Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2015
Zaman kavramı insanlık tarihi boyunca hemen her toplumda, din ve düşüncede varlığından bahsedilen bir olgudur. Bu kavrama yüklenen anlamlar, toplumlarda dinlere ve düşüncelere göre farklılık gösterir. Zaman her ne kadar hesaplanabilir olarak düşünülse de duruma göre algılanışı değişen bir kavramdır. Klasik edebiyatta zaman, farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bilhassa klasik şiirin temel tiplerinden biri olan âşık için zaman algısı doğrudan doğruya mâşukla olan durumuna bağlı olarak değişkenlik gösterir. Özellikle bir zaman dilimi olarak gece ve gecenin en uzunu olan şeb-i yeldâ şiirlerin vazgeçilmez unsurudur. Bu çalışmada zamanın göreceliliğine güzel bir örnek olarak klasik şiirde âşığın zaman algısı ve şeb-i yeldâ konusu ele alınmıştır.
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü tez yazım kurallarına uygun olarak hazırladığım "ŞARABIN SERÜVENİ VE KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE SARHOŞLUK KAVRAMI" Başlıklı Doktora Tezi'min içindeki bütün bilgilerin doğru olduğunu, bilgilerin üretilmesi ve sunulmasında bilimsel etik kurallarına uygun davrandığımı, kullandığım bütün kaynakları atıf yaparak belirttiğimi, maddi ve manevi desteği olan tüm kurum/kuruluş ve kişileri belirttiğimi, burada sunduğum veri ve bilgileri unvan almak amacıyla daha önce hiçbir şekilde kullanmadığımı beyan ederim.
KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE ŞUHÂNE TARZ, 2023
Şûh kavramı "hareketlerinde serbest, açık saçık, arsız, neşeli, oynak ve güzel sevgili" anlamlarına gelmektedir. Şuhâne tarz ise kadın ve kadın güzelliğini pervasız ve alenî anlatımlarla konu alan manzumelerin klasik şiirdeki karşılığı olmaktadır. Bu kavramda sevgilinin güzelliğinden ve ona duyulan afrodizyak duygulardan bahsedildiği görülmektedir. Klasik Türk şiiri, sevgilinin pek çok nitelikleri yanında, bu tarz özelliklerine de değinmiştir. Bu şûh söylemleri şöyle sırlamak mümkündür: Sevgilinin kendini âşığa çekincesizce bırakması, âşığını kur ve işvelerle vuslatına çağırması, bir bezm ya da "hane"de birkaç kadehle âgûşa kolaylıkla kendini bırakması, mahbub olarak da belirmesi ve hamamda sim tenini aleni olarak sergileyebilmesi. Bu şûhluk, klasik estetiğin çizdiği sınırlarda asla bayağılaşmadan ilerlemektedir. Çünkü bu tarz söylemlerde cismanî unsurlar nesnelere verilerek sevgilinin masumiyeti korunmaktadır. Bu tarzda âşık, sevgiliyle "hane"sinde ya da yatakta dudak dudağa/lebâleb, göğüs göğüse/sîne-be-sîne halde bulunduğu tahayyül ve tasavvurunu pervasızca dilendirebilmektedir. Şarap ve bahar da bu şûhluğun ifadesinde vesile olmaktadır. Hoca Dehhanî'den başlayarak pek çok şairin şûh söylemleriyle geliştirdiği bu tarz, Nedîm'le zirvesini bulmuştur. "Nedîmâne tarz" olarak da adlandırılan bu şiirsel söylemin Nedîm'e ulaşan çizgide çok zengin örnekleri bulunmaktadır. Hikmetli ve irfanî nitelikte şiirler söyleyen şairlerin bile şûhluk içeren manzumeler yazarak bu tarza katkı verdikleri görülmektedir. Bu kitap Şuhâne Tarzı tek ve müstakil olarak ele alan ilk çalışma olması dolayısıyla önem arz etmektedir. Kitabevi yayınları arasından çıkan kitap alana önemli katkılar sağlayacak boyuttadır. https://www.kitabeviyayinlari.com/product/search?q=erdem+sevimli&s=7
