Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2019, Aşıklarının Dilinden Elviye-i Selasede Milli Mücadele
Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi Türk sözlü kültür varlığının muhafaza edildiği zengin bir kültür coğrafyasıdır. Oğuz ve Kıpçak boylarınca yurt tutulmuş bu topraklar, âşıklık geleneğini kesintisiz olarak yaşatması ile bir anlamda “Dede Korkut Coğrafyası"dır. Özellikle Kars-Ardahan yöresi, bu geleneğin mihver noktasıdır.1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrasında Çarlık Rusya’sının işgali altına giren Kars, Ardahan ve Batum (Eliviye-i Selâse) bölgesi, 1920’li yıllara kadar her yönüyle şiddetli bir esarete maruz kalmıştır. Rus mezalimi ve baskısına dayanamayarak önemli bir bölümü göç etmek zorunda kalan Müslüman Türk nüfus, içerlerinde taşıdıkları istiklâl ümidini ne pahasına olursa olsun yitirmemişlerdir. Bu zorlu yıllarda millî hassasiyeti yüksek, kudretli söz ustaları olan âşıklar milletin sesi ve vicdanı olma vazifesini üstlenerek, işgal altındaki yöre halkının moral ve motivasyonunu zinde tutmaya gayret göstermişlerdir. Çıldırlı Âşık Şenlik’in 93 Harbi sırasında söylediği “Ehli İslâm olan işitsin bilsin/Can sağ iken yurt vermeŋiz düşmana” dizeleri adeta bir kurtuluş parolası niteliği taşımıştır. “Kırk yıllık kara günler” adı da verilen bu esaret yıllarında Posoflu Âşık Zülâlî, Âşık Ceyhûnî, Bardızlı Nihanî, Âşık Sefilî, Kağızmanlı Hıfzî ve ismi bilinmeyen nice âşıklar söylemiş oldukları koçaklama, destan ve koşmalarla yurt topraklarının manevî muhafızları olmuşlardır. Diğer taraftan Elviye-i Selâse’nin Millî Mücadele tarihi ile ilgili sözlü tarih arşivi niteliği taşıyan âşıkların eserleri, yazılı kaynakların yetersiz kaldığı noktalarda tamamlayıcı unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Âşıklığın tabiatı gereği tarafsız ve hiçbir dış etkenin tesiri altında olmaksızın söylenen eserlerin, dönemin tarihine ışık tutmaları noktasındaki güvenilirlikleri yüksek düzeydedir.
Journal of Turkish Research Institute, 2004
History Studies International Journal of History, 2020
Karşılıklı diplomasi temelli uluslararası ilişkilerde en önemli husus, devletlerin hak ve ödevlerindeki mütekabiliyettir. Diplomatik ilişkilerin ana unsuru elçiler ve elçilik faaliyetleri olduğundan mütekabiliyet hususunun en somut örnekleri de bu sahada gözlemlenmiştir. Bu husus elçilik faaliyetlerine denklik ve eşitlik olarak yansımış; elçilikle ilgili uygulamalar herhangi bir tarafın üstünlüğüne mahal vermeyecek şekilde düzenlenmeye çalışılmıştır. Bu şekilde mütekabiliyet hususuna ve devletlerin eşitliği ilkesine göre şekillenen uygulamalardan birisi de elçi mübadelesidir. Özellikle devletlerarası antlaşmaların tasdiki amacıyla gerçekleştirilen elçi mübadelesi, yüklendiği anlam itibariyle elçilerin karşılıklı ve çoğu zamanda eş zamanlı olarak görevlendirilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Osmanlı tarihinde daha çok sınır komşusu devletlerle yapılan elçi mübadeleleri, iki ülke sınırında icra edilen ve çeşitli sembolik anlamlar yüklenen merasimlerle gerçekleştirilmiştir. Elçi mübadelelerinin Osmanlı tarihindeki örnekleri, hem uluslararası ilişkilerin teşrifat boyutuna ışık tutmakta hem de Osmanlıların diğer devletlere karşı duruşuna dair önemli bilgiler içermektedir.
Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 2011
Elviye-i Selâse, Rus yönetimde kaldığı süre boyunca hayatın her alanında büyük değişim geçirdi. Bu süreçte Türkler bir yandan göçe, diğer yandan hükümetin geri bırakmayı hedefleyen eğitim, kültürel ve iktisadi politikalarına karşı mücadele etmek zorunda kaldı. 3 Mart 1918'de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması Türk-Rus ilişkilerinin hem de bölgenin seyrini değiştirdi. Antlaşmanın dördüncü maddesi bölgenin ilhakını öngörüyordu. 1918 baharında gerçekleştirilen halk oylaması ilhakı resmileştirirken Osmanlı Devleti'ni de Kafkasya'da önemli bir aktör haline getirdi. Yeni dönemde mülki teşkilatın kurulması, halkın refahının artırılması ve bazı askeri ve idari muafiyetlerin tanınması hükümetin öncelikleri arasında yer aldı. Hükümetin aldığı önlemelerin çoğu mülki teşkilatın gerektiği gibi tesis edilememesinden dolayı zayıf kaldı. Osmanlı Devleti'nin Kafkasya'da iddialı olmasını sağlayacak programlar ise savaş şartlarından ötürü hazırlanamadı.
Özet 1887 yılında dar gelirli bir ayakkabıcının oğlu olarak Kirmanşâh"ta doğan Ebu"l-Kâsım-i Lâhûtî, küçük yaşlarından itibaren, aynı zamanda şair olan babasının evinde Kirmanşâh"ın edebî çevresi ile tanışmış, bu tarih itibariyle de özgürlükçü bir şair olarak Fars edebiyatında yerini almıştır. Fars şiirinde realizm akımının öncüsü olan Lâhûtî; bu bağlamda ünlü Kafkas şair Sâbir ve diğer Türk şairlerinden önemli ölçüde etkilenmiştir. Özellikle ateşli bir kadın ve işçi hakları savunucusu olan Lâhûtî kadın erkek eşitliği konusunda da şiirler yazmış, onlarla destek vermiştir. Lâhûtî"nin eserlerini ve üslubunu daha iyi anlayabilmek için yaşadığı dönemden ve İran Meşrutiyetinden bahsetmek gerekmektedir. Çünkü ülkesinde yaşanan gelişmeler Lâhûtî"nin kişiliğine ve eserlerine de ziyadesiyle yansımıştır. Şairin bu bağlamda değerlendirilebilecek 30 beyitlik mesnevi nazım biçimindeki "Kelebek ve Mum" şiiri, Eylül 1914 senesinde Bağdat"ta kaleme alınmıştır. Şiirde kelebek ve mum arasında geçen bir diyalog tasvir edilmektedir. Eser, barındırdığı tema bakımından hamasî bir şiirdir. Hem eleştiri hem de hiciv olguları barındıran şiirdeki olay ise İran halkının vatanı her durumda benimsemesi, ülkesini savunması gerektiği ve bu uğurda millî mücadeleye devam etmesidir; şiirde halkın sahte vaatlere inanmaması ya da sadece dış görünüşe kanmaması gerektiği de özellikle vurgulanmak istenmektedir. Anılan şiirde kısmî olarak Doğu yani İran ile Batı medeniyeti arasında yapılan bir kıyaslama da söz konusudur. Çalışmada Lâhûtî"nin "Şemʿ u Pervâne" başlıklı şiirinin derin yapısına yerleştirdiği ve çeşitli metaforlarla İran halkına vermek istediği mesajlar tespit edilmiştir.
