Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2020, GECE KİTAPLIĞI
Bu çalışma “Fahreddin Er-Râzî’nin Tefsiri Kebirine Göre Zan ve Mahiyeti”’ni konu edinmektedir. Zan, tercih edilmeye yakîn, zıddının da mümkün olduğu görüş, kanaat, hüküm gibi anlamlarla açıklanmıştır. Zan bazen şüphe ve vehim anlamlarını çağrıştırmayı, bazen kendisiyle ulaşılan hükmün kesinlik taşımadığını vurgulamayı, bazen de onu ilim ve yakînden ayırmayı doğuran renkli bir kavramdır. Zan bu anlamlarının yanısıra ilim, yakîn bilgi, kesin bilgi gibi anlamlarda da kullanılmıştır. Zannın bir yüzü ilim ise diğer yüzü ise cehildir. Zannın olumlu ve olumsuz anlamlar barındırması göz önüne alınarak Müslüman kültürde birinin bir başkası hakkında güzel düşünmesine hüsn-ü zan, kötü düşünmesine de su-i zan denilmiştir. Kur’an’da hüsn-ü zan ve su-i zan terkipleri birebir yer almasa da bir kimse ya da bir şey hakkında iyi kötü kanaat etmeyi ifade edecek ya da çağrıştıracak şekilde geçmektedir. Hadislerde ise zanla ilgili hem söz konusu terkiplere hem de daha ayrıntılı bir şekilde bilgiye ulaşmak mümkündür. Fahrûddin er-Râzî, zanla ilgili bu türde kavramsal düzeyde ayrıntılı bir görüş ortaya koymuş olmasa da el-Mahsul adlı eserinde zanla ilgili şu görüşü paylaşır. Râzî, bir hükümde kesinlik yoksa mevcut alternatifler arasında doğruluk şüphesi eşit ise şek, tercih edilmeye en uygun olana zan, tercih edilmeye uygun olmayana da vehim demiştir. Ancak mevcut çalışmamız Râzî’nin Tefsir-i Kebiri’nde zan ve mahiyetini ele almak olduğu için zannın geçtiği âyetlerde onun farklı ve zengin yorumları bu çalışmanın asıl amacını oluşturmuştur. Tefsir-i Kebir’de Râzî’nin zan ile ilgili yorumları özgün yorumlardır. Bu özgünlük zannın hem ilim, kıyas, hevâ-heves, yalan, taklit, birey ve toplum gibi birtakım kavramlarla ilişkisini içermekte hem İblîsin, kafirlerin, müşriklerin, putperestlerin, münafıkların, Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların zannını içermekte hem de bu grupların tümünün Allah’a karşı olan zanlarını içermektedir. Râzî Tefsir-i Kebir’de zanla ilgili âyetleri tefsir ederken Arapça dil ve belağatın muktezasını dikkate alarak tefsir etmiştir.
Öz Nübüvvet, insanın Yaratıcı ile ilişkisini düzenleyen ve hayatına yön veren dinin tebliğini ve tatbikini sağlayan müessesedir. İslâm dininde, özelde Hz. Muhammed'in nübüvveti, genel anlamda nübüvvetin ispatı insanın mükellef oluşunu ve dinin meşruiyet zeminini oluşturur. Fahreddin er-Râzî, bu hususu göz önünde bulundurarak nübüvvetin ispatını sağlayan mucizenin imkânı ve peygamberliğe delaletini ayrıntılı olarak tartışmış ve meseleyi dinin temellendirilmesi bağlamında incelemiştir. Bu makalede Râzî'nin Nihâyetü'l-ukûl'ü, bu eserden daha sonra telif ettiği Kitâbü'l-erbaîn'i ve tartışmalara çok değinmeyerek meseleleri daha muhtasar olarak ele aldığı el-Muhassal'inden yola çıkarak onun nübüvvetin ispatında ileri sürdüğü argümanlar ve takip ettiği yöntem hakkında genel bir tasvir sunulmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimler: Nübüvvet, mucize, tehaddî, muâraza, mütevâtir haber. Abstract The prophethood is an establishment which enables to propagation (tabligh) and application of the religious ordinances that regulates the relationship of humankind with God and guides his life. Proving of prophethood in broad sense and the prophethood of Muhammad (saw) in the strict sense constitues the basis of legitimacy for obligation of humanbeing and the religion in Islam. Taking into acount this point, Fakhr al-Dīn al-Rāzī (606/1210) handled the possibility of miracle that provides the proof of prophethood and its indication to truth of Prophets in detail and he examined the issue in the " grounding of religion " context. In this study, we shall describe the outline of the arguments al-Rāzī put forward to prove the prophecy and methods he employed, based on Nihāyat al-Uqūl belonging to al-Rāzī and his later work Kitāb al-Arbaīn.
2016
Muzik alaninda yazilan kuramsal eserlerin kokleri insanin varligi kadar eskiye gitse de, bilinen ilk kuramsal calismalarin Yunan cografyasinda oldugu gorulmektedir. Islam cografyasinda ilime verilen onem nedeni ile Islam bilginleri, Yunanlilarin kuramsal eserlerini incelemisler, eksiklerini tamamlamislar hatta bahsetmedikleri konular hakkinda bilgiler vermislerdir. Islam oncesi ve sonrasinda yazilan kuramsal eserlerde en onemli kisinin Farabi oldugu dusunulmektedir. Cunku Farabi, kendisinden oncekilerin eksiklerini ve bahsetmedikleri konulari incelemis, kendisinden sonra gelenleri de onemli olcude etkilemistir. Fahreddin er-Râzi’nin risalesinde de bu etkiyi gormek mumkundur. Fahreddin er-Râzi, Câmiu’l-Ulum isimli eserinde altmis ilmi iceren bir eser yazdigini soylese de kirk ilim hakkinda aciklama yapmis ve her ilmi dokuz kisimda incelemistir. Muzik ilmi de dokuz kisimda ele alinmistir. Râzi, muzik ilmini yazarken etkilendigi Farabi, Ibn Sina ve Ibn Zeyle gibi kuramcilarin aciklamal...
