Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2020, Sanat - Tasarım Dergisi
https://doi.org/10.35333…
12 pages
1 file
Bu makalede internet çıkışlı bir alt kültür estetik akımı olan Vaporwave ve bu akımın geçmiş zaman ile olan yakın ilişkisi çeşitli açılardan araştırılacak, sosyoloji, psikanaliz ve sanat tarihi felsefesinden referanslarla temellendirilecektir. Bu araştırma nostalji ve benlik üzerine çalışmış teorisyenler ile popüler kültür ve kapitalizm eleştirileri gibi geniş bir skala üzerinden ilerleyecektir. Nostalji durumunun yaratıcı etkileri saptanacak ve Vaporwave estetiğinin bu yönleri nasıl benzersiz bir form altında toparladığı netleştirilecektir. Vaporwave’in geçmiş zamana yönelik yaratıcı bakışı, benzer pratiklerin kullanıldığı çağdaş sanat alanından iş örnekleri ile karşılaştırılacak, böylece ortak bir estetik yorumlamanın özellikleri saptanacaktır.
Universal Journal of History and Culture, 2019
Modern dönemle beraber ortaya çıkan nostalji kavramı içerik olarak sürekli degişim geçirmiştir. Temelde birözlem duygusu olan kavramın tasarımla ilişkisi genellikle pazarlama ve tüketim uzerinden kurulmuştur. Oysa nostaljinin eleştirel olması ve yaratıcı sürece katkı saglayabilecegi gözönünde bulundurularak tasarım aracı olarak görülmesi şimdi ve gelecegin maddi koşullarï uzerine tartışma alanı yaratır. Nostalji kavramı ve tasarım ilişkisi yogunluklu olarak Svetlana Boym'un "Nostaljinin Gelecegi" kitabı ve Greig Crysler'in "Zamanın okları: Geçmişin mekanları" metniüzerinden tartışmaya açılmıştır. Ortaya çıkan tartışma alanları bu çalışmada Kabataş meydan düzenlemesi ve transfer merkezi projesiüzerinden derinleştirilmiştir. Mekan içerisinde nostalji arayışı; mekan dizilimlerinin nasıl bir deneyim alanı sagladıgı ve bu deneyimin nasıl degişime ugradıgı ile tespit edilmeye çalışılmıştır. 2016 yılında kapatılan iskele binası ilk olarak "Martı Projesi" ile sonra da Osmanlı stili tasarım ile gündeme gelmiştir. Zamanüzerinden dogrudan tasarım kriterleri belirlemeye çalışan projeye karşı nostaljinin eleştirel ve yaratıcı katkısı çalışmanın sonunda ortaya çıkarılmıştır.
STAR Sanat ve Tasarım Araştırmaları Dergisi, 2021
Bu çalışma ile Y Kuşağına dahil insanların Nostalji eğilimi, araştırılmaktadır. Araştırma için çalışma grubu; Y Kuşağı yani 1980 ile 2000 yılı arası doğumlu insanlar olarak seçilmiştir. Bu araştırmada anket çalışması, örnek olay incelemesi, saha araştırması, yöntemleri kullanılmıştır. 303 kişi ile anket uygulaması yapılmıştır. Yapılan anket uygulamasında 234 kişinin, yüksek oranda nostalji eğilimine sahip olduğu belirlenmiştir. İnsanların nostalji eğilimlerine bakıldığında oransal olarak çok fark olmasada kadınların erkeklere oranla daha yüksek nostalji eğiliminde oldukları görülmüştür.