Al-Farabi Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi , 2018
Tasavvufta Hakk’a ulaştıran yollar tarikat olarak adlandırılmaktadır. Her ne kadar tarikatların “yıldızların sayısınca” ya da “yaratıkların nefesleri adedince” olduğu belirtilse de bazı tarikatlar oluşturdukları usûl, âdâb ve erkânlarıyla bariz bir şekilde diğerlerinden ayrı bir yol tutmuşlardır. Bu tarikatlar gitmiş oldukları yol ve temsil ettikleri misyona meşruiyet kazandırmak için bir silsile ile kendilerini Hz. Peygamber’e nispet etme gayreti içerisinde olmuşlardır. Bu bağlamda silsileler tarikatların kimliğini ortaya koyarak meşruiyetini tescilleyen vesikalardır. Tasavvufî gelenek içerisinde tarikat şeyhlerinin birbirine teselsülen verdikleri icâzetleri ihtiva eden silsileler, günümüz Türkiye’sinde pek çok cemaatin de kendilerini belirli bir tarikata nispet ederken sergiledikleri belgeleri teşkil etmektedir. Böylece kendilerine bir kimlik oluşturan bu yapılanmalar müntesiplerinin güven içerisinde bağlılık sergilemeleri yönünde teşvik edici bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı’nın son döneminde ve günümüzde Türkiye’de bir taraftan yaygın halk kitleleri arasında diğer taraftan da idareciler nezdinde yayılma imkânı bulmuş tarikatlardan birisi de Anadolu’da çeşitli şubeler vasıtasıyla temsil edilen Hâlidiyye tarikatıdır. Hâlidiyye, Nakşibendiyye tarikatının Mevlânâ Hâlid el-Bağdâdî’ye (ö. 1242/1827) nisbet edilen koludur. Kuzey Irak ve Suriye bölgesinde neşv ü nemâ bulmakla birlikte Hâlid el-Bağdâdî’nin yetiştirip icazet verdiği halifeleri vasıtasıyla Anadolu’nun dört bir yanına yayılma imkânı bulmuştur. Dinin emirlerine sıkı sıkıya bağlılığı ve mümkün mertebe bidatlara karşı mesafeli durması, Hâlidiyye’nin Türkler arasında hızla yayılmasında etkili olmuştur. Yalnızca Osmanlı’da değil günümüz Türkiye’sinde de muhtelif tasavvufî yapı ve cemaatlerin kendilerini nispet ettikleri en önemli ve tesirli ekol Hâlidiyye’dir denilse abartılmış olmaz. Günümüz Türkiye’sinde faaliyet gösteren ve kendilerini bir tarikata nispet eden pek çok cemaat, ellerinde bulundurdukları icazet ve silsilelerle Hâlidiyye tarikatının bir devamı olarak aktivitelerini sergilemektedir. Nitekim Hâlidiyye, Anadolu’ya Hâlid el-Bağdâdî’nin halifelerinden Hâlid el-Cezerî (ö. 1839), Muhammed Kudsî Bozkırî (ö. 1852), Seyyid Tâhâ el-Hakkârî (ö. 1853), İsmail Şirvânî (ö. 1853), Ahmed el-Ervâdî (ö. 1858), Osman Sirâcüddin (ö. 1866), Ali es-Sebtî (ö. 1870) ve Abdullah Mekkî (ö. 1894) tarafından getirilmiş ve burada yetiştirdikleri müridleri ve halifeleri vasıtasıyla yaygınlaşmıştır. Günümüzde kendilerini bu geleneğe nispet eden cemaatler ve tasavvufî yapılanmalar arasında Erenköy Cemaati, İskenderpaşa Cemaati, Menzil Cemeaati, Haznevîler, Hulûsi Efendi Cemaati, İsmâilağa Cemaati gibi tanınmış gruplar bulunmaktadır. Çalışmada Türkiye’de kendilerini Hâlidiyyeye nispet eden bu gruplar ve bunların Mevlânâ Hâlid el-Bağdâdî’ye ulaşan silsileleri ve aralarındaki bağ üzerinde durulacaktır.
Ankara Üniversitesi Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 1994
Birinci Dünya Savaşı'ndan yenilmiş olarak çıkan Osmanlı İmparatorluğu dağılmış, Türk milleti, elde kalan bir avuç vatan parçası üzerinde esarete düşmenin eşiğine gelmişti. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Atatürk, bu kötü gidişe dur diyecek olan Türk Millî Mücadelesini başlatmıştı. Aynı gün, İstanbul'da yapılan Fatih Mitingi'nde ünlü yazar Halide Edip (Adıvar), halka: "Müslümanlar, Türkler! Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor. Gece, karanlık bir gece... Fakat, insanın hayatında sabahı olmayan gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp, parlak bir sabah yaratacağız" djye seslenerek, sanki, Mustafa Kemal'in önderliğinde başlayan bu hareketin, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)'nun deyimiyle 2 Türk'ün ikinci "Ergenekorf'u olacağını müjdeliyordu.
