Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2021, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi)
…
18 pages
1 file
Bu makalede öncelikle Rousseau ve Hegel’in mülkiyet ve özgürlük arasındaki ilişkiyi nasıl konumlandırdıkları ortaya konulmuş, daha sonra bu görüşler benzerlik ve farklılıklarıyla ele alınarak tartışılmıştır. Her iki filozof da özgürlüğü ‘isteklerin gerçekleştirilmesi’ olarak tanımlamasına rağmen, bu isteğin gerçekleştirilme koşullarına ilişkin farklı görüşler sunmuşlardır. Rousseau, özgürlüğü doğal bir hak olarak görmüş ve doğal bir hak olmayan, aynı zamanda insanın doğal hakkını da elinden alan mülkiyeti yozlaşmanın bir nedeni olarak tasarlamıştır. Öte yandan Hegel ise özgürlüğü insanlık tarihinin ulaşması gereken bir amaç olarak görmüş, mülkiyeti ise en temel hak ve özgürlüğün gerçekleşmesinin ön koşulu olarak tasarlamıştır. Bu ayrımların yanı sıra her iki filozof da benzer bağlamda mülkiyeti toplumsallığın bir parçası olarak yorumlamış ve mülkiyet fikrine yönelik olumlu ve olumsuz tavırlarını toplum anlayışlarıyla paralel tutmuşlardır.
2021
Öz Toplumun temellerini incelemiş olan filozoflar-Hobbes, Locke, Rousseau-toplumsal düzenin nasıl kurulduğunun ve içinde yaşadıkları toplumun yapısının analizini yapmışlardır. Bu analiz, ortak bir anlaşma yoluyla kurulan politik kurumların neden gerektiği ve toplumsal düzenin adaleti ve eşitliği getirip getirmediği sorularını beraberinde getirir. Adı geçen filozofların bu soruları yanıtlama çabası, onları bir doğa durumu tasvirine götürür. Doğa durumu tasviri ya da varsayımı da toplum öncesi hali betimler. Rousseau'nun doğa durumu tasviri ve uygar toplum analizi eşitliğin, adaletin, özgürlüğün ve ahlaklılığın nasıl bir düzende mümkün olabileceğini bize gösterir. Bu çalışmanın temel problemi, Rousseau'nun doğal durumundan toplumsal yaşama nasıl geçildiğine, toplumsal düzenin nasıl kurulduğuna ve toplumsal yaşamın yapısına dair görüşlerinin değişip değişmediğini göstermektir. Rousseau'nun başlangıç ve sonraki eserleri arasında toplumsallığa ilişkin düşüncelerinin değiştiğini söylemek mümkündür. Bu çalışma, değişen bu görüşleri açığa çıkarmayı hedeflemektedir. Abstract The philosophers who studied the foundations of society-Hobbes, Locke, Rousseau-made an analysis of how the social order was established and the structure of the society in which they live. This analysis raises the question of why political institutions established through a common agreement are necessary and whether social order brings justice and equality. The efforts of this philosophers to answer these questions lead them to a description of a state of nature. The description or assumption of the state of nature describes the pre-social state. Rousseau's description of the state of nature and his analysis of civilized society show us how equality, justice, freedom and morality are possible. The main problem of this paper is to show that Rousseau's views on how to transition from state of nature to social life, how the social order is established and whether the structure of communal living have changed. It is possible to say that Rousseau's thoughts on sociality changed between his early and later works. This study aims to clarify these changing views.
2020
V DİCLE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DERGİSİ YAYIN İLKELERİ 1. Yayımlanmak üzere dergiye gönderilecek yazıların yayımlanmamış ya da yayımlanmak üzere başka bir yere gönderilmemiş olması gerekir.