Son yıllarda sosyal bilimler alanında yürütülen araştırmalarda farklı disiplinlerin metot ve kavramlarını kullanarak hazırlanan çalışmaların sayısında artış görülmektedir. Bu eğilim doğrultusunda bilimsel araştırmalarda, kavramların tek-boyutluluğunun tersine farklı, çok-boyutlu ve katmanlı bir kavramlar dizini ile çalışma anlayışı ağırlık kazanmaktadır. Nostalji kavramı da bu anlayışın özgün örnekleri arasında yer almaktadır. Nostaljinin Geleceği, yerleşik tanımı ile geçmişe ait olanı ve memleket özleminin sıla hastalığıyla harmanlandığı bir kavram olan nostaljiyi " tarihsel bir olgu " (s. 36) olarak elen alan araştırma ve inceleme kitabıdır. Bu çalışma St. Petersburg doğumlu, Harvard Üniversitesi Slav ve Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü ve aynı zamanda da sanatçı ve tasarımcı Svetlana Boym (1959-2015) tarafından kaleme alınmıştır. Yazarın, Sovyetler'de başlayan ve ABD'de devam eden kişisel tarihinin nostalji kavramının derinlikli ve katmanlı içeriğiyle paralellik gösteren yapısı, çalışmanın katmanlılığını okur nezdinde arttıran bir çokseslilik içermekte. Yazarının 1990'ların ikinci yarısında nostalji hakkında yazmaya karar verdiği, 2001'de İngilizce ve 2009 yılında da Türkçe baskısı yayımlanan Nostaljinin Geleceği'nde de ifade edildiği üzere, Yunanca iki kökten gelen nostalji sözcüğü, ilk kez edebiyat veya siyaset alanlarında değil, 1688 yılında İsviçreli bir doktor tarafından tıp alanında kullanılmıştır. İsviçreli askerlerin memleketlerine dönme hasretinin psikolojik etkilerini tanımlamak için kullanılan bu tıbbi sözcük, etimolojik olarak " (Nostalji)-nostos (eve dönüş) ve algia (özlem), nostalgia-artık var olmayan veya hiç var olmamış bir eve duyulan özlemdir" (s. 14). Ancak, yazar bu çalışmasında kavramın etimolojik anlamını katmanlaştırarak ve özgün diliyle " eleştirel düşünce ile hikaye anlatımı arasında gidip gelen bir nostalji tarihi " (s. 19) anlatmaktadır. Bu anlatım, üç ana bölüm ve çeşitli fotoğraflarla kurgulanmış.
Time perception of postmodernism is not Chronologic.Although It’s eyes look back to the past, Postmodernism is together with today’s life routines.As the phenomenon nostalgy is remembered with affirmation and longing, it’s samples in pictures and television dominates Turkish popular music community in recent years.Especially the turkish pop songs released in 1970’s draw more interest in todays world than their own age. Eventually, this interest have brought success in the dead fields of music. The very first examples of recording technology, phonograph record, gramophone, pickup, the radio programs and albums contain the songs of 1970’s and 1980’s are followed eagerly. As a matter of fact, besides the adults who have experienced those years, many of the followers are the youngsters who were born after those ages had passed
Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
Günümüz pazarında birbirine çok benzeyen ürünler ile tüketicilerin zihninde ayrışmak, tercih sebebi haline gelmek, bu tercih edilme halini sürdürüp bir bağ kurabilmek markalar için oldukça önemlidir. Markaların tüketicileri ile kurdukları bağ tüketicilerin geçmişleri ile ilintili ise bu nostaljik bir bağ olarak adlandırılmaktadır. Geçmiş ve geçmişe ait yaşantılar ise kişinin benliğinin oluşumunda oldukça belirleyici olabilmektedir. Bu çalışmanın temel amacı nostalji eğilimleri yüksek ve düşük tüketicileri belirlenmesi ve ardından 2 farklı nostalji eğiliminde olan bu tüketicilerin, benlik pozisyonları (duygusal tepkisellik, "ben" pozisyonu, duygusal kopma ve başkalarına bağımlılık) açısından istatiksel olarak farklılaşıp farklılaşmadığının tespit edilmesidir. Bu çalışmada veriler çevrimiçi olarak toplanmış ve kolayda örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Veri toplama aşaması sonucunda, toplamda 567 anket elde edilmiştir. Anketler incelenerek hatalı, eksik ya da tutarlı olmayanları ayıklandıktan sonra kullanılabilir anket sayısı 561 olmuştur. Araştırmanın sonucunda ise; benliğin tüm alt pozisyonlarında, yüksek nostalji eğiliminin ortalaması, düşük nostalji eğilimin ortalamasından istatistiksel olarak anlamlı (p<0.001) bir biçimde yüksek bulunmuştur.
Kendi halinde kaldığı sürece masum bir etkinlik olan nostalji, istismar edilerek endüstriyel kültürün bir eklentisine ve dahası mücadelenin önünü tıkamak için kullanılan bir silah haline gelebilir. Bu silah kalabalıkların harekete geçirilmesi noktasında önemli bir engeldir.
