Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2017, YUZUNCU YIL UNIVERSITY JOURNAL OF DIVINITY FACULTY
https://doi.org/10.5281/zenodo.7577668…
16 pages
1 file
The issue of validity of weak hadith in religious practice (al-`amal) is one of the most controversial topics of hadith, whether in the classical period or today. Since the hadith conveyed the Prophet's practices in his daily life to us, has entered into both muhaddithun's and fuqaha’s interest. It is possible to say that muhaddithun in general have adopted a stricter attitude towards using of weak hadiths in religious practices than fuqaha, and thus defend the idea that they will not be performed with hadiths other than sahih and hasan hadith. However, fukahâ has adopted a more flexible attitude in this regard and has adopted the idea that it can be performed with weak hadiths under certain conditions. We will study in this paper the idea of Ahmad ibn Hanbal abouth using weak hadith in religious practices, who has become famous as a muhaddith although a fiqh sect which is called by his own name.
Katre, Uluslararasi Insan Arastirmalari Dergisi, 2017
Said Nursi'nin zayıf hadisle amel konusundaki görüşü İslam âlimlerinin genelinin görüşüyle örtüşür. Ahkam ve itikad alanında zayıf hadisle amel geçerli olmamakla beraber diğer alanlarda zayıf hadis göz ardı edilemez. Diğerleri gibi Said Nursi de hadisin zayıf veya sahih olmasının izafiliğine dikkat çekmiştir. Nursi, bazı hadislerin zayıf hatta mevzu olduğunun iddia edilmesinin onların doğru olarak anlaşılamadığından kaynaklandığı görüşündedir. Nitekim o, özellikle bu tür rivayetlerin anlaşılmasıyla ilgili bir metodoloji ortaya koymuştur.
Bu çalışma, Ahmed b. Hanbel'in fakihliği ile ilgili tartışmaların sosyo-politik arka planını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Ahmed b. Hanbel, herkes tara-fından bir muhaddis olarak kabul edilmekle beraber, onun fakihliği tartışma konusu olmuştur. Esasında Ahmed b. Hanbel, fakih olmak gibi bir iddiaya sahip olmamış, fıkıh ile ilgili herhangi bir eser telif etmemiş ve yaşadığı dönemde de böyle bir tartışma gündeme gelmemiştir. Mihne sürecinin Ehl-i Hadis'in zaferiy-le sonuçlanması, hadis ile fıkhın eşitlenmesine ve Ahmed b. Hanbel'in de fakih olarak şöhret kazanmasına neden olmuştur. Bu durum, Ahmed b. Hanbel'in ve-fatından birkaç asır sonra bile onun fakih olup olmadığı ile ilgili tartışmaların gündeme gelmesine yol açmıştır. Ahmed b. Hanbel'den sonra oluşumu tamam-lanan Hanbeli mezhebinin mensupları, Ahmed b. Hanbel'in fakihliğini ortaya koymaya çalışmış ve bunu kabul etmeyenleri de baskı altına almışlardır. Çalışmamızda öncelikle sözü edilen tartışmaların tarihi arka planı tesbit edi-lecek, ardından Ahmed b Hanbel'i fakihler arasında saymayan kimselerden söz edilecektir. Daha sonra Ahmed b.Hanbel'in fakih olarak kabul edilmeme sebeple-ri ve fakihliğini ispatlama çabaları üzerinde durulacaktır. ABSTRACT The Arguments Related with Ahmad. b. Hanbal's Jurist Personality This study aims to determine socio-political background of arguments regarding Ahmad b. Hanbal's jurist personality. Ahmad b. Hanbal is accepted a muhaddith by every scholar; however, his jurist personality became a matter of debate. Fundamentally, Ahmad b. Hanbal did not have any claim as being a faqîh, accommodate any publication related with Fiqh, and such a debate did not
, yaklaşık on asır evvel Horasan bölgesinde doğan, orada yetişen ve ömrünün sonlarını Anadolu'da geçiren, Bâyezîd-i Bistâmî'yi (ö. 234/848) kendine model alan, Hakk'a ermek için zor riyâzetlere, çetin mücâhede ve çilelere katlanan tahkik ehli bir sûfîdir. El-Harakânî, dergâhında binlerce talebe yetiştiren, insanların gönüllerini fetheden, fikirleriyle kendisinden sonra gelenlere tesir eden ve "Horasan Erenleri"nin yetişmesinde önemli rol oynayan bir İslâm âlimidir. 1 El-Harakânî, dili, dini, ırkı, rengi ve mezhebi farklı her insana "sırf insan olduğu için" değer veren ve bütün mü'minlerin kalbinin "Allah ve insan sevgisiyle" dolu olmasını isteyen bir mürşid-i kâmildir. 2 O, Kur'ân-ı Kerîm 3 ve sahîh sünnet'ten 4 beslenen hem yaşadığı çağda hem de ilerleyen asırlarda fikirleriyle insanları etkileyen, ufuk açıcı sözler söyleyen ve söylediklerini uygulayan bir bilgedir. Nitekim Yusuf Hemedânî (ö. 535/1140), Ahmet Yesevî (ö. 562/1166), Hacı Bektâşi Velî (ö. 670/1271) ve Hacı Bayram-ı Velî (ö. 833/1429) gibi gönül sultanları onun öğretisini takip etmişlerdir. Celâleddin Rûmî de (ö. 670/1271), manevî mürşidi kabul ettiği El-Harakânî'den "bilgeler bilgesi" diye bahset-1 Ebu'l-Hasan el-Harakānî'nin hayatıyla ilgili şu çalışmalara bakılabilir: Attâr, Ferîdüddîn, Evliya Tezkireleri, Çev.: Süleyman Uludağ, Kabalcı Yay.,
