Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2020, CEMAL KAFADAR İLE TARİHÇİLİK VE FELSEFE ÜZERİNE SÖYLEŞİ
…
14 pages
1 file
Cemal Kafadar ile tarihyazımı, tarihçilik ve felsefe-tarih ilişkisi üzerine röportaj An interview with Cemal Kafadar on the historiography and the relation between history and philosophy
The purpose of the present study is to analyze the content of Ṣadr al-Sharīʿa al-Bukhāri’s (d. 747/1346) Tadīl al-kalām in connection with the interaction of kalām with philosophy. In his introduction, the author states that he intends to reorganize and to strengthen the structure of kalām, but without offering any explanation of the method or the means by which he will pursue this goal. This paper argues that Ṣadr al-Sharīa tried to revive and strengthen Maturidian kalām by utilizing the structure and problematics of Ibn Sīnā’s (d. 428/1037) al-Ishārāt, alongside the two most important commentaries on this work by Fakhr al-Dīn al-Rāzī (d. 606/1210) and Nāṣir al-Dīn al-Ṭūsi (d. 672/1274). The article’s most important claim is that in his Ta‘dīl al-Kalām Ṣadr al-Sharīa surveys the tradition of al-Ishārāt both in terms of problematics and outline. A closer examination shows that following al-Rāzī’s pattern, he thoroughly criticizes or adapts the philosophical theories of al-Ishārāt and al-Ṭūsī’s Sharh al-Ishārāt. He thus aims to improve and reinforce the structure of Maturidian Kalām by facing the challenges of Avicennan tradition.
2021
Tefsir disiplininin müdevven-hakiki bir ilim olup olmadığı gelenekte tartışıldığı gibi bugün de tartışılmaktadır. Bu tartışma genelde tefsirin meselelerini kendilerine arz ederek sağlamasını yapacağı yeterli sayıda kâidesinin bulunmadığı temelinde yürütülmektedir. Bu bağlamda tefsirin eczâu’l-ulûm olarak isimlendirilen bilim kriterlerinden mebâdî kriterini karşılamadığını dolayısıyla tefsirden bir ilim olarak bahsedilemeyeceğini savunanlar olduğu gibi tefsirin kâidelerinin bulunduğunu yeterli mesai harcandığında mevcut kâidelerden daha fazlasının da tespit edilebileceğini bu yüzden fıkıh, kelam, tasavvuf disiplinlerine nasıl ilim deniliyorsa tefsire de ilim denilebileceğini savunanlar da bulunmaktadır. Bu çalışmada öncelikle kavâidü’t-tefsirin mahiyeti, önemi, ilişkili olduğu kavramlar incelenmiş ardından tefsir kâidesi devşirilen/derlenen kaynaklar tespit edilmiştir. Bu vesileyle tefsir kâidesi olarak adlandırılan kâidelerin ne kadarının tefsire özgü olduğu tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu konuyu tüm kavâidü’t-tefsir eserleri üzerinden çalışmak zor olacağı ve yüksek lisans tezi sınırlarını aşacağı için bir eser belirlenmiş ve o eser üzerinden tespit ve tahlillerde bulunulmuştur. Bu çalışma en çok tefsir kâidesi barındıran kavâidü’t-tefsir eseri olarak kabul edilen Hâlid b. Osman es-Sebt’in Kavâidü’t-Tefsîr Cem‘an ve Dirâseten adlı eseri üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu eserdeki kâideler üzerinden tefsirin kendine has kuralları olduğu dolayısıyla tefsirin müdevven bir ilim olarak isimlendirilebileceği ayrıca tefsir adı altında üretilen çeşitli yorumların sağlamasını yapabilecek ilke ve esasların var olduğu gösterilmek istenmiştir.
Turkish translation of Nader el-Bizri's article: "Premodern Traditions in Philosophy and Contemporary Philosophizing" published in Sabah Ülkesi, 55, 28-31.
Felsefe-Kelam tartışmalarında Gazali'nin İbn Sina'ya Tehafüt eseri bağlamında (özellikle üç mesele ekseninde) yönelttiği tekfir ithamı ve eleştirileri hakkında detaylı bilgi vermektedir.
