Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2021, İNSAMER
…
3 pages
1 file
Yeni krizlerle tetiklenen eşitsizliklerin, savaş, işgal ve zulümlerin, yoksulluk ve açlığın, sömürü ve nefretin kaynağında “insana” dair bakış açımız yatıyor.
Öz İnsan, varlık bilincine sahip olan bir canlıdır. İnsan olmak bakımından nasıl bir değer taşıdığı ve bununla ilişkili olarak hangi hak ve sorumluluklara sahip olduğu soruları insanın kadim zamanlardan beri yanıt aradığı soruların başında gelmektedir. "İnsan hakları (human rights)" ifadesi bu sorgulama süreci ile doğrudan bağlantılı bir şekilde ortaya çıkmış modern kavramlardan biridir. Kavramın gelişimi itibarıyla siyasî ve seküler bir anlam çerçevesi bulunmaktadır. Ancak bugün insan hakları felsefî, ahlâkî, teolojik pek çok boyutu kapsayan geniş bir anlam alanı içerisinde tartışılmaktadır. Bu çalışmada, insan hakları kavramı Allah-insan ilişkisi bakımından incelenmiştir. Nitekim İslâm dini söz konusu olduğunda, "hak" kavramının hem ilâhî hem de beşerî çağrışımları olan geniş bir anlam içeriğine sahip olduğu görülmektedir. Kur'ân'da insan haklarının teolojik çerçevesi, Allah ile insan arasında gerçekleşen mîsâktan/ahidden hareketle çizilmektedir. Mîsâkın bir gereği olarak Allah, insana bir emanet teslim etmiş, onu halife olarak görevlendirmiş ve insanı bununla onurlandırmıştır. Bu onurlandırmanın mahiyeti, Allah'ın yasalarını yeryüzünde hâkim kılma görevi ve bunun için yeryüzünün insanın hizmetine verilmesidir. Bu şekilde varlık sahnesinde yerini aldıktan sonra, insanın sahip olduğu hakların iki boyutu vardır. Birinci boyutu insanın dünyevî-toplumsal bağlamda, insan olmak bakımından sahip olduğu haklardır. Batılı toplumların kavramsallaştırdığı insan hakları kavramı doğrudan bu boyutla ilişkilidir. İkinci boyutta ise insan hakları, insanın Allah ile ilişkisi/mükellefiyeti söz konusu edildiğinde ortaya çıkan haklar olarak dinî-mânevî bir içerik taşımaktadır. Bu haklar, dünyevî-toplumsal alanda olduğu gibi kaynağını Allah'ın insanı yaratılış bakımından mümtaz kılmasından ve insanla olan ahdinden almaktadır. İnsan hakları tartışmalarının teolojik boyutu olarak da ifade edilebilecek bu haklar kulun mükellefiyetine ilişkin haklardır. Mükellef olduğu hususlarda bilgi sahibi olması, bunlara güç yetirebilmesi (istitâat), özgür iradeyle eylemde bulunabilmesi, tüm bunların karşılığında mükâfat veya ceza alması kulun mükellefiyeti ve dinî-manevî bakımdan insan hakları konusu içine dâhil edilebilecek meseleler olarak öne çıkmaktadır. Kelâm âlimleri çoğunlukla, kulun mükellefiyeti çerçevesinde ortaya çıkan bu tür hakları, Allah'tan bağımsız ve O'na rağmen ortaya çıkan haklar olarak değil bilakis Allah'tan doğan O'nun Hak, mutlak iyi olmasının ve ilim, adalet, hikmet gibi niteliklerinin bir ifadesi olarak görmüşlerdir. Bu çalışmada insan haklarının teolojik dayanakları ele alınarak kavramı seküler bir bakış açısıyla temellendirmenin neden olduğu sınırlılıkları gidermek ve insan haklarının daha bütüncül ve kapsamlı bir metafizik temellendirmesini sunmak amaçlanmıştır.
