Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2022, Kültür Araştırmaları Dergisi
https://doi.org/10.46250/kulturder.1066196…
19 pages
1 file
16.-17. yüzyıllar ve sonrasında Osmanlı düşünce dünyasında daha yoğun görülen İşrakîlik, klasik Türk şiirine de yansımıştır. Bu felsefe ile birlikte "işrâk" yanında ışık kavramı etrafındaki kelimeler hem genel literatüre hem de şiire girmiştir. Çalışmada "işrâk" kavramı etrafında şiirlerde, İşrâk felsefesinin yansımaları üzerinde durulmuştur. İşrâkîliğe, Osmanlı'da ilginin 16. ve 17. yüzyılda başlaması nedeniyle bu dönem ile sonraki yüzyıllardan seçilen divanlar taranmıştır. Şairlerin, filozoflara ve felsefî kavramlara şiirsel imajların bir parçası olarak yer verdiği görülmektedir. Şiirlerde İşrâkî felsefenin 17. yüzyıl ve sonrasında etkili olduğu görülmekle birlikte, onun varlık ve bilgi görüşü üzerinde ayrıntılı durulmamıştır. "İşrâk" ile birlikte ışık kavramı etrafındaki kelimelere ve bazı filozoflara yer vererek İşrâk felsefesinden etkilendiklerini açıkça gösteren şairler vardır. Ayrıca bazı klasik Türk şairlerine göre, hakikati idrak için akıl ve sezginin bir arada olması gerekir. Bu yüzden sadece akılcılığı savunan felsefî ekollerce sezgiye dayalı bir felsefe olan İşrakîlik eleştirilir. Bu dönemde "İşrâk" kavramına, felsefî bir terim olmaktan ziyade lügat anlamıyla yer veren şairler de bulunmakla birlikte çalışmada işrâk felsefesini benimseyen yahut eleştiren şiir örneklerine odaklanılmıştır.
"Nesnelerin mahiyet ve hakikatlerinin bilinmesi, filozofi" manasına gelen felsefe; İslami öz ve hassasiyetlere bağlı olarak klasik edebiyatımızda ya reddedilmiş yahut umumiyetle "hikmet" kelimesi ile karşılanmıştır. Hikmet, "Allah'ın insanlar tarafından anlaşılamayan ilahi esrarı ve takdiri, bilgelik, atasözü, vecize" anlamında bir mefhum olarak kullanılmıştır. Hikmet sahibi kimseler de "hakîm/hekîm", "mütefekkir" ya da "ârif" olarak adlandırılmıştır. Büyük ölçüde bir İslam ve tasavvuf edebiyatı olan klasik Türk edebiyatında edipler felsefeye birtakım hudutlar içinde yaklaşmışlardır. Bilhassa "hikemî şiir" ya da "hakîmâne şiir" anlayışıyla eşyanın hakikatine dair görüş bildiren şairler, bununla muhatabı öğütlemeyi, uyarmayı yahut uyandırmayı hedeflemiş fakat "felsefe" kelimesinin kendisine, yöntemine ve sonuçlarına temkinli yaklaşmışlardır. Bilinen ilk örnekleriyle 11. asırdan günümüze kadar derin bir ilmin ve engin bir sanat anlayışının mümessili olan klasik Türk şairleri, eserlerinde "bediiyat" arzusunun yanına muhakkak "nasihat" gayesini de iliştirmişlerdir. Bu nasihatler arasında zerreden küreye, mikrodan makroya; varlığa ve yokluğa dair hemen her şeyle ilgili bir görüş ve anlayış ortaya koymuşlardır. Edebiyatımızda Aristo, Platon (Eflatun) gibi filozoflara ve Kindî, İbn Rüşd, Gazzâlî ve İbn Haldûn gibi mütefekkirlere gösterilen ihtimam ve ihtiramın yanında felsefeye karşı olumsuz tutumların da var olduğu dikkat çekmektedir. Örneğin 17. asır şairlerinden Nâbî'nin, Hayriyye adlı meşhur mesnevisinde oğlu Ebu'l-Hayr Mehmed Çelebi'yi felsefeye karşı uyarmasının İslam dünyasında felsefe hakkında çıkan tartışmalara bağlı olduğu düşünülebilir. Bu çalışmada; klasik Türk şiirinin altı asrı aşkın tarihinde felsefeye dair tutum ve kanaatler genel olarak değerlendirilmiş, şairlerin "felsefe" yerine "hikmet" kelimesini tercih etmelerinin gerekçeleri ortaya konmuştur. Böylece "varlığın özü, önü ve sonu" ile "yokluğun hudutları" arasında görüş serdeden şairlerin tefekkürü yöntem, hikmeti de sonuç olarak ortaya koymaları konusuna dikkat çekilmiş; ayrıca klasik Türk şiirinin düşünce sisteminin tafsilatlı olarak incelenmesinin ve irdelenmesinin gereği ifade edilmiştir.
KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE ŞUHÂNE TARZ, 2023
Şûh kavramı "hareketlerinde serbest, açık saçık, arsız, neşeli, oynak ve güzel sevgili" anlamlarına gelmektedir. Şuhâne tarz ise kadın ve kadın güzelliğini pervasız ve alenî anlatımlarla konu alan manzumelerin klasik şiirdeki karşılığı olmaktadır. Bu kavramda sevgilinin güzelliğinden ve ona duyulan afrodizyak duygulardan bahsedildiği görülmektedir. Klasik Türk şiiri, sevgilinin pek çok nitelikleri yanında, bu tarz özelliklerine de değinmiştir. Bu şûh söylemleri şöyle sırlamak mümkündür: Sevgilinin kendini âşığa çekincesizce bırakması, âşığını kur ve işvelerle vuslatına çağırması, bir bezm ya da "hane"de birkaç kadehle âgûşa kolaylıkla kendini bırakması, mahbub olarak da belirmesi ve hamamda sim tenini aleni olarak sergileyebilmesi. Bu şûhluk, klasik estetiğin çizdiği sınırlarda asla bayağılaşmadan ilerlemektedir. Çünkü bu tarz söylemlerde cismanî unsurlar nesnelere verilerek sevgilinin masumiyeti korunmaktadır. Bu tarzda âşık, sevgiliyle "hane"sinde ya da yatakta dudak dudağa/lebâleb, göğüs göğüse/sîne-be-sîne halde bulunduğu tahayyül ve tasavvurunu pervasızca dilendirebilmektedir. Şarap ve bahar da bu şûhluğun ifadesinde vesile olmaktadır. Hoca Dehhanî'den başlayarak pek çok şairin şûh söylemleriyle geliştirdiği bu tarz, Nedîm'le zirvesini bulmuştur. "Nedîmâne tarz" olarak da adlandırılan bu şiirsel söylemin Nedîm'e ulaşan çizgide çok zengin örnekleri bulunmaktadır. Hikmetli ve irfanî nitelikte şiirler söyleyen şairlerin bile şûhluk içeren manzumeler yazarak bu tarza katkı verdikleri görülmektedir. Bu kitap Şuhâne Tarzı tek ve müstakil olarak ele alan ilk çalışma olması dolayısıyla önem arz etmektedir. Kitabevi yayınları arasından çıkan kitap alana önemli katkılar sağlayacak boyuttadır. https://www.kitabeviyayinlari.com/product/search?q=erdem+sevimli&s=7
Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD) Eurasian Journal of Researches in Social and Economics (EJRSE), 2019
İpek TAŞDEMİR ÖZET Batı geleneğinde hiciv, genellikle çirkin yanlış ve gülünç âdetlerin ve olayların niteliğini zarafet ve maharetle ortaya koymak olarak algılanmış ve böylece hiciv edebî bir tür olmanın yanı sıra sosyal bir fonksiyon da yüklenmiştir. Doğu edebiyatlarında ise hiciv, genellikle sosyal yönü olmayan daha çok gerçek kişilerin yerilmesine dayanan, şahsi kinlerin ortaya döküldüğü bir tür olarak görülmüş ve müstehcen, küfürlü bir edebiyatı akla getirmiştir. Türk edebiyatında İslamiyet'in etkisi ve içerdiği galiz ifadeler nedeniyle hiciv türüne hoş bakılmamıştır. Tezkirelerde ya hiciv örneklerine yer verilmemiş; ya da bu tarz şiirden kaçınmak gerektiği konusunda fikir beyan edilerek kısa bir örnekle yetinilmiştir. Bu nedenle çoğu şair hicviyelerinde mahlas kullanmamış ve