Intention-Action Relation in Hadith Collections / al-Musannafat, 2019
İbâdetlerin îfâsı için niyetin ne kadar önemli ve lüzumlu olduğu konusu her Müslüman tarafından bilinen bir gerçektir. Özellikle fıkıh kitaplarına göz atıldığında hemen hemen her ibâdet için delillerden hareketle niyetin hükmünün belirlenmeye çalışıldığı görülmektedir. Hâc ibâdetinde ise neredeyse her nüsük için niyetin hükmü üzerinde durulmaktadır. Bununla beraber hadîs okumalarımız sırasında bu konunun hadîs kitaplarında ve özellikle de musannef türü eserlerde fıkıh kitaplarıyla pek de örtüşmeyen bir şekilde ele alındığını fark ettik. Gerek rivâyetlerde gerekse musanneflerin bâb başlıklarında, bazı ibâdetler hariç niyet kelimesi fıkıh kitaplarında görüldüğü üzere ayrıntılı ve vurgulu olarak yer almamıştır. Bunun en bariz örnekleri olarak abdest ve namaz konusu karşımıza çıkmaktadır. Hz. Peygamber’in gerek abdest gerekse de namaz için niyet ettiği veya sahabeye niyet edin şeklinde bir emrinin vukûu söz konusu değildir. Dolayısıyla bu makalemizde abdest, namaz, oruç, hac ve zekât ibâdetleri özelinde hem hadîsler hem de musanneflerin bâb başlıklarından yola çıkılarak konuyla ilgili mevcut durum tespit edilmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Hadis, Niyet, Amel, Musannefât, Fıkıh. The importance and necessity of intention for the performance of ibadah is a fact known by every Muslim. Particularly, when the books on fiqh are reviewed, it is seen that the power of intention for almost every ibadah is tried to be determined with reference to the evidences. As to Haj, the power of intention is emphasized for almost every rite. However, we have realized during the readings of hadith that this issue is handled in hadith books and especially in musannaf works in a way that does not correspond to the books of fiqh much. The word intention is not studied in a detailed and stressed way neither in narratives nor under the chapter titles of musannafs, as it is in the books of fiqh. Ablution and salah appear as the most obvious examples. There is no happening about Hz. Mohammed’s intending or ordering Sahabah to do so for neither ablution nor salah. Accordingly, in this study, specifically the ablution, salah, fasting, haj and zakat, the present state of the issue is tried to be determined based on both the hadiths and the chapter titles of musannafs. There are not any chapter titles that necessitate intention about fundamental ibadah, except for fasting, in the musannef type of works of hijri first three centuries. One of the authors of Kutub al Sittah, Nesaî has composed chapter titles that necessitate intention about ablution, fasting and haj with a different attitude towards the issue. As for the musannafs after H. 3rd century, it is observed that they have been affected by the developments about fiqh much more and have tried to establish fiqh with reference to hadiths. Besides, different from the later ones, the musannafs of the H. first three centuries did not have a common term to phrase intention. It is possible to see that especially about fasting. They also often used the word intention with its dictionary meaning. Much as some authors have composed some headings, they do not show a narrative that adduces them in the fullest sense, that is a narrative that states Hz. Mohammed and the Sahabah began to such cleanings by intending. The hadith “Actions are according to intentions,” which is mostly presented as evidence in the context of intention-action obligation in fiqh books, has later been interpreted in this way. Because our conviction is that the jurists had been unaware of this narrative for a long time and this hadith became famous with the appearance of the sects and then it was used as evidence. It is enough to look at the sanad of hadith to see this situation. This narrative became famous only with the fourth figure in the sanad: Hz. Mohammed-Hz. Omar-Alkame b. Vakkâs (d. 86?)