Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
216 pages
1 file
Bilgi Felsefesi, Epistemoloji, AUZEF-Felsefe, Ders Notu Özeti
İlim yapma insanı diğer bütün yaratıklardan ayırır. Yaptığı işin ne olduğunu ve niçin yaptığını bilme özelliği de yaratıklar arasında yal-nız insana verilmiş olup bundan dolayı yaptıklarından sorumludur. Ne yapmıştır ve niçin yapmıştır? soruları insana yöneltilmektedir, ve yö-nehilecektir de. İlim yapma özelliği insana ait ise, bu durumda insan ilk önce neyi bilecektir veya neyi bilmekle ilim yapmaya başlayacaktır? İnsanın ilk bilmesi gereken ve ilk sorumlu olduğu şeyin ne olduğunu da aynca bil-mesi gerekmektedir. İnsanın sorumlu .bir varlık olduğu görüşünü ortaya atan mnd:r. İnsanın neyi yapacağını bilmesinin gerektiğini hareket noktası olarak din felsefesi veya Kelam ilmi bu konuya eğilmiştir. Kelam, konu ola-rak ilk defa bunu ele alır. Diğer ilim ve felsefeler de insana ilk gerekli olan şeyin ne olduğunu ele alıp, .tartışırlar. Ancak dinin felsefesini' yapan Keliim, insana ilk gerekli olanın ne olduğunu tesbit ederken, ona her şeyden önce bilmenin gerektiğini ve bunu da dinin tayin ettiğini, çünkü dinin insanı en üstün bir yaratık olarak kabul ettiğini bildirir. İnsanı bu mertebeye çıkaran din, ona hilmeyi ve ilk önce neyin bilin-mesinin şart olduğunu bir görevolarak yükler. Bu, insanın serbest, kendi başına hareket etme gücüne sahip bir varlık olduğunu kabul demektir. Bu şuur kendisine verilen insan. hayat boyunca ilk sorunu ve diğer bir deyimle ilk sorumlu olduğu şeyin ne olduğunu öğrenmek zorunda olup. ilk önce neyi bilmekle işe başlayacağını, kendine sorup kendi yerini tayin etmeye koyulacaktır. ,/ 1-İNSANıN İLK SORUMLU OLDUGU ŞEY: Kelam alimleri, insana ilk gerekli olan şeyin ne olduğunu ortaya koyup tesbit etmekte değişik ve çeşitli görüşlere sahiptirler: 1 İmani Cuveyni, eş-Şamil, 121.
Bilgi Dünyası, 2000
In this paper, information as a concept, terminological problems related to this concept -especially differences between "information" and "knowledge"-and also information in Librarianship are examined. Additionally,different kinds of information and information channels are presented..
Bu metinde, Aristoteles'in Organon'una yazmış olduğu telhis bağlamında, İbn Rüşd'ün mantık ve bilgi teorisi ele alınmaktadır. Aristoteles'in mantıkla ilgili tüm eserlerine geniş yorum ve şerhler yazan ilk Müslüman mantıkçının Farabi olduğu herkes tarafından bilinir. Yunan-Arap felsefi geleneğinin mirasçısı olarak İbn Rüşd, sık sık Farabî'yi mantıkta Aristotelesçi yoldan ayrılmakla eleştirmiştir.
