Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2010, SELÇUK ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
baskı: sebat ofset matbaacılık 0 332 342 01 53 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
A. E. Affifi - Çeviren; Mehmet Dağ.
2021
Öz Bu çalışmada tasavvufî tecrübenin ifade araçlarından birisi olarak şathiyeler üzerinde durulmaktadır. Tevhid, tecellî, fenâ, vecd, sekr ve cezbe gibi kavramlarla birlikte değerlendirilen ve sûfînin benliğinden sıyrıldığı zamanlarda ortaya çıktığı dile getirilen şathiyeler, tezahürü bakımından ilk bakışta dinin zâhirine uygun olmayan bir takım davranış ve sözlerin dışavurumu olarak değerlendirilmiş bu bağlamda tasavvufun en çok tenkit edilen konularının başında gelmiştir. İçinde mutasavvıfların da bulunduğu İslam ulemâsının itiraz ve tenkidine muhatap olan şathiye türü söz ve davranışlar, bazı mutasavvıf müellifler tarafından ise savunulmuştur. Bu bağlamda daha çok Horasan mektebine bağlı cezbe ehli mutasavvıflarda görülen şathiye tavrına iyi bir örnek Ebü’l-Hasan el-Harakānî’dir. Bu makalede şathiye meselesi tarifleri, tasavvuf tarihindeki izleri, savunucuları ve karşıtları, meydana geliş sebepleri ve tezahür biçimleri çerçevesinde ele alınmış, Harakānî’nin şathiye özelliğine sahip söz ve tavırlarından örneklere yer verilmiştir. Anahtar kavramlar: Tasavvuf, Şathiye, Harakānî
Bu çalışma, 441/1049-536/1141 yılları arasında yaşamış olan Ahmed-i Nâmekî Câmî'nin tasavvufî bilgi/mârifet hakkındaki görüş ve tecrübelerinin mahiyet ve imkânını incelemeyi amaçlamaktadır. Meşhur bir kişi olan Ahmed-i Nâmekî Câmî hakkında Türkiye'de yapılmış oldukça az çalışma vardır. Bu yüzden bu makale literatüre katkı sağlaması açısından önem arz etmektedir. Ahmed-i Nâmekî Câmî'nin kendi eserleri bu çalışmada kaynak olarak kullanılmış, hayatı hakkında bilgi veren ilk ve ana kaynaklardan faydalanılmıştır. Câmî Selçuklular Dönemi'nde yaşamış meşhur bir sûfîdir. Câmî 441/1049 yılında Horasan'ın Nâmek köyünde doğmuştur. Ahmed-i Câmî 22 yaşında tövbe edinceye kadar arkadaşlarıyla işret meclislerine katılarak vakit geçirmiştir. Tövbe ettikten sonra uzun bir müddet Câm Dağlarında inzivâya çekilip riyâzet ile meşgul olmuştur. Câmî, 18 sene süren inzivâdan sonra insanlara rehberlik edebilmek için halk arasına dönmüştür. Me'dâbâd'da kurdurduğu hankahta irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Ahmed-i Câmî burada Sultan Sencer ile tanışıp, yakınlık kurmuş, bir eserini de Sencer'e ithaf etmiştir. Kuhistan'ı ele geçiren Haşhaşîlerin tehditlerine maruz kalmış, birçok kez suikast teşebbüsü ile karşılaşmıştır. 