Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
1998, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
İşsizlik, tüm dünya da olduğu gibi Türkiye’nin de en önemli problemlerinden birisi olarak güncelliğini korumaktadır. İşsizlik sorununu çözmeye yönelik uygulanan makroekonomik politikaların kalıcı bir çözüm sağlayamadığı, ekonomide yaşanan hızlı büyümeye rağmen yeterli istihdam üretilemediği ve hatta paradoksal olarak, işverenlerin istihdam edecek nitelikli eleman bulamadıkları yönündeki şikâyetleri sorunun farklı bir boyutunu oluşturmaktadır. İşsizlik sorunun arka planında, iş-işçi uyumsuzluğu olduğu tezinden hareketle, bu sorunun çözümüne yönelik ortaya atılan yaklaşımlarında çok başarılı olmadığı gözlenmektedir. 2014 yılı Temmuz ayı verilerine göre 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı %18,2 iken 15-64 yaş grubunda bu oran %10 olarak gerçekleşmiştir. Bu oranlar dikkate alındığında yapısal işsizlik sorunun devam ettiği, genç işsizliğinin ise daha büyük bir sorun olduğu görülmektedir. İş-işçi uyumsuzluğunu ortadan kaldırmayı hedefleyen en önemli uygulama, eğitilmiş insan gücünün arttırılması politikasıdır. OECD raporlarına göre, OECD ülkelerinde, istihdam oranları eğitim düzeyiyle birlikte artış göstermekle birlikte, Türkiye, eğitimli nüfusu istihdam etmede son sıralarda yer almaktadır (OECD, 2009, 2013). TÜİK (2014)’in yayınladığı veriler de bu gözlemleri doğrular niteliktedir. Ayrıca 2013 Aralık sonuçlarına göre okur yazar olmayanlarda işsizlik oranı %5.1 iken, lise mezunlarında %12.5, meslek lisesi mezunlarında %10.3, yüksek okul mezunlarında ise %9.7'dir. Bu oranlar incelendiğinde eğitim ile işsizlik arasında olması gereken ters ilişkinin olmadığı anlaşılmaktadır. Bütün bu veriler, işsizlik sorununun, yalnızca iktisadi bir sorun olmadığını; işsizliğin, ekonomik yönü yanında, mevcut eğitim sitemini de içine alan, bireysel, ailevi, toplumsal, kültürel yönleri olan, çok karmaşık bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, işsizlik sorunun kalıcı çözümü, belirtilen boyutların, bu sorunun ortaya çıkmasındaki rollerinin ve önem derecelerinin belirlenmesi önemli hale getirmektedir. Bu amacı gerçekleştirmeye yönelik yapılacak çalışmalara, “kariyer engelleri” alanyazını yardımcı olacaktır. “Kariyer engeli” bireyin kariyer gelişim sürecini zorlaştıran kişi, durum, olay ya da koşullar olarak tanımlanmaktadır (Swanson ve Woitke, 1997). Algılanan kariyer engelleri ise var olduğuna inanılan ya da gelecekte karşılaşılabileceği düşünülen gerçek bilgiye dayanmayan kişisel inançlardır (Albert ve Luzzo, 1999, s. 431). Algılanan kariyer engelleri gerçek olmasa bile kariyer karar verme sürecini ve kariyer kararı vermeyi önemli derecede etkilemektedir (örn. Albert ve Luzzo, 1999). Ayrıca cinsiyet açısından bakıldığında yüksek okul mezunu erkeklerin işsizlik oranının %7.2, kadınların işsizlik oranının ise %13.6 olduğu, yani yüksek okul mezunu kadınların işsizlik oranın erkeklerin yaklaşık iki katı olduğu görülmektedir. Bu veriler dikkate alındığında eğitim ile işsizlik arasında doğru ilişkinin kurulamadığı özellikle kadınların kariyer engellerini daha fazla yaşadıkları düşünülmektedir. Bu bilgiler ışığında, işsizlik probleminin çözümüne katkı sağlayacak yollardan birisi olarak özellikle eğitimli nüfus popülasyonundaki kariyer engellerinin belirlenmesi ve ortadan kaldırılmasına yönelik politikaların üretilmesinin önemli bir problem alanını oluşturduğu düşünülmektedir. Bu hedefe yönelik olarak, bu çalışmada üniversite öğrencilerinin algılanan kariyer engellerini çeşitli demografik özelliklerine göre belirlemek ve bu yönde yapılacak çalışmalara kaynaklı teşkil edecek bulgular elde etmek amaçlanmıştır. Araştırmanın örneklemi 20-35 yaş arası üniversite mezunu olan ve hâlihazırda bir işi olmayan 321 kişiden oluşmaktadır. Katılımcıların Kariyer engelleri algılarını belirlemek için Kariyer Engelleri Anketi (Swanson ve Tokar, 1991) kullanılmıştır. Verilerin analizinde betimleyici istatistiklerin yanısıra bağımsız gruplar için t testi ve varyans analizi teknikleri kullanılmıştır. Elde edilen bulgular katılımcılarının algılanan kariyer engellerinin çeşitli demografik özellikler açısından farklılaştığını ortaya çıkarmıştır. Elde Edilen bulgulara dayalı olarak önerilerde bulunulmuştur.