I Bundan 1,5 – 2 yıl öncesine kadar dünya çapında hegemonik bir güç haline gelen neoliberal birikim modelinin ortaya çıkardığı sonuçların insanlığın bugününü ve geleceğini olumsuz etkilediğini düşünen insanlar, bu gidişata ilişkin bir müdahele etme gereği duyduklarında söze genellikle " Tarihin sonuna gelindiğinin iddia edildiği şu günlerde... " diyerek başlarlardı. Bugün artık uzun bir dönem boyunca – özellikle iktisat alanında çalışma yapan – bir çok sosyal bilimci " tarihin sonu " nda olunmasından kaynaklanan tarih dışına itilmişlik konumundan kurtulmuş bulunmaktadırlar. Bu insanların, kendilerinin geçmişte kaleme aldıkları teşhislerin bugünkü kriz karşısında küresel kapitalizmin yürütücüsü konumunda olan ve komuoyunu bu doğrultuda yönlendiren organik aydınların ifadelerinde yankılanması karşısında pek de şaşırmış olmadıklarını tahmin etmek pek de güç değil. Bununla birlikte hala bu krizin nasıl aşılacağı konusunda ekonomiye yön verenlerin, krize yol açan neoliberal zihniyetin ideolojik öncülleri ile hesaplaşma noktasında olmadıklarını söylemek mümkündür. Bu noktada, bahsi geçen hesaplaşmanın kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemeye lüzum yoktur, en nihayetinde uygulanan politikalar sadece bir avuç insanın çıkarına olsa da hepimizin hayatını yakından ilgilendirmektedir. Ben de bu doğrultuda küresel kapitalizmi sahip olduğu devasa boyutlara ulaştıran, fakat öte yandan içinde bulunduğu krizin tohumlarını en başından beri bünyesinde taşımakta olan bu neoliberal* 1 anlayışın ideolojik öncülleri içerisinde belki de en kritik noktayı oluşturan özgürlük anlayışı üzerinde durmak istiyorum. Özgürlük fikri üzerinde duruyor olmamın nedeni, özgürlük idealine sahip çıkmamdan kaynaklanmaktadır. Neoliberal anlayışın, kendisi hakkındaki iddialarının aksine, insanların özgürleşmelerinin önündeki bir engel halini aldığını savunuyorum. Bununla birlikte, insanların bu dünya üzerinde barış içinde yaşamaları için önerilen alternatiflerin bu ideali benimsemesi gerektiği görüşündeyim. Özgürlük meselesini ele alırken niye Hegel gibi bugün için özgürlük ve demokrasi karşıtı olarak kabul edilen birinin görüşlerinden yola çıkmak gibi provakatif bir davranışta bulunduğumu 1
Fiscoeconomia, 2023
Anarşizm-Marksizm ilişkisini tarihsel olarak ortaya koyması bakımından kritik önemdeki Proudhon ile Marx arasındaki kuramsal tartışmaların dikkate değer bir boyutunu mülkiyet hakkındaki tezler oluşturmaktadır. Mülkiyetin kökeni ve gelişimine dair tartışmada Proudhon, mülkiyeti hırsızlık olarak nitelendirirken, Marx, mülkiyetin ancak ilgili dönemin toplumsal üretim ilişkileri çerçevesinde değerlendirebileceğini ortaya koymaktadır. Proudhon'un amacı, mülkiyetin olanaksızlığını açığa çıkararak, gasp edilme biçimlerini çözümlemektir. Bunu kötüye kullanma hakkı üzerinden ele alan Proudhon'da mülkiyet hukuki bir tasavvur olarak kavranarak, onu "doğal hak" şeklinde inşa eden yaklaşımlar eleştiriye tabi tutulur. Marx, tam da Proudhon'un mülkiyeti hukuki bir istenç şeklinde çözümlemesi nedeniyle ekonomik ilişkilerin bütününü genel hukuki tasavvur olarak mülkiyete indirgediğine dikkate çekerek, onun Brissot'un çok daha öncesinde kullandığı "mülkiyet hırsızlıktır" mottosundan öteye geçemediğini düşünür. Marx'ın bu düşüncesinde kendisine sağladığı dayanak, Proudhon'un ekonomi-politik eleştirisini, yine ekonomi-politiğin öncülleriyle yapmış olmasıdır. Bu çalışmada Proudhon ile Marx arasındaki mülkiyet merkezli ayrışma, ekonomi-politiğin gerçek bir eleştirisinin varsayımlarının Marx'ın Proudhon eleştirisinde nasıl konumlandığı üzerinden ortaya konulmaktadır.
