Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2020, Yetmişli Yıllarda Türk Sineması, Mete Kaan Kaynar (der.) Türkiye'nin 1970'li Yılları, İstanbul, İletişim Yayınları
Calışmada kullanılan kaynaklar, kitabın genel yapısı gereğince tüm kitabın sonunda yer almaktadır.
1950'li yıllar döneminin en ilginç özelliklerinden biri, piyasa romanı olarak adlandırılan romanların filme çekilmesidir. Bunlara örnek olarak Kerime Nadir, Muazzez Tahsin, Esat Mahmut uyarlamaları örnek olarak verilebilir. Bu tür filmler özellikle İstanbul'da geçen gündelik hayatı bir ölçüde şekilsiz modernleşmeci bir tarzda ele alınan filmlerdir. 1950–1960 yılları arasında iyice yaygınlaşan piyasa romanları uyarlamaları Türk sinemasında izler bırakmıştır. Türk sineması birkaç istisnanın dışında ne yazık ki içi boş öyküler, hiçbir kalıcı sinema dili olmayan fotokopi gibi çoğaltılmış senaryolarla romanlardan aşırılmış repliklerle, yeteneksiz oyuncu ve yönetmenlerin yer aldığı bir komedi, bazen de bir acıklı melodrama benzer. 1960 darbesine gelene kadar Türkiye'de yıllık film üretimi sekseni bulmuştu. Vasıflı birkaç yönetmen dışında çoğu sinemacı, yıldız sistemine dayanan ve seyircinin duygularına hitap ederek sadece vakit geçirtmeyi amaçlayan bir sinema kültürü oluşturdular. Sinemanın çok büyük bir maddi yatırım gerektirmeyen iyi bir kazanç kapısı olduğunu sezen girişimciler, Yeşilçam Sokağı'nın çevresini film yazıhaneleriyle doldurmuşlardı. Filmin iyi bir gişe yapmasının en kolay yolu, başarılı olmuş filmlerin taklit edilmesiydi. Yetişmiş insan gücünün ve teknik cihazların eksikliği bile film üretiminin artışına engel olamadı. Sanat birikimi ya da estetik kaygısı olmayan sinemacılar el yordamıyla ve bir-iki en fazla 4 hafta içinde çektikleri; Mezarımı Taştan Oyun, Sevmek Günah mı, Affet Beni Allah'ım vb. filmlerle yeni bir işkolunun doğmasını sağladılar. Kötü kalpli zenginler, temiz kalpli yoksul kızlar ve delikanlılar, namus uğruna işlenen cinayetler, kötü yola düşmüş ama altın kalpli fahişeler, gibi klişeler git gide yerleşti. Bu dönemdeki filmleri izleyenler o yılların Türkiye'si hakkında filmlerde, filmin çekildiği yerin görüntüleri dışında hiçbir şey bulamazlar. Kendi tarzını oluşturan, sinemayı sanat olarak gören, ayağı yere basan sinemacılar her zaman oldu. Sayıları az da olsa bazı yönetmenler sinema sanatına katkıda bulunmaya devam etti. Ancak Yeşilçam sinemasının ana yolu her zaman seyircinin beklentisine göre film çeken ve sinemayı sırf eğlence amaçlı kullanan sinema tüccarlarınındı. Yeşilçam yapımcıları filmlerden büyük paralar da kazandılar. Ancak bu gelirler hiçbir zaman sinemamıza altyapı kazandırmak için harcanmadı. Birkaç saatte yazılmış veya gişe başarısı yakalamış yabancı filmlerden uyarlanan senaryolarla filmler çekildi. Yeşilçam sinemasında 2 filmleri birkaç türde toplamak mümkündür: Birbirinin sonsuz sayıda kopyası gibi duran ağdalı melodramlar, tarihi olayları işleyen kahramanlık filmleri, Hazreti Ali, Rabia gibi konularla dini duygulara seslenen filmler, yoksulluk ve diğer sıkıntıları öne çıkartan yapımlar ve dünyanın belki de hiçbir ülkesinde olmayan Süpermen, Zagor, Tommiks, Tarzan, Batman gibi yabancı çizgi roman ve Western uyarlamaları… 1 Şair, Yazar. " Atlantik Medya ve Prodüksiyon " şirketinde yapımcı ve yönetmen, [email protected] 2 Yeşilçam'ın ağırlıklı üretim türü olan melodram, 18. yüzyılda tiyatro ve operada ortaya çıkan, sinemaya ise 20. yüzyılda geçen Batı kaynaklı bir tür olarak bilinmektedir.