-Mohammed b. İbrahim et-Teymî (d. 119)-Yahya b. Saeed el-Ensârî (d. 143). As stated, it stayed as ferd until Yahyâ and became famous after him. The public takes intention as fard for ablution and ghusl while Hanafis assume it as Sunnah. Those who accept it as fard show only “Actions are according to intentions” as the hadith, and the Hanafis, taking it as Sunnah, have asserted the necessity of intention to acquire sawab as justification. As for tayammum, intention is unanimously fard. Likewise, the hadith “Actions are according to intentions” has been given as evidence to this. It has been stated that the purpose of intention is to separate prayer from ritual. In our opinion, the most important reason of intention is to separate prayer from ritual, as well. Because, unless ablution and ghusl are started with intention, there will be no difference between a cleaning made with ordinary water and a cleaning made with the intention of ablution and ghusl. Besides, there must be a difference between touching ordinary sand and touching it with the purpose of intention. In brief, we are of the opinion that the coming out of this result depends on the developments and discussions about fiqh. Intention for salah is fard with unanimity of the sects. The ayah “And they were not commanded except to worship Allah, [being] sincere to Him in religion, inclining to truth, and to establish prayer and to give zakat. And that is the correct religion” (al-Bayyinah (98/5) and the hadith “Actions are according to intentions” are given as evidence. In our opinion, the real purpose is to separate the fard prayer from nafl prayer with different phrases, that is by means of wordings like I intent for the fard or Sunnah. As a result, we can claim that begining salah with the intention is an obligatory outcome of the studies on fiqh. It can be argued that the necessity of intention is stated in a most obvious way about fasting. Yet, there is only one precise narrative about the issue: “There is no fasting for those who do not intend before the night (fajr).” As it is to be seen in the examples, this narrative has been conveyed sometimes as marfu and sometimes as mauquf. It must be for this reason that Bukhari and Muslim have not included this narrative as marfu or mauquf. Although there is not an explicit ordinance in the narratives to necessitate intention for haj, there are a lot of hadiths showing that there cannot be haj without intention. From this point of view, we can claim that intention-action obligation appears most obviously in haj ibadah. Nonetheless, the practices during the time of Hz. Mohammed present some differences from the attitudes of the sects. As it is to be seen in the examples, Hz. Mohammed asks some of the sahabah why they are entering the ihram: for umrah, for haj, or for both. From these practices of Rasulullah’s (s), it can be concluded that the person should decide for what he/ she is entering while entering into ihram. The sects are all in accord about the fact that intention is a must in giving zakat, since it is stated “Actions are according to intentions” in the hadith. Zakat is an action and an ibadah like prayer. So, intention is necessary to distinguish fard from nafl. The time and way of intention have been further handled by the sects in a detailed manner. However, it is seen that muhaddiths have almost never carried this issue to the chapter titles. As a result of all these analyses, we want to recommend that a different study that will manifest how and when the obligation of intention appeared with reference to the sources of different majors is a necessity. Keywords: Hadith, Intention, Action, Musannafat, Fıqh.