İnsan Hakları Araştırmaları Dergisi, 2007
İnsan hakları ile "bir söylem olarak insan hakları" arasındaki fark nedir? Althusser, insan haklarını ideoloji olarak nitelendirmişti. Şiddeti "insanlığa karşı işlenmiş suç" olarak nitelendirmemizin anlamı nedir? Bunun sınırlarını kim belirliyor? Nereye kadar bu sınırları sorgulayabiliriz? "İnsanlığa karşı işlenmiş suç" nasıl şiddetten korunmayı sağlayacak bir hukukun koruması altına alınabilir? Bu makale evrensel insan hakları fikrinin hümanizm bağlamında temel varsayımlarıdan başlayarak , temel insan hakları aktivizminde analiz edilmeden bırakılmış bir problem olan insan hakları-şiddet ilişkisini, egemenlik, istisna, ulus devlet ve mülteci kavramlan bağlamında ele almaktadır.
Felsefe dünyası, 2004
Giriş Bu incelememizde, binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan araştırmalar sonucunda ortaya çıkan bunca veri bolluğu içinde insan muammasının çözüldüğünü söylemenin oldukça iddialı bir yaklaşım olduğu görülecektir. Son yıllarda felsefi düşünce için bu tehlikenin ilk kez farkında olup işaret edenin Max Scheler (1874-1928) olduğunu söyleyen Cassirer, onun, şu ifadelerini aktarıyor: "İnsan bilgi periyodunun hiçbir döneminde, bizim dönemimizde olduğundan daha problemli olmamıştır. Biz, birbirleri hakkında hiçbir şey bilmeyen bilimsel, felsefî ve teolojik antropolojilere sahibiz. Bu yüzden biz, açık ve ahenkli insan düşüncesine sahip değiliz. İnsan incelemesiyle ilgilenen parçalı bilimlerin büyüyerek çoğalması, insan anlayışımızı açıklamaktan çok karıştırmış ve anlaşılması güç hale getirmiştir." 1 Özellikle Cassirer'in de değindiği gibi son onyıllarda Rönesans araştırmalarına karşı duyulan ilginin giderek artması gerçekten de yirminci yüzyılın insanı olarak, şaşırtıcı ölçüde zengin malzeme ile siyasal tarihçiler, edebiyat, sanat, felsefe, bilim ve din tarihçileri tarafından toplanmış yeni olgularla teçhiz edilmiş bulunmaktayız. 2 İnsanın niçin ve nasıl yaratıldığı, hangi nelik ve niteliklere sahip olduğu, onun mutlak değer hükümlerinin kaynağının ne olduğu, iki ayrı tözün (ruh-beden) birlik ve uyum içinde nasıl bütünleşebildiği sorularının-hiç değilse bu gün için-bilimsel bir açıklıkta ortaya konulması mümkün gözükmemektedir. Bu soruların cevapları, insan bilimleri, din bilimleri ve felsefe alanında araştırılmaya devam etmektedir. Bu incelemeye başlarken, yöntemimiz, insan konusunda ileri sürülen incelemeleri kısaca ortaya koymak, bunların yöntemsel yanlışlıklarını ve temele yönelik aşırılıklarını belirlemek ve insana bakışımızı bir başlık altında değil de incelememizin satır aralarında vermektir. Günümüzde, özellikle atomcu bilim çevrelerinden gelen etkilenmeyle her alanı, her konuyu, her olguyu laboratuvar konusu yapma anlayışı
Istanbul Universitesi Hukuk Fakultesi Mecmuası, 2014
İnsanlığa karşı suçlarla ilgili günümüzün en yetkin pozitif metnini oluşturan Roma Statüsünün dibacesinde "tahayyül gücünü aşan" katliamlara karşı yanıt verme gerekliliğinden söz eder. Roma Statüsünde belirtildiği şekliyle insanın "tahayyül gücünü zorlayan bir kötülükle karşılaşıldığında, onu bilinen ve alışıldık terimlerle hukuk literatüründe ifade etmeye çalışmak normaldir 1 .Aslında katliamlar ya da insan toplulukları arasında yaşanan şiddete dayalı kıyımlar insanlığın varoluşundan beri süregelmektedir. O halde özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra uluslararası hukuk normu haline gelen 2 "insanlığa karşı suçların" tahayyül gücünü aşan farklılığı ve anlamı nedir?Dahası bahsi geçen toplu kıyımların hukuk yoluyla yaptırıma bağlanmasının nedeni ne olabilir? Geleneksel olarak ceza hukuku tarafından tanımlandığı şekliyle kişilere, mallara, kamu düzenine karşı işlenen suçları biliyoruz, aynı şekilde düşündü
Arnold Gehlen’in "insan" anlayışı üzerine bir deneme
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2020
