uzere toplam 23 calisma incelenerek gerceklestirildi. Bulgular: Calismalar, ameliyat sonrasi %40-70 oraninda taburculuk sonrasinda cerrahi alan enfeksiyonlarinin gelistigini, yaklasik %60’a kadar onlenebilir oldugunu, her birinin yaklasik olarak 11-28 gun kadar ameliyat sonrasi ek hastane yatis gunu gerektirdigini gostermektedir. Bu nedenle cerrahi hemsirelerinin; tele saglik teknolojileri ile ameliyat sonrasi evine taburcu edilen hastalarin gunluk cerrahi drenaj cikislarini, spirometri sonuclarini, kan basincini, oksijen satura...
Endouroloji Bulteni, 2014
uvt.ulakbim.gov.tr
tarihleri arasında hastanemizde yatarak tedavi gören üriner tüberküloz (TB)'lu hastaların retrospektif olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya alınan 32 hastanın 24 (%75)'ü erkek, 8 (%25)'i kadın ve yaş ortalaması 43.8 ± 13.0 yıldı. Akciğer tutulumu olan 30 hastanın 25 (%83.3)'inde bilateral tutulum vardı. Yirmidört hastada kavite mevcuttu ve 22 hastanın kavitesi 2 cm'nin üstündeydi. En sık görülen üriner semptomlar noktüri, pollaküri, dizüri, oligüri, renal kolik ve ani idrar yapma isteğiydi. İdrar tetkiki sonuçları değerlendirildiğinde, hastaların %65.6'sında piyüri, %43.8'inde hematüri mevcuttu. Abdominal ultrasonografi çekilen 15 hastanın dördünde böbrek parankim lezyonu mevcuttu. Abdominal tomografi çekilen 6 hastanın 5 (%83.3)'inde anormal bulgu saptanmıştı. Bunlar; kaliektazi (n= 1), böbrek parankim kalsifikasyonu (n= 1), inguinal lenfadenopati (n= 1), psoas apsesi ve kemik lezyonu (n= 1), perinefritik ekstansiyon, kortikal skar, parankim lezyonu idi. Batın grafileri normaldi. İntravenöz ürografi üç hastaya çekilmişti, bir hastada bifid pelvis vardı. Hastalara olgu tanımlarına uygun olarak standart tedaviler verilmiş, 1 (%3.1) olguya nefrektomi yapılmıştı. Balgamda (n= 19 hasta) ve idrarda (n= 8 hasta) TB kültür negatifleşmesi sırasıyla 3.2 ± 1.6 (0.9-7.2) ay ve 2.9 ± 1.8 (1.0-6.6) ay bulundu. İdrar mikroskobisinin düzelme süresi (n= 11 hasta) 1.7 ± 1.1 (0.2-4.0) ay, idrar ile ilgili yakınmaların geçme süresi (n= 2 hasta) bir ve üç aydı. Sonuç olarak, akciğer TB'li hastalarda idrar tetkiki ve üriner sistem semptomları değerlendirilmelidir. Üriner sistem semptomları olan ve tam idrar tetkikinde piyüri ve hematüri saptanan olgularda ayırıcı tanılar içinde üriner TB hatırda tutulmalıdır. İdrarda asidorezistan basil (ARB) teksif ve kültürünün yapılması ihmal edilmemelidir.
Journal of Istanbul Faculty of Medicine, 2011
Bu çal›flman›n amac› kronik renal yetersizli¤i olan hastalarda diyaliz (dx) ve transplantasyonun (tx) üremik polinöropatiye etkinliklerinin karfl›laflt›r›lmas›d›r. Gereç ve yöntem: Çal›flmam›za 11 diyaliz (9'u hemodiyaliz, 2'si kronik periton diyalizli) ve 22 renal transplantl› olmak üzere toplam 33 hasta al›nd›. Kontrol grubunda 10 sa¤l›kl› birey vard›. Renal replasman tedavisi yani dx veya tx yap›lmadan önce ve tedavinin bafllamas›ndan 6 ay sonra elektrofizyolojik incelemeler yap›ld›. Duysal iletiler olarak medyan, ulnar, radyal, sural ve superfisyel peroneal sinirlerde bafllang›ç (distal) latans›, tepe latans›, amplitüd, ileti h›z› ve sural/radyal duysal cevap amplitüd oran›; motor iletiler olarak ise medyan, ulnar, peroneal ve tibial sinirlerde, distal latans, amplitüd ve ileti h›z› hesapland›. Ayr›ca medyan ve tibial F dalga ile tibial H refleks la-tanslar› da incelendi. Bulgular: Duysal cevap bafllang›ç (distal) latanslar› ve tepe latanslar›nda (ms) dx hastalar›nda anlaml› bir de¤ifliklik olmazken (
Turkish Nephrology Dialysis Transplantation, 2016
Canlıdan böbrek bağışını artırma çabalarına ve çapraz nakil gibi stratejilere rağmen, organ kıtlığı böbrek nakli bekleyen son dönem böbrek hastaları için önemli bir problemdir. Verici havuzu daha fazla genişletilmiş kriterli verici (ECD) böbreği kullanılarak genişletilebilir. ECD nakillerde greft sağkalımı daha kısa olmasına karşın, bu böbrekler idame hemodiyalizdeki hastalara göre daha fazla sağkalım avantajı sağlar. ECD böbreklerin kullanımı mevcut nakil oranlarını korumak için gereklidir. ABD'de Böbrek Nakli Komitesi, Birleşik Ulusal Organ Paylaşımı Yönetim Kurulu'na böbrek verici profil endeksi ile derecelendirmeye başlanarak böbrek dağıtımı yapılmasını önermiştir. Son zamanlarda, İspanya'da böbrek nakli ile ilgili önde gelen bilimsel topluluklar, ECD böbrek kabul kriterleri ve ülke çapında bu vericilerden nakle erişimin standardizasyonunda ortak eylemler için bir konsensüs geliştirmiştir. Burada, marjinal verici kullanımı ile ilgili güncel stratejileri gözden geçirmeyi amaçladık.