"Nesnelerin mahiyet ve hakikatlerinin bilinmesi, filozofi" manasına gelen felsefe; İslami öz ve hassasiyetlere bağlı olarak klasik edebiyatımızda ya reddedilmiş yahut umumiyetle "hikmet" kelimesi ile karşılanmıştır. Hikmet, "Allah'ın insanlar tarafından anlaşılamayan ilahi esrarı ve takdiri, bilgelik, atasözü, vecize" anlamında bir mefhum olarak kullanılmıştır. Hikmet sahibi kimseler de "hakîm/hekîm", "mütefekkir" ya da "ârif" olarak adlandırılmıştır. Büyük ölçüde bir İslam ve tasavvuf edebiyatı olan klasik Türk edebiyatında edipler felsefeye birtakım hudutlar içinde yaklaşmışlardır. Bilhassa "hikemî şiir" ya da "hakîmâne şiir" anlayışıyla eşyanın hakikatine dair görüş bildiren şairler, bununla muhatabı öğütlemeyi, uyarmayı yahut uyandırmayı hedeflemiş fakat "felsefe" kelimesinin kendisine, yöntemine ve sonuçlarına temkinli yaklaşmışlardır. Bilinen ilk örnekleriyle 11. asırdan günümüze kadar derin bir ilmin ve engin bir sanat anlayışının mümessili olan klasik Türk şairleri, eserlerinde "bediiyat" arzusunun yanına muhakkak "nasihat" gayesini de iliştirmişlerdir. Bu nasihatler arasında zerreden küreye, mikrodan makroya; varlığa ve yokluğa dair hemen her şeyle ilgili bir görüş ve anlayış ortaya koymuşlardır. Edebiyatımızda Aristo, Platon (Eflatun) gibi filozoflara ve Kindî, İbn Rüşd, Gazzâlî ve İbn Haldûn gibi mütefekkirlere gösterilen ihtimam ve ihtiramın yanında felsefeye karşı olumsuz tutumların da var olduğu dikkat çekmektedir. Örneğin 17. asır şairlerinden Nâbî'nin, Hayriyye adlı meşhur mesnevisinde oğlu Ebu'l-Hayr Mehmed Çelebi'yi felsefeye karşı uyarmasının İslam dünyasında felsefe hakkında çıkan tartışmalara bağlı olduğu düşünülebilir. Bu çalışmada; klasik Türk şiirinin altı asrı aşkın tarihinde felsefeye dair tutum ve kanaatler genel olarak değerlendirilmiş, şairlerin "felsefe" yerine "hikmet" kelimesini tercih etmelerinin gerekçeleri ortaya konmuştur. Böylece "varlığın özü, önü ve sonu" ile "yokluğun hudutları" arasında görüş serdeden şairlerin tefekkürü yöntem, hikmeti de sonuç olarak ortaya koymaları konusuna dikkat çekilmiş; ayrıca klasik Türk şiirinin düşünce sisteminin tafsilatlı olarak incelenmesinin ve irdelenmesinin gereği ifade edilmiştir.
ÖZ Edebî metinlerde; dil, ifade ve üslup birbiriyle yakından ilintili terimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir metnin edebî dilinin özelliklerini bilmek aynı zamanda onun üslup özelliklerini de tespit etmemize yardımcı olur. Bununla birlikte şairlerin seçtiği kelimelerin kendi muhayyilelerinde nasıl şekillendiğini belirlemek oldukça güçtür. Klasik şiirimizde şairler kendi üsluplarını oluştururken zaman zaman şiirlerine “müdevver”, “müşeccer” gibi görselliği de katmışlar ve kendilerine has bir üslup oluşturma temayülü içerisine girmişlerdir. Klasik Türk şiirinde Nedîmâne tarz ya da Levendâne tarz şiirler kaleme alındığı gibi “Şahin Giray Üslubu” olarak adlandırılan ve bu üslubu hususiyle şekilsel olarak taklid etmek suretiyle oluşturulan şiirlerin yazıldığı da görülmektedir. Bu çalışmada “Şahin Giray Üslubu”nun nasıl oluştuğu ve klasik edebiyatımızda hangi şairlerin bu üslubu benimsediği örnekleri ile birlikte ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Üslup, tarz, Şahin Giray Üslubu, dîvân şiiri, Klasik Türk Edebiyatı.