10 Muharrem 536'da (m. 15 Ağustos 1141) Câm şehri yakınlarındaki Me'dâbâd köyündeki hankahında vefat etmiştir. Ahmed-i Câmî sadece yaşadığı dönemde değil vefatından sonra da birçok sûfî ve âlim tarafından hürmetle anılmıştır. Hâfız-ı Şîrâzî (ö. 792/1390 [?]), Kâsım-ı Envâr (ö. 837/1433 [?]), Ali Şîr Nevâî (ö. 906/1501) gibi meşhur şairler bunlardan bazılarıdır. Ahmed-i Câmî'nin tarikatı günümüzde torunları tarafından yaşatılmaktadır. Jendepîl, Şeyhülislâm gibi lakaplarla meşhur olan Câmî, eserlerini Farsça kaleme almış, tasavvufî, ahlâkî konuları işlemiştir. Ahmed-i Câmî, 22 yaşına kadar doğru düzgün bir dinî bilgisi olmayan bir kişi olduğunu söylemiştir. Eserleri ise Allah tarafından kendisine ilham edilen tasavvufî bilginin mahsulü olan eserlerdir. Ahmed-i Câmî'nin müridi olan Sedîdüddîn Gaznevî'ye göre de Câmî "ümmî" bir şeyhtir. Yazdığı eserleri ise "ilham" ve "ledün ilmi" vasıtası ile yazmaktadır. Hayatı ile ilgili bu mezkûr bilgiler çeşitli yönlerden makale boyunca birtakım tenkitlere tabii tutulmuştur. Makalenin ikinci kısmında Ahmed-i Câmî'nin sahip olduğu tasavvufî bilgi sınıflandırılarak bu bilginin mahiyeti incelenmiştir. Câmî mârifetullah, işârî tefsir, gaybî olaylar hakkında bilgi, mârifetü'n-nefs gibi konularda ilham yoluyla bilgi sahibi olmuştur. Câmî mârifetullahı hem bir bilgi hem de bir hal, yaşantı olarak görmüştür. İtikad ile tecrübe birbirinden ayrılmaz bir bütünlük arz eder. Sâlik öncelikle Allah hakkında "sahih itikadı" öğrendikten sonra yaşantı yoluyla Allah'ı tanımaya çalışır. Bu sürecin sonunda sâlik ahlâken değişip dönüşür. Mârifetullah ile aydınlanan, riyâzet ve mücâhede ile tasfiye olan kalp ise aslî hüviyetine kavuşmuştur. Kalp artık bilgi üreten, hak ile batılı ayırt edip nasların bâtınî manalarına muttali olmaya başlamıştır. Mârifetullah ile aydınlanan kalbe Allah tarafından bazı gaybî olaylar bildirilebilir. Bir kişinin içinden geçenleri okumak, gelecek olayları görmek bunlardan bazılarıdır. Ahmed-i Câmî kalplerden geçenleri bildiği, yaşanmamış bazı olayları önceden haber verdiği Makâmât-ı Jendepîl'de nakledilmiştir. Kalbin dönüşmesi ile kişi kendini tanır. İnsan yeryüzünün halifesidir. Allah insana kendi ruhundan üflemiştir. İnsan mârifetullah ile kalbini aydınlatırsa meleklerden üstün konuma çıkar yoksa firavunlaşabilir. Sâlikin amellerinin muhasebesini yapması, ihlâsı yakalamaya çalışması ise yine insanın kendisini tanımasıyla mümkündür. Ahmed-i Câmî'nin tasavvufî bilgisi bu hususları ihtiva eder.