Şüphe yok ki insan dışında hiçbir canlı hayata ve varlığa dair kaygı ve merak içerisinde değildir. Varoluş, hayvanlar için o kadar doğal, o kadar doğal bir şeydir ki ona dikkat bile etmezler. Ancak zihinsel-düşünsel melekeleri bakımından herhangi bir insan aşağı seviyelerde ise varoluş ona da doğal gelir. İnsanla hayvan arasında farklılığa yol açan yegâne nitelik onun rasyonel hassesidir. Doğrusunu söylemek gerekirse her insanda bulunmayan özel felsefî yetenek de zaten rasyonel hasse ile ilgilidir ve her gün olup biten rutin fenomenler karşısındaki kaygı ve merak duygusunun kaynağı da budur. Tam da bu sayede hayata ve varlığa dair rutin fenomenlerin arkasındaki tümel-evrensel sebepler kavranabilir, bu sayede hayata ve varlığa dair nihai, temel açıklamalar mümkün olur. Varoluşun sonlu ve sınırlılığı ile ölüm karşısındaki çaresizlik şuurlu idrake dönüştüğündeyse kaygı ve merak duygusu daha da ciddiyet kazanır. Buradan da insana özgü olan metafizikî alana geçilir. Aristoteles'in; Metafizik eserinde belirttiği gibi, insan zaten kaygı ve merak duygusunun ciddiyetine istinaden felsefeyle uğraşır.2 Bu ciddiyet yoksa ve hayata ve varlığa dair fenomenler rutin bir biçimde algılanıyorsa eşya ve olayların neden mevcut şekilde gerçekleştiği kimsenin aklına gelmez ve böylelikle de her şey tamamen doğal kabul edilir. Bu doğal tavırdan ötürüdür ki sıradan insanların tümel-evrensel hakikatlere yönelik ilgisi de fikri de yoktur. Halbuki filozof; rutin olanı aşmak, hayata ve varlığa dair tümel-evrensel hakikatlerin peşinden koşmak mecburiyetindedir. Binaenaleyh rutinde tümel-evrensel olanın kavranışı, elbette rasyonalitenin seçkinlik derecesine bağlıdır. Akılları; kaygı ve merak saikiyle ortaya çıkan hakikatten ziyade, münhasıran şehevî ve gadabî duygularının tatminine yönelik olan insanların rasyonel seçkinliğinden söz edilemeyeceği gibi, onların felsefeden nasibi de yoktur. Aslî fonksiyonu; şehevî ve gadabî duygularını tatmin ve hayatını sürdürmek uğruna, mevcut absürt resmî ideolojiyi ya da yerleşik avamî inancı desteklemekten ibaret olan birilerinin bahşedilmiş ünvanı "felsefe profesörü" de olsa ürettiği "nominal bilgi" felsefe değil, heterodoks manipülatif düşüncedir. Absürt resmî ideolojiye ya da yerleşik avamî inanca paralel yürüyen bu heterodoks manipülatif düşünceler; karmaşık biçimde telif edilmiş, tuhaf biçimde süslenmiş ve böylelikle de kendilerini güya anlaşılması zor felsefî bilgilermiş gibi sunsalar da esas itibarıyla resmi-makbul anlatıların farklı sözcüklerle yeni bir izahı ve müdafaasından başka bir şey değildirler. Bu organik mütefekkirler; iyiyi boğmak ve kötünün engellenmeksizin ilerlemesini sağlamak için bir araya gelirler; başkalarının söylemiş olduklarının anlatılması ve karşılaştırılmasından ibaret ne bilgiyi ne de derin kavrayışı artıracak, suyun bir kaptan başka bir kaba aktarılmasına benzer yayınlarıyla göz boyamaya uğraşırlar. Niteliklerinden kaynaklanan herhangi bir güçleri de bulunmadığından gizli topluluklar ve gruplar kurup; dergi, gazete, televizyon gibi yayın organlarını ele geçirerek, orada devrin muktedirlerine yönelik derin bir ululama ve birbirlerinin sözde ustalıklı başarılarını vakur bir eda ile pazarlamaya; böylelikle de burunlarına geçirdikleri bukağılarla dar görüşlü çevreleri gütmeye kalkışırlar. Fikrin haysiyetini bir tarafa bırakarak, kendilerini dönemin etkili-yetkili çam devirenlerine övgüler dizmeye adar yahut da maaşı iktidar tarafından, iktidarın amaçları için ödendiğinden ötürü büyük bir gayretle iktidarı tanrılaştırmaya çalışır, onu her türlü insanî değerin ve emeğin zirvesi haline getirmeyi hedef edinirler. Faaliyet alanlarını bu şekilde belirleyen organik mütefekkirlerin asıl peşinde oldukları şeyse; tebaiyet ilişkisi kurdukları iktidar ve muhtelif güç odaklarının lansmanıyla iştihar ve avam nazarında muteber kabul edilmek ve neması bol "mütevazi" statülere (konsolosluk gibi) mazhariyettir.3 Şüphesiz neması bol "mütevazi" statülere mazhariyet; organik mütefekkirlerin kendilerini, Stefan ZWEIG'ın "Yıldızın Parladığı Anlar" dediği, konjonktürün "eşref saati" vakitlerine denk düşürmekte mahir oluşlarıyla; Kemalci ideolojinin geçer akçe olduğu zamanlarda sağ ya da sol Kemalci; liberal ideolojinin geçer akçe olduğu zamanlarda liberal; muhafazakâr ideolojinin geçer akçe olduğu zamanlarda da muhafazakâr göstermeyi becermeleriyle alakalıdır. Garip olan şu ki böyleleri bir taraftan; hayata ve varlığa dair kaygı ve merak içeren sualleri cevaplandırmaya, insanî problemleri çözümlemeye dolayısıyla da her hususta hakikati göstermeye çabalayan gerçek filozoflara; Platon'a, Aristoteles'e, Descartes'e, Locke'a, Kant'a, vs. vs. iftira atarak "felsefede cevaplardan çok sorular
PRESENTATION Oral presentation ASSOCIATION & ACADEMIC INCENTIVES : 45% of presented paper in the conference were form Turkey and %55 from other Countreies Members of the organizing committees of the conference perform their duties with an "official assignment letter"
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Düşünce ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi, 2024
BİLAKİS (Sayı: 3/ MAYIZ-HAZİRAN), 2024
FIQH-MYSTICISM RELATIONSHIP IN THE CONTEXT OF JAMAL al-KHALWATI'S (d. 899/1494) "ASRAAR AL-WUDU" , 2018
21. Yüzyılın Eşiğinde Kadınlar Değişim ve Güçlenme, 2009
DergiPark (Istanbul University), 2023
KİLİKYA JOURNAL OF PHILOSOPHY, 2024
STRATEJİ VE GÜVENLİK ALANINDA TEMEL VE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR, 2020
FUAT SEZGİN VE TEMEL İSLAM BİLİMLERİ, 2019
Yalova Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, 2015