FAHREDDİN ER-RÂZÎ VE TEFSİR İLMİNDEKİ YERİ, 2023
Bu eserin tüm yayın hakları saklıdır. Yayınevinin/Yazarların izni olmadan eserin herhangi bir bölümü yeniden basılamayacağı gibi, kayıt, fotokopi ve bilgi depolama da dahil elektronik ya da mekanik yöntemle yeniden çoğaltılıp dağıtılması yasaktır. Kitaptaki bölümlerin bütün sorumlulukları bölüm yazarlarına aittir.
Öz İslâm düşünce geleneğinde hüsun ve kubuh kavramları ile nitelenen iyilik ve kötülük problemi, kelâm ekollerinin üzerinde uzunca durduğu, farklı görüşlerin ileri sürüldüğü ve buna dayalı olarak farklı tartışma alanlarının açıldığı bir meseledir. Aklî ilimlerdeki yetkinliği ve birikimi ile öne çıkan Fahreddin er-Râzî'nin, farklı disiplinlerde telif etmiş olduğu eserleri göz önüne alarak, bu mesele-deki düşünce seyrini takip ederek ulaşmış olduğu sonucu belirleyerek Mu'tezile'ye yönelttiği eleş-tiri ve yorumları bilim dünyasına sunmak oldukça önemlidir. Nitekim Fahreddin er-Râzî'nin, ilim tahsili için gitmiş olduğu yerlerden biri olan Harezm'de Mu'tezilî düşünce ile doğrudan etkileşime geçmesi ve bu öğretiye çok yakından vâkıf olması, konunun mahiyetine yönelik ciddi izahların olduğu düşüncesine bizi sevk etmektedir. Bu sebeple gerek konunun, gerekse itiraz ve yorumla-rının sunulduğu şahsın önemine binaen bu çalışmada ilk olarak İslâm düşüncesinde iyi ve kötüyü ifade eden hüsun ve kubuh terimlerinin kavramsal tahlili yapılacak, daha sonra Eş'arî, Mu'tezile ve Mâturîdî kelâm okullarının konuya yaklaşımı ile ilgili değerlendirme sunulacaktır. Akabinde ise çalışmanın ana konusunu teşkil eden hüsun ve kubuh meselesinde Fahreddin er-Râzî'nin yakla-şımı ve Mu'tezile'ye yönelttiği eleştirileri ele alınacaktır. Bununla birlikte Fahreddin er-Râzî'nin bu meselede Mu'tezile'ye yönelttiği itirazların anlaşılmasına katkı sağlaması için Mu'tezile'nin bir ta-kım aklî çıkarım ve deliller ile bu konuda ileri sürdüğü argümanlara yer verilecektir. Anahtar Kelimeler: Fahreddin er-Râzî, hüsun, kubuh, Mu'tezile, ahlâkî değerler. Fakhr-Al-Din Al-Râzî's Critisism Of Mu'tezile in Line His Idea of Good And Evil The problem of goodness and evil characterized by the concepts of al‐husn and al‐kubh in the Islamic tradition of thought is a matter where different schools of thought have been put forward, different opinions are put forward and different areas of discussion are opened. It is important to follow the line of thought in this issue and to determine the results it has achieved by taking into account the works of Fahr al-Din al-Razi, who is famous for his knowledge and accumulation in the intellectual sciences, and to determine the results he has achieved. it is also important to present their criticism and comments on this issue. As a matter of fact, Fahr al-Din al-Razi went to Mu'tazilian in Harezm, where he had gone to science for his education, and had a close understanding of Mu'tazilian doctrine. Therefore, in this study, firstly, the conceptual analysis of the concepts of al‐husn and al‐kubh expressing goodness and evil in Islamic thought will be done in this study, then, the evaluation of the approach of the schools of al-Ash'ari, Mu'taliza and el-Maturidi theology will be presented. Then, the approaches of Fahr al-Din al-Razi and his criticisms of Mu vetezile will be discussed in the topic of al‐husn and al‐kubh which constitute the main subject of the study. However, before Fahr al-Din al-Razi's criticism of Mu'tazila in this matter will be more easily understood, there will be examples and arguments that Mu'tazila put forward in the context of this issue in the context of the pretext before the criticisms of Râzî.