Adudüddîn el-Îcî'nin Bilgi Teorisi, 2021
Öz Kelâm ilminin en önemli meselelerinin başında bilgi konusu gelmektedir. İslam inanç esaslarının bilinmesinde ve belirlenmesinde, iman edilmesi gerekli olan hususlarla ilgili delillendirme ve ispatlama çabalarında bilgi konusu kilit rol oynamaktadır. Her bir kelâm ekolünün sistem ve metodolojisi, o kelâm ekolünün bilgi anlayışı çerçevesinde şekillenmektedir. Kelâm ekollerinin kelâmî konulara yaklaşımı ve hüküm ortaya koymaları, doğru bilgiye ulaşma ve neyi bilgi olarak kabul edip, neyi kabul etmediklerine göre belirlenmektedir. Bu sebeple bilgi konusu, kelâm ilmine dâir yazılan eserlerde öncelikli yerini almaktadır. Bu durum, bilgi konusunun kelâm ilmindeki önemini ortaya koymaktadır. Bilgi konusunu detaylı olarak ele alan ve konuya açıklık getiren kelâmcılardan birisi de müteahhirûn dönemi Eş’arî kelâmcılarından Adudüddin el-Îcî’dir (öl. 756/1355). Îcî, Gazzâlî sonrası felsefî kelâmının önde gelen sîmâlarından kabul edilmektedir. Kitâbu'l-Mevâḳıf adlı eserini kendi kelâm metodolojisini oluşturmaya ayıran ve kelâmî konularda bir usûl belirleme gayreti içerisinde olan Îcî, söz konusu eserinin girişini bilgi konusuna ayırmıştır. Klasik Eş’arî geleneğin bilgi konusundaki bakiyesinden faydalanarak nihâî bir bilgi teorisi üretmeye çalışan Îcî, bilgi konusunda geçmişten gelen yanlışlıkları ve eksiklikleri de ortaya koyarak kendi teorisini oluşturmaya çalışmaktadır. Kelam ilminin bilgi ile başladığı söylenebilir. Ancak bilginin tanımı konusunda kelamcılar arasında bir konsensüsün bulunmadığı bilinmektedir. Mutezilî alimler bilginin îtikad olduğunu savunurken, Eşâri alimler bilginin sıfat olduğunu savunmakta, buna mukabil İslam filozofları ise bilginin zihni bir varlık olduğunu iddia etmektedirler. Îcî ise, bilginin bir sıfat olduğunu kabul etmektedir. Îcî’ye göre bilgi, bir mahalde bilenin bilinene taalluku / nispetidir. Yani bilgi, var olan ve bir şeye taalluk eden bir sıfattır. Bu sıfat, var olduğu yerde kendisini diğer bilgilerden ayırmaktadır. Bunu yaparken de bir sebep – sonuç ilişkisine bağlı olarak değil, âdete dayalı bir şekilde gerçekleştirmektedir. Îcî, kesin bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu savunmaktadır. Kesin bilgiye ulaşmak için kelamcılar arasında yapılan bilgi tasnifleri bilginin ne olduğunu anlamak bakımından yardımcı olacaktır. Kelamcılar, bilgiyi kadîm ve hâdis bilgi olarak ikiye ayırmışlar, kadim bilginin Allah’ın bilgisi, hâdis bilginin ise yaratılmışların bilgisi olduğunu ifade etmişlerdir. Îcî ise bilgi teorisini hâdis bilgi üzerinden oluşturmaktadır. Çünkü kadîm bilginin Allah’ın bilgisi olması nedeniyle onda bir zorunluluk ve kesb düşünülemez. Îcî’ye göre hâdis bilgi zaruri bilgi ve kesbî bilgi olarak iki kısma ayrılmaktadır. Zorunlu bilgi ile ilgili olarak geniş açıklamalar yapan Îcî, kesbî bilgi ile ilgili olarak detaylı açıklamaya girmez ve kesbî bilginin ancak nazar ile mümkün olduğunu ifade ederek eserinin büyük bölümünde zarurî bilginin mukabili olarak nazarî bilgiye yer vermektedir. Îcî, bilgi konusunda kendisinden evvel kelamcıların yapmış olduğu bu tasnife bağlı kalarak, son tahlilde ortaya koymuş olduğu bilgi tanımını zorunlu bilgi ve nazarî bilgiye tatbik etmiştir. Ona göre zorunlu bilgiler, insanın varlıksal / ontolojik yapısı gereği doğuştan getirdiği bilgilerdir, yani insanın sıfatlarıdır. Zorunlu bilgilerin elde edilmesi, insanın kudretinde değildir. Nazarî bilgiler ise, tamamen insanın kudretine bağlıdır. İnsanın bazı vasıtalara başvurarak delillendirme suretiyle elde ettiği bilgilerdir. Nazarî bilgiler, akıl yetisine sahip, aklî melekelerini kullanan insanların bir sıfatıdır. Bu çalışmada, Adudüddin el-Îcî’nin bilgi tarifi ile bu tarif çerçevesinde bilgi türleri ele alınacak ve onun bilgi teorisi detaylı olarak incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Kelâm, Bilgi, Adudüddin el-Îcî, Kitâbu’l-Mevâḳıf, Zarûrî Bilgi, Nazarî Bilgi. Aḍud al-Dīn al-Ījī’s Theory of Knowledge Abstract Knowledge is one of the most important subjects of the science of Kalām. The issue of “knowledge” plays a key role in the knowledge and determination