2016
Giris: Cocuk hastalarda bobrek tasi tedavisi onemli bir sorundur. Tas tedavisinde sok dalga litotripsi(SWL), mini-perkutan nefrolitotomi(mini-PNL), mikro perkutan nefrolitotomi(micro-PNL) ve son donemlerde gelisen retrograd intrarenal cerrahi(RIRC) yontemleri kullanilmaktadir. Yontem: Diskapi Yildirim Beyazit Egitim ve Arastirma Hastanesi’nde 2012–2015 yillari arasinda RIRC ve mini-PNL yapilan 1047 hastadan 17 yas alti olan 27 hastanin demografik, intraoperatif, postoperatif verilerini ve komplikasyonlarini retrospektif olarak toplayarak degerlendirdik. Bulgular: Tas boyutu 1–2 cm olan taslarda basari RIRC icin %70 iken, mini-PNL icin %100 idi. Tas boyutu 2–3 cm arasi olan taslarda basari RIRC icin %50 iken mini-PNL icin %100 bulundu. Her iki grupta major komplikasyon izlenmedi. Skopi suresi, operasyon suresi, tas yuku ve hastanede kalis suresi her iki grup arasinda istatiksel olarak anlamli sekilde farkliydi. Sonuc: Sonuc olarak her iki yontem cocuklar hastalarda uygulanabilir, guv...
Yeni Üroloji Dergisi
Alt pol böbrek taşlarında şok dalga litotripsi (SWL) ve retrograd intrarenal cerrahi (RİRC) etkinliğinin karşılaştırılması. Materyal ve Metod: Ocak 2018-Ağustos 2019 tarihleri arasında alt pol böbrek taşı nedeniyle SWL ya da RİRC tedavisi uygulanan 134 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Gruplar demografik özellikler, taş özellikleri ve taşsızlık oranları açısından istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Toplamda 92 (%68,7)'si erkek, 42 (%31,3)'si kadın olmak üzere 134 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 59 (%44,0)'unun taşı sağ böbrekte, 75 (%56,0)'inin taşı sol böbrekte idi. Tüm hastaların yaş ortalaması 47±16, taş yükü 94,7±62,0 mm 2 ve Hounsfield Ünitesi 819,5±256,2 olarak hesap edildi. SWL grubunda 73 (%54,5), RİRC grubunda ise 61 (%45,5) hasta vardı. Taşsızlık oranları SWL ve RİRC grupları için sırasıyla %52,1 ve %72,1 olarak hesaplandı. RİRC grubunda, SWL grubuna göre taş yükü daha fazla olmasına karşın taşsızlık oranının daha yüksek oranda olduğu gözlendi (sırasıyla, p=0,004 ve p=0,018). Sonuç: SWL ile karşılaştırıldığında RİRC ile taş yükünün fazla olduğu olgularda daha az seans sayısı ile daha yüksek taşsızlık oranı elde edilebilir.
