Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2021, Ankara Üniversitesi İlef Dergisi
https://doi.org/10.24955/ilef.933277…
27 pages
1 file
Bu çalışma, sanat sineması seyircisi olarak kodlanan “Başka Sinema” seyircisinin deneyimlerine odaklanmıştır. Pierre Bourdieu sosyolojisinin habitus, alan, kültürel sermaye ve oyun kavramları çalışmanın kuramsal çerçevesini oluşturmakta ve bu çerçeve Başka Sinema seyircilerinin deneyimlerinin analizinde ufuk açıcı bir tartışma alanı sağlamaktadır. Bourdieu, “beğeni”lerin birleştirici bir “alan” yarattığına vurgular ve benzer “habitus”a sahip eyleyicilerin ortak pratikler gerçekleştirdiğini ifade eder. Bu bağlamda, bir sanat sineması seyircisi olarak ortak bir alanda bir araya gelen “Başka Sinema” seyircilerinin seyir deneyimlerinde bir ortaklık olup olmadığı bu çalışmanın temel sorunsalını oluşturmaktadır. Mülakat ve katılımlı gözlem yöntemi ile elde edilen veriler tematik analiz yöntemi ile oluşturulmuş dört başlık altında incelenmiştir. Elde edilen verilerin analizinde habitus, alan, kültürel sermaye ve oyun kavramlarının Başka Sinema alanında nasıl yer bulduğuna bakılmış ve ortaya çıkan temalar bu kavramlar çerçevesinde oluşturulmuştur. Yarı yapılandırılmış görüşme formu ile yirmi kişiyle yapılmış mülakatlar sonucunda elde edilen verilerde seyircilerin kültürel sermaye edinmeleri noktasında ‘miras edinilmiş kültürel sermaye’ye rastlanmamıştır. Bu bağlamda, Bourdieu çerçevesinden farklı bulgular ortaya çıkmıştır. Ancak eyleyicilerin pratikleri noktasında bireysel pratiklerin birleşerek kitlesel bir ortaklık yarattığı sonucuna varılarak kuramsal çerçeve ile uyumluluk sağlanmıştır.
Kitle İletişiminde Denetim, 2021
Geniş kitlelere ulaşmada en etkili görsel-işitsel anlatım araçlarından biri olan ve “yedinci sanat” olarak adlandırılan sinema, 125 yılı aşkın bir geçmişe sahiptir. Geçmişten bu yana rekabet halinde olduğu internet ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarının sunduğu imkânlar sayesinde özgün formunu koruyabilmiş ve bugün sinema salonlarının dışında da, dijital televizyon platformlarından, bilgisayarlardan, tabletler ve cep telefonları gibi mobil cihazlardan izlenebilir hâle gelmiştir. Kitlelere ulaşılabilirliği, potansiyel izleyiciler üzerindeki yaygın etkileri nedeniyle de kitle iletişim hukukunun düzenleme alanına dâhil edilmiştir. Yazılı basına kıyasla, görsel ve işitsel yayıncılık (radyo, televizyon ve sinema), diğer kitle iletişim araçlarından farklı olarak çok yoğun bir düzenleme ve denetime tâbi tutulmuştur. Söz konusu düzenleme ve denetim, sadece teknik konulara değil aynı zamanda yayın hizmetlerinin (programların ve filmlerin) içeriğine de yöneliktir. (…) Sinema filmlerinde denetim konusunun etraflıca ele alınacağı bu çalışmada, sinemanın tanımına ve tarihçesine değinildikten sonra sinema filmlerinin nitelik ve özellikleri ile toplum üzerindeki etkileri üzerinde de durulmuştur. Çalışmanın son kısmında ise 5224 sayılı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun kapsamında sinema filmlerinin hangi süreçlerden geçerek denetlendiği ortaya konmuştur. Betimleyici araştırma yönteminden yararlanılan çalışmanın sınırlılıkları kapsamında, 5224 sayılı Kanun’un sinema filmlerinin desteklenmesine ilişkin öngördüğü hükümlere ve telif hukuku alanının konusunu oluşturan, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda (R.G. Tarih: 13.12.1951 / Sayı: 7981) yer alan sinema eserleriyle ilgili hususlara yer verilmemiştir. Bununla birlikte, film senaryolarındaki ve sinema filmlerindeki telif hakları ihlâlleri kapsamında Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemelerinde ve Fikrî ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemelerinde açılacak davaların yargı denetimine ilişkin olduğunu da belirtmek gerekir.
