Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
32 pages
1 file
38 SEMRA KIZILARSLAN Öz Müsamaha ve tolerans Türkçede birbiri yerine kullanılan iki sözcüktür. Toplumsal yaşamanın bir gerekliliği olarak müsamaha; insanlara sorumluluklar karşısında kolaylık gösterme, toplumsal yapıyı sarsıcı mahiyette ve önemli olmayan hata ve kusurları hoş görme ve bağışlama, kendinden olmayanlara güçlük çıkarmama, onlara müdahale ve baskıda bulunmama, farklılık ve kusurları görmezden gelme, çeşitli inanç, düşünce ve davranışları özgürce dile getirme anlamına gelmektedir. Batıdan dilimize geçen tolerans kavramı ise Latince "tolerare" kelimesinden türetilmiş olup tahammül etme anlamına gelse de taviz verme, felaketlere katlanma, sıkıntı çekme anlamlarını da taşımaktadır. Günlük hayatta kullanılan bu iki kavram felsefi anlamlar barındırmaktadır. Bu iki sözcüğün felsefi zihniyetini anlamak için Batı ve İslam toplumunda filozoflar tarafından nasıl anlaşıldığına bakmak gerekir. Bu yazıda amaçlanan Fârâbî, İbn Sînâ, John Locke ve Voltaire üzerinden müsamaha ve tolerans kavramını ve bu iki kavram arasındaki farkları filozoflar üzerinden vurgulamaktır. Metinde ilk önce müsamaha ve tolerans kavramlarının sözlük anlamlarına yer verilmiştir. Daha sonrasında Fârâbî, İbn Sînâ'da müsamaha ve John Locke ve Voltaire'de tolerans kavramlarına yer verilmiş ve ilgili eserleri üzerinden her iki kavram ile ilgili felsefi düşünce ve arka plan sunulmuştur.
Al -Farabi Journal 7. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, 2020
Panteizm, 17. yüzyıl filozofu olan Baruch Spinoza'nın çalışmalarına dayalı bir teoloji ve felsefe olarak modern çağda popüler oldu. Monizm, Spinoza'nın felsefesinin temel bir parçasıdır. Spinoza, terim ölümünden sonrasına kadar icat edilmemesine rağmen panteizmin en ünlü savunucusu olarak kabul edilir. Panteizm ya da tüm tanrıcılık, her şeyi kapsayan içkin bir Tanrı'nın, Evren'in ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu görüşüdür.Panteistler kişileştirilmiş ya da antropomorfik bir Tanrıya inanmazlar. Panteizm, genellikle monizm ile ilişkili bir kavramdır. Panteizmde her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında var olan varlıktır. Panteizm, Yunanca pan ("tüm" anlamında) ve theos ("Tanrı" anlamında)köklerinden türetilmiştir. Arapça karşılığı ‘Vücudiyye ‘ olan Panteizm, kısaca her şeyi tanrı tanımak, varlığı sadece tanrıya vermek olarak da tanımlanabilir. Felsefî bir görüş olarak Panteizm, Eski Yunan felsefesinde Plotinos (205-270), Rönesans'tan sonra Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza (1632- 1677) tarafından ağırlıklı olarak temsil edilmiştir. Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı-Evren-insan ayrımı yoktur, böyle bir ayrım aklın illüzyonu, yanılsamasıdır. Bilimsel olarak Tanrı, Evren ve insan birdir, aynıdır. Panteizm, sonluyla sonsuz arasında yakın ve özsel bir temas kurmak ve insanı tanrıya yakınlaştırmak amacıyla, var olan her şeyin bir birlik meydana getirdiğini ve her şeyi kapsayan bu birliğin tanrısal bir yapıda olduğunu iddia eder. Başka bir deyişle, panteizm, tanrıyla evrenin bir ve aynı olduğunu öne sürer, sonlu ve sınırlı dünyanın ezeli-ebedi, sınırsız ve mutlak varlıkların bir parçası, görünüşü ya da tezahürü olduğunu savunur.
Kırıkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi , 2019
Müslüman bilim adamlarının hepsi filozof olmasa da İslam bilim tarihini felsefe ve düşünce tarihinden ayırmak mümkün değildir. Çünkü bir bilim olarak felsefe kadim dönmelerde birçok bilimsel disiplini de kapsayan cins isim olarak kullanılıyordu. Felsefe diğer yandan özel bir bilgi edinme tarzı olarak algılanıyordu. Gazali'nin filozoflara yönelik eleştirilerinin İslam dünyasında felsefe ve bilim ve eleştirel düşüncenin gerilemesine yol açtığı yolundaki yaygın bir anlayış vardır. Buna rağmen Gazali sonrasına dair bilimsel ve felsefi düşüncenin gerilmesine dair getirilen deliller çok güçlü ve yeterli görünmemektedir. Bilimsel felsefi çalışmaların Gazali sonrası dönemde kesintiye uğradığına dair elimizde yeterli veri bulunmamakta aksine, artarak devam ettiğine, çeşitlendiğine dair önemli bulguların olduğunu söylemek mümkündür. Bu yazıda Gazali dönemi sonrasında bilim ve felsefi çalışmaların durumu ve bu alanlarda ortaya çıkan yeni yönelimler ele alınıp irdelenecektir. Yazıda cevap aranacak temel sorular şunlar olacaktır: Gazali'nin felsefe karşıtı söylemlerinin etkisini ölçmek için kullanılması gereken yöntemler nelerdir? Gazali'den sonra dini ve aklî ilimlerde ortaya çıkan yeni yönelimler nedir? Gazali'nin eleştirilerine karşı oluşan karşıeleştiriler neden yeteri kadar etkili olamamıştır? Anahtar Kelimeler: Gazali, bilim ve felsefe, kelam, temellük Abstract Despite fact that all the Muslim scientists are not the philosopher, it is impossible to distinguish the history of İslamic science, from the history of the İslamic thought and philosophy, in that since the ancient times the name of philosophy has been used as genus to include a lot of branch of the science. Philosophy has been understood as the specific way of the acquisition of knowledge as well. There as a common understanding that after the Ghazali's critique of the philosophers the İslamic world has experienced the downfall in the critical thinking , science and philsophy. But evidences related it have not been seemed strong and persuasive enough. There is no data that shows the interruption of the scientific and philosphical works after Ghazali, on the contrary we have the imporatant findings that indicate continuity and variation in that fields. This paper will discuss the the state of science and philosophy and the new orientaions and apropriation after Ghazali. This paper will try to answer these main questions: What is the methodology that evaluate the effects of the antiphilosophical discourse of Ghazali? What is the new oriantation that have arise in religious and rational sciences
İSLÂM DÜŞÜNCE TARİHİNDE FELSEFE KARŞITI TAVIRLAR Özet İslam dünyasında felsefeye karşı takınılan tavırları üç başlık altında özetleyebiliriz. İlk grup, felsefeyi bir bilim faaliyeti olarak kabul edip savunanlardır. Bu bağlamda İbn Sînâ ve Fahreddîn er-Râzî gibi başlıca filozoflar esas alınacaktır. İkinci grup ise felsefeye karşı olanlardır ki bunların değişik gerekçeleri ve farklı felsefe tanımları vardır. Çalışmada Gazzâlî ve İbn Teymiye gibi belli başlı düşünürler üzerinden konuyu ele almak istiyoruz. Üçüncü grup ise eklektik olanlar yani felsefe ile İslami ilimleri uzlaştırmaya çalışanlardır. Fahreddîn er-Râzî, Kelam lehine bu faaliyeti yürütürken; İbn Rüşd'ün tavrı felsefeden yana olmuştur. Bir başka ifade Fahreddîn er-Râzî, Metafizik ve Mantık gibi ilimleri Kelam başta olmak üzere İslami ilimlere dahil ederken; İbn Rüşd, Kelam'ın aleyhine olarak Metafizik ve Mantığı savun-muştur. Makalede ayrıca Descartes ve Kant