of the principles of Islamic faith and in the efforts to prove what is required to be believed. The systems and methodologies of each Kalām School are shaped within the framework of the knowledge understanding of that Kalām School. The approach of the Kalām schools to theological issues and their provision of judgments are determined by reaching the truth (haqīqah) knowledge, what they accept as knowledge and what they do not accept. For this reason, the subject of knowledge takes its primary place in the works written on the Kalām. This situation put forth the importance of knowledge in the Kalām. Aḍud al-Dīn al-Ījī (d. 756/1355), one of the predecessors (muta’akhkhirūn) Ash’arī theologians, is one of the Kalām scholar dealing with and clarifying the subject of knowledge. Al-Ījī is considered one of the leading figures of the post- Gazzālī Philosophical Kalām. Al-Ījī, who devoted his work Kitāb al-Mawāqif to creating his own Kalām methodology and striving to determine a method in theological (Kalām) issues, allocated the introduction of this work to the subject of knowledge. Al-Ījī, who tries to produce a ultimate theory of knowledge by taking advantage of the classical Ash’arī tradition on knowledge, tried to form his own theory by revealing past mistakes and deficiencies in knowledge. It can be said that the Kalām started with knowledge. However, it is known that there is no consensus among theologians about the definition of knowledge. While Mu’tazilî scholars argue that knowledge is a belief, Ash’arī scholars argue that knowledge is an adjective (sifat), whereas Islamic philosophers claim that knowledge is a intellectual entity. Al-Ījī accepts that knowledge is an adjective. According to Al-Ījī, knowledge is the relation/relative of the knowing to the known in a situation. In other words, knowledge is an adjective that exists and attaches itself to something. This adjective distinguishes itself from other information where it exists. In doing so, carried out in a manner based on tradition, not depending on a cause – effect relationship. Al-Ījī maintains that it is possible to obtain absolute knowledge. The classification of knowledge made by kalāmists in order to obtain absolute knowledge will help to understand what knowledge is. The kalāmists divided knowledge into eternal and hādith knowledge and stated that the eternal knowledge is the knowledge of Allah and the hādith knowledge is the knowledge of the created ones. On the other hand, al-Ījī constitutes his theory of knowledge based on hādith knowledge. Because the eternal knowledge is the knowledge of Allah, there is no necessity and acquirement. According to al-Ījī, “hādith knowledge” is divided into two parts as “darūrī / necessary knowledge” and “kasbī / acquired knowledge”. Al-Ījī, who makes extensive statements about necessary knowledge, does not enter detailed explanations about the acquired knowledge and expresses that the knowledge is only possible with the observing, and provides naẓarī (theoretical) knowledge in the majority of his work as a equivalent to “darūrī knowledge”. Adhering to this classification on knowledge made by the theologians before him, al-Ījī has applied the definition of knowledge -he put forward in the final analysis- to darūrī knowledge and naẓarī knowledge. According to him, due to the existential / ontological structure of human beings, darūrī knowledge is the knowledge brought from birth, that is, adjectives of human. Acquiring darūrī knowledge is not within the power of man. On the other hand, naẓarī knowledge depends entirely on the power of man. It is the knowledge that a person obtains through evidence by using some means. Naẓarī knowledge is an adjective of people having intellectual ability and using their intellectual faculties. In this paper, Aḍud al-Dīn al-Ījī’s description of knowledge and his approach to types of knowledge within the framework of this description will be discussed and his knowledge theory will be examined in detail. Keywords: Kalām, Knowledge, ʿAḍud al-Dīn al-Ījī, Kitāb al-Mawāqif, Ḍarūrī Knowledge, Naẓarī Knowledge.