Ali Semerkandî'ye Vefâ: Ali Semerkandî Uluslararası Çalıştayı - 2, 2024
Kalp vasıtasıyla elde edilen bilgiyi ifade eden mârifet, sûfî epistemolojisini simgeleyen en temel kavramdır. Sûfîler bilgiye ulaşmada aklın önemini kabul etmekle birlikte ilâhî hakikatleri idrak etmede onun sınırlılığını dile getirmektedirler. Onlara göre bilgiye ulaşmada en kuvvetli ve kesin yol kalpten geçmektedir. Kulun kalbi ile ulaştığı keşf ve ilham, doğrudan kaynağından elde edilmiş olması yönüyle sıhhatli bir bilgi içermektedir. Bu yönüyle kalp vasıtasıyla elde edilmesi itibariyle mârifet kesin ve doğru bilgiyi ifade etmektedir. Allah hakkındaki bilgiye ise mârifetullah adı verilmektedir. Sûfî geleneğe uygun olarak mârifeti akıl ile elde edilen ilimden daha öncelikli ve üstün bir konuma yerleştiren Ali es-Semerkandî, mârifete giden yolda öncelikle şeriat ilimlerini öğrenmenin önemine vurgu yapar. Bununla birlikte ona göre ilim sahibi olmaktan maksat yalnızca kitaplardan ilim öğrenmek anlamına gelmemektedir. Asıl ilim, amele yoğunlaşmaktır; hakiki âlim, ilmiyle amel edendir. Şeriat ile amel insanı mârifete ulaştırır. Şeriat ilmi insanın dış âlemi, mârifet ilmi ise iç dünyası ile ilgilidir. Bu iki ilmin cemedilmesiyle hakikat ilmi ortaya çıkar. Mârifete ulaşmak için öncelikle kalbin önündeki engellerin aşılması gerekir. Bunun yolu ise nefis terbiyesinden geçmektedir. Nefis perdesini kalp aynasından kaldırıp hakikatleri görmek için kalbin kirlerden arındırılması ve mâsivânın gönülden çıkartılması gerekir. Bunun gerçekleşmesiyle mârifetullaha ulaşılacak, gizli hazinenin güzellikleri zuhur edecektir. İnsanın asıl vatanına dönüşü de samimi olarak yaptığı ameller neticesinde elde edeceği mârifet ile mümkün olacaktır. Bu hakikate ulaşmayan ise ne kadar kitap okursa okusun gerçekte âlim olamayacaktır. Bu minval üzere çalışmada, Ali es-Semerkandî’nin Keşfü’l-esrâr li’t-tâlibi li sultâni’l-ârifîn ve’l-ulemâi’l-muhakkıkîn adlı eseri özelinde tasavvuf düşüncesindeki mârifet yorumları, diğer mutasavvıfların mârifet kavramına yaklaşımları ile karşılaştırmalar yapılarak tahlil edilmiştir. Böylece Ali es-Semerkandî’nin bilgi anlayışı itibariyle tasavvufî düşünce geleneğine uygun bir yaklaşım sergilediği anlaşılmıştır.
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022
Ru'yet is a concept related to the appearance of Allah in this world and afterlife. While sufis regard it permissible for Allah to be seen afterlife, it also means that it will be possible for Allah's names and attributes to be seen in the world through the eyes of the heart. Since the hearth is the center of science, inspiration, cognizance and wisdom, according to the sufis, it is the place where the divine nouns and adjectives appear in the very most perfect way. The views on ru'yatul hearth indicate that seeing Allah's power to create can be achieved by knowing Him. Such means as revelation, observation, inspiration, manifestation and foresight form the means of ru'yatul hearth. Sufis' notions of vision with these states and status are based on seeing the one who gives blessings and calamities and reaching the divine truths. As far as sufis are concerned factors that inhibit the cognisance of heart are constituents such as disbelief, disgrace and delusion (satanic fallacy). If one frees oneself from the veils which cover one's hearth, one can reach the real and angelic universe. The study focuses on how the names and attributes of the divine essence of the heart are viewed by sufis.