Pegem Akademi Yayınları, 2018
İnsan, varlıkla tanıştığı ilk günden beri kendi gerçekliğini merak ettiği gibi, kendini tanıyıp gerçekleştirmeyi de merak etmiştir. Bu iki durum için de eğitim gibi bir araçsala ihtiyaç duyduğu kabul edilir bir realitedir. Eğitimin araçsallığı genellikle kabul edilir bir durum iken, ancak beslendiği kaynaklar açısından birden fazla yaklaşımın olduğu görülmektedir. Özellike eğitime malzeme olan doğru bilginin kaynağı dikkate alındığında biri akli diğeri de nakli olmak üzere birbirinden farklı iki paradigmanın varlığı dikkat çekmektedir. Asliyeti itibariyle iki paradigma, temel hedef ve amaçlar, ilke ve yöntemler, uygulama pratikleri açısından birbirinin bazen aynı bazen de benzer yaklaşımlar sergiledikleri söylenebilir. Ancak bu çalışma bu tür tartışmalara yer vermek için kurgulanmamıştır. Bu çalışmanın kurgusu, eğitimin nakli kaynaklarından olan Kur’an’ın eğitim ile ilgili ne tür bir dil kullandığını Fahreddin Razi’nin Tefsir-i Kebir’i üzerinden anlamaya çalışmaktır. Fahrettin Razi, İslam âleminin yetiştirdiği on ikinci yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilir. Tefsir ve kelam başta olmak üzere çağının önde gelen ilim alanlarında eserler vermiştir. Bundan dolayı “allame” olarak tanınan Razi, Kur’an’dan aldığı ilhamla asırların eskitemeyeceği fikirleri miras bırakmıştır. Fahrettin Razi’nin eserleri içerisinde en meşhuru Tefsir-i Kebir’dir. Bu eser kendisinden sonra gelen tefsirlere kaynaklık teşkil etmiştir. Razi Tefsir-i Kebir’de, Kur’an’ın eğitim ile ilgili kullandığı dili dağınık bir biçimde ele almıştır. Razi, Kur’an’ın eğitim dilini, eğitimle ilgili birçok argümanı dikkate alarak yorumlamıştır. Ancak bu çalışmanın özellikle yoğunlaştığı eğitim dili, eğitimle ilişkili ayetlerin felsefi ilkelerine dikkat çekmektir. Bu çalışmanın asıl amacı eğitiminin gereklilik ve zorunluluğunu Razi’nin dağınık yorumladığı, Rab İsmiyle Eğitmek, Müjdelemek-Korkutmak/Cezalandırmak-Ödüllendirmek, Varoluşun Anlam ve Mahiyeti, Yumuşak Üslup ve Affedici Olmak, Nankör Olmamak-Şükredici Olmak, Tedricilik (Aşamalılık) ve Güzel Ahlakı Teşvik gibi eğitim ilkeleri etrafında derleyip sunmaktır. Ayrıca Razi’nin tefsirinde yorumladığı eğitim dili, öğrenme-öğretme kuram ve yaklaşımlarından olan bilişsel, duyuşsal ve davranışsal yaklaşımları içermektedir. Bu açıdan modern dönemin eğitim anlayışlarına katkı sunabileceği düşünülmüştür.
Muhammed DERİN 020113015 Danışman: Prof. Dr. İlyas ÇELEBİ İSTANBUL 2018 BEYAN Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlâk kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığını beyan ederim. Muhammed DERİN 09.05.2018 iii ÖZET Bu çalışma, Ehl-i Sünnet akidesinin kurucu temsilcilerinden Eşʻariyye mezhebinin imamı olan Ebü'l-Hasan el-Eşʻarî ile yine bu mezhebin en büyük temsilcilerinden biri olan Fahreddin er-Râzî'nin kelâmî görüşlerini serdettiği el-Lümaʻ ve el-Muhassal adlı eserlerinin kelâm sistematiklerinin mukayesesini ihtiva etmektedir. Tarih boyunca tüm düşünce sistemlerinde olduğu gibi genelde İslâm düşüncesinde ve özel olarak da Eşʻarî kelâm sisteminde içerik/mesâil ve usûl/yöntem/vesâil açısından değişiklikler meydana gelmiştir. Söz konusu değişikliklere örneklik olması hasebiyle bu çalışmada aynı mezhep içerisinde kaleme alınan el-Lümaʻ ve el-Muhassal arasındaki farklılıklara değinilecektir. Çalışma üç bölümden müteşekkil olup ilk iki bölümde İmam Eşʻarî ve Fahreddin er-Râzî'nin biyografileri ele alınacaktır. Üçüncü bölümde ise önce eserlerin içerik ve sistematiklerinin nasıl kaleme alındıkları hakkında bilgi verilecek, daha sonra da bu iki eserin mukayesesi aşamasına geçilecektir. Aralarında yaklaşık üç asır bulunan Eşʻarî ile Râzî'nin mezkûr eserleri, hem mesâil hem de vesâil açısından mukayese edilecektir. Ana hatlarıyla yapılan bu mukayese sonucu, aynı mezhebe mensup fakat farklı dönemlerde yaşayan iki âlimin kaleme aldığı eserlerde ve dolayısıyla söz konusu mezhebe ait kelâm sistematiğinin tarihî sürecinde ne gibi farklılıklar meydana geldiği görülmüş olacaktır. Anahtar Kelimeler: Eşʻariyye, el-Lümaʻ, el-Muhassal, Ebü'l-Hasan el-Eşarî, Fahreddin er-Râzî, kelâm sistematiği iv ABSTRACT This study comprises, by the view of kalamî systematic, the contrast of al-Luma and al-Muhassal which are the books including kalamî view of Ebu'l-Hasan al-Asharî who is the founder of Ashariyyah and Fakhr al-Din ar-Razi who is one of the most important representatives of Ashariyyah, that is one of the significant sects in the doctrine of The Sunni. Throughout the history, generally Islamic thought, specifically kalamî system of Ashariyyah has been altered in terms of problematics (Ar. mesâil) and methods (Ar. vesâil) like the whole other thought systems. In consequence of setting an example for mentioned alterations, the differences between al-Luma and al-Muhassal are going to be taken into consideration in this study. The study consists of three sections. In the first two sections, life of Asharî and Fakhr al-Din ar-Razi are going to be mentioned briefly.