Journal Of History School, 2016
MİLLİ MÜCADELEDE EŞME-ELVANLAR BASKINI ve ŞEHİT ALİ BEY Burhanettin ŞENLİ Özet I. Dünya savaşı sonunda imzalanan Mondros mütarekesine dayanarak Batı Anadolu işgal edilmiştir. Eşme, İzmir'in 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan güçleri tarafından işgal edilmesine duyarsız kalmayarak, Batı Anadolu'da milli direnişin önemli ve aktif merkezlerinden biri olmuştur. Bekir Sami Bey'in 3 Haziran 1919 tarihinde bölgeye gelmesiyle, Eşme birkaç gün içinde aktif bir Milli Mücadele merkezi halini almıştır. Anadolu ve İstanbul'un her yeri ile haberleşme sağlanarak teşkilatlandırma çalışmaları hızlanmıştır. Mustafa Kemal Paşa da, Batı Cephesine ilk yazısını 9 Haziran 1919'da Eşme'de Bekir Sami'ye göndermiş ve cevabi bilgi akışıyla Batı Cephesinde olup bitenlerden haberdar edilmiştir. Eşme bölgesinde, Müftü Hacı Nazif Efendi'nin idaresinde, karargahı Elvanlar'da olmak üzere Türkmenlerden oluşturulan bir kuvvet bulunuyordu Müftü Hacı Nazif Efendi, Eşme ve Burdur Hapishanelerinde bulunan mahkumları serbest bıraktırarak Kuvayı Milliye'ye katmıştır. Milli Mücadele sırasında yaşanan destanlardan biri de Eşme-Elvanlar'da bulunan Yunan birliğine karşı yapılan baskın sırasında yazılmış, Yüzbaşı Ali Bey baskın sırasında şehit olmuştur. Yunan taburunun bu baskında çok sayıda ölü ve yaralısı vardır. Şehit Ali Bey, annesi Sıdıka Hanım, kız kardeşi Nusret Hanım, kardeşi Şükrü efendi ve ağabeyi Derviş Paşa esir düşmüştür. Derviş Paşa Milli mücadelenin önemli komutanlarından birisidir. Çalışmamızda, Elvanlar Baskının önemi, gerçekleşme süreci, Yüzbaşı Ali Beyin kahramanlığı ve şehit oluşu ile Milli Mücadeleden sonra Şehit Ali Bey adına yapılan anıt hakkında hiç bir yerde yayınlanmamış belge ve resimlerden de faydalanılarak bilgi verilmeye çalışılacaktır.
Geçmişten Günümüze Balıkesir'in Kültürel Mirası, 2022
Asya Studies, 2021
Türkiye Türkçesinin temel dil alanlarından birisi olan ağızlar (dialects) ülkemizde üzerine çok fazla çalışmanın yapıldığı bir alandır. Türkiye Türkçesi ağızlarıyla ilgili ilk çalışmalar Kunos, Nemeth, Maksimov gibi yabancı araştırmacılar tarafından yapılmıştır. Bu çalışmaların tarihi 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Cumhuriyetin ilanından sonra yerli bilim insanları da ağızlar üzerine çalışma yapmaya başlamış ve günümüze kadar pek çok çalışma yapılmıştır. Dilde sadeleşme hareketlerinin de etkili olduğu bu çalışmalar daha sonrasında yapılan derleme faaliyetleriyle belli başlı bir çalışma sahası olmuştur. Bu özelliği ile ağızlarda yer alan kelime ve ifadeler Türk dili ve kültürü için adeta bir hazine konumundadır. Çünkü kullandığımız dilin hangi dillerden etkilendiğini, nereden ve ne şekilde geldiğini, kelimelerin zaman içerisinde hangi ses ve anlam serüvenlerinden geçtiğini, daha da önemlisi geçmişte kullanılan fakat günümüzde kullanımdan düşmüş olan arkaik kelimeleri ağı...