İşsizlik ve yoksulluk kavramlarının birbirleri ürerine etkileri üstüne bir değerlendirme
TÜRKİYE’DE GENÇ İŞSİZLİK SORUNU VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ, 2021
Küresel bir sorun olarak nitelendirilen genç işsizlik olgusu, dünyada birçok ülkeye iktisadi ve sosyal açıdan önemli maliyetler yüklemektedir. Bu kapsamda Türkiye’de de genç işsizlik sorunu dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi önemli boyutlara ulaşmıştır. Türkiye ekonomisinin kırılgan bir yapı içerisinde olması, ithalat bağımlılığının yüksek olması, fiyat istikrarında belirli aralıklarla parazitlenmeler yaşanması istihdam hacmini ve buna bağlı olarak işsizlik oranlarını etkilemektedir. Türkiye’de genç işsizlik sorunu bir yandan iktisadi temellere dayanırken, diğer taraftan demografik nedenler, nitelikli işgücü eksikliğine ve eğitim politikalarındaki işlevsizliğinde genç işsizlik sorunu üzerine etkileri bulunmaktadır. Türkiye ekonomisi için önemli bir sorun olarak görülen genç işsizlik sorunu bu bölümde ele alınmıştır. Bölüm temelleri İşsizlik olgusuna ait kuramsal çerçeve, dünyada ve Türkiye’de genç işsizlik sorunu ve Türkiye’de genç işsizlik sorununa yönelik çözüm önerileri bağlamında oluşturulmuştur.
İşsizlik genel anlamıyla insan kaynaklarının kısmen atıl kalması, kalkınma hızında yavaşlama eğilimini ifade etmektedir. Bir başka tanımla, çalışmaya hazır olanlarla halen bir işte çalışanlar arasındaki fark olarak da ifade edilebilir. İşsiz sayılabilmek için Uluslararası Çalışma Örgütüne göre aktif olarak iş aramak gerekmektedir.
Günümüzde işgücü piyasalarındaki eğilim, çekirdek işgücü adı verilen iş güvencesine sahip işçilerin sayısını azaltmak ve artan ölçüde, süratle işe alınabilen ve işler bozulduğunda aynı süratle ve masrafsız biçimde işten çıkarılabilecek işgücüne dayanmaktır. 1 Kapitalist sermaye birikim stratejilerindeki değişime bağlı olarak işgücü piyasalarındaki gelişen bu eğilimle birlikte işçi sınıfı içerisinde güvencesizlik istisnai bir durum olmaktan çıkmış, dünya çapında her geçen gün daha fazla işçiyi içeren genel bir eğilimine dönüşmüştür.
İşsizlik İran için uzun süredir devam eden kronik bir sorundur. %10-12 bandında seyreden doğal işsizlik oranı, ülkede ağır ekonomik sonuçlarla birlikte sosyal anlamda pek çok sorunu da beslemektedir. Bu çalışmanın amacı Devrim sonrasında İran’da süregelen kronik işsizlik sorununun derinlemesine analiz etmektir. İşsizlik sorunun bu denli kökleşmesinde İslam Devrimi sonrası uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların büyük etkisi vardır. Buradan hareketle çalışmada, demografi, istikrarsız büyüme, yetersiz yatırımlar, eğitim politikaları ve emek piyasasındaki katılıklar gibi işsizlik sorununa etki eden faktörler detaylı bir şekilde incelenerek işsizlik sorunu bütüncül bir perspektiften değerlendirilmektedir. İş sizlik sorunu çeşitli yapısal sorunların bir çıktısı olduğu için bu sorunun çözümü de bütüncül bir politik bakış gerektirmektedir.