Uluslararası İmam Eş’arî ve Eş’arîlik Sempozyumu Bildirileri 21-23 Eylül 2014, 2015
İslam geleneğinde erken dönemde en temel ayrışma noktalarından biri kuşkusuz epistemolojikti. Zira akıl veya nassı esas alma hususunda tartışma ve görüş ayrılıkları, ekolleşmenin mihverinde yer alıyordu. Eş'arî'ye gelinceye kadar Sünnî gelenekte Ehl-i hadis ve Ehl-i rey ayrışması oluşmuştu. İmam Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel'in gibi önemli âlimlerin temsil ettiği selef uleması nasslara sımsıkı bağlanmayı zorunlu ve yeterli görmekte; buna karşılık, Ehl-i rey olarak tanımlanan Ebu Hanife ve ekolü ile İbn Küllab, Muhasibi ve Kalânîsî gibi sünnî kelamın öncüleri, nassı esas almakla birlikte aklı da inanç ilkelerini temellendirmede kullanılmasını öngörmekteydiler. Eş'arî de son tahlilde söz konusu Sünnî kelam olarak değerlendirilebilecek hareketin bir sistemleştiricisi olmuştur. O epistemolojik olarak nassla belirlenen inanç ilkelerini aklî yöntemlerle temellendirme yöntemini benimsemiştir. Hangi dönemde yazıldığı konusunda farklı görüşler bulunan el-Hass ale’l-bahs veya daha yaygın olarak bilinen ismiyle er-Risale fi istihsani’l-havz fi ilmi’l-kelâm adlı eserinde aklî tefekkürü ve te'vili reddeden kimseleri eleştirir, kelam yöntemini savunur ve kullanır. Luma'da tam olarak kelam yöntemini benimser. Yine başta İbn Fürek'in Mücerredu makalâti Şeyh Ebi'l-Hasan el-Eş'arî adlı eserinde olmak üzere kendisinden sonra mezhebin gelişimine katkıda bulunan kelamcıların ondan yaptığı nakillerden onun sistemli bir kelam geliştirdiğine dair bilgiler bulmak mümkündür. Eş’arî her ne kadar Mutezile sonrası sürecin başında Ahmed b. Hanbel’e tabi olduğunu deklare etmiş olsa da çoğu meselede selef yöntemini değil, aksine Mutezilî geleneğin başvurduğu cedel ve istidlal yöntemlerini kullanmıştır. Bu bağlamda Eş'arîyi değerlendirirken Ahmed b. Hanbel'e tâbi bir selef âliminden ziyade Sünnî ekol içerisinde itikadî konularda aklî yöntemlere başvuran İbn Küllab'ın takipçisi olarak kabul etmek daha doğru olacaktır. Bu çalışmamızda Eş'arî'nin kelam sistemini ortaya koymaya dönük küçük bir katkı olması bakımından bilgi teorisinin temel unsurlarını inceleyeceğiz. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki Eş’arî’nin kendi eserlerinde bilgi konusu müstakil bir başlık altında incelenmez. Luma' ve el-Hass ale’l-bahs adlı eserlerinde itikadî konuları aklî olarak temellendirmenin gerekliliği ve istidlâl yöntemlerine ilişkin meselelerde dolaylı olarak bilgi problemine değinilir. Eş’arî’nin görüşlerini toplayan İbn Fürek’in el-Mücerred adlı eserinde ise müstakil bir başlık olarak bilgi konusuna yer verilir. Günümüze ulaşan kendi eserleri Luma' ve el-Hass ale’l-bahs'ın yanı sıra İbn Fürek'in ondan yaptığı nakiller, çalışmanın başlıca kaynaklarını teşkil edecektir. Çağdaşı İmam Matüridî ve kendisinden hemen sonra Eş’ariliğin sistemleşmesini sağlayan Bakıllânî ve Cüveynî gibi kelamcılarla karşılaştırmalara gidilecektir. Bilgi nazariyesinin temel başlıkları olan bilginin tanımı, mahiyeti, kaynakları ve alanı merkezli bir inceleme yapılacaktır. Eş’arî’de bilginin tanımı ve mahiyeti konusuna geçmeden önce onun kelam sistemi içerisinde bilgiyi konumlandırmasını ele almamız gerekmektedir. Eş’arî’nin kelam sistemine baktığımızda onun kelâmî meseleleri “dakîku’l-kelam” ve “celîlu’l-kelam” olarak ikiye ayırdığını görürüz. “Dakîku’l-kelam” varlık bahisleri ile cevher-araz kozmolojisini içermektedir. Bu aynı zamanda ana meselelerin bir temelini oluşturmaktadır. Hakikate ulaşmanın mahiyeti ve kaynaklarını içeren bilgi bahsini de bu kapsamda değerlendirebiliriz. Bu bağlamda daha sonraki dönemlerde mebâdi’ denilen varlık, cevher-araz kozmolojisi, bilginin mahiyeti ve kaynakları gibi kelamın öncül problemleri konusunda Eş’arî’nin, Mutezile kelamından tevarüs etmiş olduğu geleneği sürdürdüğünü söylemek mümkündür.
