Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
6 pages
1 file
ROMANIN KONUSU: Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat romanının konusu, Talat Bey ile Fıtnat Hanım'ın sonu hüsranla biten aşklarının acıklı hikâyesidir. ROMANIN ÖZETİ: Talat, bir kalemde çalışmaktadır, işe gider gelirken tütün almak için uğradığı Hacı Babanın dükkanında onun üvey kızı Fıtnat'ı görür ve ona aşık olur. Fıtnat da kafes aralıklarından gördüğü Talat'a aşık olmuştur. Titiz ve huysuz bir adam olan Hacı Babanın, evlatlığının dışarıya çıkıp kimseyle görüşmesine izin vermediğini öğrenen Talat, tek çareyi Fıtnat'a nakış gösteren Şerife Kadınla tanışmakta bulur. Bunun için de kız kılığına girerek ve Ragıbe adını alarak Şerife Kadının evine nakış öğrenmeye gider. Şerife Kadın, Fıtnat'la Ragıbe'yi tanıştırır. Talat, Fıtnat'ın da kendisine aşık olduğunu anlayınca, ona kendisini Talat'ın kız kardeşi olarak tanıtır. Talat her gün kıyafet değiştirerek Fıtnat'ın evine gitmektedir. Şerife Kadın, Üsküdar'da Toptaşı'nda bir konak sahibi zengin ve dul bir adam olan Ali Bey'le Fıtnat'ı evlendirmeyi düşünür. Fıtnat ise bu haberi duyunca çılgına döner. Ragıbe'ye bu haberi verdiği gün gerçek ortaya çıkar: Ragibe, Talat'ın kendisidir. İki genç şayet evlenemeyecek olurlarsa intihar etmeye karar verirler.
Uluslarası Hakemli Dergi Makalesi, 2016
Çerçeve hikâye Doğu anlatı geleneğinin bir ürünüdür. Çok uzun bir süre gelenek- sel hikâyeler bu kurgu yöntemiyle kurgulanmışlardır. Romanın ortaya çıkış aşama- sında Doğu’da ve Batı’da ortak bir şekilde çerçeve hikâye tekniğinden faydalanıl- dığı açıkça görülür. Batılı romancılar kendileri için yabancı bir kurgu tekniği olan çerçeve hikâye tekniğini romana geçişte etkin şekilde kullanmışlardır. Türk roma- nının ilk örneklerinden biri kabul edilen Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, bugüne kadar fark edilememiş olsa da esasında bir çerçeve hikâyedir. Bu makalede Taaşşuk-ı Ta- lat ve Fitnat ilk kez bir çerçeve hikâye olarak ele alınmaktadır. Şemseddin Sa- mi’nin çerçeve hikâye tekniğini romana uygularken başvurduğu teknik üzerinde yaptığı değişiklikler ayrıntılı olarak değerlendirilmektedir. Sami gerek teknik ge- rekse içerik açısından çerçeve hikâye tekniğine müdahalelerde bulunmuştur. Sonuç olarak Şemsettin Sami romanını, Batılı romancının aksine kendi geleneğinden aldı- ğı çerçeve hikâye tekniğini dönüştürerek yazmıştır. Anahtar kelimeler: çerçeve hikâye, roman, Şemsettin Sami, Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat, gelenek