Kültür ve İletişim, 2018
Felsefe ile sinema arasında bağ kurmuş düşünürler arasında Gilles Deleuze ilk akla gelenlerdendir. Cinéma 1 ve Cinéma 2 kitaplarında geliştirdiği, filmleri temelde hareketimge ve zaman-imge biçiminde kategorize ettiği düşünce sistematiği yeni, kendinden önceki sinema kuramsallaştırmalarından ayrı ve akademik çalışmalar açısından potansiyeli yüksek bir alandır. Bu bağlamda son yıllarda sinema içinden ve dışından çeşitli akademik çalışmalara esin vermiştir. Deleuze kavramlarını ve taksonomisini oluştururken esas olarak Avrupa ve Amerikan sinemasını temel almış, şkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı toplumsal travmayı sinemasal anlatımda kırılma noktası olarak tespit etmiştir. Zaman-imge kategorisine sokulabilecek yerli film sayısındaki artışın, Türkiye’nin kendine özgü post-travma koşullarında oluştuğu düşünüldüğünde, Deleuze’ün düşünce sistematiğini Türkiye sinemasına uygulamak verimli olmaya aday görünmektedir. Bu makalede öncelikle Deleuze’ün bir felsefeci olarak sinemayı nasıl gördüŞü ve sinema-felsefe ilişkisi üzerine görüşleri ele alınmakta, bunu hareket-imge ve zaman-imge kavramlarının açımlanması izlemektedir. Son bölümde, Deleuze’ün özellikle zaman-imge kategorisi içinde geliştirdiŞi kavramların son dönem Türkiye sinemasına izdüşümleri Meleğin Düşüşü ve Bekleme Odası filmleri üzerinden irdelenmektedir.
İlef Dergisi, 2023
This study draws on the trauma and migration-studies literature to examine the transformation of migration into social trauma through two films on worker migration to Germany in the 1970s: Germany, Bitter Homeland (Şerif Gören, 1979) and 40 Square Meters of Germany (Tevfik Başer, 1986). The study begins by discussing concepts related to trauma developed by theorists such as Sigmund Freud, Cathy Caruth, and Dominick La Capra, specifically "latency, " "acting out, " and "working through. " It then evaluates other concepts offered to the audience in traumatic narratives, such as Ann Kaplan and Ban Wang's concepts of voyeurism, shocking, curing, and witnessing. Evaluating these, it argues that traumatic narratives may have an ideological orientation that creates a melodramatic closure or encourages aggression as well as confronting the past. Based on this theoretical perspective, the study explains the historical development of labor migration to Germany and elaborates the historical and social reasons for the films' presentation of the migration experience within the framework of the fragmentation of subjectivity and loss of self. The last part of the study evaluates the way the traumatic migration experience is presented in the films through family disintegration, personal tragedies, crisis of masculinity, and changes in gender relations. It discusses whether a solution to or closure for trauma can be found in films dealing with the economic exploitation, inequality, cultural incompatibility, alienation, and isolation that immigrants face. The study also explores the different kinds of meanings the films attach to the discourse of trauma within the framework of themes such as national identity, racism, hybridity, integration, cultural shock, masculinity, femininity, and memory. In addition, it evaluates the consequences of these meanings in terms of the representation of migration and immigrants.