Nusret Ekine Armağan, 2000
GİRİŞ 1960'dan beri uluslararası işbölümünde önemli bir değişim gözlenmektedir. Bu değişim, kapitalist emek sürecinde yeniden yapılanmanın bir parçası olarak, sanayi üretiminin emek yoğun kısımlarının, gelişmiş sanayi (merkez) ülkelerinden, emeğin göreceli olarak bol ve ucuz olduğu azgelişmiş (çevre) ülkelere kaymasını içermektedir. Çok sayıda bilimsel araştırma bu değişimi yeni bir uluslararası işbölümünün oluşumu olarak tanımlamaktadır. Buna göre, hammadde ve tarım ürünleri üreten çevre ülkelerin, sanayi malları üreten merkez ülkelerle ticaret yaptığı eski "sömürgeci işbölümü" artık bitmiştir. Onun yerine sanayi üretiminin merkez ülkelerden çevreye kaydırılmasıyla, çevre ülkelerin de sanayi malları üreten ve bunları merkez ülkelere ihraç eden bir konuma geldiği yeni uluslararası işbölümü gelişmektedir. Bu gelişmenin altyapısını, azgelişmiş ülkelerin küresel kullanıma açık yedek işgücü deposu olarak yükselişi, iletişim, ulaştırma ve üretim teknolojilerinde meydana gelen gelişmeler oluşturmaktadır. Kısaca, yoğun rekabet ortamında çokuluslu sanayi şirketlerinin ayakta kalabilmelerinin tek şartı, bu yeni uluslararası işbölümü çerçevesinde üretimlerinin emek yoğun kısımlarını ucuz emek arzından faydalanmak üzere çevre ülkelere kaydırmaktır. Bu makalede Fröbel, Henrich ve Kreye (1980)'in geliştirdiği "yeni uluslararası işbölümü" yaklaşımı detaylı olarak incelenmektedir. Bu yaklaşımın çokuluslu şirketlerin stratejileri, uluslararası sermaye hareketleri, teknolojik ve organizasyonel değişme, rekabet stratejileri gibi farklı boyutlardan eleştirel bir değerlendirmesi yapılarak, dünya otomobil endüstrisi örneğinde tartışılacaktır. Temel olarak, bu yaklaşımın spesifik * Marmara Üniversitesi, Ýktisadi ve Ýdari Bilimler Fakültesi 661
Ekonomide 2018 ortalarından bu yana yaşanan krizin en tahrip edici etkisi istihdam ve işsizlikte giderek daha yoğun biçimde ortaya çıkıyor. Büyüme ve sanayi üretiminde yaşanan daralmanın dolaysız sonucu olarak ekonominin yeni iş (istihdam) yaratma kapasitesi geriliyor ve işsizlikte sert bir tırmanış yaşanıyor. Türkiye ekonomisi yüksek enflasyon, işsizlik ve ekonomik durgunluğu bir arada yaşıyor. Sanayi üretimi ve kapasite kullanım oranlarına ilişkin aralık ve ocak ayı verileri ekonomide küçülmenin artarak devam ettiğini gösteriyor. Bunun anlamı işsizlikteki artışın önümüzdeki aylarda da devam edeceği ve Türkiye'nin uzun süre yüksek işsizlikle karşı karşıya kalacağıdır. Türkiye'nin toplumsal yaşamın en vahim sorunlarından biri olan ve etkisi giderek artacak olan işsizlik sorununu bir dizi yazıyla ele almaya çalışacağım. .