İslam Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, 2014
Mustafa Sabri Efendi, one of the last period politicians and scientists of Ottoman joined many scholarly debates not only in his country but also in abroad and followed a conservative and traditionalist approach in these debates. One of the persons that he debated on scholarly issues was Mahmûd Şeltût, who took office in various levels and rose to prominence with his reformist thoughts. Mustafa Sabri objected the fatwa of Şeltût who used the thesis that there is no open expression in Quran and in Hadith that support the ascension and descent of Prophet İsa (Pbuh) in such as extend to form the basis of faith and the person who rejected this belief would not be in trouble with in terms of faith. He criticized Şeltût and he gave answers to his assertions and the evidences he used. Mustafa Sabri propounded some mental evidences in his responses together with the evidences forwarded by the predecessor scholars aimed at the faith of ascension and descent of Prophet İsa and developed reviews in this issue in accordance with the traditional views. The answers of Şeltût who responded the critics and answers of Mustafa Sabri to himself in parallel with those reviews through some articles, was taken as a subject of new critics by Mustafa Sabri. In this article, the fatwa of Şeltût and the critics of Mustafa Sabri aimed at that fatwa shall be reviewed.
Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Dergisi, 2024
Türk edebiyatında aruz vezni üzerine pek çok eser kaleme alınmakla birlikte, bunlarda Farsça ve Arapça kaynaklar takip edilmiştir. Türkçe aruz risalelerinde teorik yenilikler getirilmeyip daha çok mevcut bilginin aktarılması ve aruzun pratik bir şekilde öğretilmesi gözetilmiştir. Türk edebiyatında aruz veznini öğretmenin bir başka yolu ise manzum sözlükler yazmak olmuştur. Genellikle Farsça-Türkçe, Arapça-Türkçe iki dilli veya Arapça-Farsça-Türkçe üç dilli sözlük olarak telif edilen bu eserlerde, her bölümün başında yahut sonunda, o bölümün yazıldığı aruz vezni ile ilgili takti beyitleri yer almıştır. Manzum sözlük yazımını bir gelenek hâline getiren Şâhidî, Tuhfe-i Şâhidî adlı eserini bir dibace ve yirmi yedi bölüm olarak tertip etmiş ve bin dört yüz Farsça kelimenin Türkçe karşılığını vermiştir. Şahidî, eserin yirmi sekiz bölümünün her birini farklı bir aruz vezni ile nazmetmiştir. Üzerine pek çok şerh yazıldığı gibi, bu eserde kullanılan aruz vezinlerini açıklamak için de risaleler kaleme alınmıştır. Çalışmamızda, Mevlevi olduğunu tahmin ettiğimiz Velî-i Âmidî adlı bir müellifin Tuhfe-i Şâhidî’de kullanılan vezinleri izah etmek amacıyla h. 1166 / m. 1752-3’te yazdığı aruz risalesi incelenmiştir. Bu kapsamda eserin nüsha tavsifi yapılıp yazarı, adı, yazılış tarihi, yazılış sebebi ve içeriği hakkında tespitler aktarılmış ve eserde kullanılan aruz terimleri, eserin muhtevasına bağlı kalınarak açıklanmıştır. Ayrıca risale, Penbe-zâde-i Erzen-i Rûmî’nin Tuhfe-i Şâhidî’deki aruz vezinlerini açıklamak amacıyla yazdığı Risâle fi’l-Arûz’u ile karşılaştırılmış, iki eser arasındaki benzer ve farklı yönler ortaya konulmuştur. Çalışmanın son bölümünde ise eserin çeviri yazılı metni aktarılmıştır.
International Journal Of Filologia, 2020
Klasik Türk edebiyatında Hz. Muhammed (sav)’e duyulan sevgi neticesinde Peygamber edebiyatı adıyla ayrı bir alan oluşmuştur. Bu edebî alan zaman içerisinde teşekkül bularak bünyesinde birçok edebî türün yetişmesine vesile olmuştur. Mevlid, na‘t, hilye, mi‘râciyye, siyer gibi türler Peygamber Efendimize duyulan aşkın terennümleri olarak yazıya aktarılmıştır. Bu türler içerisinde en çok rağbet gören ise na‘tlar olmuştur. Klasik edebiyat çerçevesinde eserler kaleme alan hemen hemen bütün şairler şiirlerini na‘tlarla taçlandırmışlardır. Bu türde müstakil bir eser yazan şairlerden biri de Edirne müftülüğü yapmış olan Mehmed Fevzî Efendi’dir. Hediyye-i Fevzî adını verdiği bu eserinde mevlid ve mi’râciyelerden önce ve sonra okunmasını istediği ilahi ve na‘tları toplamıştır. Bu ilahi ve na‘tlar dışında Mekke ve Medine’de kadılık görevindeyken yazdığı birkaç şiiri de bu eserine ilave etmiştir. Hediyye-i Fevzî’de muhtelif beyitler ile yazılmış toplam 25 şiir mevcuttur. Bu şiirlerin tamamı dinî muhteva ile yazılmıştır. Büyük çoğunluğu oluşturan na‘tlarda Hz. Peygambere duyduğu sevginin yanında şefaatine nail olma isteği vardır. Bu çalışmada Mehmed Fevzî Efendi’nin hayatı ve eserleri hakkında kısaca bilgi verildikten sonra müellifin Hediyye-i Fevzî adlı eseri incelenmiştir. İnceleme kapsamında eserin yazılış sebebi, şiirlerin muhteva özellikleri, vezin hususiyeti gibi konular açıklanmaya çalışılmıştır. Son olarak metnin transkripsiyonlu çevirisi eklenerek çalışma sonlandırılmıştır. Bu çalışmayla; Mehmed Fevzî Efendi’nin Hediyye-i Fevzî adlı eseri tanıtılmış olup bu eser ilim alemine kazandırılmaya çalışılmıştır.