Öz Bu incelemede Tanzimat döneminde neşredilen, Türk edebiyatının ilk telif romanı Taaşşuk-ı Tal'ât ve Fitnat'taki kadın kahramanlar ile ilk psikolojik roman denemesi olarak kabul edilen Zehra'daki kadın kahramanlar üzerine bir karşılaştırmayı ele almaktadır. İlk olarak roman ve kadın kahramanların tanıtımı yapılıp sonrasında karşılaştırma analizine geçilecektir. Anahtar Sözcükler Taaşşuk-I Tal'at ve Fitnat, Zehra, Kadın, Roman TAAŞŞUK-I TAL'AT VE FİTNAT Şemseddin Sâmi'nin Taaşşuk-ı Tal'at ve Fitnat adlı romanı 1872 yılında kaleme almıştır. Türk edebiyatının ilk telif romanıdır. Şemsettin Sami'nin roman türünde tek eseridir ve bu türde ilk tecrübesi olduğundan şekil, konu ve üslûp bakımından birçok kusuru bünyesinde barındırmaktadır. Romancının üslubu eski tarzı hikayeciliğini hatırlatmakla beraber genel anlamıyla Avrupai düşünceye bakış açısı, kadına karşı baskıcı toplum, örflere göre hareket edilen aile modelleri, eğitime karşı tutum ve ailelerin zoruyla çocuklarını istemedikleri kişilerle evlendirilmesi sonucu hayat boyunca çekilmiş ıstıraplar yer alır. Romandaki Kadın Kahramanlar: Fitnat: İnce yapılı, orta boylu, kara gözlü, kara kaşlı, ak tenli beline kadar uzun saçlı kısacası baştan aşağı güzellik abidesi, öfke ve nefretin ne olduğunu bilmeyen bir kızdır. Üvey babası sekiz yaşına kadar okula gönderip sonra kızını eve kapattı ve tamamen hürriyetini kısıtladı. Saliha Hanım: Tal'at'ın annesidir. Eşi Rıfat Bey'le büyük bir aşk yaşayıp evlenen ve eşi öldükten sonra da oğlu Tal'at'ın eğitim ve terbiyesini iyi bir şekilde vererek yetiştiren, okur-yazar bir kadındır. Romanın başlarında değinilen Saliha Hanım'la oğlunun arasındaki ilişki, ilerleyen bölümlerde kesilir, yazar tarafından anlatılmaz. Bu, eserde kopukluğa neden olmuştur. Romanın sonunda oğlu Talat'ın ölümüne ağlaya ağlaya iki gözü kör olur. Arap Dadı: Tal'at'ın dadısıdır. Kendi şivesiyle konuşturulan bir karakter, eserde eski kafa insanı temsil eder. Batıl inançları vardır.
Son dönem Türk romanında nitelik ve nicelik bakımından yaşanan yükseliş okurları seçici bir tavır takınmaya zorlamaktadır. Romanların sayıca çokluğu, romanlardaki posmodernist etkilerin artışı da farklı okur profillerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hasan Ali Toptaş, hem nitelikli okur profilinin ortaya çıkmasına yardım eden hem de roman Türk edebiyatında roman türünün gelişimine katkıda bulunan önemli bir yazardır. Son dönem Türk romanında üslubu ve kurgulama biçimleriyle kendine önemli bir yer edinmiş, yazmakla yaşamak arasında doğal bağlar kurmuş bir romancıdır. Gölgesizler, Bin Hüzünlü Haz, Heba, Uykuların Doğusu gibi eserlerinde "Doğu"lu olmanın, Modernizm'in, Postmodernizm'in, varoluşçu sorgulamalarının, büyülü gerçekçiliğin izlerini görmek bu konularda yazılmış çeşitli makaleleri okumak mümkündür. Bu makale Hasan Ali Toptaş romanları arasında çok anlamlılığı ve çok boyutluluğu ile önemli bir yer tutan Gölgesizler romanına genel bir bakışı içermektedir. Kurgulanışı, taşıdığı modernist ve postmodernist unsurları, şiirsel dili, mekân ve karakter betimlemeleri, iç içe geçmiş parçacıkları birleştiren bütünlüklü yapısı ile ele alınan Gölgesizler romanı son dönem Tük romanı için önemli bir gelişim hamlesi olarak kabul edilmelidir.