2016
Doğal biyolojik bir süreç olarak ele alındığında tıp biliminin bir alt dalı olan yaşlılık olgusu, dünya nüfusundaki yaşlı sayısının artmasına bağlı olarak kazandığı önemle birlikte giderek toplumsal bir boyut da kazanmış ve kısa zamanda gereontoloji (yaşlanma ve yaşlanma bilimi) adı altında disiplinler arası bir alanda konumlandırılmıştır. Yaşlılık olgusunun toplumsal boyutu, yaşlının verili sistem içerisindeki konumu ve bu konumu belirleyen sosyo ekonomik ve sosyo kültürel koşullar gibi alt başlıklarla ilgilidir ve bu alt başlıklar da mevcut politik uygulamaların bir yansıması niteliğindedir. Bu çerçeveden bakıldığında, köken olarak geleneksel bir toplum olan Türkiye'de yaşlılık olgusuna ya da yaşlıların bu günkü konumlarına ilişkin bir değerlendirmenin, modernleşme sürecinden ve bu sürecin özgün sosyo kültürel ve sosyo ekonomik koşullarından bağımsız olması mümkün görünmemektedir. Yaşlılara ilişkin söz konusu konumun başta batılı ülkeler olmak üzere çağdaş toplumların genelinde yeni bir 'öteki'ne doğru kayma gösterdiği düşünülmektedir. Bu bağlamda modernleşme süreci içerisindeki geleneksel toplumlarda da bu 'ötekileştirme' sürecinin er ya da geç başlayacağını öngörmek mümkündür. Bu sürecin sinemadaki yansıması ise yaşlılık olgusunun sinemadaki temsiliyet biçimleri açısından ilgi çekici görünmektedir. Bu çalışmada yaşlılık olgusunun temsiliyet biçimleri, modernleşme sürecinin Türkiye'deki sosyo politik ve sosyo kültürel yansımaları perspektifinde incelenecektir. Bu bağlamda 1990 sonrası Türkiye sinemasında yaşlılık olgusunun nasıl temsil edildiği, bu temsiliyetin yeni bir 'öteki' inşasına hizmet edip etmediği ve egemen yaşlılık algısının yeniden üretilmesi yerine alternatif bir temsiliyetin ortaya konulup konulmadığı gibi değişkenler sorgulanacaktır. Çalışmada niteliksel içerik analizi yöntemi kullanılacak ve seçilen filmler yukarıdaki sorular çerçevesinde analiz edilerek sosyolojik bir perspektiften eleştirel bir bakış açısı ile yorumlanacaktır.
Bir eğlenme biçimi olarak sinema da bu değişimden payını aldı ve kitlelerin gündelik yaşam kültürünün giderek ağırlığı artan bir parçası haline geldi. Sinemacılar Dönemi de, işte sinema endüstrisinin bu sıçrayışına paralel olarak, Türk Sineması’nda yeni bir dilin, duygunun, anlayışın ve tekniğin mayalandığı dönem oldu.