KÜÇÜK ÂŞIK MUHAMMED EL-HÂLİDÎ EN-NAKŞBENDÎ’NİN MİFTÂHU KENZİ’L-ESRÂR İSİMLİ RİSÂLESİNİN TAHLİLİ, 2022
Bu makalede Küçük Âşık Muhammed el-Hâlidî en-Nakşbendî’nin Miftâhu kenzi’l-esrâr isimli eseri ele alınacaktır. Küçük Âşık Efendi, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifesidir. Mısır’da Hidiv Abbas Paşa tarafından yaptırılan tekkede şeyhlik yapmış ve burada irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Şeyh Küçük Âşık Muhammed’in eserinde seyru sülûk, ilâhî bilgi konuları ile Nakşbendîlere ait güzel özellikleri ihtiva eden konular bulunmaktadır. Şeyh Küçük Âşık Muhammed seyru sülûkte iki konuyu ön plana çıkarmaktadır. Bunlar zikir ve şeyhtir. Nakşbendî tarikatında müridlere; sülûk esnasında iki zikir türü tavsiye edilmektedir. Bunlar ism-i zât ve nefy u isbât zikridir. Ayrıca müellif Şeyh Küçük Âşık Muhammed risâlesinde şeyhin önemine de değinmiştir. Ona göre müridi terbiye edecek şeyh sülûkünü tamamlamış olmalıdır ya da üveysî yolla manevi terbiyesini gerçekleştirmelidir. Risâlenin temel konularından biri ilâhî bilgidir. Şeyh Muhammed, ilâhî bilgiye nasıl ulaşılacağı ve bilginin söylenip söylenmemesini bu risâlede ele almıştır. Buna ilaveten o, Nakşbendîlerin güzel ahlakı hakkında bilgiler vererek onların sevilen hasletlerine dikkat çekmiştir. Bu makalenin amacı bahsi geçen risâle çerçevesinde Nakşbendî-Hâlidî bir şeyhin görüşlerini ortaya koymaktır. Söz konusu risâlenin daha önce Nakşbendî şeyhleri tarafından yazılan risâlelere benzediği sonucuna ulaşılmıştır. In this study, Küçük ʿĀshiq Muhammad al-Khālidī an-Nakshbandi’s work called “Miftāḥu kanz al-asrār” will be discussed. Küçük ʿĀshiq Muhammad is successor of Mawlānā Khālid Nakshbandi. He is the shaykh in the dervish lodge made built by Egypt governor and he guided his disciples and people around him. There are subjects including sayr and sulūk, the divine knowledge and great features of Nakshbandiyya in Küçük ʿĀshiq Muhammad’s work. He emphasized two issues in the period of sayr and sulūk: Dhikr and shaykh. The disciples recommend two kinds of dhikr in the sulūk of Nakshbandi. These are the “ism-i zat/dhāt’s name” and the “nafy u isbāt.” Küçük ʿĀshiq Muhammad has noted the importance of the shaykh in his work. According to him, the shaykh who will purify the nafs of disciples should be completed his sulūk, or his sulūk should be completed in “Uwaysī” way. One of the main topics of the work is divine knowledge. The shaykh mentioned subjects such as how to get divine knowledge and whether or not to say this knowledge in this work. In addition, he gives information about the great morals of Nakshbandis. He praised the Nakshbandis and drew attention to their good features. The aim of this article is to bring out the ideas of a Nakshbandi-Khālidī shaykh within the context of this work. It was concluded that the shaykh’s work resembled the works written by Nakshbandi shaykhs.
2020
Türkçenin çok eskiliğinden kaynaklanan sağlam yapısı ve güçlü dil bilgisi onu her zaman ilgi ve cazibe odağı kılmıştır. Tarih boyu bu dili başka dilli halklara öğretmek için çeşitli sözlükler ve dil bilgisi eserleri yaratıldığı gibi İran sahasında da birçok Türkçe dil bilgisi ve sözlük meydana getirilmiştir. Bunlardan Farhad Rahimi tarafından yayımlanan Abdurrahim Şirvanî’nin dil bilgisi ve sözlükten ibaret Mazharu’t-Türkî adlı eseri ve Kaçar Türk hâkimiyeti döneminden önceye ait olan Fevaid-i Ahmedî adlı eseri sayabiliriz. Fevaid-i Ahmedî Farsça ile yazılan Türkçe dil bilgisi ve Türkçe-Farsça sözlük ve Türkçe atasözlerinden ibaret bir eserdir. Fevaid-i Ahmedî, Muhammed Mehdi Tebrizî tarafından Seyyid Ahmed Ali Han Bahadırlı Bahadır adına 1784 yılında kaleme alınmıştır. Bu çalışmada kısa bir girişten sonra “Fevaid-i Ahmedî” başlığı altında verilen “Eserin Tanıtımı ve Düzeni”, “Eserin Yazma Nüshaları”, “Eserin Üzerinde Yapılan Çalışma”, “Eserin Sözcük Bilimi ve Sözlük Bilimi Açısından Değerlendirilmesi” alt başlıkları ile bu eser hakkında bilgi verilip incelenmiştir.