Kültür Araştırmaları Dergisi, 2022
16.-17. yüzyıllar ve sonrasında Osmanlı düşünce dünyasında daha yoğun görülen İşrakîlik, klasik Türk şiirine de yansımıştır. Bu felsefe ile birlikte "işrâk" yanında ışık kavramı etrafındaki kelimeler hem genel literatüre hem de şiire girmiştir. Çalışmada "işrâk" kavramı etrafında şiirlerde, İşrâk felsefesinin yansımaları üzerinde durulmuştur. İşrâkîliğe, Osmanlı'da ilginin 16. ve 17. yüzyılda başlaması nedeniyle bu dönem ile sonraki yüzyıllardan seçilen divanlar taranmıştır. Şairlerin, filozoflara ve felsefî kavramlara şiirsel imajların bir parçası olarak yer verdiği görülmektedir. Şiirlerde İşrâkî felsefenin 17. yüzyıl ve sonrasında etkili olduğu görülmekle birlikte, onun varlık ve bilgi görüşü üzerinde ayrıntılı durulmamıştır. "İşrâk" ile birlikte ışık kavramı etrafındaki kelimelere ve bazı filozoflara yer vererek İşrâk felsefesinden etkilendiklerini açıkça gösteren şairler vardır. Ayrıca bazı klasik Türk şairlerine göre, hakikati idrak için akıl ve sezginin bir arada olması gerekir. Bu yüzden sadece akılcılığı savunan felsefî ekollerce sezgiye dayalı bir felsefe olan İşrakîlik eleştirilir. Bu dönemde "İşrâk" kavramına, felsefî bir terim olmaktan ziyade lügat anlamıyla yer veren şairler de bulunmakla birlikte çalışmada işrâk felsefesini benimseyen yahut eleştiren şiir örneklerine odaklanılmıştır.
KLASİK TÜRK EDEBİYATINDA EHL-İ BEYT, 2023
2019
ÖZET Klâsik şiirimizde tipler, ihtiyaç durumunda şairin mesajını topluma ulaştırmada bir aracı görevindedir. Edebî metinlerde âşık, maşûk, rakip ve memdûh gibi temel tiplerin yanında rind, müddeî, sûfî, zâhid vb. tipler de bulunmaktadır. İşte bu tiplerden bir tanesi de dehrî dir. Dehr kelimesi Arapça de-he-ra ()د/ه/ر kökünden türemiş bir isimdir. Kelimenin çoğulu edhûr ve duhûr şeklindedir. Dehrî, dehr kelimesine nisbeti sebebiyle bu isimle anılmış ve İslâm dünyasında genel olarak ateist ve materyalist düşünce akımlarını temsil etmiştir. Dünyada meydana gelen hadiseleri tabiat kanunlarıyla açıklayarak Allah'ı inkâr eden dehrî anlayışı, klâsik şiirimizde az da olsa kendine yer edinmiştir. Şairler eserlerinde, karakter ve davranışları kötü ahlak üzerine şekillenmiş olan dehrîlerin bu ve benzeri kötü yönlerini sergilemek suretiyle yer vermişlerdir. Bu tipin en belirgin özelliği inkârcı bir yapıya sahip olmasıdır. Dehrî, kısaca Allah'a inanmayan bir kimse demektir. Dehrî tipi, incelediğimiz 141 edebî metnin (nazım-nesir karışık) 11 tanesinde 15 kez karşımıza çıkmaktadır. Eserleri taramamız sonucunda elde ettiğimiz rakamlardan da anlaşıldığı üzere dehrî tipi ihtiva ettiği kötü/olumsuz anlamlardan olsa gerek, sık kullanılmamıştır. Klâsik Türk edebiyatının daha anlaşılır olabilmesi için tiplerin hangi özellikleri bünyelerinde barındırdıklarının ve şairin kullandığı tiple okuyucuya nasıl bir mesaj verdiğinin iyi bilinmesi gerekir. Bu çalışmamızda, belirlenen örneklerden hareketle klâsik şiirde dehrî tipinin tespitine çalışılmıştır.
Tablet Yayınları, 2023
Elinizdeki bu çalışmanın içeriğini teşkil eden Mesnevı ̂tercümesi Hz. Mevlâna'nın Mesnevı ̂isimli eserinin, anlama ve anlatılabilmesi için çaba sarfedilip asırlardır oluşturulan şerh, tercüme, sözlük ve temel kaynak gibi edebı ̂ürünlerden bir tanesidir. Mesnevı' nin yazılışından itibaren çoğu toplum tarafından onun anlaşılmasına yönelik onlarca şerh ve tercüme çalışması yapılmıştır. Kimi şair ve yazar Mesnevı' nin tamamına yönelik eserler ortaya koyarken kimileri de belli bir bölüm, hikaŷe veya ciltle yetinmişlerdir. Kiminin eserini bitirebilmesi için ömruÿ etmemiş kimi de Mesnevı ̂denizinden bir katre alabilmek hevesiyle bu işe girişmiştir. Mesnevı-i Şerif Tercümesi isimli bu eser, 19. yüzyılın sonlarına doğru oluşturulmuş ve harf inkılâbından önce, eski har lerle yazılan Mesnevı ̂tercümelerinin de içinde yer alan, Mesnevı' nin ilk cildinin başından itibaren 295 beyti ihtiva eden bir tercümedir.