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi - Cumhuriyet Theology Journal, 2019
Alâüddevle Simnânî (ö. 736/1336), İbnü’l-Arabî’den (ö. 638/1240) bir asır sonra, Simnân’da yaşamış bir Kübrevî şeyhidir. Arapça ve Farsça olmak üzere tasavvufun çeşitli alanlarına dair dok- san civarında eser kaleme almış, pek çok mürîd yetiştirmiştir. Onun tasavvuf geleneğine katkıları özellikle vahdet, letâif, ricâlu’l-gayb, vâkıa ve tecellî gibi konularda ön plana çıkmaktadır. Vahdet konusunda kendinden sonra gelen sûfîleri etkilemiş olan Simnânî’nin vahdet anlayışı, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (ö. 1034/1624) ve Sirhindî’nin şeyhi Bâkî Billâh’ın (ö. 1012/1603) vahdet anlayışlarıyla örtüşmektedir. Vahdet-i vücûd anlayışına karşı vahdet-i şuhûd anlayışını geliştiren Rabbânî, Mektûbât’ında, kendi varlık anlayışının Simnânî’nin varlık anlayışıyla aynı olduğunu be- lirtmektedir. Öte yandan Simnânî, İbnü’l-Arabî’nin vahdet anlayışını eleştiren ilk sûfî olarak bilin- mektedir. Öyle ki, onun ismi anıldığında ilk akla gelen İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirileri olmuştur. Bununla birlikte onun İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirileri, eserlerinin tamamı görülerek etraflıca araştırılmamıştır. Simnânî’nin eserlerine bakıldığında onun İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirilerinin iki temel noktada temerküz ettiği görülür. Bunlardan ilki Allah hakkında vücûd-i mutlak kavramını kullanmasına yöneliktir. Simnânî, eserlerinde Hak için vücûd-i mutlak kavramını kullanmayı doğru bulmadığını ifâde etmektedir. Onun ikinci temel eleştirisi, el-Fütûhâtu’l-Mekkiyye’de yer alan “Sübhâne men ezhare’l-eşyâe ve hüve aynuhâ” cümlesinedir. Bu çalışmada Simnânî’nin bu eleşti- rilerinin sebepleri üzerinde durulacak, her iki sûfînin vücûd-i mutlak kavramına ve ayn kelimesine yüklediği anlamlar incelenecektir. ‘Alā’ al-Dawla al-Simnānī (d. 736/1336) was a Kubrawī sheikh lived in Simnān one hundred years after Ibn al-Arabī (d. 638/1240). He authored around ninety works in Arabic and Persian on various fields within Sūfism, raised many disciples. His contribution to the sūfī tradition mainly come to forefront regarding problems like unity, latāif (subtle organs), rijāl al-ghaib (men of the unseen), wāqia (dream-like mystical experiences) and tajallī (manifestation). Simnānī’s un- derstanding of the unity influenced subsequent sūfī’s and specifically Ahmad Sirhindī (d. 1034/1624) and his sheikh Bāqībillah’s (d. 1012/1603) views of the unity overlap with Simnānī’s one. In Maktūbāt, Sirhindī who developed the idea of unity of the seen against the unity of the existence expresses that his understanding of being is the same with Simnānī’s one. Simnānī is also known as the first critic of Ibn al-Arabī’s conception of the unity among sūfī’s. Such that, whenever his name is mentioned the first thing comes to one’s mind has been his criticism against Ibn al- Arabī. However, his criticism against Ibn al-Arabī was not studied as a whole looking at his ouvre. Studying Simnānī’s works, it is seen that his criticism is concentrated on two main problems. First is Ibn al-Arabī’s employing the concept wujūd al-mutlaq (absolute being) for God. He maintains that it is not convenient to use this concept for al-Haq. His second criticism is against a sentence mentioned in al-Futūhāt: “سبحان من أظهر الأشياء وهو عينها”. In this article, causes for Simnānī’s cri- tiques will be discussed and both sūfī’s conceptions of wujūd al-mutlaq and ‘ayn (quintessence) will be studied.
Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 2021
Mârifetullah, "Allah bilgisi" anlamına gelmekte olup tasavvufî makamlardan bir tanesidir. İlimleri genel anlamda zâhiri ve bâtıni ilimler şeklinde tasnife tabi tutan sûfiler, marifeti de bâtıni ilim kategorisinde ele alır. Mârifetullah, çalışma ve çabalamaya dayanan kesbi bir ilim değildir. O, vehbî bir ilim olarak değerlendirilmekte ve ilham, keşf yoluyla tahsil edilmektedir.Tasavvuf düşünce sisteminde mârifetullah, ulaşılması gereken en yüce gayelerden kabul edilmiştir. Bu açıdan o, tasavvufî düşünce sisteminin merkezine konulmuş ve genel itibariyle terminolojisi ve düşünceleri bunun etrafında şekillenmiştir. Zira tasavvuf, gayesi marifet; Allah'ı bilmek ve tanımak olan fıtrî bir olgudur. Yani tasavvufta asıl gaye mârifetullahtır.Tasavvuf ehli, mârifetullah tahsili için büyük gayret sarfettiler. Çünkü kişi için elzem olanın yaratanı tanımak olduğunun bilincindeydiler. Allah, varlıkları bilinmek için yaratmıştı. Yani yaratılışta Allah'ın bilinme arzusu belirleyici rol oynamıştır. Bu sayılan sebeplerden dolayı sûfiler, mârifetullahı yaratılış gayeleri telakki ettiler. Değişik şekillerde mârifetullaha ulaşmaya çalıştılar. Bu konuda üstün seviyelere çıkmaya gayret ettiler. Mârifetullahta derinleşebilmek için farklı yöntemler geliştirip, uyguladılar. Allah'ı bilmek yoluyla, onun yakınlığına ermeye çalıştılar.Biz bu makalemizde mârifetullahın ne olduğunu ve tasavvuf disiplinindeki yerini incelemeye çalışacağız.