ŞİFÂ ÂYETLERİNİN FAHREDDİN RÂZÎ TEFSÎRİNDEKİ YORUMLARI, 2021
ŞİFÂ ÂYETLERİNİN FAHREDDİN RÂZÎ TEFSÎRİNDEKİ YORUMLARI
Abdurrahîm Fedâî’s Treatise on Irâda Juz’iyya: Edition, Translation and Analysis, 2017
İnsan fiilleri meselesinin tarihin her döneminde düşünürlerin ilgisini çekmiş en önemli konulardan biri olduğu söylenebilir. Durum böyle olunca konuyla alakalı tarihi süreçte zengin bir düşünce birikiminin oluştuğu görülmektedir. İslâm düşüncesi özelinde konuya yaklaşıldığında ise özellikle kelâm âlimlerinin mensup oldukları düşünce okullarının sağladığı imkânlar dairesince meseleyi detaylarla derinleştiren düşünürler olduğu anlaşılmaktadır. Cebriyye’nin insan irâdesini mutlak bir biçimde olumsuzlayan yaklaşımı karşısında Mu’tezile’nin insana geniş bir alan tanıması, Ehl-i sünnet âlimlerini bu iki uç çizgi arasında bir sentez arayışına sevketmiştir. Kelâm sahasının önemli şahsiyetlerini bünyesinde barındıran Eş’ariyye belli esaslar çerçevesinde çözümler sunarken, Mâtürîdiyye âlimlerinin ilk dönemden itibaren son döneme kadar arayışlarını sürdürdükleri müşâhede edilmektedir. Son dönem Mâtürîdîler’i olan Osmanlı ulemâsı selefleri olan Mâtürîdiler’in yorumlarını, kaleme aldıkları risâle türü eserlerde yeni tâhkîklerle geliştirmeye çalışmışlardır. Hâkim olan düşünce Mâtürîdiyye olsa da yine Osmanlı muhitindeki bazı âlimlerin Eş’ariyye çizgisinde eserler verdikleri dikkat çekmektedir. Bu çalışmanın konusu olan İrâde-i Cüz’iyye Risâlesi’nde ilmiye mensûbu olmanın yanında aynı zamanda tasavvuf ehli olan Abdürrahîm Fedâî Efendi, esasen Eş’ariyye perspektifinden son dönem Mâtürîdiyye âlimlerinin irâde-i cüz’iyye anlayışına sert eleştiriler yöneltmektedir. Onun bu eleştirilerinin tespiti, müteahhirîn dönemde irâde merkezinde derinleşen Mâtürîdiyye-Eş’ariyye ihtilâfının mâhiyetinin anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Abdürrahîm Fedâî Efendi, Osmanlı Ulemâsı, Eş’ariyye, Mâtürîdiyye, İrâde-i Cüz’iyye. The question of human agency has been one of the fundamental problems that concerned scholars throughout history. This is testified by the observation that a rich intellectual literature has accumulated on the issue in the course of time. In the tradition of Islamic thought especially the Kalâm scholars appear to have brought depth and breadth to the question within the possibilities of the theological schools to which they belonged. Against the approach of the Jabriyya that absolutely negated human free will, the Mu’tazila assigned a broad room to human agency. This led the Ahl al-Sunna scholars to adopt a synthesis between the two extremes. While the Ash’ari school, which embodies prominent figures of Kalâm, has proposed solutions based on certain principles, scholars of the Maturidi school appear to have pursued a perpetuated quest, from the first period to the end. The Ottoman ulama, who were the Maturidis of the later period, tried, in their newly composed risâlas, to develop with fresh verifications the interpretations of their Maturidi predecessors. Although the Maturidiyya continued to be the dominant thought, it is noteworthy that some scholars in the Ottoman realm nevertheless composed works in the Ash’ari line. In his Risâlat al-Irâdat al-Juz’iyya, which constitutes the subject of this study, Abdurrahîm Fedâ’î Efendi, both a member of the ulema and a sufi figure, levels harsh criticism from an essentially Ash’ari perspective against contemporary Maturidi ulama’s understanding of irâda juz’iyya. The identification of his critiques will contribute to our apprehension of the nature of the deepening Maturidi-Ash’ari strife in the later (muta’akhkhirîn) period on the question of human agency (irâda). Keywords: Abdurrahîm Fedâ’î Efendi, Ottoman Ulama, Aş’ariyya, Maturidiyya, particular will (Irâda Juz’iyya).