Lapseki Meslek Yüksekokulu Uygulamalı Araştırmalar Dergisi, 2021
İnsanlık sinema aracılığıyla; toplumların kültürel, sosyal ve ekonomik birçok durumuna şahitlik etmiştir. Sinema filminin konusu ne olursa olsun aslında bizlere çekildiği dönemdeki insanların yaşadığı hayatı anlatmaktadır. Bu öğrenmeler bizlere bugünün inşasına dair ipuçları verebilmektedir. Görselliği üzerinden hikâyenin kurgusunu güçlendirirken; belirlediği toplum kesimlerinden aldıkları karakterler ile o toplumsal kesimin özelliklerini aktarmaktadırlar. Kamu personeli de sosyo-ekonomik manada bir toplum kesimini oluşturmaktadır. Çalışmada Türk Sineması’nda kamu personelinin mevcut tiplemeleri üzerinden, sosyal, politik ve ekonomik okuması yapılmaya çalışılmıştır. Bunun için 1960-1990 yılları arasında çekilmiş 3000’e yakın film arasından en çok izlenenler seçilmeye çalışılmıştır. Yapılan sinema filmlerinin tümünü izlemek ve ulaşmak mümkün değildir. Gösterime sunulan tüm filmleri irdelemek daha kapsamlı bir çalışmayı gerektirmektedir. Bahsi geçen yıllar arasındaki sinemalardan; kamu personeli tiplemelerinin işlendiği ve bulunduğu filmler incelenmiştir. Türk filmleri arasından kamu personeli tiplemesi bulunan yirmi bir tanesi çalışmamızın içeriğini oluşturmuştur. Çalışmada, saydığımız sinema filmleri veri olarak kullanılmış, içerisindeki karakterler seçilerek, betimsel ve derinlikli bir yöntemle aktardıkları özelliklere bakılmıştır.
ı 960'LAK TÜRKİYE'siNDE SiNEMADAKİAKIMLAR Mukadder ÇAKIR AYDII'I· i. 1960'LAR TÜRKiYE'si VE SiNEMA ORTAMı 19-50'ler bayunca Demokrat Parti iktidarını yaşa-. yan Türkiye'de, bu dönemdeki en önemli deilişiklik, Cumhuriyetin kurulmasından beri uygulanan devletçi Politikanın yerini, özel ekonomi polilikaSlnın alması oldu. Tasarrufçu ve~retimö zi~niyet yerine, tükelime dayçlı ekonominin tukelımcı kulıuru dbrt bır yanı kuşalarak geniş çaplı sosyal bir devingenliile, deilişi me yal açlı. Kalkınan bir ülkenin eilitim ve aydınlan maya dayanan feıSefesininyerini eillenceye ve vakit öldürmeye dayalı bir felsefe aldı. Bilinç endüstrisinde sanat ve külıür konuları, sıradan okuyucuyu cezbedecek formatlarla basit ve yüzeysel tarzlarda sunulmaya başlanırken, toplumun her kesimi, bu kültürden kendine düşeni gerektiili gibi alıyordu. Devlelin, girişimciliili, fırsatç'l,il' ve zengin olmayı kışkırtan politikasından varsı! ve yoksul kesimlere farklı seçenekler düştü. Kenile yoşayon kesimler Amerikan kültürü ile lanışırken, çarpık yönıemlerle uyumlanmaya çalıştıkları bu kültür ve yaşam tarzı, önce popüler sonra magazinel bir süreç izledi. Diiler tarafıa köylerdeki kırsal nüfusun payına düşen ise kente göç elme seçeneili idi. Iç-göç, kapitalizmin acımasız yöntemleriyle birleşerek sessiz oma kalabalık Y'il'niarın çok hırpalanacail' uzun bir süreci başlatlı. Şehirdeki nüfusun rahatsız alduilu, davelsiz gelivermiş olon bu insanlar Türkiye'yi ·gecekandu· gerçeQi ile tanıştırırke.n, Türkiye ı ?60 .Ihliıaline, palilik, ekonomik ve sosyal açıdan böylesıne karmakarı şık bir ortamda girmiş oldu. Yani Türkiye, ihtilalli de olsa, gerçek kapitalizme doQru dolu-dizgin yola çık mıştı. 