Eskiyeni, 2022
In modern studies, the opposition to Sufism is often emphasized among the characteristic features of Salafis. However, in most studies, the boundaries of this contrast are not clearly drawn. At the point of understanding the Qur’ān, this contrast is embodied in the subject of zāhir (obvious)-bātin (hidden), while the discussions of zāhir-bātin are mainly carried out around the story of Khidr-Moses. In this study, the Sufi analysis of Salafis will be discussed first. Then, in the centre of the story of Khidr-Moses, the views on the distinction between zāhir and bātin will be given. Salafism is a modern phenomenon. In the background of this phenomenon, there are Ashāb al-hadīth and Hanbali heritage. The views expressed by Salafis today are attributed to Ahmad b. Hanbal, the leading name of Ashāb al-hadīth, and his followers. In this respect, the opinions of some people who represent the Ashāb al-hadīth mentality in different periods, especially Ahmad b. Hanbal will be included in the study. Salafists give the impression that they express the ultimate truth in almost every subject they deal with. However, the scholars that the Salafis refer to as their ideas have put forward quite different views on many issues they deal with. These differences of opinion show that no one has the ultimate truth after the prophet's time. Demonstrating these differences of opinion with evidence on almost every issue can be considered a step towards getting rid of the monotony based on ideas and thoughts. Therefore, this study it is aimed to present the views of Ashāb al-hadīth and its intellectual heirs on the distinction between Sufism and zāhir-bātin in a panoramic way. At the same time, it has been tried to prove that the personalities that Salafists attribute themselves are not against mysticism and esoteric knowledge in the absolute sense. The primary method we follow in our research is the depiction method. Primary sources were first scanned for an accurate description, and the data obtained were transferred to the article by considering their internal consistency. Again, the chronology was followed to see the change in thought. Among the scholars who are the subject of our research, the first criticisms of mystics were expressed by Ibn Batta. Along with Ibn Aqīl and Ibn al-Jawzī, the focus of criticisms directed at Sufi circles is the bid'ahs (innovations) seen in Sufis. The main complaints directed at Sufism and often reaching the dimensions of takfir (ex-communication) coincide with the post-Ibn Taymiyya period. Ibn Taymiyya denounces Sufis, especially Ibn al-Arabi, who brought a philosophical aspect to Sufism. After Muhammad ʿAbd al-Wahhāb, material and moral violence were applied to the Sufis by using the excuse of the honour they showed to the sheikhs or the tombs. On the other hand, none of the authors whose views we discussed was ultimately against Sufism. Both Ashāb al-hadīth and Salafis appreciate the early Sufis and welcome a spiritual experience to be lived in the centre of asceticism. In this respect, it can be said that the purpose of Sufi criticism is to draw the Sufis to the borders drawn with the literal indication of the Qur’ān and Sunnah. From the earliest times, mystics saw kashf (intuition/insight) and ilhām (inspiration) as exceptional doors to the knowledge of truth and identified themselves with Khidr. Although Hanbali and Salafis disagreed about the identity of Khidr, they accepted that the information given to him was privileged. However, they argued that the knowledge given to Moses is superior to that given to Khidr. Therefore, they accept cash and ilhām as a source of knowledge, but they insistently emphasize that exploratory knowledge should be by the shari'a's outward appearance (zahir).