ŞAİRİN GÖZÜNDEN AV SAHNELERİ: KLASİK TÜRK EDEBİYATINDA AV, 2024
Tabiat içinde yaşamını idame ettirmek zorunda olan insan, yeryüzüne geldiği andan itibaren yiyeceğini ve giyeceğini karşılamak için avcılık ile uğraşmıştır. Doğal yaşam alanında avlayabileceği hayvanları çeşitli aletler kullanarak avlayan insan, zamanın sürekliliğinde av tekniğini de geliştirmiştir. İlk başlarda basit ve ilkel aletlerle yapılan av; zamanla ok, yay ve ağ gibi aletlerin kullanıldığı bir av kültürüne dönüştürülmüştür. Süreç içinde avcılık insanlar tarafından farklı faaliyetler ve etkinlikler için de bir araç olara k kullanılmıştır. İlk başlarda sadece temel gereksinimleri karşılamak için yapılan av etkinliği, sonraları spor ve eğlence amacıyla da yapılmıştır. İnsanların bir araya gelerek yaptıkları av etkinlikleri böylelikle sosyal yaşamın bir halkasına dönüşmüştür. Geçmişteki sosyal hayatın edebî metinlere tezahür etmiş hali olan klasik Türk edebiyatında da av kültürüne ait birçok içerik bulunmaktadır. Hangi hayvanların nasıl avlandığını, av sırasında hangi âletlerin kullanıldığını ve nasıl tuzaklar hazırlandığı gibi pek çok içeriğin tarihî izlerini klasik metinlerden sürebiliriz. Şairlerin çeşitli hayallerle süsledikleri av tasvirlerine bakıldığında gerçek hayatla örtüşecek şekilde çeşitli meca zî anlamları da şiirlerinde kullandıklarını görebiliriz. Çalışmamızda ki asıl amaç klasik Türk edebiyatında av anlamına gelen sayd, şikâr; avcı anlamına gelen sayyâd kelimele rin i araştırmak ve şairlerin bu kelimeleri klasik edebiyatının hayal dünyasında av tasvirleriyle birlikte nasıl kullandıklarını tespit etmek olacaktır.
2019
Commerce is a great reality of life. This reality has an inclusive material and nonmaterial broadness and depth. Art is a fruit of not only individuals, but also society and history. Elements that nourish society and the historical process in which society is shaped are religion, culture, civilization, and change of ages. Classical literature had utilized sources mentioned within the frame of a peculiar sense of art. Values/concepts related to commerce were used by poets as an important research field around which new dreams and images were established from time to time. Consul/consulate, which used to stand for any merchant at first, but then also included some political and administrative rights together with the changing political, social and economic developments, is one of the concepts related to commerce which is used by classical poetry. Many dreams and images established within the frame of consul had become the source material of the esthetical discourse of classical poetry. This esthetical discourse concerning the consul also includes witnessing the transformation of consul from an ordinary merchant into a position containing some legal and administrative rights. Poetry had taken advantage of the aforementioned world of meanings on an esthetical basis. Within this framework, it is possible to find dream and simile elements and literary arts such as fine causation (hüsn-i ta'lîl), as well as poetic and sufistic discourses, social criticism and patronage statements, praise values and finally the institution itself (consulate) around the concept of consul. Aiming primarily at esthetics; the discourse brings us the commerce perception of a civilization and also the relativity of that perception according to the age.
Sözlükte “çağırma, bağırma, seslenme” anlamlarına gelen nidâ, edebî terim olarak şairin aşırı duygulanma, heyecanlanma neticesinde kendisini etkileyen durumları, varlıkları göz önüne getirerek çeşitli ünlemlerle onlara seslenmesidir. Nidâ, Türk edebiyatında ilk defa Recâîzâde Mahmud Ekrem’in Ta’lîm-i Edebiyat’ı ile müstakil olarak ele alınıp incelenmeye başlamıştır. Klasik Türk şiirinde hemen her nazım şeklinde karşımıza çıkan nidâ, çoğu zaman “yâ, ey, v’ey, hey, eyâ, a, -â; eyvâh, vâh, âh” gibi bir ünlemle yansıtılsa da ünlem kullanılmadan da bu sanata başvurulabilir. Kasidelerin methiye bölümleri, gazellerin makta beyitleri nidânın sıkça görüldüğü yerlerdir. Şiirde ön yineleme, kafiye, redif, mısra tekrarı şeklinde görülebilen nidâ, bazen sadece bir ünlemle yansıtılabileceği gibi bazen kelime grubu şeklinde de verilebilir. Hatta bazen bir manzumenin tamamının nidâ üzerine kurulu olduğu da görülür. Nidâ tecrîd, teşhis, istifham gibi sanatlarla iç içe kullanılır. Nidâ’da seslenilen “Allah, Peygamber, din büyükleri, padişahlar ve diğer devlet adamları, sevgili, rakîb, zâhid, şairin kendisi; gönül, cân, bülbül, gül; ecel, kader…” gibi canlı-cansız, soyut-somut varlıkların renkli ve zengin bir tablo oluşturduğu görülür. Bu bildiride nidâ’nın klasik belagatteki yeri, klasik Türk şiirinde nidânın sıkça kullanıldığı yerler, nidânın şiirin ses ve anlam boyutuna etkisi; seslenilen varlık ve kavramlar, yer verilen ünlemler ve klişeler, nidâyla beraber kullanılan diğer sanatlar üzerinde durulacaktır.