hicivci kimliklerini şair kimliklerinden ayrı tutmaya çalışmışlardır. Klasik Türk edebiyatında hiciv konulu eserler, ilk olarak XIV. ve XV. asırlarda Risâletü'n-Nushiyye, Mesnevi, Garibnâme gibi eğitici nitelikli eserler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle XVI. yüzyıldan itibaren hiciv türünde yazılmış eser ve temsilcilerinde büyük bir artış görülmektedir. Lâmiî Çelebi, Kemalpaşazâde, Zâtî, Taşlıcalı Yahya, İshak Çelebi gibi şairlerle birlikte Klasik Türk edebiyatında bir hiciv yazma geleneği oluşmaya başlamıştır. XVII. yüzyıl ise hiciv edebiyatının zirve yaptığı bir dönem olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde hiciv alanında edebiyat tarihimizin en meşhur şairlerinden Nefʻî olmak üzere Kaf-zâde Fâizî, Ganî-zâde Nâdirî, Veysî, Nevʻî-zâde Atâyî, Mantıkî, Riyâzî, Fehîm, Bahâyî, Tarzî, Tıflî gibi şairler, hiciv ve hezel sahasında şiirler kaleme almışlardır. XVIII. yüzyılda Nedim, Sünbüzâde Vehbî, Kânî, Sürûrî, Hevâyî gibi şairler, hiciv türüne yeni bir soluk getirmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren şair ve eser sayısında bir düşüş yaşanmışsa da hiciv geleneği Yeni Türk edebiyatı bakış açısıyla günümüze kadar gelmiş, yeni ve farklı formlarla edebiyatımızda varlığını sürdürmeye devam etmiştir.
Sözlükte “çağırma, bağırma, seslenme” anlamlarına gelen nidâ, edebî terim olarak şairin aşırı duygulanma, heyecanlanma neticesinde kendisini etkileyen durumları, varlıkları göz önüne getirerek çeşitli ünlemlerle onlara seslenmesidir. Nidâ, Türk edebiyatında ilk defa Recâîzâde Mahmud Ekrem’in Ta’lîm-i Edebiyat’ı ile müstakil olarak ele alınıp incelenmeye başlamıştır. Klasik Türk şiirinde hemen her nazım şeklinde karşımıza çıkan nidâ, çoğu zaman “yâ, ey, v’ey, hey, eyâ, a, -â; eyvâh, vâh, âh” gibi bir ünlemle yansıtılsa da ünlem kullanılmadan da bu sanata başvurulabilir. Kasidelerin methiye bölümleri, gazellerin makta beyitleri nidânın sıkça görüldüğü yerlerdir. Şiirde ön yineleme, kafiye, redif, mısra tekrarı şeklinde görülebilen nidâ, bazen sadece bir ünlemle yansıtılabileceği gibi bazen kelime grubu şeklinde de verilebilir. Hatta bazen bir manzumenin tamamının nidâ üzerine kurulu olduğu da görülür. Nidâ tecrîd, teşhis, istifham gibi sanatlarla iç içe kullanılır. Nidâ’da seslenilen “Allah, Peygamber, din büyükleri, padişahlar ve diğer devlet adamları, sevgili, rakîb, zâhid, şairin kendisi; gönül, cân, bülbül, gül; ecel, kader…” gibi canlı-cansız, soyut-somut varlıkların renkli ve zengin bir tablo oluşturduğu görülür. Bu bildiride nidâ’nın klasik belagatteki yeri, klasik Türk şiirinde nidânın sıkça kullanıldığı yerler, nidânın şiirin ses ve anlam boyutuna etkisi; seslenilen varlık ve kavramlar, yer verilen ünlemler ve klişeler, nidâyla beraber kullanılan diğer sanatlar üzerinde durulacaktır.