3rd INTERNATIONAL EGE CONGRESS ON SCIENTIFIC RESEARCH, 2024
Bu çalışma, Devrim Erbil’in İstanbul temalı eserlerini restoratif nostalji ve idealizasyon kavramları çerçevesinde incelemektedir. Svetlana Boym’un restoratif nostalji teorisi ve Henri Lefebvre’nin mekân üretimi yaklaşımı temel alınarak, sanatçının çizgi, renk ve perspektif kullanımı analiz edilmiştir. Çalışma, Erbil’in eserlerinde mekânın tarihsel, kültürel ve estetik bir araç olarak nasıl yeniden üretildiğini tartışmaktadır. Çizgisel üslup ve kuşbakışı perspektif gibi biçimsel stratejiler, İstanbul’un çok katmanlı tarihini görsel bir hafıza alanı olarak yeniden yapılandırırken, estetik idealizasyon ile geçmişin çelişkileri ve sosyo-politik sorunları nötrleştirilmektedir. Bu bağlamda, Erbil’in eserleri, bireysel ve kolektif hafızayı düzenleyerek toplumsal bir idealizasyon aracı işlevi görmektedir. Çalışma, sanat tarihi ve kültürel bellek arasındaki ilişkileri sorgulayan bir perspektifle Erbil’in sanatını estetik ve teorik bir bağlama oturtmaktadır. Devrim Erbil’in ‘‘İstanbul Manzaraları” eserlerini analiz etmek için sanat tarihi ve estetik teorilerden yararlanarak disiplinlerarası bir yöntem benimsemiştir. Araştırma teorik bir çerçeve oluşturmak ve görsel analiz yoluyla sanatçının eserlerini detaylı şekilde incelemek üzere yapılandırılmıştır. Görsel analiz ve teorik incelemelerden elde edilen veriler, Erbil’in İstanbul temsillerinin restoratif nostalji ve idealizasyon bağlamında toplumsal ve kültürel belleğe katkısını değerlendirmek üzere bir araya getirilmiştir. Bu süreçte sanat eserlerinin, toplumsal kimlik ve bellek inşasındaki işlevleri tartışılmıştır. Çalışmanın literatürdeki özgün yeri, Erbil’in eserlerini restoratif nostalji ve idealizasyon kavramları çerçevesinde ele alarak, sanatçının estetik stratejilerinin bireysel ve toplumsal bellek üzerindeki etkilerini tartışmaya açmasıdır. Türk resim sanatında nostalji teması, genellikle bireysel duygular üzerinden ele alınırken, bu çalışma nostaljiyi restoratif ve toplumsal bir bağlamda analiz etmesiyle literatürde bir boşluğu doldurmaktadır. Devrim Erbil’in eserleri üzerinden geçmişin idealize edilme biçimleri ve bu temsillerin günümüz kültürel politikalarıyla ilişkisi, çalışmayı özgün kılmaktadır. Bu bağlamda, çalışma, Türk resim sanatının teorik ve estetik çerçevesine dair literatüre anlamlı bir katkı sunmaktadır. Restoratif nostalji ve idealizasyon kavramlarıyla yapılan bu çözümlemeler, gelecekteki araştırmalara teorik ve metodolojik bir referans noktası oluşturacaktır.
Hakan Bıçakçı'nın 2017'de yayınlanan Uyku Sersemi adlı romanı 2000'li yıllardan itibaren hızla değişen İstanbul'a dair bir metindir. Romanda İstanbul'un bir yandan yoğun bir tüketimle bir yandan da hızlı bir kentsel dönüşümle sakinlerinin zihninde taşıdığı kentsel imgesini yitirmeye başlaması anlatılır. İstanbul, onu diğer kentlerden ayıran, ona ruhunu veren mekânlarını birer birer kaybedip kimliksizleşirken, kimliğini bu kent üzerinden kurmuş, belleğini kentin mekânlarındaki hatıralarla oluşturmuş romanın başkarakteri Kahraman Kara gibi sakinleri de kimliksizleşir, kentle birlikte parçalanır, bütünlüğünü kaybeder. Bu, bir yandan geçmişe sığınmayı, nostaljiyi beraberinde getirirken diğer yandan da hafızasını, kimliğini, benlik bütünlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan kentli insanı derin bir melankoliye sürükler. Uyku Sersemi, bu bağlamda 2000'li yılarda hızla değişen İstanbul'a dair edebiyat aracılığıyla bir bellek oluştururken bu makale, bu belleğin işaret ettiklerini, imgesini yitiren İstanbul'un neden olduğu nostalji ve melankoliyi romanın başkarakteri üzerinden tartışmaya açar.