Journal Of History School, 2014
Özet Tasavvuf, dünyevî meşgalelerden kurtulmayı, kötü duygulardan arınmayı, kalbe Allah sevgisini yerleştirmeyi esas kabul eden bir anlayış olarak gelişmiş ve bir disiplin halini almıştır. Tefsir ise Allah'ın kelamı olan Kur'an'ın anlaşılması üzerine temellenmiş bir disiplindir. Kâinattaki her şey birbiriyle bir şekilde bağ kurmuştur. Bu sebeple olsa gerek, disiplinler arası etkileşimler hep olmuştur. Bu anlamda Tasavvuf hareketinin Tefsir ilmine yansımaları olmuştur. Sûfîlerin keşf ve ilhamlarına dayanan yorumları içeren eserler ortaya konulmuştur. Bu eserler işarî tefsir adını almıştır. Söz konusu eserlerde sûfîlerin keşf ve ilhamına dayalı olarak ayetlerin tefsirleri yer almıştır. Bu tür eserler de yoğunluk ayetlerin zâhirî anlamlarından ziyade bâtınî anlamalarına göre tefsir edilmesi şeklinde olmuştur. Bir de asıl Tefsir külliyatının çoğunluğunu oluşturan Tefsir eserleri vardır. Bu tefsirler ayetlerin zahirî anlamları üzerine yoğunlaşılarak yazılmışlardır. Bununla birlikte birçok müfessirde tefsirlerinde işarî tefsir bağlamında yorumlar yapmışlardır. Bu çalışmada büyük İslam âlimlerinden olan Kurtubî'nin el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'an adlı tefsirinde Kurtubî'nin tasavvufa bakışı tespit edilmek üzere kaleme alınmıştır. Bu bağlamda çeşitli tasavvufi terimlere yönelik Kurtubî'nin yaklaşımı tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra Kurtubî'nin bazı ayetleri tefsir ederken kimi mutasavvıfların görüşlerine yer verdiği görülmüştür. Bu doğrultuda elde edilen bulgular çalışmamızda yansıtılmıştır. Yine bazı mutasavvıfların kimi söylemleri ve yaşam tercihleri üzerine ciddi eleştirileri olan Kurtubî'nin tenkitleri çalışmamızda yer almıştır.
Turkish Translation of "Sufism and Deconstruction:A Comparative Study of Derrida and Ibn 'Arabi" by Ian Almond
2018
Habib-i Karamâni, Halvetiyye tarikatinin Anadolu’da yayilmasi icin gayret gostermis, seyyah sufilerden biridir. Eserleri ve talebeleri ile misyonunun genis kitlelere ulasmasi icin caba gosteren Karamâni, bu yonuyle Halvetiyye’nin ana kollarindan birinin kurucusu olarak kabul edilmistir. Bu makalede, Karamâni’nin hayati, eserleri, halifeleri ve tasavvufi dusuncesinin ana hatlari dile getirilmistir. Calismada, ilmi, vicdani, siyasi, ekonomik ve toplumsal birligin saglanmasina olan katkisi ile yuzyillardir Anadolu’yu etkileyen Halvetiyye tarikatinin onemli temsilcilerinden olan Karamâni’nin bu surece katkisina da isaret edilmistir.
Şarkiyat Mecmuası / Journal of Oriental Studies
Konusu bakımından genel olarak felsefî ve tasavvufî düşünceleri özlü bir şekilde anlatan rubâî nazım şekli, mutasavvıf şairler arasında da rağbet görmüş bir nazım şeklidir. Fars edebiyatında başta divanları olmak üzere diğer manzum eserlerinde rubâî nazım şeklinde şiirler söylemiş mutasavvıf şairler olduğu gibi bu nazım şeklinde müstakil bir mecmua oluşturacak kadar rubâî söylemiş şairlere de rastlamak mümkündür. Bu bağlamda İranlı meşhur şair ve mutasavvıf Ferîdüddîn Attâr (ö. 618/1221)'ın kendisine aidiyeti kesinlik kazanmış sekiz eserinden biri olan ve ihtiva ettiği konu çeşitliğine göre elli babdan müteşekkil Muhtârnâme adlı rubâî mecmuası, bir örnek teşkil etmektedir. Rubâî nazım şekli üzerinden felsefî ve tasavvufî düşüncelerin şiirsel söylem içerisinde değerlendirilmesinin hedeflendiği bu çalışmada; Ferîdüddîn Attâr'ın tasavvufî düşüncesinin felsefî yönünü ortaya koyması bakımından Muhtârnâme'sinden seçilmiş örnek rubâîlerden istifadeyle, akıl mefhumu ve müstakilen Attâr'da akıl ele alınmıştır.