Hanefî usûlünün kurucu isimlerinden Ebû Zeyd ed-Debûsî (ö. 430/1039), dünya hukuk tarihinde ilk defa temel ve devredilemez insan haklarından bahseden hukukçudur. İnsanın hukuki ve ahlâkî kapasitesini “ehliyet” başlığı altında fıkıh usûlünün önemli bir bahsi hâline getiren Debûsî olduğu gibi, ehliyeti ilk defa “vücub ehliyeti” ve “edâ ehliyeti” şeklinde iki kategoriye ayıran da kendisidir. Bu ayrım kendisinden sonra Hanefî geleneğinde yaygın bir kabul görmüştür. Bu gelenek vücub ehliyetinin zemininde “zimmet”in, yani modern anlamıyla hukuki kişiliğin bulunduğunu kabul etmiş ve fakat modern yaklaşımlardan farklı olarak ehliyet ve zimmeti “emanet” ile, yani Yüce Yaratıcı’ya gönüllü kulluk edebilme sorumluluk ve kabiliyetiyle ve insanoğlunun ezelde Yüce Allah ile yaptığı “İlk Sözleşme” ile irtibatlandırmıştır. Debûsî ilâhî hitabı anlamanın ilkesi olarak aklı, kişinin hukuki ve ahlâkî yükümlülükler altına girmesinin zemini olarak da zimmeti tespit ettikten sonra, akıl ve zimmetin işlev g...
Journal of Turkish Studies, 2018
The idea of universal human rights has historically been associated with liberalism, and advocated by its representatives. Universalism, when applied to human rights, postulates that every individual is entitled to moral status by virtue of being human. Liberal theorists, with this respect, have endeavored to designate a set of rights and liberties that is to be enjoyed by each and every human being, regardless of the contingencies based on race, religion, and cultural or political membership. The hegemonic position of the liberal stance in rights theory has been increasingly questioned and challenged, especially from the 1990s onwards. A noteworthy opposition to liberal universalism has been articulated by thinkers such as Sandel, Walzer and MacIntyre, who are broadly considered within the communitarian strain. Communitarian thinkers have underlined cultural plurality and specificity, and have rejected the notion of moral universals on this basis. Accordingly, moral values and ideas cannot be abstracted from concrete societal circumstances they emerge within. Rights, on this understanding, are not universally valid abstractions, but socially embedded principles unique to specific contexts. John Rawls's work posits a case worthy of examination with this respect. Rawls is regarded as the foremost representative of liberal thought of the last century, and his theory of justice is accepted as a signpost marking the revitalization of the liberal tradition in the 1970s. Rawls's theory of justice in this earlier stage entails the principle of universally valid human rights. From this point on, Rawls has modified his theory, partially in response to communitarian critique, and incorporated certain communitarian concepts and modes of analysis. This article analyses Rawls's conception of human rights, in its changing content and significance, throughout this trajectory. Turkish Studies Volume 13/30, Fall 2018 rights vis-à-vis considerations such as economic development and redistributive concerns.
Mütefekkir, 2020
İnsanın fiillerini meydana getirirken özgür olup olmadığı başka bir anlatımla kader meselesi İslam toplumunu ilk dönemlerden itibaren meşgul eden önemli problemlerden birisidir. Müteahhirîn dönem Mâtürîdî kelam okulunun önemli temsilcilerinden birisi olan İbnü’l-Hümâm da bu meseleyi kelâm alanında meydana getirdiği ve adını el-Müsâyere fi’l-akâidi’l-münciye fi’l-âhire koyduğu eserinde ele almıştır. Müellif bu eserinde adından da anlaşılacağı gibi Müslümanları âhirette kurtuluşa götürecek sahih inanç esaslarını ortaya koymuştur. Bu esasların başında sağlam bir Allah inancı gelmektedir. Sahih ve sağlam bir Allah inancı da O’nun isim, sıfat ve fiillerini bilmekten geçer. Özellikle mutlak ilim, irade ve kudret sahibi bir yüce varlık karşısında dünyada imtihana tabi tutulan insanın konumunu ve fiillerindeki rolünü tespit edebilmek de yüce yaratıcıyı bilmede katkı sağlayacaktır. Bu çalışmada İbnü’l-Hümâm’ın insanın eylemlerini yerine getirirken özgür olup olmadığı hakkındaki görüşleri ira...