27 Mayıs ı 960, herkes için oIduilu gibi Türk Sineması için de bir dönüm nakıası oldu. Ancak ı 960'Iarın sinema orlamını deilerlendirmeden önce bu aşamaya nasıl gelindiğini tarihsel açıdan kısa do olsa hatırlalmakla fayda var: Türkiye sineması başlangıcından ı 938'Iere dek {ı 9 ı 4ı 938)tiyotrocuların elinde kalmış, ülkedeki tek parli rejimini simgelercesine Muhsin Ertuğrul'un tekelinde uzun bir süreç yaşamıştır. ı 938'den itibaren sinemacıların geldiili bir süreç başlar. ı 950'ye dek süren bu ·Geçiş Döneminde· geleceilin sinemacıları yetişeceklır oma Türk sineması hala tiyatronun etki-• Marmara Üniversitesi /lelişim Bilimleri Fakültesi Araş !Irma Görevlisi 12 .ı5 --I\7"ItE (l'T1TL S: 2.1 Muhsin Ertuğrul Türkiye sinema,:ı beJlangıcından 1938'Iere dek (1914~1938) fiyatrocuların elinde kalml:Jı . ülkedeki tek parti rejimini simgelereesine Muhsin Ertuğrul'un tekelinde u:r.un bir süre~yaJaml~tır. sinden kurtulup, ;;endi sanat diline ulaşamamıştır. Asıl toparlanma dönemi ı 950-1959 yılları arasına rasılar. Bu hem sanalsol, hem de endüslrileşme anlamında böyledir. Oyuncuların ve teknisyenlerin yetiş· mesi, sinema eleşlirmenliilinin gelişmesi, sinema dergilerinin ve kiıoplarının çıkmaya başlaması, aydınların Türk sineması ile ilgilenmesi bu yıllarda olur. Çekilen filmlerin sayısında, salonların sayısında ve izleyici sayısında arlış da yine öyle Bu süreç, özellikle 1.955'den sonra yoQunlaşmıştır {ı i. Nijal Ozön'ün belirliiili üzere ı 950-ı 960 arası ellinin üzerinde yönelmen olmasına railmen,. bunlardan çok azı dikkale deijerdir Onlar do luıfı Akod, Melin Erksan, Alıf Yılmaz, Osman Seden, Memduh Ün gibi, ı 960'Iar bayunca do adını duyuracak olan yönetmenlerdir. Başarılı çalışmalarına rağmen' filmlerindeki sinemasal düzeyin hala geri kalmasın-./ da, dönemin son derece çalkantılı, gerici ve baskıcı bir dönem olmasının da payı belirtilmelidir. Bir yandan demokratik problemler yaşanmakta, diğer yandan ekonomik sarsıntılar içinde gerici eğilimler hu-::::~..
Bu yazı, Soma Maden Faciasında 13 Mayıs 2014 günü yaşamını yitiren 301 madenci işçimize, ve onların temsilinde Türk İşçisinin hak ve emek mücadelesine derin acıyla adandı. Editörlüğünü Eylem Atakav'ın Türk sineması için üstlendiği ve yayınevinin 'Dünya Sineması' dizi yayınından çıkan bu çalışma İngilizcede bir ilk. Bu rehber yayın, editörün ifadesiyle çağdaş "Türkiye sineması"nı keşif anahtarları, anlamlar, söylemler, sorunlar, yönetmenler, senaristler, filmler, oyuncular; kamera adamının önünde ve arkasında kadrajı için rol alanları zamana yerleştirerek tematik manzarada sunmaktadır. Sinema hakkında zaman zaman okurlar ve ister hollywoodundan isterse bollywoodundan tüm nasyonal / transnasyonal tanımlı olsun temelde ulusal sinemalar, bunun içinde kendi sinema dilini yaratarak ulusal, yerel ve evrensel insanlık durumunu ortak ve farklı noktalarda kesiştiren, felsefesini doğuran çağının ayrıksı yönetmenleri, sinema adamları, oyuncularının da filmografilerini izleyenin sıfatı sinema izleyicisi. Tabi bu izleyici saf izlemek için de izler bir filmi. O bir sinema severdir. Sinema pop---art. Sinema eğlencelik. Dergimize gönderilen bu yayın, bir Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 11. Sayı: 1 . Mart 2014 236