Sinemada Anlatı Dersi Final Ödevi
Sanat Kritik, 2022
Birazdan inceleyeceğiniz sözlük maddeleri Sabancı Üniversitesi’nde 2021 yılının Güz döneminde açtığım PROJ201 kodlu “Füruzan’ın Kelimeleri” dersini alan Helin Su Aydın, Ecem Balık, Defne Talya Boyar, Eda Melin Develioğlu, Bilgekağan Durmaz, Defne Hız, Hilal Kakışım, Simge Kanmaz, Rana Kocagöz, Karya Kölgesiz, Şevval Perk, Ömer Faruk Tarakçı ve Pırıl Teker tarafından hazırlandı. Bu sözlük denemesi, dönem boyunca Füruzan edebiyatı üzerine yaptığımız çalışmaların bir bölümünü temsil ediyor. Çalışmaya başlarken ilk amacım, genç okurların ilk kez karşılaştıkları Füruzan metinlerinin estetik yanıyla nasıl ilişkilendiklerini görmekti. Bununla birlikte okuma edimi sırasında anlam oluşturmakta zorlandıkları yerleri nedenleri ile birlikte tespit etmek ve bunlardan bir sözlük oluşturmaktı. Bu sebeple bazı ifadeler sadece kelime anlamı boyutuyla, bazıları taşıdıkları tarihsel, kültürel ya da siyasi veçheleriyle bu mütevazı sözlüğe dâhil oldular. Keyifli okumalar dileriz. Aslan Erdem
Yakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Sanatın makinelerle yapıldığını zannedenler artıyor: “… Ne adamlar var. Bana soruyorlar “sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?” diye. Fotoğraf makineyle mi çekilir? Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum? Roman daktiloyla mı yazılır? Arkadaş fotoğraf kalple çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle de fotoğraf çekerim. Şunlara bak! Alıyorlar Canon’u, Nikon’u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü gördün, dur! İki şip şak, tamam. Koyun sürüsü mü gördün? İki şip şak, tamam. Ben bir çobanın resmini çekeceksem onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım… Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim …” (Ara Güler) Çok şükür hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral...
Blog | The Story of Cinema (Yesterday to Today)
Copyright © Bu kitabın Türkiye'deki her türlü yayın hakkı Eğitim Yayınevi'ne aittir. Bütün hakları saklıdır. Kitabın tamamı veya bir kısmı 5846 sayılı yasanın hükümlerine göre kitabı yayımlayan firmanın ve yazarlarının önceden izni olmadan elektronik/mekanik yolla, fotokopi yoluyla ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılamaz, yayımlanamaz.
KaosQueer+, 2018
Bu çalışma Looking for Langston, Edward II, The Hours and Times, The Watermelon Woman, Swoon ve Tongues Untied gibi queer temalı klasiklerdeki zaman kavramını yeniden değerlendirmek üzere 1980’lerin sonu ve 1990’ların başındaki Yeni Queer Sineması’nı ziyaret ediyor. Çalışmada Yeni Queer Sineması’nın deneyselliğe, revizyonizme ve tarih yazımına duyduğu yoğun ilginin AIDS krizi ve diğer etmenlerden çok hâlâ queer film üretimini olumsuz yönde etkilemeye devam eden görünürlük meselesi olduğu iddia ediliyor. Metinsel analiz yöntemiyle incelenen filmlerin seçiminde üç ana kriter rol oynuyor: Birincisi, Ruby Rich’in “New Queer Cinema” başlıklı başucu metninde bahsi geçen filmler arasında tarihsellik ve görünürlük konusunu biraz daha yoğun biçimde yansıtmaları. İkincisi, benzerlik veya zıtlık bakımından bütünlük-devamlılık arz etmeleri (örneğin aynı dönemden Poison filmi yerine içerik olarak Tongues Untied filminden daha fazla farklılaşan Swoon filminin seçilmesi gibi). Son olarak, daha az tartışılan Siyahî queer filmlere ağırlık verilmesi.