“Taşranın Entelektüel Yüzü: Derviş”, 2022
Derviş; fakir bir görünümle zengin bir gönlün harmanlanmasından doğan manevî tavrı, göçebe bir tip, yani taşranın insanı olarak omuzlayan kimse olarak klasik Türk şiirinde de hak ettiği değeri fazlasıyla bulmuştur. Tasavvufî süreçte Irak ekolünün gösteriş ve takva ağırlıklı züht modelini değil, Horasan ekolünün gösterişten arınmış, hırka, taht ve taç gibi dünyevî zenginliklere bigâne kalan melâmet kaynaklı düşünce yapısını daha çok benimseyen dervişlik olgusu, melâmeti bir üst kimlik edinen yaşayış ve duyuş şekli olmuştur. Kaynaklara bakıldığında dervişin zahirî/fiziksel ve batınî/ruhsal olarak üzere iki temel dinamik üzerinden betimlendiği görülmektedir. Bu dinamikler zahirî manada dervişin üryan görünümünde belirgin kılınmış hâldedir. Üryanlık derviş için bedensel bir tecrit olsa da Hak yolunda onu manevî olgunluğa ulaştıran ruhî bir dönemeçtir. Bu ruhî dönemeçte derviş; aba, peşmine, palas, nemed ve murakka bürüyerek giysiye ihtiyaç duymamayı prensip hâline getirmektedir. Derviş bu doğrultuda seyyahlığı ve günübirlik azık edinme tavrını idame ettirmektedir. melâmeti yücelme hissiyle kula kul olmaktan kendini kurtaran derviş, fakirliğe duyduğu övünç ile muhabbet sultanlığını kurmayı arzulamakta, cihan feragati doğrultusunda dünyanın taht, taç ve hilatinden kendini kurtarmaktadır. Bu vazgeçiş hissi ona canından geçme prensibini de bağışlamakta, ölmeden önce ölünüz düsturu ile derviş Hak rızasına olan yolculuğunu tamamlamanın engin huzuru ile hareket etmektedir. Bu tavır ile derviş, hoşgörüyü makânsızlığın derunî huzur köşesi olan gönlünden herkese dağıtmakla bir hoşgörü damıtıcısı rolüne bürünmektedir. Bu rol, onu incinsen de incitme anlayışında ruhsal niteliklerinin zirvesine yükseltebilmektedir. Bu kadar geniş ve zengin bir çağrışım dünyasıyla klasik Türk şiirinde işlenen derviş, klasik şairlerce de olumlu karşılanmış, tavırları övülmüştür. Padişah şairler bile şiirsel söylemlerinde dervişliğin fakir, dünya zenginliklerini yadsıyan, taht, taç ve hırkayı reddeden kaldender-meşrep tavırlarını beğeniyle karşılamıştır. Makalede bu dervişlik tavırlarının iki cepheli karakteri olduğu da görüldüğünden dervişliğin zahirî ve batinî nitelikleri, bir âşık olarak klasik şair ve bir mutasavvıf olarak sufî şairler nezdindeki algıları bağlamında da analiz edilmiştir. Bu nalizlere bakıldığında klasik şairlerin daha çok sevgilinin ilgisini kazanmak için melâmetin bozulmuş hâli olan Kalenderîliği benimsedikleri ve dilenci, derbeder, yarı üryan gezen, meyhane kapılarında şarap tortusu içerek sefil hâlde bekleyen bir derviş profili çizdikleri görülmüştür. Mutasavvıf şairler ise dilencilik, halk elinde olana tenezzül etme, perişan görünerek halkın nezdinde iyi algılanma gibi dervişlik niteliklerini değil, melâmetten kaynaklanan gösterişten arınmış, gönül temizliğiyle gönüller kazanmayı amaç edinen, kula kulluktan azade olan dervişlik tavırlarını benimsemiştir. Bu tavırlar şairlerde sevgilinin teveccühünü, mutasavvıf şairlerde ise Hakk’ın rızasını elde etmenin manevî simgesi olarak yer bulmuştur. Bu konumlanışta, Hak tekkesinin eşiğinde muhabbet binasını imar eden derviş ve âşık şiirsel söylemlerde aynîleşmiştir. Bu nitelikler, zahirî ve batınî dervişlik alâmetleri, klasik şairin söyleminde Hakk’ı aşk ile aramanın dervişçe tavrı olarak ideal bir ahlak ilkesi, kâmil bir insanda bulunması gereken nitelikler olarak tüm insanlığa model olarak sunulmaktadır. Çalışmada evrensel ve entelektüel bir dervişlik olgusunun simgesi olan bu nitelikler sistematik hâlde tablolaştırılmış, bütüncül bir dervişlik algısı olarak ilim âleminin hizmetine sunulmuştur. Bu kapsamlı algıların klasik Türk şiirindeki dervişlik algısını zenginleştireceği aşikârdır. Çalışmada ayrıca dervişlik ile ilgili mana evrenini çok iyi özetlediği görülen beyitlerin metin içinde, diğerlerinin ise dipnot yoluyla sunulması da önem arz etmektedir. Bu sunumun dervişlik ile ilgili klasik Türk şiirindeki algıları hemen hemen tamamıyla içerdiği görülebilecektir.