Sinecine Sinema Araştırmaları Dergisi, 5(2), 113- 120., 2014
Türkiye'nin 1950'li Yılları, İletişim yayınları, 2015
Türk Sinemasında Azınlıklar, 2020
Lozan Antlaşması’nda belirlenen “azınlık” kavramı çerçevesinde değerlendirilen Türkiye’deki Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımız, sinemanın Osmanlı topraklarına gelişinden bugüne kadar Türk sinemasının üretimine, azalarak da olsa, katkıda bulunmuşlardır. Bu azalmada, Mübadele ve Kıbrıs Meselesi gibi sorunlar nedeniyle, Rum vatandaşların aşama aşama Türkiye’den ayrılmaları etkili olmuştur. Ermenilerin tiyatro, Rumların fotoğrafçılık ve Yahudilerin işletmecilik alanındaki tecrübeleri onların sinema alanındaki faaliyetlere katılmalarını kolaylaştırmıştır. Tiyatro ve fotoğrafçılık gibi sinemayla ilişkili alanlardaki tecrübeleri sayesinde onlar; yapımcı, işletmeci, teknisyen, görüntü yönetmeni, ses mühendisi ve kurgu teknisyeni gibi sinemanın çeşitli alanlarındagörevler üstlenmişlerdir. Türk sineması ile azınlıklar arasında kurulacak diğer bir ilişki de onların sinemadaki temsil edilme biçimleridir. Azınlıkların Türk sinemasındaki temsili, geleneksel Türk tiyatrosu olarak nitelenen Ortaoyunu ve Karagöz gösterilerindeki temsillerden etkilenmiştir. Bu filmlerde Rumlar, meyhaneci ve çeteci; Ermeniler görgü öğretmeni ve ev sahibi; Yahudiler ise kuyumcu ve tefeci olarak temsil edilmişlerdir. Bu çalışmada, elde edilen bilgiler ışığında Azınlıkların sinema üretimine katkıları ve filmlerdeki temsilleri, betimsel yöntemle ortaya konulmaya çalışılmıştır. Turkey’s Greek, Armenian and Jewish citizens, officially recognized as “minorities” in Lausanne Treaty, contributed to the production of Turkish cinema since the Ottoman era until today, albeit in a decreasing manner. Problems such as the population exchange and Cyprus crisis which ended up with the Greek citizens’ departure from Turkey led to their decreasing role in cinema. The experiences of Armenians in theater, Greeks in photography and Jews in business administration made it easier for them to participate to the activities in cinema. By their experience in theater and photography as cinema-related fields, they took up roles in different cinematic professions such as producer, manager, technician, director of cinematography, sound engineer and editor. Another relation that can be established between Turkish cinema and minorities is their representation in cinema. Representation of minorities in cinema has been influenced by the representations in light comedies and Karagöz shows which are regarded as traditional Turkish plays. In these films, Greeks have been represented as barkeepers and gangsters, Armenians as tutoresses and landlords, and Jews as jewelers and usurers. Based on the gathered historical information, this research points out the contribution of minorities in cinematic production and their representation in films through a descriptive method.