Kamu Yönetimi Teorileri: Geleneksel Teorilerden Yeni Yaklaşımlara, 2020
‘Devlet kurumları ölümsüz müdür?’ ya da ‘Devlet iflas edebilir mi?’ İşte bu sorulara verilen cevaplar, genelde devlet özelde ise kamu yönetiminde bir zihniyet dönüşümüne vurgu yapmaktaydı. Bu kapsamda kamu yönetiminde bir paradigma değişimine yol açan ‘Yeni Kamu İşletmeciliği’, akademik dünyada ve siyasa yapıcılar arasında önemsenmektedir. Çünkü devlet olgusu, yaklaşımı karakterize eden serbest piyasa sistemi içerisinde düzenleyici ve denetleyici bir yapıya kavuşturulmak istenmektedir. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımından sonra benimsenen Keynesyen politikalar ve II. Dünya Savaşı sonrasında refah devletinin yüklendiği roller, kamu harcamalarının artmasına neden olmuştur. Weberyen bürokratik yapıya dayalı geleneksel yönetim anlayışı da ekonomik, sosyal ve siyasal krizlere yol açmıştır. Devletin işlevleri ile örgütsel yapısının sorgulanmasına neden olan bu krizler ise kamu yönetiminden işletme yönetimine geçiş lehinde bir kopuşa neden olmuştur. Maliyet etkinliğine ve verimliliğe odaklanan bu süreç, özel sektöre ait işletme tekniklerinin kamu sektöründe de uygulanmasını sağlamıştır. Kamu yönetiminde yeni arayışlar sonucunda ortaya çıkan ve “Kürek çeken değil dümen tutan” felsefesi ile ifade edilen bu yaklaşım ‘Yeni Kamu İşletmeciliği’ olarak tanımlanmıştır.
Sosyal Siyaset Konferansları 48. Kitap, İstanbul Üniversitesi Ya.
TÜRKİYE’DE EKONOMİK VE SOSYAL BİR OLGU OLARAK TÜRKİYE’DE İŞSİZLİK SORUNU VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ, 2019
Ekonomi, birey, aile, toplum ve ticari işlerle uğraşan şirketler bazında, üretim, tüketim, ticari faaliyetler, büyüme, gelişme ve kalkınma, gelir, gider ve tasarruf gibi faaliyetler konusunda incelemeler yaparak yaptığı bu incelemeleri istatistiksel sonuçlar ile ortaya koyabilen sosyal bir bilimdir. Ekonomi, her ülkenin kendine özgü kalkınma stratejisi geliştirebildiği bir alandır. Ekonominin birçok bilim adamı tarafından tanımlanan farklı tanımları da mevcuttur. Her bir farklı tanım ekonominin farklı bir özelliğini içerebilir. Cumhuriyet Döneminden günümüze kadar devam eden çeşitli ekonomi politikaları, ekonominin alt dallarının oluşmasına da katkı sağlamıştır. Her dönem farklı stratejilerle ortaya çıkarılan bütçe çeşitli planlamalar uzun vadeli kalkınma planları, ekonominin gidişatını da belirler. Ülke çapında ekonominin iyi olması, toplumun da refah düzeyinin artması ile yakından ilişkilidir. Ekonominin, bireysel ailesel ve toplumsal olarak kötü bir boyutta olması, iş sektöründe tam olarak istihdam sağlanamaması anlamına gelir. Ekonomik kriz ve çöküşler nedeni ile işsizlik oranı oldukça artmıştır. İşsiz; hiçbir sağlık problemi olmadan, çalışma isteği olup yapacağı işin bütün sorumluluklarını kabul ettiği halde iş bulup çalışamayan kimselere denir. Günümüzde mevcut nüfus yükseldikçe, işsizlik oranı da hızlı bir şekilde artış göstermiştir. İşsizliğin çeşitli türlerinden bahsetmek mümkündür. İşsizlik türleri; kısmi ve yaygın, geçici ve sürekli olmak üzere tasnif edilebilir. Kısmi ve geçici işsizlik, yer ve meslek değiştirme sırasında belirir. Bu türden işsizliğin en tipik olanı “konjonktürel işsizlik”tir. Konjonktürel işsizlik, üretim hacminde zaman zaman ortaya çıkan daralmaların yarattığı işsizliktir. Ekonominin bütün sektörleri ile toplu ve devamlı olarak durgun bir düzeyde kaldığı dönemlerde ise “yapısal işsizlik” belirir (Alkin, 2014). İşsizlik, en fazla erkekler arasında yaygın olduğu bilinse de son yapılan araştırmalarda, işsizlik oranının genç kız ve kadınlarda daha yaygın olduğu görülmüştür.