Kültür-Sinema İlişkisi ve Sinema Dilinde Kültür Bildiri Kitabı, 2021
Türkiye sinemasının 1960’lı yıllardan itibaren dünyada yerli film üretiminde ve gösteriminde üst sıralarda yer alması, seyirci ve sinemacılar arasında yapılan yazılı olmayan bir sözleşmenin sonucudur denebilir. Film üretiminin, yapım şirketlerinin ve salonların yükselişe geçtiği 1960’lı yıllarda, sinema radyo ile birlikte alt ve orta sınıf başta olmak üzere halkın başlıca eğlence aracıdır. Bu dönemin seyircisinin açık ve kapalı salonlara akın etmesiyle sinemada film izlemek, günlük yaşamın ve eğlence kültürünün önemli bir parçası haline gelmiştir. Güçlü bir sermayeden ve devlet desteğinden yoksun sinemacılar, halkın taleplerini merkeze alan senaryolar tercih etmiş; bölge işletmecilerinin siparişlerinden, star sisteminden ve klişelerden yararlanarak seyirci beğenisini ön planda tutmuştur. Halk sineması gibi kuramların da ortaya atıldığı dönemde adeta bir seyirci hegemonyası yaratılmıştır. Öte yandan Yeşilçam’ın seyircisiyle kurduğu güçlü bağ, sosyo-ekonomik değişim, televizyon ve video gibi yeni teknolojiler ve siyasi gelişmeler nedeniyle 1970’lerde aşınmaya başlamış; 1990’larda ise Yeşilçam’ın anlatı kalıplarından bütünüyle uzaklaşılmıştır. Seyirciye bu denli önem atfedilen Yeşilçam sinemasında, seyircinin film izleme deneyiminin temsili çalışmanın odağını oluşturmaktadır. Çalışmada, 1960-90 aralığında çekilen ve en az bir sahnesi açık veya kapalı sinema salonunun içi ve çevresinde geçen 25 filmden oluşan amaçlı örneklem oluşturulmuştur. Sinemada geçen sahnelerin film anlatısı içindeki önemi; salonların konumu ve yapısı, seyircinin cinsiyeti, sosyo-ekonomik durumu, film tercihleri ve seyir sürecindeki tutum ve davranışları içerik analizi yöntemiyle incelenmektedir.
2018
Türk Sinemasının,2000’li yılların öncesinde çekilen veyüzünü kent periferilerine çeviren örnekleri,daha çoksınıfsal çatışmalaraodaklanan ve içinde yaşanılan gündeliğin ağırlığını açıklamaya yetmese de yeltenen anlatılardı. 2000’li yıllarla birlikte modern hayat sıkıntılarını bireysel sorunlara indirgeyen bir hayat akışı ve medyatik bağlam, insanların mevcut sorunlarını bireyci bir düzeye indirgerken,kaçış formüllerini de bencilce uygulamayı öğretti. Yukarıda da defalarca tekrarlandığı gibi gençlik gruplarının aidiyet sorunu,yaşamla doğru düzgün bir tanışıklık olmadan isyanları, bu dünyadaki hedonist amaçları na odaklanan dünya anlayışları, öncüllerinin fazla ciddiye alan tavırlarının çok uzağında görünmektedir. Güvercin filminde boş ve anlamsız bir yaşamı sürdürmekte ısrar eden Yusuf’a yaklaşmak bile çok zorlayıcı olabilmektedir. Halbuki gündelik hayatın gerçeğinde Yusuf gibi genç ve yitik karakterlere her periferide rastlamak olağan olan bu döngünün sonucudur. İçten içe inleyen Yusuflar , Adana güvercinleri gibi diklemesine dalış yapacak kadar hayatın hiçliğini hissetmekte, fakat eyleme geçme konusunda oldukça pasif kalmaktadırlar. Belki de onlar yalnız ve yalnızca damlarında yalnız, kanadı kırık bir çaresizliği yaşamak istemektedirler.
Bu çalışma herhangi bir ülkede çekimi gerçekleşmiş ve bunun akabinde Türk sinemasında da tekrar aynı senaryo kullanılarak çekilmiş filmleri incelemektedir. Bu durum sinema literatürüne yeniden çekim (remake) olarak girmiştir. Yeniden çekilen filmler genellikle ülkeler için ticari bir amaç taşımaktadır ve bir noktada yapımcılar için düşünülmüş ve yapılmış olanı yapmak kolay olarak adlandırılabilir. Fakat bu durum ülkelerin sineması için bazen beklenilen sonuçları vermez. Her ülkenin kendine ait belirli kalıpları taşıyan kültürel ögeleri vardır. Bu ögeler yeniden çekimi yapılan filmler için bazen bir engel niteliği taşıyabilir ve Türk sineması yeniden çekim filmler noktasında bu kültür farklılıklarının en çok yaşandığı ülkelerden biri olarak belirtilebilir. Her ne kadar yeniden çekim filmlerin batılılaşma ve Amerikanlaştırma özelliği olsa da bu özelliğin bu engellere takıldığı yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeniden çekimin tarihine inerek ne gibi engellerin olduğu ve sinemanın kültürden ne kadar etkilendiği durumlarını aydınlatmak çalışmanın temel yapısını oluşturmaktadır. Bir uzaylı filmi, bir romantik komedi ve bir korku filminin yeniden çekiminin inceleneceği bu çalışma da kültür kavramına sıkça değinilecektir. Yeniden çekim bir film, çekildiği ülkenin sinemasına uyarlanırken o ülkeye ait kültürel kodlar film içerisinde -filmin anlaşılabilir ve kabul edilebilir olması için- sıkça karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda filmler o ülkeye ait bir hale gelirken, o ülkeye ait hale getirilme çalışmasında da bazı sorunlarla da karşılaşabilir. Her ülkenin kültürünün biricik olması kendine ait özelliklerinin bulunması başka ülkelerin sinemasında anlaşılmayabilmekte farklı bir kodla verilse dahi hava da kalabilmektedir.