örneği üzerinden Yeniçağ batı felsefe-sinde tartışılan "felsefe anlayışı"ndan hareketle son dönemde ülkemizde yapılan bazı tartışmalara da temas etmeyi amaçlıyoruz. Çalışmada filozofların kendi eser-leri esas alınacak; ihtiyaç halinde ikinci kaynaklara başvurulacaktır. Abstract We can summarize the attitudes taken towards the philosophy in the Islamic world under three headings. The first group represents the aspects of those who accept philosophy as a scientific activity. In this context, the main philosophers such as Ibn Sina and Fakhr al-Din al-Razi will be taken as the basis. The followers of the second group are those who are against philosophy, and who have different reasons and different philosophical definitions. We would like to discuss this group through the major thinkers such as Gazzali and Ibn Taymiyyah. The representatives of the third group are those who are eclectics, trying to reconcile Islamic religi
Köprü Dergisi, 2018
Öz Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur metinlerinin zatî olarak çoklu okumaya açık niteliği veri alınarak, ferdî ve kolektif seviyelerde ortaya çıkan farklı anlama ve yorumlama tarzlarının ürettiği bazı problemler ve bunların sebepleri tartışılarak, bu metinlerin doğru anlaşılması ve yorumlanmasının " ihlas, bürhan ve çoğulluğu " veri alması gerektiği ileri sürülmektedir. Anahtar Kelimeler Anlama ve yorumlama, ihlas, çoğulluk, bürhan, METHODOLOGICAL AND SUBSTANTIVE CONSIDERATIONS IN UNDERSTANDING THE RISALE-I NUR TEXTS: SINCERETY (IHLAS), PROOF (BURHAN) AND PLURALITY Abstract The Risale-i Nur texts are inherently susceptible to plural understanding, which has given rise to multiplicity in its comprehension and interpretation. This state of affair has caused many problems both in common and scholarly endeavor. The trio of evidence-based reasoning, plurality and ihlas (considering consent of Allah only) is suggested as a proper methodology of " reading " .
Yıldırım Beyazıt Üniversietsi Yayınları, 2020
14.Yüzyılda Osmanlı Devletinde Mevleviliğin Yayılma Politikası: Sultan Veled ve Ulu Arif Çelebi'nin Çalışmaları
Hacı Bayram-ı Veli: IV. Uluslararası Hacı Bayram Veli Sempozyumu Bildirileri, 2019
ISBN 978-605-69780-5-0 9 7 8 6 0 5 6 9 7 8 0 5 0
BİRİNCİ BÖLÜM Ahmet Mecbûr Efendi'nin Hayatı ve "Hilâfetnâme-i Osmânî ve İttihatnâme-i İslâmî" Adlı Eseri 1 Burhan ÇONKOR* 2 Giriş İlme ve öğrenmeye daha ilk inen âyetleriyle teşvik eden Yüce dinimiz İslam, ilim yolunda gayret sarf edenlerin ayrıcalığına da vurgu yapmıştır. 3 Müslüman Türk milleti de Kur'an'ın emirleri ve Hz. Peygamber'in (s.a.s) uygulamalarından hareketle ilim öğrenmeye özel bir önem vermiş, yetiştirdiği âlimler vasıtasıyla İslam'a ve Müslümanlara hizmet etmiştir. Memleketlerin ilim ve kültür alanında ilerlemesi ancak yetiştirdiği âlimler vasıtasıyla mümkün olabilir. 1071 yılında Anadolu'nun fethi ile Horasan' dan gelen âlim ve mutasavvıflar vasıtasıyla Çankırı' da da yaklaşık bin yıllık bir ilmî ve tasavvufî kültürün izlerine ulaşılabilmektedir. 4 Özellikle Osmanlı Devleti zamanında medrese ve vakıf müesseseleriyle daha sistematik bir şekilde sürdürülen bu eğitim ve kültür faaliyeti neticesinde Çankırı' da pek çok âlim ve mutasavvıf yetişmiştir. XIX. yy. sonlarında Çankırı' da, hem ilmî hem de tasavvufî kültürü sahiplenerek, gelecek kuşaklara aktarılmasında rol oynayan en önemli şahsiyetlerden biri de hiç şüphesiz Müderris Zaîmzâde Ahmet Mecbûr Efendi olmuştur. Mecbûr Efendi, bizzat kendi imkânlarıyla kurduğu medrese ve kütüphanesine, şahsına ait kitapları da vakfederek büyük bir fedakârlık örneği ortaya koymuştur.