ÖZET Klasik Türk Edebiyatı, yüzyıllarca sevgili, âĢık ve rakîb üçgeni etrafında vücut bulmuĢtur. Bu edebiyat döneminde sevgili; aranan, istenen, peĢinde koĢulan idealize bir tipken âĢık; daima ihmal edilen, zulme uğrayan, gözyaĢları ve âhıyla tüm cihanı kaplayan tarafı temsil etmektedir. Üçüncü bir tip olan rakîb ise yarattığı çatıĢma unsurlarıyla daima âĢığın karĢısında yer almaktadır. Ne var ki âĢık, bu çatıĢmalar karĢısında duygularını, Ģiir ekseninde özgürce dile getirmiĢ; doğa güzelliklerinden Ģaraba, kadından beden tasvirlerine kadar hemen her ayrıntıyı ele almıĢtır. Özellikle bedene dayalı olarak yapılan tasvirlerde: kaĢ, boy olmak üzere pek çok uzuv dikkat çekmektedir. Ancak söz konusu uzuvlar arasında burun yeteri kadar ele alınmamıĢ ve onun üzerine yapılan çalıĢmalar sınırlı sayıda kalmıĢtır. Bu çalıĢmada, bundan yola çıkılarak farklı yüzyıllardan seçilen pek çok Ģairin Ģiirindeki burun kavramı araĢtırılmıĢ ve burnun hangi sembolik ifadelere karĢılık geldiği tespit edilmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Divan Edebiyatı, şiir, sevgili, güzellik unsuru, burun THE NOSE IN THE CLASSICAL TURKISH POETRY ABSTRACT The main axis of Traditional Turkish Literature has been lover (âĢık), beloved (sevgili) and rival (rakîb). In this literature, beloved is ideal type. Lover is always suffering type. However, Rival set lover against beloved or in reverse. Because of this situation, lover echoes his feeling with poem. In his poems, he mention about almost everything. He told about his, beloved and rivals the features of bodies including eyes, nose, ear and organs of body. But he did not talk about nose enough. For that reason, this thesis will focus on the nose. And also this study will search about the symbolical and imaginational face of nose.
MECMUA, 2023
Klasik metinlerde yaygın olarak kullanılan kimi ibareler zaman içerisinde işlenme sürecine bağlı olarak çeşitli anlamlar kazanmışlardır. Temel anlamları dışındaki bu karşılıklar benzetme temelinden hareketle oluşabildiği gibi kelime/ibarenin belli bir kurgu içerisinde tekrar etmesi yoluyla da ortaya çıkabilmektedir. Klasik Türk şiirinde sevgilinin saçı ifade edilirken kullanılan pek çok kelimeye niteleyici başka ifadeler de eklenmiş, bu yapılardan bir kısmı diğerlerine oranla daha çok tercih edilmiştir. Manzum metinlerde "sevgilinin saçı" anlamında ve diğer tercihlere nazaran sıklık olarak daha çok karşılaşılan yapılardan biri "zülf-i nigâr" terkibidir. Bu çalışmada "zülf-i nigâr" terkibinin temel karşılığı korunmakla birlikte farklı bir anlam ilgisinin bulunduğu ve metinlerde bu yönüyle de kullanıldığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. "Sevgilinin saçı" karşılığındaki bu terkibin, güzellik unsurlarının ifadesinde uygun bir mahal/mekân olan bahçe ve bahçedeki unsurlarla yoğun olarak bir arada bulunduğunu söylemek mümkündür. Terkibin "sümbül çiçeğinin bir çeşidi" olarak belirlenen anlamı, bahçe unsurları ile olan bu birlikteliğinin neticesinde ortaya çıkmış görünmektedir. Tespit edilen tanıklardan hareketle 16. yüzyıl metinlerinde terkibin bu anlamının bilindiğini ve örneklendirildiğini görmek mümkündür. Terkibin "bir sümbül çeşidi/bir çiçek ismi" anlamının belirlenmesinde özellikle mısra/beyit içerisindeki ikili kullanımlar ve edebî sanatların etkili olduğunu söylemek mümkündür.