YeniFİLM , sayı:21, Kasım Ocak 2010 slr:35-41. , 2010
2004) filmi ise bu gövdenin en nevi şahsına münhasır örneğidir. Yönetmenin kısacık ömrü yetmediği için bir film yapma tarzı olarak üzerine fazla laf söylemek doğru olmasa da eğer devam edebilseydi bu gövdenin yenileştirici ve çoğaltıcı kaynağı olma potansiyeli Uluçay'da yatmaktaydı diye düşünüyorum. Ne yazık ki ancak kısa filmleriyle birlikte bu uzun film üzerinden konuşma şansımı var. Bu gün bazı yönetmenlerimizin bakir bir alan olarak içine girebilmeyi umduğu Anadolu halk kültürü ve bu kültürün çok dilli çok inanışlı çok dinli dünyasının imgeleri Ahmet Uluçay'da hayat buluyor, büyülü bir dünyanın tuhaf, yalın ve zengin görselliği bizi şaşkın bırakıyordu. Ahmet Uluçay bu toprakların çok dinli çok dilli sözlü geleneğini de imgelerden oluşan o masalsı ve büyülü sinema dünyası kadar maharetle kullanarak bambaşka bir sinema yaratmıştır. Ümit Ünal'ın Gölgesizler (2008) filmi tuhaf bir eşikte duruyor Türkiye sineması için söylediğim dar vakitte eşikte ve yerçekimsiz cümlesi Türkiye sinemasının farklı gövdeleri, eğilimleri arasında da oluşmuş olan eşiklerden birinde duruyor. Birinci grupla ikincisi arasında hem ruhen hem tarihsel toplumsal ve kültürel olarak oluşmuş eşikte bekliyor. Bu eşiği tanımlayabilmek oldukça zor. Benim bu eşiği kavramaya çalışırken ürettiğim bir çözümleme var. Bu çözümlemeye beni yönelten iki kaynağa da borcu ödemeliyim. Bu kaynaklar kendi dönemdaşım iki edebiyat kuramcısından geliyor. Bana esinlenme veren birinci kaynağım Meral Asa ve onun Fazıl Hüsnü Dağlarca üzerine yaptığı ve Viyana üniversitesine sunmuş olduğu doktora tezi. 1 Bu tezi okuma şansım olmuş ve etkilenmiş ve beğenmiştim. Ama asıl önemli olan ben bu filmlerin dünyası nasıl bir dünyadır diye kendime soru sorarken insana şiirin yaptığına benzer bir etkiyle Asa'nın Dağlarca'nın Sığmazlık Gerçeği meselesi üzerine olan analizlerinin çağrıştırdıklarıydı. Diğer esin kaynağım ise her çalışması ile etkili bulduğum Nurdan Gürbilek'in son iki kitabının düşündürdükleri oldu. 2 Kendisine her çözümlemesinde katılmasam da bazen hatta tamamen farklı da düşünsem bile Gürbilek tahlillerinin de yine iyi şiirler gibi insanın zihnini üretken bir çağrışımlar alanına açtığını, yeni sorular sordurduğunu ve bana hep zenginleştiren besleyici bir dünya kattığını
Sinecine, 2012
1990'lı yıllarda Türkiye sinemasının sorun ve konu alanının çeşitlenmesinde yeni yönetmenlerin sinemaya girişi ve Türkiye'nin geçirdiği sosyo-politik dönüşüm etkili olmuştur. Böylelikle geçmişte klişelerle temsil edilen ya da yok sayılan gayrimüslim azınlıkların ve Kürt kimliklerinin temsil edildiği ve tarihsel süreçte uğradıkları ayrımcılık ve asimilasyon süreçlerinin görünür hale geldiği filmlerin çekilmesi mümkün olmuştur. Bu çalışmada bunlar arasında yer alan Güz Sancısı ve Fırtına'nın çözümlenmesi aracılığıyla, filmlerin Türk ulusal kimliğine ve Kürt ve Rum kimliklerine dair ne söylediğinin, ayrımcılığı ve asimilasyon süreçlerini sorgularken egemen devlet söylemini yeniden üretip üretmediğinin araştırılması amaçlanmaktadır. Ayrıca tarihsel bir süreci hangi temsil stratejilerinden ve anlatısal kodlardan yararlanarak öyküleştirdikleri ve farklı kimlikleri inşa ederken hangi özdeşleşme ve dışlama mekanizmalarına başvurdukları da sorgulanacak diğer noktaları oluşturmaktadır.