The influence of Ibn ‘Arabî on the sufism terminology and as an example Seyyid Mustafa Rasim Efendi’s Istılâhât-ı insân-ı kâmil Like every academial discipline sufism also has its own terminology used in sufi books from very early times. Hence, it is very important to explain the sufi terminology for a correct understanding. The ideas and works of the celebrated Andalusian sufi-thinker Muhyiddīn Ibn al-„Arabī (d.1165/1240) have left profound imprints on Islamic intellectuality and sufism terminology. His doctrine commonly called “unity of being” (wahdat al wujûd). According to Ibn al-„Arabī, God is absolutely transcendent and universe is an appearanca of His divine names. His language is a symbolic one especially on this subject. There are echoes of the terminology of Ibn „Arabī throughout the Seyyid Mustafa Râsim Efendi‟s “Istılâhât-ı İnsân-ı Kâmil (The terminology of Perfect Man).
ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ YAYINLARI / 127
Genellikle ibnu'l-Arabi (veya özellikle Do ğu'da ibu Arabi) ve eşşeyhu'l-Ekber 5 olarak bilinen Ş eyh Muhyiddin Muhammed ibn Ali, Mursiya 'da (İ spanya'nın güney-do ğusu), Do ğu Endülüs valisi6 Sultan Muhammed b. S ac ıl b. Mardani ş 'in hüküm sürdüğü sırada, ve kuzey Afrika'nın Muvahhid reisi Abdulmü'min'in ölümünden 2 yıl sonra do ğdu. Kendisine nispet edilen el-Wıtimi et-Dri lakabını gözönüne alarak onun, büyük insansever (philanthrope) Hâti m'in bağlı olduğu eski Tayy kabilesine mensup oldu ğu neticesine varabiliriz. ibnu'l-Ar abi ünlü ve dindar bir aileden gelmi ştir. Babası ve amcalar ından ikisi belirli bir ş öhrete sahip sa-İ bnu'l-Arabi 568/ 1172'de 8 ya şında iken do ğum yerini terkederek İşbiliye'ye gitti. Kur'an okumak ve İslam Hukukunun ilk esaslar ını ö ğrenmekten ibaret olan ilk İslam e ğitimini Ş eyh Eb ii B ekr b. Halef'den ald ı. Çok geçmeden, o s ırada, Endülüs safilerinin önemli bir merkezi olan Sevil'e geçti ve orada 30 y ıl kaldı. Bu 30 yıl zarfında islam Hukuku, Hadis ve Kelâm okudu. Yine Sevil'de safilik yolunda ona ilk mür şidlik yapan kişilerden pek çoğuyla kar şılaştı 7. Bir taraftan Sevil'i sürekli ikamet yeri yaparken, bir taraftan da Endülüs ve Ma ğrip'de geniş çapta gezilerde bulundu. Kurtuba'y ı ziyaret etti ve daha çok genç bir ya şta iken bu şehrin kadısı olan İ b n Rü ş d'le ilk kez tanıştı:7a Aynı zamanda 590 / 1194'de Tunus'u ve Fas' ı dolaştı. 598/ 1201'de 28 ya şında iken, kısmen Batı'da dindar kişilerin ço ğunun adet edindikleri hac görevini yerine getirmek, fakat bence esas ında Endülüs ve bütün Batı bölgesi büyük siyasi kar ışıklıkların merkezi oldu ğu için, Do ğu'ya do ğru yola çıktı. Bunun yanında ibnu'l-Ar abi gibi siifiler, Bat ılı Kelamc ılar, Endülüs ve Kuzey Afrika hükümdarlar ı tarafından kötü kar şdamyorlardı .