BİLİMLER ALANINDA ARAŞTIRMA VE DEĞERLENDİRMELER -2019 / Haziran CİLT 1, 2019
Sinemada tür olarak melodram, gerçeklikle olan zayıf bağı ve romantik bir anlayışı benimsemesiyle, farklı ulusal sinema ve farklı kültürel aidiyetlerinde var olmayı başarmış bir anlatı biçimidir. Bu anlatı biçimi Yeşilçam sinemasında çekilen melodramlar içinde geçerlidir. Türk sinemasında Tiyatrocular Dönemi’nden Sinemacılar Dönemi’ne geçiş ile birlikte melodramatik öğelerin kullanıldığı filmler çekilmeye başlandığı görülmektedir. Gelişen süreçle birlikte Yeşilçam sinemasının belirleyici, hatta tanımlayıcı bir tür olarak yerleşen melodram, Türk Sineması’nda uzun yıllar hâkimiyetini sürdürecek bir dönemi başlatmıştır. Türk sinemasında Yeşilçam tarzı öykü anlatma başlangıç evresi, 1950’li yıllara rastlar. Bu sinema anlayışı her geçen zamanla birlikte kendisini geliştirmiş ve her yıl bir önceki yıla oranla film sayısını arttırmıştır. Bu artış 1960’larda yılda iki yüzden fazla filmi bulmuştur. Film üretim sayısının fazla olduğu bu dönemde Yeşilçam sineması kendisine özgü bir film üretim sistem oluşturmuş olduğu söylenebilir. Oluşturulan bu sistemin egemen söylemi, Yeşilçam’ın ticari sinema kalıplarına ve yıldız sistemine göre çalışan bir olguya sahip olmasıdır. Bu olgular Yeşilçam’ın ekonomik yapısı, yıldız oyuncu sistemi ve içerikle ilgilidir. 1960’lı yıllarda en parlak dönemini yaşayan bu sinema yapısı, ülkedeki ekonomik canlanmayla birlikte, sermayedarlarıyla sinemayı besleyen ve film yapma pratiğini etkileyen bir duruma gelmiştir. Yeşilçam film sektörüne sağlanan ekonomik girdinin çoğunluğu, yapım şirketlerinden ziyade, bir tür taşeron işlevi gören sinema salon işletmelerinden sağlanmıştır. Bu kuruluşların ticari öncelikleri Yeşilçam’ın film üretim koşullarını doğrudan etkilemiştir. Yeşilçam sineması için oluşturulan bu sistem, ticari sinema kalıplarına ve yıldız sistemine göre çalışan bir sektörün yaratılmasına neden olmuştur. Yeşilçam sineması denildiğinde onun bireyde yaptığı çağrışımların başında melodramlar gelmektedir. Melodramın Yeşilçam sinemasıyla bu kadar özdeş tutulması, dönemin sinema anlayışından kaynaklanmaktadır. Modern toplum idealinin ön çıktığı toplumsal dönüşüm ve değişimlerin yaşandığı dönemde melodram, geçmişten gelen değerleri yeniden işleyerek, yeni bir yaşam tarzı oluşturmuştur. Melodramların bu yaşam tarzında çekilen acılar, yaşanan mutluluklar, mağdur oluşlar, ayıran, birleştiren söylem biçimleri vardır. Bu nedenle, melodram sadece bir tür olarak değil, bir “yaşam tarzı” bir “bilinç” olarak ta tanımlanabilir. “Yeşilçam Sinemasında Melodramatik Anlatı Yapısı: İtham Ediyorum Film Örneğ” adlı bu çalışma, Yeşilçam sinemasının melodram yapısının incelenmesi üzerine kurulmuştur. Bundan dolayı çalışmada öncelikle tür kavramı üzerinde durulmuş, melodramların genel yapısı ve bunun Yeşilçam sinemasına yansıyış biçimi incelenmiştir. Bu incelemeden sonra dönemin filmlerinden olan ve türün özelliklerini taşıdığı düşünülen 1972 yapımı “İtham Ediyorum” filmi üzerinden melodram yapısının içerik ve biçim açısından analizi yapılmıştır. Çalışmanın yöntemi ise içerik analizi üzerine kurulmuştur. Bu yöntem ile eldeki veriler, çalışmanın yaklaşım düzlemine göre düzenlenmiş ve yorumlanmıştır.