Bu makalede stoa felsefesiyle İslam felsefesinin insanoğlunun mutlu bir yaşam sürmesi, erdemli bir birey, bilge bir insan olması adına söylemlerine, tahlillerine, tenkitlerine, prensip çizgilerine yer verilmekle birlikte, İslam dini ve stoa felsefesinin bu başlıklar üzerindeki düşünce biçiminin benzerliklerine değinilecektir.
Ortadoğu ülkelerinde zengin doğal kaynaklar, farklı etnisite unsurları, dini inançlar ve mezhepler nedeniyle iktidar çatışmaları yaşanmakta; batılı devletler, zengin doğal kaynaklarının denetlenmesine ve jeo-politik yapının biçimlendirilmesine etki etmek amacıyla çatışmaların içinde yer almaktadır. Doğu’nun bir parçası olan İslam ile Hıristiyan Batı arasındaki iktidar çatışmaları, “düşman” ve “dost” tasarımlarını beraberinde getirmektedir. Ekonomik, siyasal ve sosyal gerçekliğin tasarlanmasında; “düşman” ve “dost” imgesinin yapılandırılmasında, kitle medyası önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışma; Birinci ve İkinci Körfez Savaşlarında Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in, 11 Eylül 2001’de ABD’ye yönelik terör saldırısında ve öldürülme sürecinde Osame Bin Ladin’inin, Libya’daki kitle ayaklanmalarında Muammer Kaddafi’nin, ABD Devlet Başkanlarının, Avrupa Birliği ülkelerinin ve Doğu ülkelerinin siyasi liderlerinin, Cumhuriyet, Yeniçağ, Hürriyet ve Zaman gazetelerinin haberlerinde “düşman” ve “dost” tasarımlarının içerik analizi yöntemi ile incelenmesini öngörmektedir. Çalışmada yola çıkılan sorular şunlardır: İslam ile Hıristiyanlığın karşılaşma sürecinde; düşman ve dost imgesinin yeniden üretiminde ya da üretiminde hangi tarihsel süreklilikler ve değişim eğilimleri gözlemlenmekte ve hangi koşullar ve hangi faktörler eski ve yeni düşman ve dost imgesinin üretilmesinde etkili olmaktadır? Basın ve iletileri basına yansıyan Türk ve batılı ve doğulu yabancı siyasi aktörler, inceleme kapsamına alınan çatışma durumlarında kimleri, neden ve nasıl düşman veya dost olarak tasarlamaktadır? Düşman ve dost imgesi siyasal, ekonomik, kültürel ve dini ilişkiler alanına nasıl eklemlenmekte ve hangi açıklama bağlamı içinde, hangi problemlerle ve gerekçelerle sunulmaktadır? Basın ve siyasi aktörler, düşman ve dost imgesi tasarlarken, hangi iletişim stratejilerinden yararlanmaktadırlar? Elde edilen bulgular; basının, olayları nesnel olarak haberleştirmediğini ve “düşman” tasarımlarını yeniden ürettiğini göstermektedir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Marmara Üniversitesi İletişim Semineri, 2017
BATI FELSEFESİNE KARŞIT BAŞLICA ALTERNATİF: TÜRKLÜK, İSLAMLIK VE İNSANLIK FELSEFESİ The Main Alternative To Western Philosofhy: Turkishness, İslamism And Humanity Philosophy, 2019
Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 2006
Dtcf dergisi, 2015
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1996
ADÛDÜDDÎN EL-İCİ'NİN İMÂMET ANLAYIŞI, 2020
Hicrî Birinci Asırda İslâmî İlimler -I-, 2020
Orta Doğu’da Devlet-Devlet Dışı Aktörler ve Demokrasi, Uluslararası II. Ortadoğu Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2016
Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2-4 Kasım 2012, 2015