Felsefe: Kelime anlamı olarak Philo (sevgi) ve Sophia (bilgelik) kavramlarının birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu manasıyla felsefe "Bilgelik Sevgisi" demektir.
Bilgi ve Bilgi Toplumu " Bilgi nedir? " sorusunu yanıtlamak, neredeyse, ondan da ünlü " Gerçek nedir? " sorusunu yanıtlamak kadar zordur.
Eskiyeni Dergisi, 2021
Knowledge is one of the most important subjects of the science of Kalām. The issue of “knowledge” plays a key role in the knowledge and determination of the principles of Islamic faith and in the efforts to prove what is required to be believed. The systems and methodologies of each Kalām School are shaped within the framework of the knowledge understanding of that Kalām School. The approach of the Kalām schools to theological issues and their provision of judgments are determined by reaching the truth (haqīqah) knowledge, what they accept as knowledge and what they do not accept. For this reason, the subject of knowledge takes its primary place in the works written on the Kalām. This situation put forth the importance of knowledge in the Kalām. Aḍud al-Dīn al-Ījī (d. 756/1355), one of the predecessors (muta’akhkhirūn) Ash’arī theolo-gians, is one of the Kalām scholar dealing with and clarifying the subject of knowledge. Al-Ījī is considered one of the leading figures of the post- Gazzālī Philosophical Kalām. Al-Ījī, who devoted his work Kitāb al-Mawāqif to creating his own Kalām methodology and striv-ing to determine a method in theological (Kalām) issues, allocated the introduction of this work to the subject of knowledge. Al-Ījī, who tries to produce a ultimate theory of knowledge by taking advantage of the classical Ash’arī tradition on knowledge, tried to form his own theory by revealing past mistakes and deficiencies in knowledge. It can be said that the Kalām started with knowledge. However, it is known that there is no consensus among theologians about the definition of knowledge. While Mu’tazilî schol-ars argue that knowledge is a belief, Ash’arī scholars argue that knowledge is an adjective (sifat), whereas Islamic philosophers claim that knowledge is a intellectual entity. Al-Ījī accepts that knowledge is an adjective. According to Al-Ījī, knowledge is the rela-tion/relative of the knowing to the known in a situation. In other words, knowledge is an adjective that exists and attaches itself to something. This adjective distinguishes itself from other information where it exists. In doing so, carried out in a manner based on tradition, not depending on a cause – effect relationship. Al-Ījī maintains that it is possible to obtain absolute knowledge. The classification of knowledge made by kalāmists in order to obtain absolute knowledge will help to under-stand what knowledge is. The kalāmists divided knowledge into eternal and hādith knowledge and stated that the eternal knowledge is the knowledge of Allah and the hādith knowledge is the knowledge of the created ones. On the other hand, al-Ījī consti-tutes his theory of knowledge based on hādith knowledge. Because the eternal knowledge is the knowledge of Allah, there is no necessity and acquirement. According to al-Ījī, “hādith knowledge” is divided into two parts as “darūrī/necessary knowledge” and “kasbī/acquired knowledge”. Al-Ījī, who makes extensive statements about necessary knowledge, does not enter detailed explanations about the acquired knowledge and ex-presses that the knowledge is only possible with the observing, and provides naẓarī (theo-retical) knowledge in the majority of his work as a equivalent to “darūrī knowledge”. Adhering to this classification on knowledge made by the theologians before him, al-Ījī has applied the definition of knowledge -he put forward in the final analysis- to darūrī knowledge and naẓarī knowledge. According to him, due to the existential/ontological structure of human beings, darūrī knowledge is the knowledge brought from birth, that is, adjectives of human. Acquiring darūrī knowledge is not within the power of man. On the other hand, naẓarī knowledge depends entirely on the power of man. It is the knowledge that a person obtains through evidence by using some means. Naẓarī knowledge is an adjective of people having intellectual ability and using their intellectual faculties. In this paper, Aḍud al-Dīn al-Ījī’s description of knowledge and his approach to types of knowledge within the framework of this description will be discussed and his knowledge theory will be examined in detail.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Kutadgu Bilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, 2021
Verimlilik Dergisi, MPM Yayını, 2001
AÜİFD, 51:1 (2010), ss.151-176, 2010
Uluslararası Geçmişten Geleceğe İslam Medeniyetinde Bilgi Bütünlüğü Sempozyumu Bildiri Kitabı, 2018
BİLGİ KURAMI VE FELSEFENİN YAVANLAŞMASI, 2021