TRT Akademi, 2017
Öz Çalışma, sinemanın filmler yoluyla seyircisiyle kurduğu ilişkiye odaklanırken, kentli çocuk izle-yici ölçeğinde günümüz sinema-izleyici ilişkisini anlamayı ve tartışmayı amaçlamaktadır. Sine-ma deneyimimizin ilk olarak gerçekleştiği ve şekillendiği yılların çocukluk dönemi olduğu, bu deneyimin bireyin gelecekte kuracağı izleyici/seyirci kimliğini şekillendireceği düşüncesinden hareketle, çocuk izleyici üzerine çalışmanın gerekliliğine inanılmaktadır. Filmin tamamlayanı olarak izleyici, bu çalışmada merkezî bir konumda ele alınmaktadır. Çalışma, seyircinin film izleme deneyimlerinin tarihsel olarak toplumsal, ekonomik, kültürel ve teknolojik gelişmeler sonucu farklılaştığını vurgular. Bu çerçeveden hareketle çalışma, yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu olanaklar ve kanallar sayesinde sinema-izleyici ilişkisinin değiştiğini; kent yaşamının izleyicisine farklı olanaklar, alternatifler sunarak izleme deneyimlerini zenginleştirdiğini ve yeni seyir biçimlerinin; dijital/sayısal tabanlı sinema deneyimlerinin ortaya çıktığını savlamaktadır. Tüm bu dönüşümlere paralel olarak küresel ve yerel özelliklere sahip olan sinema kültürümüz içinde izleyici ve deneyimleri de değişmektedir. Çalışma bu çok yönlü değişimlerin izlerini, be-lirli sınırlar içinde kalarak çocuk izleyici deneyimleri üzerinden sorgulamayı hedefler. Çalışma, Ankara şehrinde yaşayan ilk ve ortaokul çağında, 7-14 yaş aralığındaki çocukların film izleme deneyimleri, algıları ve anlam üretme biçimleri üzerinden çözümlemeler yapar. İngiliz Kültürel Çalışmalar geleneğinden yararlanan çalışma, izleyici deneyimlerinin ve anlamın sosyokültü-rel koşullar içinde inşa edildiği ve koşullara bağlı olarak değişebildiği fikrini benimsemektedir. Çalışmanın veri toplama aşamasında gözlem ve derinlemesine görüşme teknikleri bir arada kullanılmıştır.
Hakikat, Temsil, İnşa: Medyada Gerçeklik Krizleri (Ed. Yavuz Kerem Demirbaş), 2022
‘İleri Gerçekçilik/Post Realism’ sinemanın o bahsettiğim ilk anına dönüşün modern göstergesidir. Bir trenin gara girişi, film, kavramını henüz bilmeyen izleyici için nasıl yanıltıcı oldu ve gerçeğin illüzyonu şeklinde gözüktü ise, ‘ileri gerçekçilik’ de film kavramını bilen izleyiciye gerçeği film olmayan bir formla anlatmanın yöntemidir.
MOMENT, 2015
Yaren, Ö. (2015), “Göçmen Sinemasını Yeniden Düşünmek”, Moment: Hacettepe Ün. İletişim Fak. Kültürel Çalışmalar Dergisi, 2(1): 207-223. ISSN: 2148-970X.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.