tojdac.org
Cinema, with its unique way of expression, states a wide range area of capabilities. This is a "narrative" form that conveys a strong sense and discourse which includes its own unique codes and techniques. Even if this narrative form houses infinite contingencies, basically, it is based on showing and performing. While the Modernist or the Avant-garde cinemas, which are experiencing the modern narrative techniques, are on the other side of these narrational contingencies, the Classical Cinema has always managed to protect its ties with the mimesis concept which exists since Aristotle thanks to its practices on generally used forms of dramatic narration which are showing and performing. Mimesis, accordingly, states the form in which the narrator is excluded and in which the events are re-fictioned and relived in a present time. Here, the context of making the events 'lived' without a mediator, establishes a virtual reality which is over the feelings of "katharsis" and "identification" with the application of digital 3D effects in the cinema of today. This study argues how the "mimesis" concept is evolutionized by the digital capabilities of the cinema or what this new form has added to the narrative capabilities of the cinema. Accordingly, the 3D movie Avatar directed by James Cameron will be analysed in accordance in the cinematic narrative forms.
Despite of Postmodernist Criticism appears as reader centered, it is essentially Structuralist. At the development of "Postmodernist Criticism" the thoughts of "Saussure's-semiotics" and "Derrida'sdeconstruction" are arbiter. Saussure entitles "sign" the combination of sounds or symbols that provides perceiving concepts. He says "signifiant" to the string of audio, text and symbols; "signifié" to the meanings and notions. However Derrida introduces concept named "differance" for draw intention to meaning ties of indicators. He also mentions contrast and dependence of "logocentrisme" and "phonocentrisme". Researcher Structural Postmodernist Criticism which cares to the differences develops its method as stabile hesitations. Postmodernist method pursues hesitations in the text when it wants to mean deep meanings of literary text on the other hand it want to establish new doubts with its critical discourses. It wants to deconstruct the logic center of text which participated its meaning world however it reconstructs the text around the new logic center by a literary and critical discourse. Postmodernist Structural Criticism tries in general to unify in its method text-centered, writer-centered, reader-centered and sociologic criticism that they are four main trends of criticism. That method treats the text collaterally in two steps of criticism. In this method the text are discussed at first stage as "signifiant" and "signifié" at second stage. Critic behaves text and writer-centered at first phase, reader and social environment-centered at second phase. In the first step he analyzes and deconstructs the text at the second reaches to synthesis and reconfigures the text. This type of criticism shows features of anti-article. However the critic attitudes ironically in its language and style. It wants to spread the pleasure of criticism to its readers. In this article we will clarify the Postmodernist Structural Criticism with regard to both its unique aspects and in common with the previous ones.
HABITUS Toplumbilim Dergisi, 2020
ÖZ Pierre Bourdieu, popüler kültür olgusunu beğeni yargısının toplumsal eleştirisi bağlamında çözümleyerek kültürel alanın bireylerin yaşam tarzları ve pratiklerini sınıflandırıcı ve ayrıştırıcı ideolojik boyutu üzerinde durur. Buna göre, popüler haz, en basit deyimle, birleştirici değil, ayrıştırıcıdır. Bireylere birtakım yatkınlıklar, alışkanlıklar ve kalıcı eğilimler aşılamak suretiyle onları egemen kültürel sisteme bağlar. Bourdieu, popüler kültür aracılığıyla, toplumsal sınıfların kültürel pratikler üzerinden inşa edildiği bir ideolojik etkileme sürecinin altını çizer. Ona göre, "bedene dönüşmüş bir toplumsallık" anlamına gelen habitus, egemen kültürel sistemin gizil ideolojik kanalıdır. Genel olarak "alan"ı, sadece anlamsal ilişkilerin kurulduğu bir yer olarak değil, aynı zamanda güç ilişkileri ve toplumsal mücadelelerin gerçekleştiği bir "değişim" yeri olarak tasavvur eden Bourdieu, kültürel alanın kendisini de aynı sınıfsal iktidar çatışmamalarının sahnelendiği bu ayrıştırıcı zeminden farklı bir şey olarak düşünmez. Bu çalışmada, Bourdieu'nün kavradığı anlamda popüler kültürün "neoliberal estetik" ve "habitus" kavramlarıyla ilişkisi bağlamında kuramsal bir eleştirisine odaklanılmaktadır. Anahtar Sözcükler: Popüler Kültür, Habitus, Neoliberal Estetik, Kültürel Alan, Toplumsal Sınıf. FROM "NEOLIBERAL AESTHETIC" TO "HABITUS" BOURDIEU AND POPULAR CULTURE ABSTRACT Pierre Bourdieu analyzes popular culture phenomenon within the scope of social criticism of appreciation attitude. He focuses on the ideological dimension of the cultural field, which classifies and discriminates individuals' life styles and practices. Accordingly, popular pleasure-in its simplest terms-is not integrative but discriminative. It binds individuals to the dominant cultural system by imposing some tendencies, habits and permanent predispositions on them. Bourdieu underlines an ideological influence process where popular culture creates social classes on the basis of cultural practices. According to Bourdieu, habitus which means "a concretized socialization" is the potential ideological channel of the dominant culture. Generally describing the "field" as a "transformation" area where power relationships and social struggles take place as well as semantic relationships, Bourdieu does not isolate the field of culture from this discriminative basis where class-based power conflicts are experienced. This study focused on a theoretical criticism of popular culture, as understood by Bourdieu, in the scope of its relationship with "neo-liberal aesthetic" and "habitus" concepts.