Türk-Alman Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2021
Bu çalışma 1830’lu yıllara, daha doğru bir deyişle Hegel’in ölümünden IV. Friedrich Wilhem’in tahta çıkmasına (1840) kadar olan döneme odaklanmaktadır. Hegel Okulu’nun bu dönemdeki gelişiminin karakteristik niteliği güçlü bir temsilci yoluyla gösterilmelidir: Bu kişi, bu türden bir çalışma için ideal bir aday olarak görünen Eduard Gans’dan başkası değildir (1797-1839). Birçok başka şeyin yanı sıra Gans’ın çağdaşları tarafından Hegel’in pratik felsefesi alanında önemli bir otorite olarak görüldüğü şuradan da anlaşılabilir: Gans, 1832 ve 1845 yıllarında yayınlanan ve “Freundesvereinsausgabe”5 olarak anılan serinin Hukuk ve Tarih Felsefesi bölümleri (sırasıyla 1833 ve 1837) için editör olarak belirlenmiştir. Bize göre Gans’ın yazıları ve vermiş olduğu dersler, onun Hegel’den doğrudan ders alanlar arasında en yetenekli kişi olduğunu göstermektedir.6 Gans’ın 1830’lu yıllarda şiddetlenen “toplumsal meseleye” karşı Hegel Okulu içerisinde bir farkındalık geliştirmiş olduğunu hatırlamak, onun Hegel’in öğrencileri arasında sahip olduğu özel önemi göstermesi bakımından oldukça önemlidir.7 Tam da Gans’ın Hegel’in politik felsefesi konusunda tanınmış bir uzman olması sebebiyle, onun kendi çalışması, Hegel Okulu’nda idrak edilen özgürlük bilincinde ilerleme kavramına yönelik daha ileri bir gelişme için mükemmel bir temel ve ayrıca Hegel öğretisinin sınavdan geçmesi için de hakiki bir fırsat sunmuştur. “Özgürlük bilincinde ilerleme” bir yandan Hegel’in tarih felsefesinin çok geniş bir konusunu bildirirken, bu deyiş bir yandan da Hegelciler için o dönemde güncel bir siyasi noktaya da işaret etmekteydi: Prusya anayasa tartışmaları. Gans’ın mesleki yaşamına genel bir bakıştan sonra (I) bu çalışmada Hegel’in anayasa meselesine dair görüşlerinin Gans tarafından nasıl geliştirildiği incelenecektir (II). Gans’ın Hegel’in anayasa öğretisini aştığı, onun ötesine geçtiği örneklerin sunulmasının ardından, Gans tarafından yapılan geliştirmenin dayandığı felsefi ilkeler sunulacaktır.
The Journal of Academic Social Science Studies, 2018
Egemenlik düşüncesi, Batılı modern siyaset teorisini önemli ölçüde etkileyen olgulardan biridir. Jean Bodin (1530-1596) tarafından kralın mutlak iktidarının meşruiyetinin sağlanması adına XVI. Yüzyılda ortaya konulan egemenlik teorisi, kendisinden sonraki tüm modern dönem düşünürlerini etkilemiştir. Bu bağlamda devletin ve kralın meşru iktidarını birey-devlet ilişkisi üzerinden dizayn etmeye çalışan Thomas Hobbes (1588-1679) ile devletin ve kralın iktidarının iktidarlarını ‚sınırlama‛ adına önemli fikirler öne süren John Locke'un (1632-1704) görüşlerinin incelenmesi önemlidir. Çünkü bu iki İngiliz düşünürün Batılı modern devlet teorisinin daha sonraki düşünsel ve pratik gelişiminde etkileri muhakkaktır. Bu çalışmada öncelikle ‚egemenlik‛ olgusunun tarihsel çerçevede gelişimi, siyasal düşünceler tarihinin önemli düşünürlerinin görüşleri çerçevesinde ele alınacaktır. Daha sonra da egemenlik olgusunun siyasal ve sosyal boyutu ise Bodin'in görüşleri ağırlıklı olarak teorik bir analize tabi tutulacaktır. Daha sonra Thomas Hobbes ile John Locke'un egemenlik anlayışları hem ayrı ayrı incelenecek, hem de ikisinin egemenlik anlayışları bir karşılaştırmaya tabi tutulacaktır. Bu şekilde Hobbes ve Locke'un egemenlik anlayışlarının farklılıkları teorik olarak ortaya konulmaya çalışılacaktır. Böylece günümüzdeki Batılı ideolojik ve tarihsel olarak oluşmuş olan modern devlet anlayışının hangi düşünceler üzerinden değiştiği ve geliştiğine yönelik bir çıkarım yapmaya çalışılacaktır. Çalışmada konuyla ilgili birincil ve ikincil kaynaklar faydalanılacak ve ‚içerik analizi yön-temi‛ kullanılacaktır.