TÜRK ROMANINDA KARNAVAL 2017
Hasan Ali Toptaş yazınında ilk göze çarpan özellik, Mihail Bahtin’in Rabelais romanı çözümlemesinde görünür kıldığı “grotesk halk kültürü” öğelerinin ve karnavalcı yapının yoğunluğudur. Toptaş yazınında, çoksesliliğin temel kaynağı olarak yer almış insan uygarlığının genel birikimi, “grotesk halk kültürü” öğeleri yanında, Joyce’un bilinçakışı ile düzenek verdiği tüketim toplumuna ait sıçrama ve algılama çarpılmalarını, postmodern topluma koşut duran söyleşim oyun ve buluşturmalarını, anlam karşılığını bulmakta zorlandığımız dil saçılımlarını da kolayca bulabiliriz. Toptaş, ne yalnızca ve doğrudan doğruya yaşamı, yaşanmışı anlatıp hikâye etmeye çalışmaktadır, ne de yalnızca postmodern yaşamın bölüp parçaladığı, şizoid kıldığı, hikâyesinden kopardığı insan anlağını yazıya aktarmaya uğraşmaktadır. Yaşama ve yazıya ait her şeyin bir arada bulunabileceğine ilişkin ipuçlarını tutup iki alanı birden yan yana görünür duruma getirmekte, okurunu da bu olağanüstü dikkat ve hüner isteyen ip üstünde yürüme eylemine çağırmaktadır.
Uluslararası ortamda sürekli bir döngü içerisinde farklı sistemler kurulmuştur. Her yeni sistem bir öncekinin üzerine ve yerine inşa edilmiştir. Birçok imparatorluk ve devlet bu düzene uymak durumunda kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu da böyle bir süreç geçirmiştir. Önce Osmanlı İmparatorluğu’ndan Osmanlı Devleti’ne son olarak da Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet sistemine evrilmiştir. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında en buhranlı döneminde yönetime gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti / Fırkası, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı gibi iki önemli savaş ve Bosna - Hersek’in ilhakı, Arnavutluk’un bağımsızlığı vs. gibi önemli olaylar yaşamıştır. Genç ve vatansever bir grubun oluşturduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti böyle buhranlı bir dönemde mevcut sistemi değiştirmek istemiş ancak yerine nasıl bir sistem getireceği konusunda net olmayan fikirleri sebebiyle yönetimi ele geçirdikten sonra daha zor dönemler geçirmiştir. Bir sonraki sistem değişimi dönemi olan Osmanlı Devleti’nin dağılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması döneminde ise Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları ne yapılması gerektiğinden emin olarak başarılı olmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa’nın Talat Paşa’dan en önemli farkı ileri görüşlülüğü olmuştur. Talat Paşa’nın ve Cemiyetin diğer etkili üyeleri, 2.Abdülhamit’in tahttan indirilmesini istemişler ancak yerine nasıl bir sistem kurulması gerektiğini bilememişler ve önce hareket sonra beklenti içerisine girmişlerdir. Mustafa Kemal ATATÜRK ise en baştan itibaren ince bir şekilde ne yapılması gerektiğini iyi hesaplamış ve değiştirdiği her şeyin yerine başarıyla işleyen yeni sistemler kurmuştur. Bu önemli fark dünya çapında yirminci yüzyılın ilk çeyreğini önemli ölçüde etkilemiştir. Bu makale Talat Paşa ile Mustafa Kemal ATATÜRK’ün birbirine yakın dönemler içerisinde nasıl sistem oluşturduklarını incelemek maksadıyla yazılmıştır. Kendisi ile ilgili çok fazla yazılmaması dolayısıyla Talat Paşa’nın şahsı ve dönemi ile ilgili, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluş dönemi ve Mustafa Kemal ATATÜRK’e nazaran daha detaylı bilgi verilmiştir. Bu makalede nitel araştırma yöntemlerinden kaynak tarama tekniği kullanılmıştır.