Bu çalışma neoliberal akılsallığın nostaljiyle olan bağını çağdaş kapitalizmin kültürel mantığı çerçevesinde analiz etmektedir. Postmodernizmle başlayan yerelliğin ve otantikliğin önem kazanması bir yönüyle kapitalist üretim ilişkilerinin varlığıyla da ilişkilidir. Bu bakımdan postmodernizmin kültürel mantığı egemen neoliberal akılsallıktan bağımsız değildir. Postmodernizm ile geçmiş zamanın ve yerelliğin önem kazanması, nostaljik ruhun yeniden canlandırılması yeni birikim sahaları yaratmış ve yerelliği kapitalist üretimin hizmetine sokmuştur. Bu bağlamda çalışma kapitalist yeni birikim aklı olan kültür sanatın nostaljiyle arkaik olanla ilişkisini neoliberal akılsallığın yeni birikim yaratma istenci bağlamıyla ele almaktadır.
Moment Journal, 2020
Bu çalışmada Soğuk Savaş (Cold War, Pawel Pawlikowski, 2018) filmi, toplumsal kriz dönemlerinde ortaya çıkan kayıpları telafi etme girişimiyle bağlantılı olarak, geçmişe yönelik özlemi, ev/yuva arayışını ifade eden "nostalji" ve Freud'dan hareketle, kaybın yasının tutulamaması, kayıp nesnenin benlikte muhafaza edilmesi şeklinde tanımlanabilecek "melankoli" kavramları aracılığıyla değerlendirilmektedir. Çalışmada, Soğuk Savaş döneminde yaşanan kutuplaşmış siyaset ve bu siyasetin toplumsal-kültürel hayattaki ya da kişilerin bireysel yaşamlarındaki tezahürünün ulusal kimlik, karşı bellek, nostalji ve melankoli tartışmaları çerçevesinde nasıl anlamlandırılabileceği ele alınmaktadır. Bir aşk öyküsünü Soğuk Savaş'a, özelde ise Polonya ulusuna dair bir anlatıyla iç içe geçiren filmin, resmi kültür/bellek inşası sonucunda açığa çıkan toplumsal çöküntüyü, kimliksizliği ve vatansızlık endişesini sorunsallaştırdığı ileri sürülmektedir. Bu bağlamda filmin nostaljik ve melankolik temelde örgütlenen anlatı yapısının, sosyalizm öncesinde var olan;
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi / The Journal of International Social Research, 2018
Mircea Eliade'nin " Kutsal ve Dindışı " ayrımı üzerine ürettiği " kutsal " kavramı, yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Bu kullanım, aslında, Eliade'nin " ilkel " dinler ve Yahudi-Hristiyan inançlarından devşirdiği formasyonları, bir tür " içselleştirme " pratiği olarak görülebilir. Aynı zamanda bu pratik, Romalıların ikili ayrımlarını Hristiyanlaştırarak kurgulanan düzlemin İslamileştirilmesini olağanlaştırmaktadır. Dahası, kavramın başka inançlar için de sorgulanmaksızın kullanılması, içerisinden konuşulan inançların temel değerlerini emen, evrenselleştirerek yassılaştıran ve belirsizleştiren bir pratik olarak karşımıza çıkar. Bu düzlemde, arkaik " tanrılar " , Hristiyanlığın " Baba ve Oğul " u ile İslam " ın " Allah " ı birbirlerine doğru akmaya ve aralarındaki farklılıklar kaybolmaya başlar. İlahiyat literatüründe " kutsal " kavramına ilişkin birbirinden farklıymış gibi görünen metin üretimleri, aslında " bir " söylemin çoğaltılmasından ibaret hale gelerek " metastaz " a dönüşür. Fakat " din " alanından konuşuluyor olması hasebiyle, " kendi inanç alanında kalındığı yanılsaması " üretilir. " Kutsal " kavramını kullanmaksızın " din " den konuşulamayacak olması, anlamın ve varlığın kaybolmasıyla eş değer görülür. Oysa tam da, " kutsal " kavramını kullanmaksızın konuşabilme imkânlarını genişletebilmek için kavramı, sorunsallaştırmak ve belki de askıya almak gerekir. Abstract Coined by Eliade to make a