Bilim ve Ütopya, 2021
Hegel’in felsefesi bir özgürlük felsefesidir. Bu bakımdan onun felsefesi genel olarak modern felsefenin ve özel olarak Klasik Alman Felsefesinin doruk noktasını temsil eder. Modern felsefede empirik felsefe geleneği deneyimi, rasyonalist felsefe geleneği ise eleştirel düşünmeyi merkeze koyarak, gelenekçi Ortaçağ anlayışını ve feodal toplumu özgürlükçü bir bakış ile eleştirir. Bu bakımdan modern filozoflar antiklerden de farklıdırlar. Eskiçağ Yunan felsefesinin en kapsamlı kavramı mutluluktur. Özgürlüğü neredeyse tüm araçlarla bastıran Ortaçağ deneyimini dikkate alan modernler mutluluk kavramını dahi özgürlük kavramının içine yerleştirmiştir. Modernlere göre, özgürlük talebini yerine getirmeyen hiçbir şey, aklın muhakemesi karşısında yaşam hakkı talep edemez. Klasik Alman Felsefesi, modern felsefenin bu ilkesel yönelimini sürdürmekte ve Alman düşünce tarihine ve kültür dünyasına uyarlamaktadır. Hegel, ortaya koyduğu ve ancak Aristoteles ile kıyaslanabilecek ansiklopedik yaklaşımla burada söz konusu olan felsefi özgürlük hareketinin mirasçısı ve sürdürücüsüdür.
SİYASAL: Journal of Political Sciences, 2020
Öz: Bu çalışmanın amacı, modern devlet olgusunun belirmesi ekseninde yöneten-yönetilen kurgusunun dayandığı demokrasi anlayışındaki yurttaş tahayyülünün, en üst iktidar formunda "var edilmesi" sorununu Jean-Jacques Rousseau'nun teorik çizgisinde incelemeye tabi tutmaktır. İ ngiliz, Amerikan ve Fransız devrimleriyle görünür o lan temsili demokrasilerde meşruiyet kıstası olarak egemenliğin sahibi halkın kendisini ilgilendiren siyasal süreçlerde karar verici pozisyonda olmayışı, temsili rejimlerin gerçekte "demokratik" olup olmadığına yönelik tartışmaları da beraberinde getirir. Demokratik devrimlerin ardından temsil ile demokrasinin eşanlı/eşzamanlı düşünülmesi ekseninde görünür olan paradoksal birliktelik, döngüsel olarak bir yüzüyle geçmişe diğer yüzüyle geleceğe bakan Roma tanrısı Janus'a benzetilebilir. Temsili demokrasi anlayışında meşruiyet zemininin, mevcuttaki halk adına soyut bir kurgu olan ulusal "bir"liğe dayanması ve bu dayanak noktasını temsil pratiği aracılığıyla i nşa etmesi demokrasi ve temsil paradoksal birlikteliğini, " Modern Janus" kavramından hareketle analiz etmeyi mümkün hale getirir. Temsili demokrasinin yöneten-yönetilen ilişkisindeki kurgusu teorik düzlemde takip edildiğinde ise demokrasi ile temsil kavramları bağlamında analiz edilebilecek paradoksun nasıl ve hangi şartlarda ortaya çıktığını belirgin hale getirecektir. Bu haliyle temsili demokrasinin bir yüzüyle bireyi özneleştiren diğer yüzüyle de nesneleştiren "Modern Janus" olduğu iddiasıyla çalışmada, Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi ekseninde, temsil ve demokrasi olgularının paradoksal birlikteliği analiz edilecektir. Abstract: This study aims to examine the problem of "creating" citizen envisagement within a democracy. Its reference point for this is based on the ruler-governed construct within the framework of the occurrence of modern State phenomena in the utmost rulership form as considered through the theoretical perspective of Je an-Jacques Ro usseau. Th e fact that the people who are the sovereign force with regards to the policies they are engaged in are not in a position of decision-making, which is a benchmark of constitutionalism in representative democracy and thu s bri ngs abo ut the controversy as to whether or not these representative regimes are legitimately democratic. After the English, American and French Revolutions, the paradoxical co-occurrence of representation and democracy, which can be seen when they are considered simultaneously, can be seen to resemble the Roman God Janus with its cynically retro-and forward-looking faces. It is possible to analyze the paradoxical co-occurrence of representation and democracy with reference to the notion o f a " Modern J anus" because t he ground o f l egitimacy in th e conception of representative democracy is not only based on an abstract fiction of national unity for the presently existing public, but also because this base is constructed through the practice of representation. When the fiction of representative democracy in the relationship between the ruler and ruled is traced theoretically, it becomes apparent how and under which conditions the occurrence of the paradox to be analyzed in the context of the notions of democracy and representation emerges. The paradoxical association o f representation an d democracy wi ll be analyzed in reference to Rousseau's So cial Contract through the suggestion that such representative democracy is a Modern Janus, which on the one hand regards individuals as a subject while also objectifying them on the other hand.