Türk edebiyatı tarihinin erken dönemlerinden itibaren yazılmaya başlanan manzum sözlükler, her yüzyılda verilen örnekleri ile bir gelenek haline dönüşmüştür. Bir dile ait bilinmeyen veya izaha muhtaç kelimelerin öğretilmesi amacıyla hazırlanan bu sözlükler çoğunlukla iki dilli olarak yazılmış, devre ve döneme göre üç dilli sözlükler biçiminde de hazırlanmıştır. Farklı dönemlerde yazılan bu sözlüklerden bazıları diğer örneklerinin önüne geçmiştir. Bu durumun oluşmasında ilgili eserin içeriği, işlevi ve hitap ettiği çevrenin önemi önde gelen etkenler arasındadır. Manzum sözlükler içinde Türkçe-Farsça örneklerden olan Muğlalı Şâhidî Dede’nin Tuhfe-i Şâhidî adlı eseri ile Sünbül-zâde Vehbî’nin Tuhfe-i Vehbî adlı eseri tercih edilen manzum sözlükler arasındadır. Vehbî’nin Türkçe-Farsça sözlüğü yanında Nuhbe adını verdiği Türkçe-Arapça manzum bir sözlüğü de bulunmaktadır. Bu eseri de Tuhfe’si kadar beğenilmiş ve okutulmuş bir sözlüktür. Nuhbe’nin Elbistanlı Ahmed Hayâtî tarafından başlanıp oğlu Şeref Halîl tarafından tamamlanan şerhi de bulunmaktadır. Hayâtî-zâde Şeref Halîl, Rûhu’l-Edeb adını verdiği eserinin girişinde Vehbî’nin Nuhbe’sinde özellikle Arapça darb-ı mesel, deyimleri açıkladığı kısımları kapsayan yeni bir sözlük hazırlama arzusunda olduğundan bahseder. Vehbî’nin bütün olarak ele aldığı kısımları fasıllara ayıran, kıtalar ve bu kıtaları devam ettiren mesnevilerle ilgili bahsi genişleten Şeref Halîl’in bu eseri ile Nuhbe arasında benzerlikler olduğu görülmektedir. Bu çalışmada Vehbî’nin Nuhbe’si ile bu eserin şerhini de tamamlayan Hayâtî-zâde Şeref Halîl’in Rûhu’l-Edeb adını verdiği eserinin bir mukayesesi yapılacaktır. İki eser arasındaki ortaklık/ayrılıkların tespiti, manzum sözlük yazma geleneğinin anlaşılması ve eserler arası ilişkilerin ortaya konulması bakımından önem arz etmektedir.
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelenmiş ve intihal içermediği teyit edilmiştir. / This article has been reviewed by least two referees and scanned via a plagiarism software.