ULUSLARARASI TÜRKOLOJİ İNCELEME VE ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2020
ÖZET Kökleri İslâmiyet öncesine kadar uzanan âşıklık, engin geçmişinden aldığı bilgi, birikim ve tecrübeyle canlılığını yitirmeden günümüze kadar ulaşabilen nadide geleneksel kültür hazinelerimiz arasında yer almaktadır. Âşıklar, tarihin her döneminde toplumda önde gelen isimler olarak saygınlık kazanmışlardır. Yetiştikleri bölgelerde; halk hekimi, gezgin, bilge, imam, şair ve halk kahramanı gibi çeşitli unvanlarla anılan âşıkların toplumsal yapıda bu denli ön plana çıkma sebeplerinin başında sazları ve sözleriyle toplumun sesi olmaları gelmektedir. Yaşadığı bölgenin güzelliklerini, iklimini, doğasını ele alan âşıklar, bölge halkının sıkıntılarını da kulak ardı etmemişlerdir. Halkın yaşadığı türlü sıkıntılar, doğal afetler ve savaşlar âşıklar tarafından saz ve söz ile gönülden kopan namelerle dört bir yana duyurulmuştur. Bu nedenle âşıklar yeri gelmiş milli mücadele kahramanı olmuş, yeri gelmiş devlet adamlarının millete karşı hatalı tutumlarının açığa çıkarıcısı olarak haksızlığa karşı dik bir duruş sergilemişlerdir. Âşıklık geleneğinin bu günü incelendiğinde, 21. yüzyılın getirdiği medya ve teknolojiyle beraber âşıkların icra şekilleri, mekânları ve şiirlerin muhtevası başta olmak üzere gelenekte büyük değişikliklerin yaşandığı görülmekte, âşıklık geleneğinin varlığı/kuvveti ve geleceği tartışılmaktadır. Bu tartışmalar çerçevesinde geleneğin, değişim ve dönüşüm süreçlerine temas edilerek günümüzdeki varlığıyla ilgili incelemelerde bulunulacaktır. Tüm dünyada ve ülkemizde yaşanan salgın hastalıklar nedeniyle devlet ve millet olarak yaşamakta olduğumuz bu zorlu süreçlerde çok sayıda âşığın toplumun derdiyle dertlenmesi, ortak duygu, düşünce ve gönül dünyamızı yansıtan, birlik ve beraberliğimizi pekiştiren şiirler oluşturmaları göz önüne alınarak âşıklık geleneğinin günümüzdeki durumu ele alınacaktır.
ASTANA YAYINLARI, 2023
This paper aims to illuminate the role of Osman Selâhaddin Dede (1820-1887), the sheikh of Yenikapi Mawlavi Lodge, one of the important and influential figures of the period, in the preparation process of the The Ottoman Constitution of 1876 (the Kānûn-i Esâsî/Basic Law), which is the first Turkish Constitution in the modern sense. According to the rumor that runs in the family on this subject, after Sultan Abdulhamid II ascended to the throne, he gave the task of preparing the new constitution to Midhat Pasha and Osman Selâhaddin Dede. The Constitution on 23 December 1876 was declared in the form of an edict by Sultan Abdulhamid II. In Turkish constitutional law books, the decisive role of the influential statesman of the period, Midhat Pasha (1822-1884), in the adoption of the idea of the Constitution by Sultan Abdulhamid II and in the preparation of its draft and in the timing of its announcement is pointed out. Osman Selâhaddin Dede has come to the fore with its role in social and political life since the reign of Sultan Mahmud II. Yenikapı Mevlevîhânesi was a frequented place for Tanzimat statesmen and Young Ottomans. Osman Selâhaddin Dede was a person who had close relations with both Midhat Pasha and Abdulhamid II. This story, which has been passed down to Osman Bayru (born in 1943), who is the son of the grandson of Osman Selâhaddin Dede, will be evaluated in the light of the works of historia ns and constitutional lawyers, and the information in the studies on Mawlawi order and Yenikapı Mawlawi Lodge. In this context, Yenikapı Mawlawi Lodge, the personality and role of Osman Selâhaddin Dedein in the political life, his relations with Abdülhamid II, Midhat Pasha and Crown Prince Mehmed Reşad, political developments that prepared the announcement of 1876 Constitution, the information in the sources about the proclamation of the constitution as a condition of enthronement from Abdulhamid II, the preparation of the constitution under the leadership of Midhat Pasha will be reviewed. Finally, by evaluating the results, it will be tried to shed light on an important period in the history of the Turkish Constitution and law.