Endouroloji Bulteni, 2017
2015
Kronik bobrek yetmezligi olan hastalar, zarar verme potansiyeli bulunmasina ragmen bircok nedenle tamamlayici tedavilere basvurmaktadir. En sik basvurulan tamamlayici yontemler arasinda; bitkisel urunler, relaksasyon, akupunktur, akupressure, yoga, masaj, muzik, refleksoloji ve aromaterapi yer almaktadir. Hastalar bu yontemleri kullanirken, olasi zararli etkilerin neler olabilecegini tahmin edememekte ve cogunlukla kullandiklari yontemi saglik ekibi ile paylasmamaktadir. Bu nedenle bu tedavilerin farkinda olunmali, hastalarla surekli iletisim kurulmali, yararli ve zarali etkileri acisindan hastalar izlenmelidir
Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 2014
Despite its long history, use of complementary and alternative medicine (CAM) methods has increased dramatically only after 1990s. Up to 57% of patients with chronic renal use CAM methods.These patienys use CAM methods to overcome hypertension, fatigue, constipation, leg edema, pain, cramps, anxiety, depression, sleep disorders, to cope with symptoms such as itching, to stop the progression of kidney disease and to improve their quality of life. Methods used are herbal products and food supplements, acupressure, acupuncture, homeopathy, exercise, aromatherapy, yoga and reflexology. Nephrotoxic effect of several CAM therapies used in patients with renal impairment could disturb hemodynamics by reducing the glomerular filtration rate. For this reason, health care providers should question patients about used of CAM, methods. Communication with patients should be clear and should not act judgmental. Health care personnel should learn more about CAM methods in order to avoid unwanted situations that could develop after the application of CAM methods. Patients should be informed correctly and scientifically about these methods to avoid harmful and unnecessary uses.
Turkish Journal of Pediatric Disease, 2020
Renal transplantasyon, düşük uzun dönem mortalite ve artmış hayat kalitesi sağlaması nedeniyle tercih edilen bir tedavi seçeneğidir. Bununla birlikte transplantasyon sonrası gelişen komplikasyonlar nakil böbreğin ve hastanın sağ kalımını etkiler. Transplant Renal Arter Stenozu (TRAS), renal transplant sonrası en sık görülen vasküler komplikasyondur. Hastaların %1-23 ünü etkiler. Çoğunlukla refrakter hipertansiyona neden olsa da greft kaybına da yol açabilmektedir. Renal transplantasyonun ardından ikinci günde görülebileceği gibi operasyondan yıllar sonra da görülebilmektedir. Periferik Anjiografi (Digital subtraction angiography) TRAS tanısı için altın standart olmakla birlikte Doppler USG taşınabilir, ucuz ve noninvaziv olması nedeniyle primer görüntüleme yöntemi haline gelmiştir. Tedavide cerrahi ve endoluminal seçenekler bulunmaktadır. Bu yazıda renal transplantasyon sonrası 4. ayda renal arter stenozu gelişen ve perkutan transluminal balon anjioplasti uygulanarak izlemine nakil sonrası ikinci yılında, antihipertansif tedavi ihtiyacı olmadan ve greft fonksiyonu korunmuş halde devam edilen 16 yaşındaki bir kız hasta bildirildi.
Turkish Journal of Pediatric Disease, 2015
Üriner sistem taşı oluşumunda rol alan etiyolojik faktörleri belirlemek taşın tedavisi ve tekrarını önlemek açısından son derece önemlidir. Çalışmada çeşitli nedenlerle kliniğimize başvurup üriner sistem taşı saptanan hastalarda taşa eğilimi artıran faktörlerin belirlenmesi, yaş gruplarına göre hastaların demografi k özelliklerinin, başvuru semptom ve bulgularının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: 2002 ve 2010 yılları arasında farklı nedenlerle Çocuk Nefroloji Kliniğimize başvurup üriner sistem taş hastalığı tanısı konulan 109 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Bulgular: Ortalama yaşları 49.2±56.0 (0.1-228) ay olan 109 hastanın 56'sı (%51.4) erkek, 53'ü (%48.6) kızdı (E/K= 1.06). Hastaların 74'ünün (%67.9) ailesinde üriner sistem taşı öyküsü ve 29'unun (%26.6) anne babası arasında akrabalık vardı. Taşlar hastaların 33'ünde (%30) sağ üriner sistem, 41'inde (%38) sol üriner sistem, 35'inde (%32) ise bilateral yerleşimliydi. Hastaların 50 (%45.9)'sinde idrar yolu enfeksiyonu öyküsü vardı. Beş ve daha küçük yaştaki hastaların %78'inde ve beş yaşından büyük hastaların %48'inde olmak üzere tüm hastaların %69.7'sinde metabolik bir