Semih YEŞİLBAĞ, 2018
Van İlahiyat Dergisi, 2021
Fıkıh literatüründe sünnet önemli bir yere sahiptir. Çünkü fıkhın temeli Hz. Peygamber tarafından atılmış ve fıkhın gayesini en iyi bilen ve uygulayan kendisi olmuştur. Bu sebeple şer'î amelî konularda hüküm istinbatı için müctehid imamlar, Kur'ân'dan sonra sünnete başvurmuşlardır. Bununla birlikte müctehid imamlar, Hz. Peygamber'den gelen rivayetlerin bazılarını kabul ve onlarla amel etmede görüş ayrılıkları yaşamışlardır. Görüş ayrılıklarının temelinde ise sünnetin ekseriyetini teşkil eden haber-i vâhid vardır. Çünkü haber-i vâhid yapısal açıdan yalan, yanlışlık ve vehm ihtimali bulundurması yanında doğruluğu zan ile sabit olması sebebiyle özellikle Hanefî usûlcülere göre ilim ifade etmez. Bu yönüyle haberi vâhid ilim olarak, mütevâtir haber kadar kuvvetli ve bağlayıcı olmayıp zannîdir. Bu doğrultuda haber-i vâhid, "İlim gerektirmez, zan gerektirir." şeklinde ifade edilmiştir. Bu ifade bağlamında şöyle bir soru(n) ortaya çıkmaktadır: Haber-i vâhid, ilim ifade etmediği halde, onunla amel edilmesi mümkün müdür? Bu soru(n)dan hareketle zan ifade eden haber-i vâhidin hücceti ve onunla amel edilmesinin mümkün olup olmadığını, mezheplerin haber-i vâhide yaklaşımlarının nasıl olduğunu ve bu durumun cenaze bahsine ilişkin hükümlere nasıl yansıdığını ortaya koymak amacıyla bu çalışma ele alınmıştır. Dolayısıyla bu çalışmanın konusu, haber-i vâhidin hücceti için mezheplerin ileri sürdüğü farklı şartlar ve bu şartların hükümlere-cenaze namazı özelindeetkisi ile sınırlıdır. Yöntem olarak öncelikle kavramsal çerçevede haber-i vâhidi tanımlamak, haberi vâhidin bilgi değerini ortaya koymak, mezheplerin onunla hücceti noktasında benimsedikleri şartlar ve buna bağlı olarak ortaya koydukları metodu tespit etmek amacıyla ilgili mezheplerin usûl eserleri incelenmiştir. Bu metottan hareketle mezheplerin usûlde benimsediği ilkenin fürû meselelerine nasıl yansıdığı, zan ifade ettiği halde haber-î vâhid ile amel etmenin gerekçesi ve cenazeye ilişkin bazı hükümlerde mezheplerin farklı hüküm benimsemelerinin nedeni ortaya konulacaktır.
HİKMET-Akademik Edebiyat Dergisi (Journal Of Academic Literature), 2020
Dârü'l-Hikmeti'l İslâmiye, Osmanlı Devleti'nin bir yandan iç işlerini düzeltmeye çalıştığı, öte yandan dış güçlerle mücadele ettiği bir dönemde kurulur. Kurumun temel görevi, İslâm diniyle ilgili yanlış yönlendirmelere engel olmak ve dinî eğitim veren okullarla ilgili çeşitli düzenlemeler yapmaktır. Ancak, kurumdan bu görünür amaçların dışında çok daha büyük vazifeler yerine getirmesi beklenir. Ahlâk ve imanı korumak, bu vazifelerden belki de en mühimidir. Nitekim Dârü'l-Hikmeti'l İslâmiye, her şeyden evvel bir "ahlâk kurulu" olarak görev yapar. Mehmet Âkif Ersoy, Bediüzzaman Said Nursî, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve İsmail Hakkı Bey gibi dönemin seçkin âlimlerini bünyesinde toplaması da bu kuruma verilen önemin bir göstergesi sayılabilir. Bu makaledeki amaç, Mehmet Âkif Ersoy ve Dârü'l-Hikmeti'l İslâmiye ilişkisini gözler önüne sermeye çalışırken bu kurumun önemini de bir kez daha vurgulamaktır.
İlahiyat Alanında Akademik Çalışmalar
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2020
BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
SON DÖNEM OSMANLI MÜTEFEKKİRLERİ VE AHLÂK ANLAYIŞLARI, 2017
Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 2019
Diyanet İlmi Dergi, 2020
BİLTEK ULUSLARARASI BİLİM, TEKNOLOJİ VE SOSYAL BİLİMLERDE GÜNCEL GELİŞMELER SEMPOZYUMU TAM METİN KİTABI, 2019
Tarih Okulu Dergisi, 2019
Amasya Şairleri Bilim Şöleni, 2019
Recep Tayyip Erdoğan Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi, 2014
Yahya b. Maîn ile Ahmed b. Hanbel'in Râviler Hakkındaki Görüş Farklılıkları, 2020
Amasy İlahiyat Dergisi, 2024
Harran ilahiyat dergisi, 2023
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (SAUIFD), 2017
Redd-i Hünerlice, 2022
Gümüşhane üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, 2021