ÖZET Edebiyat sosyal bir gerçeklik olan insan ve hayatı konu alır. Herhangi bir yönüyle insan ve hayatla, dolayısıyla toplumla ilişkilendirilemeyecek edebî eser düşünülemez. Klasik Türk edebiyatı altı asır boyunca toplumumuzun duygu, düşünce, yaşayış ve kültürünü son derece estetik bir şekilde yansıtmış bir edebiyat geleneğidir. Buna rağmen 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren klasik Türk şiirine ağır eleştiriler yöneltilmiş; bu şiirin hayattan kopuk, toplumu aksettirme gücünden yoksun olduğu dile getirilmiştir. Yapılan divan tahlilleri, klasik Türk şiirinde sosyal hayatı konu alan tez, makale ve kitaplar klasik Türk şiirinin içinden çıktığı toplum ve hayatla kuvvetli ilişkisi olduğunu göstererek bu eleştirilerin haksız ve hakikatsiz olduğunu ortaya koymuştur. Klasik Türk şiirine geçmişin değerlerini bugün ve yarın için dönüştürebilme gücünü içinde barındıran bir mazi bilinci ve dikkatiyle bakıldığında bu şiirin toplumumuzun kültür ve değerlerinin zengin bir hazinesi olduğu görülür. Bu bağlamda klasik Türk şiirinde yaygın bir kullanımla kendini gösteren şükrane geleneği söz konusu edilecektir. Osmanlı toplumunda önemli bir iş bitirildiğinde, bir murada erme ya da musibetten kurtulmada hediyeler verilir, şükrane adı verilen iyilikler yapılır. Toplumda ve kültürde var olan şükrane verme geleneğinin klasik Türk şiirinde sanatsal bir boyut kazanarak işlenmesi, bu şiirin toplumla sıkı bağlarının olduğunun bir göstergesidir. Anahtar Kelimeler: Edebiyat, toplum, klasik Türk şiiri, şükrane geleneği ABSTRACT Literature takes the topic of human and life which are social realities. A literary work which can not be associated with any aspect of human and life, therefore with the society can not be considered. Classical Turkish literature is a literary tradition that reflects the feeling, thought, the way of life and culture of our society during six centuries in a high aesthetic manner. In spite of this, by the second half of 19th century heavy criticism was directed to classical Turkish poetry, it was expressed that this poetry was broken from life and had no power of reflecting the society. The analysis of divans made; thesis, articles and books that took the topic of social life in classical Turkish poetry brought out that these criticisms were unfair and unfaithful showing classical Turkish poetry had strong relationship between the society and life it came out of. When classical Turkish poetry is looked around with consciousness and diligence of past which contains the power to transform the values of past for present and tomorrow this poetry appears to be a rich treasure of culture and values of our society. In this context, the tradition of thanksgiving which is widely used in classical Turkish poetry will be discussed. In Ottoman society, when an important job is finished, one is attained a desire or got rid of the evil gifts are given, favors named thanksgiving are made. Processing by gaining an artistic dimension in classical Turkish poetry the tradition of giving gratitude that exists in society and culture is an indication of the close ties with the community of this poetry. Giriş Edebiyat, ifade aracı olarak toplumun meydana getirdiği dili kullanan sosyal bir kurumdur. İfade aracı olarak dil denilen sosyal malzemeyi kullanması, sembolizm ve vezin gibi ancak bir toplum içinde doğup gelişebilecek gelenek ve normlar üzerine kurulması edebiyatın doğrudan doğruya sosyal * Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
The Journal of International Social Research