distinction between " Sacred and Profane " , the term, " kutsal " , is still widely used as a practice of " internalization " of his original idea that drives from an integrated formulation of " primitive " religious, Judaism and Christianity. This practice also normalizes Islamization of the phenomenon relying on Christianization of Roman dual distinction. It can also be observed that the usage of the word, " kutsal " , cast on other religions without any problematization emerges as a practice of universalization that absorbs, flattens and obscures some basic values. Therefore primitive " God " s, " God and Jesus " in Christianity (father and son) and " Allah " in Islam seems to flow in a stream to juxtapose around the same position. Eventually, distinctions between these characteristics of Gods start to disappear. Some quasi-different articles about the concept of " kutsal " in the field of theology can be read as proliferation of " one discourse ". This proliferation inevitably becomes " metastasis ". It can be suggested that " religious problematics " cannot be discussed without any usage of the word " kutsal " in the metastasis, which is understood as a loss of " meaning " and " existence ". However, the word of " kutsal " should be problematized and even suspended in order to enhance and open discussion without usage of the " word. "
Ölüm Anksiyetesi, Varoluşsal Boşluk ve Otantiklik, 2020
Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD) Eurasian Journal of Researches in Social and Economics (EJRSE) ISSN:2148-9963, 2018
ÖZET Tanrı, ruh gibi tabiatüstü kavramlar birçok alanın araştırma konusu olmasına karşın felsefe tarihinde bu kavramlar genellikler metafizik düşünce kapsamında tartışılmıştır. Bilimsel düşüncenin önem kazanmasıyla birlikte somut, deney ve gözleme tâbi olan şeyler pozitif bilimlerin çalışma alanı olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Buna karşın Heidegger, metafizik ve fizik için yapılan bu ayrıma farklı bir bakış açısı getirmektedir. Heidegger'e göre aslında bütün bir batı felsefe geleneği metafiziktir. Ona göre bu metafizik gelenek ilk defa Platon ve Aristoteles'in felsefeleri ile filizlenmeye başlamıştır. Dahası, Heidegger'e göre Descartes'in özneyi öne çıkaran projesi ile metafizik düşünce farklı bir boyut kazanmış ve modern teknoloji ile birlikte metafizik düşünce zirveye ulaşmıştır. Peki, modern teknoloji nasıl olup da metafiziğin " dünyevi resmi " olarak karşımıza çıkmaktadır? Heidegger'e göre metafizik düşünce felsefe tarihinde Varlık yerine varolanın sorgulanması ile gerçekleşmiştir. Burada Varlık, Heidegger'e göre ontolojinin ve felsefenin asli meselesi iken, varolan hep başka bir varlık ile açıklanmaya çalışılmış, böylece varlığın üstü örtülmüştür. Descartes felsefesi ile düşünen ben, özne olarak ortaya çıkmaya başlamış ve nesneyi karşısına konumlandırmıştır. Öznenin, dünyayı karşısına almasıyla beraber yeniçağda dünya, öznenin gözünde adeta bir resme dönüşmüştür. Modern teknoloji de bu özne merkezli düşünmenin bir sonucu olarak metafiziğin dünyevi resmi olmaya başlamıştır. Bu çalışmada, metafiziğe felsefe tarihinden farklı bir bakış açısı getiren Heidegger'in modern teknoloji ile birlikte metafiziğin nasıl dünyevileştiği ve bu süreçteki modern öznenin nasıl bir role sahip olduğu irdelenecektir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.