Hegel’de Kendilik Bilincinin süreçlerinden biri olarak ele alınan Efendi-Hizmetkâr ikiliği, diyalektiğin işleyişine rağmen, modern hayatın ve modern bireyin varlığında donakalan bir zamanın ve ilişki biçiminin temsili mi?
7. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı I, 2018
"İdeolojinin tarihi yoktur" ve "Siyasal bir totalitedir": Bu cümleler, sırasıyla, Louis Althusser ve Carl Schmitt tarafından zikredilmiştir. İlk bakışta bu iki yargı arasında herhangi bir benzerlik tespit etmek zor olabilir. Fakat bu iki filozofun düşünceleri üzerine yapılacak derin bir araştırma Althusser'in ideoloji tanımıyla Schmitt'in siyasal fikri arasındaki yakınlığı gösterecektir. Bu yakınlık iki teori arasındaki derin irtibatı ortaya koyacağı gibi aynı zamanda Schmitt'in teorisinde doldurulmayan bazı boşlukların Althusser tarafından nasıl doldurulduğunu da gösterecektir. Literatürde, son yüzyılın hem düşünsel hem de siyasal serüveninde önemli yer tutan bu iki ismin eserlerini beraber ele alan bir çalışma bulmak pek de kolay değil-Öz: Althusser için ideoloji reel koşullarla kurulan hayali ilişkilerin hayali bir temsilidir ve ideolojinin çelişkiyi var eden üretimi insanların ideoloji ile kurduğu bu hayali ilişki tarafından sağlanır. Öznelerin reel koşullarla kurduğu bu hayali ilişkiye dair bir ipucu Schmitt'in teorisinde görülmemektedir. Bu eksiklik Schmitt'in ortaya koyduğu "karar" teorisinde kararı (yeniden) üreten unsurun ne olduğu sorusunu cevapsız bırakmaktadır. Ayrıca Althusser ideolojinin bir tarihi olmadığını ve tarihin failsiz bir süreç olduğunu söyler. Eğer ki karar ideolojinin mekanizmaları tarafından halihazırda verilmişse, Schmitt'in zikrettiği manada karar veren bir failden söz etmenin imkanını sorgulamak gerekir. Diğer kritik nokta siyasal kararın yeniden üretimiyle ilgilidir. Schmitt' e göre, egemenlik siyasal kararın sonucunda ortaya çıkar. Fakat, egemenliğin tekrar nasıl üretileceği ve muhafaza edileceği hususunu Schmitt'te bulmak mümkün değildir. "İdeoloji" ve "siyasal" arasında bahsedilen teorik yakınlığa rağmen, literatürde bu konuya yaklaşan yeterli çalışma bulunmamaktadır. Bu makale aynı zamanda Althusser'in ideoloji teorisiyle Schmitt'in siyasal teorisi arasındaki ilişkiye bir giriş sunmayı amaçlamaktadır. Bu minvalde, öncelikle Althusser ve Schmitt'in ideoloji ve siyasal teorileri anlatılarak aralarındaki irtibatlara temas edilecektir. Sonrasında Althusser'in tahayyül teorisinin Schmitt'in teorisine dair bahsedilen boşlukları nasıl tamamlayabileceği tartışılacaktır. Makale, ilgili birincil kaynaklar esas alınarak yazılmıştır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
SineFilozofi, 2021
Ankara Barosu Uluslararası Hukuk Kurultayı, 2020
Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 21 (Bahar 2009), s. 3-37.
sosyal ve beşeri bilimler dergisi
Türkiye'de Ekonomi, Yönetim, Siyaset Üzerine - V / Foucault'nun Bir Yöntem Olarak Özgürlük Etiği, 2024
Alacakaranlıkta Hegel'i Düşünmek, 2021
Demokrasi Felsefesi: Klasik ve Modern Yaklaşımlar, 2020
Rousseau Siyaset Felsefesi Üzerine Bir Çalışma, 2013
Karaelmas Egitim Bilimleri Dergisi, 2014
ESAM Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2021
Journal of International Social Research, 2016
Felsefe Dünyası, 2021
Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019
Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2021
DergiPark (Istanbul University), 2022