ÖZET Yabancılaşma bir bakıma toplumsal ilişkilerin karmaşık bir hâle gelmesi ve büyümesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu kavram, doğrudan doğruya insânın özgün etkinliğinden doğar ama sonuçlanması için toplumun kesin etkinliğine ihtiyaç duyar. Bu gelişim birey-toplum arasında şekillenen diyalektik etkinin insanı etkilemesine neden olur. Ferdiyetçiliğin uzantısı olarak “ben”in gelişmesi, bencillik gibi duyguların yoğunluk kazanması, toplumun bireyi yalnızlığa itmesi ve kişiyi kaderiyle baş başa bırakması, arayıp sormaması yabancılaşma olgusunu doğuran en büyük nedenlerdir. Sosyal hayatla organik bağı, yalnızlaştırılarak koparılan kişi, bir müddet sonra yabancılaşır. Bireyin kendisinden ziyade, toplumun etkisiyle yabancılaşma sürecine girmesi, Klâsik şairlerimizin de dikkatlerini çekmiş ve şiirlerine malzeme olmuştur. Anahtar Kelimeler: Birey, yabancılaşma, yalnızlık, ferdiyetçilik, bencillik. ABSTRACT: Alienation, in a way, results from the fact that the social relations become complex. The concept of alienation directly derives from the original activity of the human beings, but to be concluded, it needs the absolute act of the society. This development causes the dialectic effect which takes on a shape between the individual and the society to affect the person. The development of the “ego” as an extension of the individualism, getting intensity of the feelings like being egoistic, society’s leaving the individual alone, leaving the individual with his/her fate alone, not caring for him/her are the main reasons cause to arise the concept of alienation. The person whose organic relation with the social life cut by being left alone becomes alienated for a while. Rather than the reasons which result from the individual, living the process of alienation by the effect of the society attracts the Classical Ottoman poets’ attention, and becomes the subject of their poetry. Key Words: Individual, alienation, isolation, individualism, egoism.
Uluslararası Medeniyet Çalışmaları Dergisi, 2018
Edebî metin farklı konulara yer veren zengin muhtevâsı, çok anlamlı ve çok amaçlı kelime dünyası, farklı anlam ve çağrışımlara açık sanatlı ifadesi ile anlaşılıp açıklanması bilgi, beceri ve
İKSAD, 2021
Çalışma, mazmun kavramının şiirde kazandığı kalıplaşmış ifade biçimleri niteliği ile tezyinî sanatlardaki bitki ağırlıklı stilize motiflerin, malzemede ayrışmakla birlikte ilkesel bir bütünlüğü temsil ettiği görüşünü savunmaktadır. Bu kalıplaşmış anlatım biçimleri, iddia edilenin aksine şairin tasvirdeki yetersizliği ya da beceriksizliği nedeniyle eskileri taklit ederek özgünlük düşüncesinden mahrum olmasının bir sonucu değildir. Aksine tezyinî sanatlarda olduğu gibi fani dünyadaki sürekli değişen görünüşlerin arkasındaki kalıcı kavramı, şiir imkânları içerisinde sunma uğraşıdır. Klasik Türk şiirinde, bitki ağırlıklı motifler kalıplaşarak birer mazmun haline gelmiştir. Tezyinde kullanılan bitki tasvirlerinin stilize bir yolla girinti ve çıkıntılarının sadeleştirilip geometrik bir forma dönüşmesine benzer şekilde, bu mazmunlar da gerçek görüntülerinin dışında daha soyut bir görünüm kazanmıştır, denebilir. Beyit içine estetik biçimde saklanan mananın karşılığı olarak kullanılan mazmun tanımının da üsluplaştırma formuyla ilgisi bulunmaktadır. Üsluplaştırma yoluyla görsel sanatlarda bir varlık görünen boyutuyla değil algılanan ve kavranan boyutuyla tasvir edilir. Varlığın âlem-i misalde bulunan gerçek özlerini vurgulamak, onu sadece hissedilen nitelikleriyle sınırlamamak için tercih edilen bir ifade biçimi olan üsluplaştırma, bir sanat formu olarak mazmuna benzemektedir. Mazmun da bir varlık ya da durumun zikredilen özelliklerinden hareketle asıl zikredilmeyen olarak kendisine işaret edilmesidir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Avrasya Uluslararası Araştırma Dergisi, 2023
KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KİRMÂN ŞEHRİ VE ONUNLA İLGİLİ FARİSÎ BİR MECÂZ-I ÖRFÎ: ZÎRE BE-KİRMÂN * THE CITY OF KIRMAN IN CLASSICAL TURKISH POETRY AND A RELATED CLASSICAL PERSIAN METAPHOR: ZIRE BE KIRMAN, 2019
Hikmet-Akademik Edebiyat Dergisi, Sayı 3, 2016
Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 2019
The Journal of International Social Research, 2009
Al Farabi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 2018
KLASİK TÜRK EDEBİYATINDA EHL-İ BEYT, 2023
International Journal of Filologia, 2024