LaborComm 2013 Bildiriler Kitabı , 2013
1896 yılında Lumiere Kardeşler tarafından Fransa’da icat edilen sinematografın İstanbul’a girişi, Osmanlı’nın son dönemlerine rastlamaktadır. Türkiye’de sinemayla ilgilenen ilk isim Enver Paşa olmuştur. Enver Paşa I. Dünya Savaşı sırasında Almanya’yı ziyaretinde Alman ordusunun Ordu Film Dairesi kurduğunu görmüş, sinemanın ne kadar önemli bir araç olduğunun farkına varmış ve Türkiye’de Bir Ordu Film Dairesi kurulmasını sağlamıştır. Ordu Film Dairesi’nin başına önce Sigmund Weinberg, sonrasındaysa yardımcısı olan Fuat Uzkınay getirilmiştir. Fuat Uzkınay ile göreve gelmesiyle birlikte birçok kaynakta Türk Sinemasının ilk filmi olarak gösterilen 1914 yapımı “Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı” adlı belge filmi çekilmiştir. İlk dönem çekilen filmlerin tamamı belge film niteliğindedir ve devletin desteğiyle gerçekleştirilmiştir. 1922 yılında Muhsin Ertuğrul ile birlikte Türk Sineması açısından yeni bir dönem başlamış ve Türk Sineması Türk Tiyatrosu’nun etkisi altına girmiştir. Ertuğrul daha çok kendi oyunlarının filmlerini çekmiştir. Bu dönemin belirleyici özellikleri, kentsel, tek parti döneminin kültür ideolojisiyle ve siyasetiyle bütünleşmiştir. 1922 yılından 1939 yılına kadar geçen 17 yıllık Muhsin Ertuğrul dönemiyle ilgili Alim Şerif Onaran (1999, s. 20) “Türk Sineması” adlı çalışmasında şu tespitleri yapmıştır: Tiyatrocular deyimiyle çoğul olarak ifade ettiğimiz halde bu döneme, oyuncular dışında tek bir tiyatrocu, Muhsin Ertuğrul egemendir. Dünyanın hiçbir ülkesinde, o ülkenin sinemasına 17 yıl süreyle tek bir sanatçının egemen olması görülmemiştir. Bunun nedeni, o yıllarda, sinemamızda, stüdyo çalışmalarımızda deneyimli yönetmen olarak Ertuğrul’dan başkasını bulunmaması, bulunsa da böyle bir işe ilgi duymamasıdır. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber Türk Sineması yeni bir döneme girmiştir. 1939 ile 1952 yılları arasını kapsayan ve Tiyatrocular Döneminden, Sinemacılar Dönemine geçişi simgeleyen bu dönem; sinema tarihçileri tarafından “Geçiş Dönemi” olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde Muhsin Ertuğrul’un dışında birçok yönetmen ortaya çıkmıştır. Bu yönetmenlerin çektiği filmler konu açısından Tiyatrocular Döneminden çok da farklı olmamakla birlikte, özellikle Mısır ve Amerikan melodramları Türk Sinemasını etkisi altına almıştır. Çekilen birçok film, ya Mısır ya da Amerikan melodramlarını yeniden çevrimleridir. Toplumsal ve siyasal konular hemen hemen hiç işlenmemiştir. Erman Şener (Şener’den akt. Uçakan; 1977, s. 19) bu dönemi şöyle değerlendirmiştir; “Türkiye’de kuruluş halindeki sinema, kendisini içinde yaşadığı toplumun bir köşesi saymamakta, olaylara sırt çevirip, kendi türkülerini söylemeye devam etmektedir.”