İKSAD, 2021
Çalışma, mazmun kavramının şiirde kazandığı kalıplaşmış ifade biçimleri niteliği ile tezyinî sanatlardaki bitki ağırlıklı stilize motiflerin, malzemede ayrışmakla birlikte ilkesel bir bütünlüğü temsil ettiği görüşünü savunmaktadır. Bu kalıplaşmış anlatım biçimleri, iddia edilenin aksine şairin tasvirdeki yetersizliği ya da beceriksizliği nedeniyle eskileri taklit ederek özgünlük düşüncesinden mahrum olmasının bir sonucu değildir. Aksine tezyinî sanatlarda olduğu gibi fani dünyadaki sürekli değişen görünüşlerin arkasındaki kalıcı kavramı, şiir imkânları içerisinde sunma uğraşıdır. Klasik Türk şiirinde, bitki ağırlıklı motifler kalıplaşarak birer mazmun haline gelmiştir. Tezyinde kullanılan bitki tasvirlerinin stilize bir yolla girinti ve çıkıntılarının sadeleştirilip geometrik bir forma dönüşmesine benzer şekilde, bu mazmunlar da gerçek görüntülerinin dışında daha soyut bir görünüm kazanmıştır, denebilir. Beyit içine estetik biçimde saklanan mananın karşılığı olarak kullanılan mazmun tanımının da üsluplaştırma formuyla ilgisi bulunmaktadır. Üsluplaştırma yoluyla görsel sanatlarda bir varlık görünen boyutuyla değil algılanan ve kavranan boyutuyla tasvir edilir. Varlığın âlem-i misalde bulunan gerçek özlerini vurgulamak, onu sadece hissedilen nitelikleriyle sınırlamamak için tercih edilen bir ifade biçimi olan üsluplaştırma, bir sanat formu olarak mazmuna benzemektedir. Mazmun da bir varlık ya da durumun zikredilen özelliklerinden hareketle asıl zikredilmeyen olarak kendisine işaret edilmesidir.
ÖZET Edebiyat sosyal bir gerçeklik olan insan ve hayatı konu alır. Herhangi bir yönüyle insan ve hayatla, dolayısıyla toplumla ilişkilendirilemeyecek edebî eser düşünülemez. Klasik Türk edebiyatı altı asır boyunca toplumumuzun duygu, düşünce, yaşayış ve kültürünü son derece estetik bir şekilde yansıtmış bir edebiyat geleneğidir. Buna rağmen 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren klasik Türk şiirine ağır eleştiriler yöneltilmiş; bu şiirin hayattan kopuk, toplumu aksettirme gücünden yoksun olduğu dile getirilmiştir. Yapılan divan tahlilleri, klasik Türk şiirinde sosyal hayatı konu alan tez, makale ve kitaplar klasik Türk şiirinin içinden çıktığı toplum ve hayatla kuvvetli ilişkisi olduğunu göstererek bu eleştirilerin haksız ve hakikatsiz olduğunu ortaya koymuştur. Klasik Türk şiirine geçmişin değerlerini bugün ve yarın için dönüştürebilme gücünü içinde barındıran bir mazi bilinci ve dikkatiyle bakıldığında bu şiirin toplumumuzun kültür ve değerlerinin zengin bir hazinesi olduğu görülür. Bu bağlamda klasik Türk şiirinde yaygın bir kullanımla kendini gösteren şükrane geleneği söz konusu edilecektir. Osmanlı toplumunda önemli bir iş bitirildiğinde, bir murada erme ya da musibetten kurtulmada hediyeler verilir, şükrane adı verilen iyilikler yapılır. Toplumda ve kültürde var olan şükrane verme geleneğinin klasik Türk şiirinde sanatsal bir boyut kazanarak işlenmesi, bu şiirin toplumla sıkı bağlarının olduğunun bir göstergesidir. Anahtar Kelimeler: Edebiyat, toplum, klasik Türk şiiri, şükrane geleneği ABSTRACT Literature takes the topic of human and life which are social realities. A literary work which can not be associated with any aspect of human and life, therefore with the society can not be considered. Classical Turkish literature is a literary tradition that reflects the feeling, thought, the way of life and culture of our society during six centuries in a high aesthetic manner. In spite of this, by the second half of 19th century heavy criticism was directed to classical Turkish poetry, it was expressed