Bir insanın günlük yaşamında kullandığı sözcük kadrosu kendisi hakkında fikir vermede belirleyici bir ölçüttür. Aynı şekilde bir dilin söz varlığı da o dil hakkında fikir verir. Söz gelimi, teknoloji terimlerinin yerli ya da yabancı kökenli oluşu o dili kullanan toplumun teknoloji üreticisi mi yoksa tüketicisi mi olduğu hakkında ipuçları verecektir. Bir bütün olarak bakıldığında, ele alınan bir metin de sözcük kadrosuyla varlık gösterir ve dilin küçük de olsa bir kesitini yansıtır. Metnin oluşturulduğu dönem ve ilgili olduğu konu bağlamında dilin o döneme ait kesitindeki durumu, gelişimi ve değişimi hakkında bilgi edinilmesine yardımcı olur. Özellikle belirli bir meslek diline ilişkin metinlerin sundukları özel dil malzemesi ve terimlere erişim imkânı, onları söz varlığı açısından daha da değerli kılar. Bu noktada tıp metinlerinin önemli bir yeri vardır. İçerdikleri anatomi, botanik, eczacılık ve çeşitli sağlık bilgisi terimleriyle; hastalık adları, bazı maden ve kimyasal madde adları açısından hem dil tarihi hem de tıp tarihi araştırmacılarına kaynaklık edip önemli bir malzeme sağlamaktadırlar. Bu çalışmada XVIII. yüzyılın ilk yarısında tercüme edilmiş bir tıp metni olan Terceme-i Kitâb-ı Ebûbekir Er-Râzî'nin söz varlığı ele alınmıştır. Metinde kullanılan sözcükler kökenleri, anlamları ve sıklıkları bağlamında ele alınıp değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın Türk dili, kültür tarihi, tıp tarihi ve ilgili diğer alanların araştırıcılarına katkı sağlaması amaçlanmaktadır.
İran sahasında da "Alí Şír Nevāyí"nin eserlerini anlamak üzere birçok Çağatay Türkçesi sözlüğü düzenlenmiştir. Bunlardan bir tanesi Ferāġí'nin sözlüğüdür. Bu çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Çalışmada önce "1642'de İran'da Muģammed bin Żiyā"u"d-dín el-Ģüseyní Ferāġí tarafından Safevi şahı Ŝafí bin Ŝafí adına yazılan Miftāģu"l-Luġat adlı Türkçe-Farsça Sözlüğü Türkçesi", "Safeviler Döneminde Çağatay Türkçesi" ve "Ferāġí" başlıkları hakkında; daha sonra "Ferāġí'nin Sözlüğü" başlığı altında eser hakkında bilgiler verilmiş; "Eserin Tanıtımı ve Sözlüğün Düzeni", "Eserin Yazma Nüshası", "Eserin Yazma Nüshasının Yazılış Özellikleri" ve "Eserin Üzerinde Yapılan Çalışma" başlıkları ele alınmıştır. Çalışma, İran-Tahran Milli Ktp., nr. 5-19055 el yazması nüshasına dayanmaktadır.
et-Tıbbu"r-rûhânî adlı eserinde ahlâk felsefesinin konusu olan haz ve eleme dair teorisini açıklayan Ebû Bekir er-Râzî doğal durumu haz ve acının olmadığını belirtmiş, hazzın kendi başına var olan bir şey olmadığı, yaşanan doğal duruma geri dönme olduğu kanaatine varmıştır. İnsan doğal durumdan uzaklaştığı zaman elem meydana gelir. Elem meydana geldiğinde ondan önceki duygunun haz olduğu anlaşılır. Fakat "doğal durum" tanımı Razi"ye göre ne haz ne de elemin olmadığı durum olarak tanımlamıştır. Yani doğal durum haz ve elem duygusunun bulunmadığı nötr durumdur. Bu yüzden de doğal durumdan ayrılma, elem duygusunun meydana gelmesi, tekrar geri dönme ise hazzın meydana gelmesidir. Farkındalık hissi ise doğal durumdan çıkmakla oluşur. Hazzın meydana gelmesi ise tekrar doğal duruma dönme ile gerçekleşir. Kısaca Râzî hazzın ve elemin var olmadığı durumu doğal durum, doğal durumdan uzaklaşma elemin meydana gelmesi, tekrar doğal duruma dönüş sürecini ise haz olarak nitelendirmiştir. Doğal duruma varıldığında ise haz alma sona erir. Haz ve elemin şiddeti ise doğal duruma uzaklaşma ve yakınlaşma anına göre hesaplanır. Uzaklaştıkça elem, yakınlaştıkça ise haz artar. ii GENERAL KNOWLADGE Name and Surname : Humay USUBBAYLI Field : Philosophy and Religion Sceinces Programme : Islamic Philosophy Supervisor : Doc. Dr. Omar TURKER Degree Award and Date : Master -June 2017
2019
Öz Savaşlarda kazanılan zaferlerin bahis konusu edildiği fetihnâmelerde galip gelen padişah ve komutanın kudreti övgü dolu ifadelerle anlatılır. Elde edilen galibiyetin halka duyurulmasında fetihnâme türündeki eserlerin ve mektupların önemi büyüktür. İslam devletlerinde gelenek olan fetihnâme yazımına Osmanlı Devleti zamanında da devam edilmiş; özellikle 16. asırdan sonra rağbet gösterilmiştir. Bu tür eserlerin edebî bir metin olmalarının haricinde tarihî birer belge niteliği de bulunmaktadır. Savaşa katılan şairler bu hadiselere hislerini de katarak gerçekleşen fethi nakletmişlerdir. Klasik Türk edebiyatı tarihi incelendiğinde fetihnâme türündeki eserlerin önemli bir yekun teşkil ettiği görülmektedir. Bu türde metin kaleme alanlardan biri de 18. asır şairlerinden Râzî'dir. Şair, Sultan III. Ahmed'in saltanatı zamanında 1715 yılında Mora'ya yapılan ve büyük bir zaferle sonuçlanan seferi mesnevi formunda nazma çekmiştir. Fetihnâmenin yazma nüshasında müellif hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak eserde Râzî mahlasını belirten şairin bu asırda yaşayan şiir ve inşada mahir, tarihleri beğenilen Abdüllatif Râzî (ö. 1146/1733-34) olması kuvvetle muhtemeldir. 