2025
Öz: Mücadeleci ve savaşçı bir yapıya sahip olan Türk milletinin gerçek hayatta savaş meydanında göstermiş olduğu kahramanlıklar, savaş sırasında kullanmış olduğu silahlar ve uygulamış olduğu teknikler yazılı ve sözlü edebiyatımızda varlığını sürdürmektedir. Yaşanılan dönemin sosyal hayatı hakkında bilgiler veren ve tarihe bir anlamda ışık tutan klasik Türk edebiyatında da savaşa ait pek çok bilgi barınmaktadır. Oluşturdukları hayalî ortamda savaşa ait olan pek çok kavramı edebî bir şekilde kullanan divan şairlerinin özellikle cenk kavramını farklı bir şekilde kullandıkları görülür. Şairlerin cenk tasvirlerinde klasik edebiyatın temel tipleri olan âşık, sevgili ve rakip gerçek hayattaki cengin bir yansıması olarak birbirleriyle mücadele ederler. Tiplere ait özelliklerin birer savaş silahına dönüştüğü ortamda her bir tipin tek gayesi cengi kazanmaktır. Çalışmamızdaki asıl amaç, divan şairleri tarafından anlatılan aşk mücadelesinin cenk kavramı etrafında nasıl kurgulandığını ortaya koymak olacaktır.
World War I affected the fate of the Three Sanjaks (Elviye-i Selase) that were centred around Kars. The suffering and atrocities committed in the region during the course of the war, were manifested in the movement of Councils after the Armistice of Mudros. England's policy in the Caucasus strengthened Armenia's and Georgia's plans for occupying the Three Sanjaks. The Turkish people proceeded to organize themselves in the large population centres against the occupation of and atrocities in the region. Councils were organised in Akhaltsikhe, Iğdır and Kars, and it was decided to have congresses to manifest the nation's will. Thus, the congresses of Kars and Ardahan were organised. These congresses paved the way for establishing the Provisional National Government of the South-western Caucasus in the short-term and became influential on determining Turkey's north-eastern borders in the long-term. After the Treaty of Brest-Litovsk was signed by the Ottoman Empire in the First World War, developments in the Elviye-i Selâse paved the way for the liberation of the region, particularly Kars. As a result of the political and military struggle, it ended with gains for the people of the region, who faced many difficulties in the years 1918-1920. In fact, this period is one of the best examples of the struggle for existence.
Osmanlı'da daha sonraki reform dönemlerinde Avrupa'daki kanunlaştırma akımından da etkilenerek klasik anlayışın dışında bir kanun yapma fikrinin ortaya çıktığını görmekteyiz.
Türkiye Bilimler Akademisi , 2023
At the beginning of the First World War, when Van and Bitlis were occupied by the Russian-Armenian troops, there was a massive migration of Muslims from the occupied cities to certain provinces including Elâzığ. During the First World War, the Russian- Armenian occupation armies were pushed into the borders of the Elâzığ province. The occupation of the Southern provinces by the French in accordance with the Syrian Agreement between the British and the French, and the attitude of the Armenians in the French army towards Muslim population was fiercely protested by the people of Elâzığ. The opposing sections on political and social issues acted together and reacted strongly to the occupation of İzmir. Stating that occupation of İzmir was wrongful and unjust, it was emphasized that the occupation was against Wilson's Points, humanity and justice. In the telegrams of protest, mayors and clergy often played a leading role. After the Armenians’ actions in the region following the Armistice of Mudros, one of the first branches of the Vilayat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti (Eastern Provinces Association for the Defence of National Rights) was founded in Elâzığ, which was led by the Eastern politicians and intellectuals. However, when Ali Galip Bey, who was against the National Struggle, was assigned as the governor of Elazig in the midst of 1919, this assignment had a negative impact on the works of national associations. In this process, the possibility of establishing Armenia in the region and the negotiation between Sherif Pasha and Armenian Boğos Nubar Pasha at the Paris Conference got reaction in the province of Elâzığ. However, military victories and important developments on the fronts were followed closely in Elazig. In Elazig, where national sentiment and emotions were very strong, victories were celebrated enthusiastically for days.