that this poetry was broken from life and had no power of reflecting the society. The analysis of divans made; thesis, articles and books that took the topic of social life in classical Turkish poetry brought out that these criticisms were unfair and unfaithful showing classical Turkish poetry had strong relationship between the society and life it came out of. When classical Turkish poetry is looked around with consciousness and diligence of past which contains the power to transform the values of past for present and tomorrow this poetry appears to be a rich treasure of culture and values of our society. In this context, the tradition of thanksgiving which is widely used in classical Turkish poetry will be discussed. In Ottoman society, when an important job is finished, one is attained a desire or got rid of the evil gifts are given, favors named thanksgiving are made. Processing by gaining an artistic dimension in classical Turkish poetry the tradition of giving gratitude that exists in society and culture is an indication of the close ties with the community of this poetry. Giriş Edebiyat, ifade aracı olarak toplumun meydana getirdiği dili kullanan sosyal bir kurumdur. İfade aracı olarak dil denilen sosyal malzemeyi kullanması, sembolizm ve vezin gibi ancak bir toplum içinde doğup gelişebilecek gelenek ve normlar üzerine kurulması edebiyatın doğrudan doğruya sosyal * Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD) Eurasian Journal of Researches in Social and Economics (EJRSE), 2019
İpek TAŞDEMİR ÖZET Batı geleneğinde hiciv, genellikle çirkin yanlış ve gülünç âdetlerin ve olayların niteliğini zarafet ve maharetle ortaya koymak olarak algılanmış ve böylece hiciv edebî bir tür olmanın yanı sıra sosyal bir fonksiyon da yüklenmiştir. Doğu edebiyatlarında ise hiciv, genellikle sosyal yönü olmayan daha çok gerçek kişilerin yerilmesine dayanan, şahsi kinlerin ortaya döküldüğü bir tür olarak görülmüş ve müstehcen, küfürlü bir edebiyatı akla getirmiştir. Türk edebiyatında İslamiyet'in etkisi ve içerdiği galiz ifadeler nedeniyle hiciv türüne hoş bakılmamıştır. Tezkirelerde ya hiciv örneklerine yer verilmemiş; ya da bu tarz şiirden kaçınmak gerektiği konusunda fikir beyan edilerek kısa bir örnekle yetinilmiştir. Bu nedenle çoğu şair hicviyelerinde mahlas kullanmamış ve hicivci kimliklerini şair kimliklerinden ayrı tutmaya çalışmışlardır. Klasik Türk edebiyatında hiciv konulu eserler, ilk olarak XIV. ve XV. asırlarda Risâletü'n-Nushiyye, Mesnevi, Garibnâme gibi eğitici nitelikli eserler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle XVI. yüzyıldan itibaren hiciv türünde yazılmış eser ve temsilcilerinde büyük bir artış görülmektedir. Lâmiî Çelebi, Kemalpaşazâde, Zâtî, Taşlıcalı Yahya, İshak Çelebi gibi şairlerle birlikte Klasik Türk edebiyatında bir hiciv yazma geleneği oluşmaya başlamıştır. XVII. yüzyıl ise hiciv edebiyatının zirve yaptığı bir dönem olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde hiciv alanında edebiyat tarihimizin en meşhur şairlerinden Nefʻî olmak üzere Kaf-zâde Fâizî, Ganî-zâde Nâdirî, Veysî, Nevʻî-zâde Atâyî, Mantıkî, Riyâzî, Fehîm, Bahâyî, Tarzî, Tıflî gibi şairler, hiciv ve hezel sahasında şiirler kaleme almışlardır. XVIII. yüzyılda Nedim, Sünbüzâde Vehbî, Kânî, Sürûrî, Hevâyî gibi şairler, hiciv türüne yeni bir soluk getirmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren şair ve eser sayısında bir düşüş yaşanmışsa da hiciv geleneği Yeni Türk edebiyatı bakış açısıyla günümüze kadar gelmiş, yeni ve farklı formlarla edebiyatımızda varlığını sürdürmeye devam etmiştir.