İŞÇİYİ KÖLELEŞTİREN BİREYSEL İŞ SÖZLEŞMELERİ
Bireysel iş sözleşmelerinde işçi aleyhine düzenlemelerden örnekler
Ekonomi Bilimleri Dergisi, 2011
Bireysel anlamda işsizliğin maliyetlerine değinirken, işsizliğin piyasa için yarattığı etkinsizliğe de yer vermek önem taşımaktadır. Çünkü işsizlik olgusuna yalnızca işgücünün katlandığı maliyet ve etkinsizlik olarak bakılamaz. Aynı zamanda işsizlik, efektif talebi azaltarak firmaların düşük karlılık düzeyinde çalışmalarına da yol açabilmektedir. İşgücü piyasasındaki etkinsizlik, temsili bir değişken olan işsizlikle ölçülebilmektedir. İşsizliğin yol açtığı piyasa etkinsizliğini, diğer anlamıyla toplumsal refah kaybını literatürde pek çok çalışma ölçme yoluna gitmiştir. Çalışmada da işgücü piyasasındaki etkinsizliğe betimsel olarak yer verilmiş ve bu çerçevede Türkiye'de işsizliğin yarattığı etkinsizlik yorumlanmaya çalışılmıştır.
Sosyal Ve Ekonomik Arastırmalar Dergisi, 2007
Bu çalışmada, TÜİK'in en son işgücü ve yoksulluk verileri kullanılarak, ülkemizde eğitim seviyesi ile işgücüne katılım, işsizlik ve yoksulluk oranları arasındaki ilişkiler analiz edilmiştir. Eğitim seviyesi ile işgücüne katılım ve yoksulluk oranları arasında teorik beklentileri karşılayan bulgulara ulaşılmıştır. Ancak, işsizlik oranları açısından eğitim sisteminin beklentileri karşılamadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ülkemizde, eğitimin bireysel getirilerinde cinsiyete göre önemli farklılıkların bulunduğu sonucuna da ulaşılmıştır.
TÜRKÜN İŞ ZİHNİYETİ, 2019
Türkün İş Zihniyeti, Türklerin iktisat zihniyetini, din (İslam veya tasavvuf) üzerinden değil, dil (Türkçe) içinden yola çıkarak anlamaya çalışıyor ve “neden olmuyor?” sorusunu kendine mesele ediyor. Temel iddiası; “Türklerin iş tutuş tarzı, büyük ölçüde ‘iş’teşlik ‘ş’ sesine bağlıdır.” Türkiye’de Sabri F. Ülgener ile başlayıp Ahmet Güner Sayar ile devam eden Osmanlı iktisat zihniyeti çalışmalarının merkezi açıklama noktası büyük ölçüde Max Weber’in etkisiyle din temelliydi. Sayar, Ülgener’in bütün vurgularını daha da derinleştirdi ve bunu “Türk töresi” ile biraz esnetti. Oğuz Adanır ile bu yön, ağırlıklı olarak Marcel Mauss etkisiyle potlaç (potlatch, armağan) üzerinden açıklamaya dönüştü. Üç bilim insanının görüşü, kendi çerçevesinde ve mecrasında tartışılmaya devam ediyor. Bu çalışma, Hüseyin Rahmi Göktaş’ın Türkçe üzerine düşünmesi ile Murat Önderman’ın Türkiye üzerine düşüncesinden hareketle Türklerin iktisat (dirlik) zihniyeti veya iş zihniyeti çalışmalarına ilk defa dil açısından bir yaklaşımda bulunulmuş oluyor. Ya da Türkçe ilk defa işe koşuluyor. Buna kısaca Türkçe boyunca işe içrek bir bakış da diyebiliriz. Bununla Kenan Göçer, çok çalışmaktan çok, iş yapmaya yönelik bir girişimde bulunuyor.