Kocaeli Üniversitesi Mimarlık ve Yaşam Dergisi, 2023
Türkiye'de özellikle iç mekânların önemli bir kısmının belgelenmediği ve bu nedenle günümüzde bu anlamda literatürde ciddi bir boşluk olduğu söylenmelidir. Literatürdeki bu eksikliğe karşın yakın dönemki çalışmalarda, çeşitli araştırma yöntemleri ele alınmıştır. Bu yöntemlerden biri de 1960-1980 aralığında, iç mekânları çoğu zaman özgün halleri ile kullanan Türk Sineması’dır. Bu çalışmada ise yine literatüre katkıda bulunmak ve literatürdeki boşluğu doldurmak amacıyla, 1960-1980 aralığına tarihlenen sekiz seçili film (Küçük Hanımefendi (1961), Seven Kadın Unutmaz (1965), Tatlı Meleğim (1970), Tatlı Dillim (1972), Gülizar (1972), Tanrı Misafiri (1973), Ah Bu Gençlik (1975) ve Ne Olacak Şimdi (1979)) üzerinden bir inceleme yapılmıştır. Bu filmlerin seçilmesinde, filmlerde yer alan iç mekân çeşitliliği; özellikle filmlerin ofis ve konut iç mekânlarına ilişkin veriler sunması önemli rol oynamıştır. Bu çalışma kapsamında, hem çalışma/ofis hem konut mekânlarına dair bir anlatı sunan sunan seçili filmler aracılığı ile mimari mekânlara ilişkin bir okuma yapılması ve bu mekânların tarihlendikleri dönemlerin vurgulanması hedeflenmiştir. Bu filmlerde iç mekân kurguları ve elemanları ele alınırken aynı zamanda, 1960-1980 aralığında karşımıza çıkan tasarım yaklaşımlarına, mobilya ve aydınlatma gibi mekânsal unsurlara dair özellikler karşılaştırmalı analiz yapılarak incelenmiştir. Böylece Türkiye’de iç mekânlarda uluslararası tasarım anlayışı ve trendlerinin benimsenip benimsenmediği anlaşılabilmiştir.
Kent Akademisi
Migration, which is a permanent displacement movement within the borders of the country, is called internal migration. With the effect of industrialization and mechanization in agriculture, migration from rural to urban began in Turkey after 1950. Most of the migrations have been to Istanbul. As a result of migrations, there have been some positive and negative changes. These changes in the social structure and in the cities have also attracted the attention of cinema and have been the subject of films since the 1960s. The aim of this study is to examine the migrations from rural to urban areas between the years 1950-1960 and the reflection of these migrations on cinema. Relational research method was used in the study. Within the scope of the method used, the relationship between internal migration and cinema was determined and the effect of this relationship on the films was revealed. Five films were selected to be used in the study; These are the films "Gurbet Kuşları, The Endless Road, The Bride, Wedding and Diet". As a result of this study, it has been shown how the effects of rural-to-urban migrations experienced in Turkey in the 1950-1960 period on society and cities are reflected through the art of cinema. In addition to the deterioration of the traditional family structure, unemployment, and adaptation problems, urbanization problems such as squatting are also discussed.
Bu çalışmada, Türk Sineması’nın 1950 – 1975 Yılları Arasındaki Döneminin Sinema Dili Açısından İncelenmiş ve bu dile etki eden faktörler saptanmaya çalışılmıştır.
YeniFİLM , sayı: 22 Şubat Nisan 2011 slr: 63- 68. , 2010
Dönemselleştirme çabansın üçüncü ayağına geldiğimizde birden yapmakta olduğum şeyin fıkralardaki 'yapısalcı' komikleştirmesini andırabileceğini düşünüp dehşete kapıldıysam da bu dallanıp budaklanmanın ayrışma ve ortaklaşmaların bir haritası olmak zorunda ama diye de kendimi ikna ettim. Biz en son üçüncü damarı ikinci damara daha yakın olan ve belki tesadüfî olarak daha çok kadın yönetmenlerin oluşturduğu politik bir inadın sürdüğüne işaret eden bir sinemayı konuşmak için nokta koymuştuk. filmleriyle Handan İpekçi özellikle dünyayı politik olarak kavrayan ve herhangi bir öykü anlattıklarında da bu politik bakışı yitirmediklerini düşündüğüm yönetmenlerimiz.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.