Hikmet, 2021
Sahip olduğu tasarım, desen ve renklerin estetik değeri nedeniyle bir sanat eseri sayılan halı, ayrıca birçok sanat eserinin kompozisyonunda da yer almıştır. Resim ve minyatür gibi görsel sanatların kompozisyonunu tamamlamanın yanı sıra klasik Türk şiirinde de tabiat tasviri için önemli bir teşbih unsuru olmuştur. Klasik Türk şiirinin halı sanatı ile ilişkisi sadece metin tanıklığı düzleminde gelişmemiştir; bu sanatın formuna dair birçok niteliğin de şiirde mevcut olduğu görülür. Çalışmada halının sanat değeri ortaya konulmaya çalışıldıktan sonra onun Türk kültüründeki yaygınlığı ve diğer kültürlere etkisi üzerinde duruldu. Estetik bir unsur olarak halının, Türk kültüründe kazandığı özgün tasarım onu dünyada görsel sanatların önemli bir parçası kılmıştır. Bunlar resim sanatıyla örneklendikten sonra klasik Türk şiirinde halının bir imaj olarak karşılık bulduğu zeminlere odaklanılmıştır. Halının bu şiir evreninde kazandığı sembolik anlamların üzerinde durmanın yanı sıra halı ve şiir sanatlarının tasvir anlayışlarındaki ortaklıklara da dikkat çekilmiştir. Şairlerin halı ile oluşan güzelliği önemseyip ondaki estetik niteliklerle önce tabiatı eşleştirdikleri, sonrasında bütün bunları şiirsel imajlara büründürdükleri söylenebilir.
İstem, 2017
Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm gibi farklı dinlerde yer edinmiş âhir zaman kavramı; kıyamet öncesi alametlerle kendisini belli edeceğine inanılan bir zaman dilimidir. Bu zaman diliminde fitne ve fesadın hakim olacağı ve sonrasında dünyada huzur ortamının tesis edileceği düşüncesine iman edilir. Birçok ayet ve hadiste ismi ve alametleri zikredilen âhir zaman, klasik Türk şiirinde sıklıkla işlenen konularan biridir. Bu çalışmada divan şairlerinin "âhir zaman" kelimesi ve çağrışımlarını nasıl kullandıklarına değinilmiştir. Anahtar Kelimeler: Klasik Türk şiiri, zaman, âhir zaman, kıyamet, alamet. ABSTRACT "End-Tıme" in The Classıcal Turkısh Poetry End-time, which finds place in several religions like Judaism, Christianity, Islam and other beliefs, is a period that is believed to appear after some signs. It is believed that at this time sedition and mischief will prevail on earth and and after it is faith in the idea that the establishment of peace and tranquility in the world. The name and signs of the end-time, which are commonly referred in many Quranic verses and hadiths, became in fact, a frequently edited issue treated in classical Turkish poetry. In this paper, we studied how the divan poets used the word and connotations of "end-time".
Köklü bir yapıya sahip olan dîvân şiiri, bilimin hemen her dalıyla alakalı malzemeyi işlemiş; bu hususta zengin bilgi donanımına sahip bir edebiyattır. Bu bildiride, fizik bilim dalının inceleme sahasına giren atomun, Osmanlı edebî metinlerinde nasıl ele alındığı izah edilecektir. Modern çağdaki atomun Türk-Îslâm medeniyetindeki karşılığı olan cevher-i ferd, diğer adı cüz’-i lâ-yetecezzâ, cüz’-i ferd; bir cismi teşkil eden parçaların bölünemeyecek kadar küçük olan taksimleri şeklinde tarif edilir. Devrindeki hemen her aklî ve nakli ilme vâkıf dîvân şairlerinin, cevher-i ferdi de çeşitli yönlerden teşbih, mecaz ve iham sanatlarıyla şiirlerde çokça işlediği tespit edilmiştir. Ekseriyetle kasidelerde, padişahın yahut devlet büyüğünün kılıcı ve aklının keskinliği, cevher-i ferdi bölebilmesiyle methedilir. Hz. Peygamber ve sevgili, eşsiz ve benzersiz olması yönünden cevher-i ferde teşbih edilir. Şairler de gördüğü cevr ü cefayı ve çoğu zaman da şiirdeki kabiliyetini överken cevher-i ferd teşbihine başvurur. Manzumelerde en fazla geçtiği yerler ise, sevgilinin ağzının tasvir edildiği beyitlerdir. Sevgilinin küçük ve görünmez ağzı, cevher-i ferdin varlığına delil olarak sunulur. Çalışmamızda örnek olarak verdiğimiz beyitler, beş yüzü aşkın dîvânın taranması neticesinde elde edilmiş ve -mümkün olduğu kadarıyla- en geniş yargılara ulaşılmaya çalışılmıştir. Anahtar Kelimeler: Cevher-i Ferd, Atom Divan Şiiri, Kaside, Heyula
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.