Turk dili, 2017
Özet: Tahsin Yücel'in bu romanı Yusuf Aksu'nun yalanlar üzerine kurulmuş olan hayatını anlatıyor gibi görünse de aslında temelde dil ile ilgili önemli konular tartışılmıştır. Yaşamak istemediği kendi hayatını Yunus'un hayatına çevirerek, onun düşüncelerini kendi düşünceleriymiş gibi benimseyerek yalan bir hayatı yaşamaya başlayan Yusuf Aksu ne kendisi olarak ne de Yunus olarak mutlu olmayı becerebilmiştir. Yalan ve gerçeğin dil kuramlarıyla örülü bir romanda tartışılması oldukça manidardır. Yazar, romanda anladığımız ve konuştuğumuz dilin olanaklarını ispatlamaya çalışırken aslında yalan ve gerçek kelimelerinin de anlamlarını tartışıyor gibidir. Yusuf Aksu'nun seçtiği yalan hayat ile birlikte, gerçek ve yalanın çatışması, dilsel olanakları da romanın konusunu teşkil eder. Dilin gerçeklerini yalan bir hayat kurgusuyla vermesi bakımından yazarın bu romanı oldukça önemlidir. Anahtar sözcükler: yalan, dil, Yusuf Aksu, Tahsin Yücel, roman. Ülkemizde göstergebilim ile ilgilenen ender yazarlardan biridir Tahsin Yücel. Gerek öykülerinde gerek romanlarında dil ve göstergebilim ile ilgili düşüncelerine mutlaka yer verir. Saussure ve Grimas'ın düşüncelerine ortak olan yazar, bu eserinde de bu önemli bilim adamlarının düşüncelerine yer verir. Yalan romanı Yusuf Aksu isimli kahramanımız üzerine kuruludur. Yusuf, küçük yaşta babası tarafından terk edilen, annesi tarafından büyütülen içine kapanık bir çocuktur. Annesi Refika Hanım öğretmen olmanın verdiği kimlikle oğlunu önce kendi eğitmek ister. Yusuf'a daha küçük yaşlarda ansiklopedi sevgisini aşılar. Her türlü güçlüğü ansiklopediler sayesinde çözebileceği düşüncesini yerleştirir Yusuf'un zihnine. "Dünyadaki kitapları okumakla bitiremezsin, hiç kimse bitiremez! Ama dünyanın en iyi ansiklopedilerini elinin altında bulundurabilirsin; üstelik dünyanın tüm bilgilerini ansiklopedilerde bulabilirsin!'' (Yücel 2004: 14) Yusuf, annesinin verdiği öğütlerle tam bir ansiklopedi tutkunu haline gelir, fakat annesinin söylediği gibi ansiklopediler her soruya cevap bulamıyordu. " Örneğin babaların ölümü hastalıkla, yüreğin durmasıyla, kefenle, tabutla, mezarla açıklanıp betimlenebiliyordu, ama belli bir babanın rakı almak üzere evden çıkıp da bir daha dönmeyişini ne İlkokul Ansiklopedisi açıklayabiliyordu ne Hayat Ansiklopedisi." (Yücel 2004: 15) Yusuf, okula ve annesiyle mezarlığa gittiği günlerden başka dışarıya hiç çıkmaz. Evden çıkmak ona daha küçük yaşlardan itibaren tehlikeli olarak görünür. Dışarıya çıktığında yanında annesi olsa bile insanlardan korkar ve annesinin eteğinin altına saklanmak ister. Bu durum Yusuf kaç yaşına gelirse gelsin devam edecektir. Yusuf, 60 yaşında da sokağa yalnız adım atmaktan hep korkacaktır. Yusuf yalnızlığın getirdiği etkiyle kendi kendine yabancı dil öğrenmeye başlar. İngilizce, Fransızca kaynakları kendiliğinden okuyabildiğinin farkına varır. Sürekli kitaplarla boğuşması arkadaşları arasında "Hoca" olarak anılmasına neden olur. Yusuf okulda da arkadaşlarından kaçarak kendi kabuğuna sığınır ve okulda da yalnızlığı seçer. Hayatının dönüm noktası sınıftan içeri giren Yunus Aksu'nun kimseye bakmadan sadece kendisine gelerek kendini tanıtması olur. Yunus'u tanıyan Yusuf artık bambaşka biridir. Tahsin Yücel de romanının temeline Yusuf'un Yunus'un düşüncelerini benimseyerek Yunus'a dönüşmesini ve bu dönüşüm ile birlikte koca bir "yalan" ı yaşamaya başlamasını alır. Yunus; oldukça zeki, hazırcevap, kendine ait düşünceleri olan hatta daha o yaşlarda dil ile ilgili bir kuramı olduğunu söyleyecek kadar iddialı bir çocuktur. Tek kusuru kekemeliğidir; fakat o bunu bir kusur olarak hiçbir zaman görmez hatta bunu da kendi lehine çevirmeyi bilir. "İnsan ne kadar çok kekelerse, o kadar doğru konuşur, çünkü aralarda düşünür." (Yücel 2004: 28) Yunus, bir gün Yusuf'a kendisini neden bu kadar çok sevdiğini bildiğini söyler. Verdiği cevap oldukça ilginç bir benzetmedir. "Çü..çü..çünkü ansiklopedileri çok seviyorsun, ansiklopediler de kekemedir, onlar da her şeyi bölüp dağıtır, tıpkı benim gibi.." (Yücel 2004: 32) Yunus, dil kuramının yanında kekemelikle de ilgili bazı düşünceler geliştirir. Kekemeler kesik kesik konuşsa da, sözcükleri parçalasa da konuşmaları insanların ilk dilinden kuşların dili gibi kesintisiz 1 Dr. Müge Göncü, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Doktora programı mezunu.