The aim of the study is to evaluate whether organizational constraints, factual autonomy, workload, interpersonal conflict of work, work locus of control, counterproductive work behavior and demographic variables had any influence at job satisfaction. Seven different scales have been used to explain job satisfaction. The sample of the study consists of white collar personnel in machine and textile industries in Bursa. We tried to collect data by choosing the work places with similar conditions among those who were prepared to participate in the study. In total 5 different manufacturing firms participated. The questionnaires were filled out by employees voluntarily 157 data were obtained from white collar personnel from lower, medium and management level. To evaluate these data, t- test, F test, correlation analysis and hierarchical regression analysis were used. 33% of the participants were female and 67% were male employees. Individuals who believed everything were happening either by chance or decided by others had lower job satisfaction. When counterproductive work behavior increases, job satisfaction shows a tendency to decrease. At work places with high interpersonal conflicts there was less job satisfaction. Organizational constrains also limits job satisfaction. Key words: Job satisfaction, job stress, ounterproductive behavior, autonomy, work locus of control
Article, 2020
Bu çalışmada yiyecek-içecek sektöründe çalışanların öz yeterlilik algılarının işten ayrılma niyeti üzerindeki etkisi incelenerek, öz yeterlilik algısı ve işten ayrılma niyeti arasındaki ilişki araştırılmıştır. Literatürde öz yeterlilik algısının daha çok iş tatmini, işe adanmışlık, yüksek performans gibi örgüt lehine olumlu değişkenler üzerindeki etkisine değinilmiş ancak öz yeterlilik algısının örgüt aleyhinde olan olumsuz değişkenler üzerindeki etkisi ilgili literatürde göz ardı edilmiştir. Bu açıdan, bu çalışmanın literatürdeki bu boşluğu doldurması beklenmektedir. Araştırma kapsamında Balıkesir ilinin Bandırma ilçesinde 108 yiyecek-içecek işletmesi çalışanına anket uygulaması yapılmıştır. Araştırmada toplanan veriler korelasyon ve regresyon analizlerine tabi tutulmuştur. Araştırma sonuçlarına göre, yiyecek-içecek sektöründe çalışanların öz yeterlilik algılarının işten ayrılma niyeti üzerinde istatistiksel olarak anlamlı ve negatif yönde bir etkisinin olduğu bulgulanmıştır. / This study investigates the impact of employees’ self-efficacy perceptions on their turnover intention in the food and beverage industry. Mostly in the related literature, the effect of self-efficacy perception on positive variables in favor of the organization such as job satisfaction, commitment to work, and high performance is investigated. However, the effect of self-efficacy perception on negative variables against the organization has been ignored in the relevant literature. In this respect, this study is expected to fill this gap in the literature. Within the scope of the research, 108 food and beverage services employees were surveyed in Bandırma district of Balıkesir province. The data is analyzed through correlation and regression analysis. According to the results, this study shows that self-efficacy perceptions of employees in the food and beverage sector have significant and negative impact on the turnover intention.
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 2001
Nüfusun yaşlanması küresel bir olgudur. Doğum oranlarındaki arhş ve ortalama yaşam süresinin uzamasıyla dünya nüfusu önümüzdeki yıllarda, eskisinden daha hızlı yaşlanacaktır. Nüfusun yaşlanınası, aynı zamanda işgücünün de yaşlanınası anlamına gelmektedir. Yaşlanmanın çeşitli ekonomik boyutlarından söz edilebilir. Bir boyutu, çalışma çağındaki nüfusun azalması ve emekli sayısının artması sebebiyle emeklilik sistemleri ve kamu maliyeleri üzerinde yarathğı baskıdır. Ikinci bir boyutu, yaşWarı koruma ve sağlık gereksinimlerinin artmasıdır. Yaşlanmanın, bizim bu makalemize de konu olan bir üçüncü boyutu da, göreli olarakçalışma çağındaki nüfusun azalması ve işgücünün yaşlanmasıdır.
Bu araştırmada, Ortaca İlçesi'nde bankacılık sektöründe çalışan banka personelinin tükenmişlik ve iş doyum düzeyleri incelenmiştir. Araştırma kapsamına hem özel hem de kamu bankaları dahil edilmiştir. Çalışma, banka çalışanlarının tükenmişlik ve iş doyum düzeylerinin ortaya çıkarılması açısından önem taşımakta ve banka çalışanlarının tükenmişlik ve iş doyum düzeylerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Verilerin analizinde, istatistiksel analiz tekniklerinden frekans analizi, standart sapma, aritmetik ortalama …
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.