2014
Din eğitiminin, kendisini konumlandırırken düşünsel bir zeminde var olma çabasında hem kavramlarını ve istinat edebileceği dayanak noktalarını oluşturmak hem de uygulamaya yönelik yaklaşımlarını belirlemek amacıyla konu edindiği en temel unsurlardan birisi olan “insan”ın mahiyetini ve tabiatını alanın perspektifiyle değerlendirmek ve yeniden yorumlamak ihtiyacı olduğu ortadadır. Bu ihtiyaca binaen yapılacak bir kavramsal çalışma, gelenekte insanın “ne”liği ile ilgili kullanılan kavramların disiplinin bakış ufkuyla gün ışığına çıkarılmasını gerektirmektedir. Bir yönüyle geçmişe, diğer yönüyle bugüne ve geleceğe aynı anda bakmayı gerektiren bu tür bir çalışmada, İslâm ilim geleneğinin yapıtaşlarından birisi olan Dâvûd el-Kayserî‟nin insan hakkındaki düşünceleri din eğitimi açısından önemli ufuklara sahiptir. Çalışmamızda Dâvûd el-Kayserî‟nin insan hakkındaki düşünceleri ve bu düşünceleri ifade ederken kullandığı kavramlar din eğitimi açısından ele alınmıştır. Düşünürün düşünceleri ele alınırken, kullandığı kavram/kavrayışlar disiplinin diline uygun bir şekilde yeniden yorumlanmaya çalışılmıştır. Bu kavramlar; kemâl, keşf, teveccüh, seyr-u sülûk ve muhabbet kavramlarıdır. Çalışmamızda, bu kavramların din eğitimi açısından nasıl bir anlama imkânına sahip olabileceği değerlendirilmeye çalışılmıĢtır. Bu kavramlar ele alınırken, din eğitimi için bir anlama biçimi olan, insanın Hakk Teâla ile olan “ilişki” boyutu ön plana çıkarılmıştır. İnsanın bu ilişkisinden hareketle, din eğitiminin bu ilişkide edindiği konumu ele alınmıştır.
Kimlik: Kapsam, Bağlam, Sınırlar, 2021
Denebilir ki, "Bana yumruk atılmasını pek umursamazdım" diyecek kişiler çıkabilir. Mesela bir boksör "Ben yumruk yemeye alışkınım, çok da kafama takmaz, bir yumruk da ben atardım" diyebilir. Bu gibi örneklere dayanarak altın kuralın yetersiz olduğu düşünülebilir. Ancak burada odaklanılması gereken nokta herkesin yumruk yemeyi umursayıp umursamayacağı olmamalıdır. Çoğu insan için bu tür bir saldırının tehlike ve istenmeyen bir durum oluşturacağı düşünülürse, bir boksör için bunun muadili onun için tehlike ve istenmeyen bir durum yaratacak benzer bir eylem olacaktır (örneğin kafasına aniden sert bir cisimle vurulması). Asıl mesele bu tür ani, sebepsiz, tehlike oluşturan bir saldırıya uğramaktan neden hoşlanmayacağımızın nedenleri üzerine düşünmektir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
DergiPark (Istanbul University), 2016
Yönetim Değişim ve Modernleşme Yazıları - 5, 2023
The Journal of International Lingual Social and Educational Sciences, 2018
Tefsir Araştırmaları Dergisi, 2020
İlem Yayınları, 2019
LİSANS TEZ, 2024
5. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı, 2016
Ilmi Arastırmalar Dil Edebiyat Tarih Incelemeleri, 2000
Kişilerin Haklarını Savunmak Milli Bütünlüğe Aykırı Mıdır? Durkheim’ın ‘Milli’ Bireycilik Anlayışı, 2021
İnsan Hakları Dergisi, 2021
Akademik Hassasiyetler, 2021
Aykut Alper Yılmaz. İnsan Nedir? Teistik Materyalizmin İmkânı. İstanbul: Albaraka Yayınları, 2022. 340 s. ISBN: 978-625-7312-67-7, 2022
2023
İNSANI YENİDEN DÜŞÜNMEK: Modern Düşüncede Temel Tartışmalar, 2019
Sofist: Uluslararası Felsefe Dergisi, 2021