neden saptandı. Metabolik tetkikleri yapılan hastaların %44'ünde hiperkalsiüri, %50.6'sında hiperoksalüri, %50'sinde hipositratüri ve %37.5'inde hiperürikozüri saptandı. Ailesinde taş öyküsü olan hastalarda (%74.3) olmayanlara göre (%60.0), annebaba arasında akrabalık öyküsü olanlarda (%86.0) olmayanlara göre (%63.0) metabolik nedenler daha yüksek saptandı. Sonuç: Çocuklarda taş hastalığı nadir değildir. Özellikle ailesinde üriner sistem taşı öyküsü olan, beş ve daha küçük yaşta üriner sistem taşı saptanan çocuklar olmak üzere, üriner sistem taşı saptanan tüm çocuk hastalarda öncelikle metabolik nedenlerin araştırılması gerektiği kanaatindeyiz.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, 2022
Amaç: Ameliyat öncesi tahmini glomerüler filtrasyon oranları (eGFR) düzeyi 60 ml/dk'nın altında olan bir hasta grubunda üst üreter taşlarında üreterorenoskopi (URS) ya da fleksible üreterorenoskopi (fURS) öncesi ve sonrası eGFR değişimini ve buna etki eden faktörleri değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Üst üreter taşı nedeniyle ameliyat planlanan ve kısa MDRD formülü ile hesaplanan ameliyat öncesi eGFR 60 ml/dk'nın altında olan 32 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların ameliyat öncesi ve sonrası eGFR değişimlerine etki eden faktörler çoklu lineer regresyon analizi ile karşılaştırıldı. Bulgular: Düşük renal rezervli hastalar da tedavi sonrasında renal fonksiyonlar açısından iyi düzeyde bir iyileşme gösterdiler. Yaş, beden kitle indeksi (BKİ) ve preoperatif eGFR anlamlı düzeyde postoperatif eGFR'yi etkiliyordu (p<0.05). Postoperatif eGFR'nin preoperatif eGFR ile doğru, diğer iki parametre ile ise ters orantılı olduğu görüldü. Sonuç: Bu çalışma ile literatürde ilk defa renal rezervi düşük hasta popülasyonunda genç yaş, yüksek preoperatif eGFR değerleri ve düşük BKİ'nin postoperatif eGFR yükselmesi açısından iyi prognoz parametreleri olduğu gösterildi.
2015
Uriner inkontinans istemsiz idrar kacirma olarak tanimlanir. Her yas grubundan kadini etkileyebilen bu durum hastanin gunluk yasaminda ciddi sikintilar meydana getirmektedir. Uriner inkontinans, stres uriner inkontinans, urge uriner inkontinans,miks uriner inkontinans ve asiri aktif mesane olmak uzere alt gruplara ayrilir. Uriner inkontinans insidansi yaslabirlikte artar ve stres uriner inkontinans genc kadinlarda daha sik gorulur. Bu calisma bu konuda son uluslararasi literatur verileri karsilastirilarak yapilmistir. Bu yazinin amaci uriner inkontinans medikal tedavisi hakkinda genel bir bakis vermektir.
The New Journal of Urology, 2014
Böbrek tümörleri üriner sistem kanserlerinde sık görülen kanserlerdendir. Radyolojik yöntemlerinin yaygınlaşmasıyla rastlantısal tanı konan hasta sayısı artmaktadır. Biz böbrek tümörü ön tanısıyla radikal veya parsiyel nefrektomi operasyonu yapılan hastalarda benign tümör saptananları malign tümör olan hastalarla karşılaştırdık. Gereç ve Yöntemler: 2003-2013 yılları arasında kliniğimizde böbrek tümörü ön tanısıyla radikal veya parsiyel nefrektomi operasyonu yapılan 253 hasta retrospektif olarak incelendi. Tümör dışı rapor edilen hastalar çalışmaya alınmadı. Hastalar; benign tümör saptanan hastalar Grup 1, malign tümör olarak rapor edilen hastalar Grup 2 olacak şekilde iki gruba ayrıldı. Bulgular: Hastalar 21 ile 89 yaş aralığında olup, çalışmaya katılan 251 hastanın 163' ü (65%) erkek,88' i (35%) kadın idi. 52 hastaya nefron koruyucu cerrahi, 199 hastaya radikal nefrektomi operasyonu yapıldı. Hastaların yaş ortalaması Grup 1ve Grup 2' de sırasıyla 59.94±18.46 ve 63.06+13.26 yıl, ortalama tümör boyutu ise 4.7±1.56 ve 6.6+3.64 cm idi. Benign böbrek tümörü 251 hastanın 18' inde (7.2%) saptandı. Hastaların 13'ünde (5.2%) onkositom, 4 hastada (1.6%) anjiomyolipom, 1 hastada (0.4%) fibroma rapor edildi. Malign böbrek tümörü saptanan hastaların 218' inde (87.5%) böbrek hücreli tümör rapor edildi.1 hastada (0.4%) skuamöz hücreli kanser, 12 hastada (4.8%) transizyonel hücreli kanser saptandı. Sonuç: Benign böbrek tümörü tanısı genellikle böbrek tümörü ön tanısıyla nefrektomi yapılan hastalarda konmaktadır. Benign böbrek tümörlerinde, radyolojik yöntemlerdeki gelişmelerle operasyon öncesi tanı konması bu hastalarda operasyon gerekliliğini ortadan kaldırabilecektir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.