2017
Turkiye’de 1957 secimlerinden sonra iktidarla muhalefet partileri arasinda ciddi sorunlar yasanmis ve ulkede siyasi alanda belirsizlikler ortaya cikmistir. Bu sorunlarin ortaya cikmasina yol acan ve iktidar partisi DP (Demokrat Parti)’ye karsi savas acan basta CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) olmak uzere muhalefet partileri Guc Birligi adinda bir siyasi yapi olusturmuslardir. Bunun uzerine DP kurucularindan ve basbakanlardan Adnan Menderes, 12 Ekim 1958’de Manisa’daki konusmasinda muhalefet partilerinin DP’ye karsi tesis etmis olduklari Guc Birligi Cephesi karsisinda butun vatandaslarin yer alabilecegi bir Vatan Cephesi’nin tesekkul edecegini duyurmustur. Devrin yerel ve ulusal gazeteleriyle arsiv belgelerinin verdigi bilgilere gore, Vatan Cephesi adiyla sivil toplum orgutu niteliginde siyasi bir yapinin olusturulmasi insanlarin dikkatini cekmis ve cok sayida kisi cepheye dâhil olmustur. Bu tarihlerde cogu vilâyetlerde oldugu gibi Eskisehir gazeteleri de, vilâyetlerinden adi gecen kur...
İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2015
MİLLİ MÜCADELE'NİN YEREL TARİHİ, 2023
Birinci Dünya Savaşı'nda Rus işgaline uğrayan Bitlis, Ruslarla birlikte hareket eden Ermeni çetelerinin yıkımına uğramış, halk katliamlara maruz kalmış, bu katliamlardan kurtulabilmek için göç etmiştir. Mustafa Kemal Paşa komutasındaki XVI. Kolordu Bitlis'i Rus işgalinden 8 Ağustos 1916 tarihinde kurtarmış, fakat işgal esnasında yaşadığı büyük yıkımdan dolayı şehir uzun yıllar eski durumuna gelememiştir. Mondros Mütarekesi'nin 24. maddesine göre Vilâyât-ı Sitte'nin geleceğinin tehlikeye düşmesi, bu vilayetler içinde yer alan Bitlis'in Ermenilere verileceği fikrini ortaya çıkarmış, ahali zaman kaybetmeden kuva-yı milliye teşkilatlarını oluşturup bir oldubittiye karşı konumunu belirlemeye çalışmıştır. Bitlis'te kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Erzurum ve Sivas kongrelerine katılarak bölgelerindeki ayrılıkçı hareketlere karşı millî düşüncenin yanında yer almıştır. Bölgede ayrılıkçı hareketleri destekleyen İngilizlere hem aşiret reisleri hem de Bitlis halkı itibar etmemiş, kongrelerde alınan kararlara uyarak Kürt Teali Cemiyeti'nin çalışmalarını neticesiz bırakmışlardır. Millî Mücadele'ye tam destek veren Bitlis, Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla müdafaa-i hukuk taraftarı kişileri seçip meclise göndermiştir. Bitlis halkı işgaller karşısında tepki verdiği gibi, kazanılan zaferler sonrasında da tebrik mesajlarını gerekli yerlere iletmiştir. Dönem içinde vilayete bağlı olan Muş ve Siirt sancakları müstakil birer il olarak ele alınacaktır. Bu çalışmada, belirlenen bir sayfa aralığında, Bitlis Sancağı'nda (Merkez, Ahlat, Mutki ve Hizan kazalarında) 1918-1922 yılları arasında yaşanan askeri, siyasi, iktisadi ve sosyal olaylar arşiv belgeleri ve dönemin kaynakları ışığında ele alınmaya çalışılacaktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.