162 beyit olarak kaleme alınan fetihnâmede şair sanat kaygısıyla hareket ederek Mora fethini tasvirî bir üslupla anlatmış, fethedilen yerler ile bazı kale ve beldeler hakkında bilgiler vermiştir. Bu çalışmada fetihnâmeler hakkında genel hususlara değinilmiş, hakkında net bir bilgi bulunmayan eserinin müellifi Râzî'nin kim olabileceği tartışılmış, Mora fetihnâmesi şekil ve muhteva yönünden incelendikten sonra eserin metni sunulmuştur. • Abstract The power of the winner sultan and the commander is expressed with praise in fetihname in which victories are mentioned. Works and letters qualifying as a fetihname have great importance on turning the winning into a victory and on publicizing. The tradition of writing fetihname in Islamic states was continued during the Ottoman Empire, especially after 16th century it was shown to it in demand. Besides the fact that such works are literary text, they also have the feature of a historical document. The poets who participated in the war transferred the conquest by adding their feelings to events. *
2. MEHMED ES'AD EFENDİ'NİN HAYATI 2.1. İsmi ve Unvanları XIX. asrın ünlü âlim ve şairlerinden, Sahaflar Şeyhizâde ismiyle tanınmış, kıymetli ilmî ve mülkî görevleri yerine getirmiş olan Mehmed Es'ad Efendi; şiirlerinde Es'ad mahlasını, çalışmaya konu olan eserinde ise Seyyid Hüseyin Hamdi ismini kullanmıştır. Kaynaklarda geçtiği üzere Es'ad Efendi, babasının Sahaflar şeyhi olması sebebiyle Sahaflar Şeyhizâde, 1 üstlenmiş olduğu görevlerden dolayı da Vak'a-nüvis, Nakîbü'l-eşrâf ve Ma'ârif Nâzırı gibi unvanlarla anılmıştır. 2 2.2. Doğum Yeri ve Tarihi Mehmed Es'ad Efendi, 18 Rebîülevvel 1204 (6 Aralık 1789) yılında İstanbul'da Ayasofya civarında bir evde doğmuştur. 3
Özet: Kavsî-i Tebrizî, XVII. yüzyıl Azerbaycan şairlerindendir. Bu çalışmada, XVII. Yüzyıl Azerbaycan Şairi Kavsî-yi Tebrizî'nin yaşamı ile ilgili kısa bilgi verildikten sonra bazı farklı özellikler barındıran divanının üzerine bir dil incelemesi yapılmıştır. Eski Türkçe, Eski Anadolu Türkçesi, Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesi temelinde artzamanlı çalışma yöntemiyle divanın ses ve biçim özellikleri göz önünde bulundurularak onun belli başlı özellikleri sıralanmış, böylece de Türk dili tarihi özellikle de Azerbaycan Türk dili tarihine bir katkı yapmak amaçlanmıştır. Abstract: Kavsî-i Tebrizî was an Azerbaijani poet in the 17 th century. In this paper, after giving some brief information about the life of Kavsî-yi Tebrizî, a linguistic analysis of his " divan " (poems) hosting some idiosyncratic features is aimed at. On the basis of Old Turkish and Old Anatolian Turkish, Turkish Language of Turkey and Azerbaijani Turkish have been compared using the diachronic method considering phonetic and morphological characteristics of his work. Thus, a probable contribution to the history of Turkish language, especially to the history of Azerbaijani Turkish language is intended.
Bilimname, 2021
THE FIRST REFUTATIONS IN THE HISTORY OF TAFSĪR: ON SHĀRIMSĀḤĪ’S AL-MAʾĀKHIDH ʿALĀ MAFĀTĪḤ AL-GHAYB Written with a view to revealing opposing ideas and evidence, refutations (raddiyya) are among the most popular works in the history of Islamic thought. This genre, predominant in theology, fiqh and linguistic disciplines during the formation period of Islamic thought, has in time come to be also visible in other fields, such as tafsīr. This occurred as continuation of the critical approaches towards different views in tafsīr, which had existed since the early periods and manifested itself more with the emergence of sects pertaining to the religious practices and dogmas. In particular, the exegetical position based heavily on personal opinion (raʾy) and reasoning has brought along opposing ideas in tafsīr as well as refutations as a new genre. However, while the occurrence of the first refutations in Islamic culture dates back to the second century of Hijrah, the earliest known refutations in tafsīr seem to have appeared in the seventh century. The most famous work of the genre is al-Intiṣāf authored by Ibn al-Munayyir (d. 683/1284) to refute Muʿtazilite ideas held in the renowned exegesis al-Kashshāf by Jār Allāh al-Zamahksharī (d. 538/1144), to be prominent particularly after seventh Islamic century. This work was followed by al-Inṣāf written by ʿAlam al-Dīn al-ʿIrāqī (d. 704/1304) as a critique to Ibn al-Munayyir and yet another refutation against Zamahksharī, alTamyīz by ʿUmar al-Sakūnī (d. 717/1317). Among the refutations against alKashshāf is Taqī al-Dīn al-Subkī’s (d. 756/1355) Sabab al-inkifāf, in which he explains the reason why he stopped using al-Kashshāf in his classes after having taught it for many years in madrasas. A refutation of al-Bayḍāwī, al-Itḥāf by Muḥammad b. Yūsuf al-Dimashqī (d. 942/1536), which was modelled on the glosses on al-Bayḍāwī by Jalāl al-Dīn al-Suyūṭī (d. 911/1505), is also one of the well-known works of this literature… [The Extended Abstract is at the end of the article.]
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.