REALİST HALK HİKÂYESİ İLE ROMAN ARASINDA KÜRKÇÜ-ZADE OSMAN REMZİ’NİN SERGÜZEŞT-İ MAZİ YAHUD VAMIK U AZRA MESNEVİSİ
Özet Türk romanında özellikle İkinci Meşrutiyet'ten (1908) itibaren verilmeye başlanan ürünler, mekân bağlamında-İstanbul'u aşarak-bilinçli ve nispeten kapsamlı bir yönelimle Anadolu'yu köyü, kasabaları ve küçük kentleriyle malzeme yapmaya başlamıştır. Bu durum, İkinci Meşrutiyet sonrası farklılaşan toplumsal, siyasal atmosfer içinde ön plâna çıkan ve ana akım hâlini alan milliyetçiliğin edebî sahadaki dolaylı bir yansımasıdır. Anadolu insanının hayatına eğilmek şeklinde tezâhür eden bu yönelim, günümüze değin edebiyatımızda değişik boyutlarıyla ele alınmaya devam edilmiştir. Bu konuya odaklanan bazı romanlarda bu tema, taşralı / kentli aydın ve (bireysel kimlik ve toplumsal yapılanma bağlamında) taşralı zihin / uygar zihin çatışması ekseninde ele alınmıştır. Bu çatışma-söz konusu eserlerde-zaman zaman, taşraya mahsus mekân ve zihin yapısının yarattığı uyuşukluğun, uygar zihni ele geçirmesi ve kendine benzetmesi ile sonuçlanmaktadır. Bu makalede, henüz 1940'lara gelinmeden yayınlanmış olan ve İkinci Meşrutiyet sonrası değişik dönemleri ele alan üç eser, Yaban (Yakup Kadri Karaosmanoğlu-1932), Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali-1937) ve Acımak (Reşat Nuri Güntekin-1928) merkeze alınarak, köy / kasaba / küçük kent üçgeninde, taşraya dışardan gelmiş kentli / aydın karakterlerin, mevcut toplumsal yapılanmaya çeşitli boyutlarıyla mahkûm olarak kişiliklerini kaybediş süreçleri, kent ve edebiyat sosyolojisinin (özellikle Georg Simmel ve Gaston Bachelard) verileri ışığında irdelenecektir.
TANZİMAT EDEBİYATI (ŞİİR-ROMAN) , 2014
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
the Journal of Academic Social Sciences
BİR SUFİNİN ROMANI: TAHİRÜ'L-MEVLEVİ VE TEŞEBBÜS-İ ŞAHSİ , 2020
Mai ve Siyah Romanının Rus Biçimciliği Açısından İncelenmesi, 2022
Mardin Artuklu University Press, 2019
Mediterranean Journal of Humanities (MJH), 2021
6.ULUSLARARASI BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR KONGRESİ, 2019
HALK HİKÂYERİNDEN TANZİMAT ROMANLARINA GERÇEKÇİLİĞİN BOYUTLARI , 2011
TÜRKİYE’YE GELEN YABANCI TURİSTLERİN TACİZ ALGISI ÜZERİNE BİR İNCELEME, 2017
INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON MYTHOLOGY 2-5 MAY 2019, ARDAHAN PROCEEDINGS BOOK, 2019