2020
Abū Manṣūr Muḥammad al-Māturīdī was a scholar who used the reason while evaluating Islamic tradition. His masterpiece Ta’wīlâtu’l-Qur’ân was also formed by this understanding. This caused the perception that alMāturīdī was standing at a distance from Sufism. This might stem from the inability to reconcile the concept of asceticism or Sufism and his rationalistic perspective. The fact that the symbolic / ishārī interpretations of verses by Sufis were not seen in al-Māturīdī strengthened this perception. Al-Māturīdī made an ishārī interpretation in his book for only one verse, but he reached that conclusion through the reason as well. On the other hand, he narrated some statements in his Ta’wīlât which were very similar to Sufi statements. For example, he mentioned some of the Sufi statements regarding being rich or poor, being patient or grateful, staying away from the evil in order to train the nafs and have an edge with the sultans. When compared to some scholars such as Qushayr (d...
Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2017
Bu makalede Şazeli tarikatinin Alaviyye kolunun kurucusu Şeyh Ahmed El-Alavî'nin, Türkçe'ye "Tasavvufun Hakikati" ismiyle tercüme edilmiş olan "Risâletü'n-Nâsır Ma'ruf fi'zzebbi an Mecdi't-Tasavvuf" isimli eseri incelenmiş ve kritik edilmiştir.
2018
Ebu’l-Ferec Ibnu’l-Cevzi, miladi XII. Yuzyilda Bagdat’ta yasamis butunlukcu bir Islam âlimidir. Islami ilimlerin her dalinda eserler vermistir. Ozellikle Telbisu Iblis adli eseri tasavvuf ve kelam ilmi acisindan onemlidir. Ibnu’l-Cevzi, hem Abbasiler ve hem de Buyuk Selcuklu Devleti iktidarlarini gormustur. Her iki devirde de bir âlim ve aydin sorumluluguyla hareket etmis, icinde yasadigi toplumun itikâdi ve ahlaki sorunlariyla yakindan ilgilenmistir. Ibnu’l-Cevzi, Şii-Bâtini firkalarin Islam toplumunda karisikliklar cikardigi bir donemde, onlarin itikadi goruslerini elestirmis ve Ehl-i sunnet itikadini savunmustur. Ibnu’l-Cevzi, tasavvuf ilmini Islam’in bir yorum bicimi olarak gormustur. Bununla birlikte Kelam ilminin akla ve vahye dayanan yontemiyle kendi doneminde yasayan bazi sufilerin Kur’an ve Sunnete aykiri goruslerine iceriden tenkitler yoneltmistir. Yazar, bu elestirilerinde ilmi kriterlerden ayrilmamis, mezhep ve mesrep fanatizmine de gitmemistir. Ayrica Telbisu Iblis a...
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017
Özet Tasavvufî düşünce, pek çok mutasavvıfın eserleri ile teşekkül eder. Her bir mutasavvıf, kendi yüzyılının sûfî anlayışını yansıtan tasavvufî kavramlarla bu teşekkül sürecine katkıda bulunur. Tasavvufun klasik döneminde yaşamış Kelâbâzî (380/990)'nin günümüze ulaşan iki eseri bulunmaktadır: et-Ta'arruf li-mezhebi ehli't-tasavvuf ve Bahru'l-Fevâid/Me'âni'l-Ahbâr. Kelâbâzî'nin çalışmamıza konu olan eseri Bahru'l-Fevâid/Me'âni'l-Ahbar, hadisleri tasavvufî açıdan yorumlayan ilk çalışmalardan biri olması bakımından önem taşımaktadır. Bu eseri ile Kelâbâzî, işârî hadis şerhi geleneğini başlatmıştır. Bâzı tasavvuf kavramlarının hadisler bağlamında nasıl yorumlandığı, bu makale ile aktarılmaya çalışılacaktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.