Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
8 pages
1 file
Son zamanlarda özellikle bazı kesimlerce dini konularda hüküm verme yarışı yapılmakta, Kur'an ayetleri ve vahyin genel ilke ve prensipleri göz ardı edilerek rivayetler üzerinden "kendi dini inanışları" insanlara "ed-din" olarak dayatılmak istenmektedir. Kişi mensup olduğu grubun, topluluğun, cemaatin savunularını din olarak kabul etmekte, din adına takip ettiği kişi/leri yücelterek onun her söylediğini hakikat olarak algılamaktadır. Hâlbuki İslam âlimlerince ittifakla kabul edilen üç bilgi kaynağına yani akıl, duyular ve vahye/doğru habere dayandırılmadan ya da delillendirilmeden paylaşılan her bilgi şüphe unsurunu içinde barındırır. Bu yüzden doğru olanı yanlıştan ayırmak için akla, sağlam delillerle yardımcı olmak elzem hale gelmektedir. Dayanılan delilin ne kadar sağlam olduğu önemlidir, zira bir takım çevrelerce çoğu zaman bilinçli bir şekilde delil olarak ileri sürülen dayanakların akla uymayan, vahiyle de çelişen bir takım zayıf ya da uydurma rivayetler olması işin aslını bilmeyenler tarafından fark edilmemekte ve verilen bilgi hakikat/doğru olarak algılanmaktadır. Bu çevreler zayıf veya uydurma rivayetler üzerinden olduğu gibi mezhepler üzerinden de din algısı oluşturmaya çalışmaktadır. Mezhepler dinin anlaşılması ve yorumlanmasında önemli bir görev üstlenmekle birlikte tarihi süreçte dine eklemlenen yorumsal bilgilerin mutlak bilgi kabul edilmesinin ve mezheplerin dinin kendisi olarak algılanmaya başlanmasının pek çok probleme yol açtığı bilinen bir gerçektir. Zira mezheplerin dinin kendisi gibi algılanması; mezhep imamlarının yorumlarını ve tarihi süreçte bu yorumlara diğerleri tarafından eklenen sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi içerikli diğer yorumları sorgulanamaz hale getirmiş, günümüzde farklı şartlarda yaşayan insanlara öncekilerin hükümleri aynen dayatılmış ve bunun yanlış olduğuna dair herhangi bir itirazın önü de kesilmiştir. Burada tartışılan husus rivayetleri ve mezhepleri yok saymak değil, rivayetler ve mezhepler üzerinden yapılan ve mutlak hakikatmiş gibi süslenerek insanlara sunulan bilgileri tartışmaya açmaktır. Daha doğrusu ciddi her hangi bir konuda konuşurken delile dayanmayan, temelsiz, isnatsız, vahye ters düşen konuşmalardan/konuşanlardan ve yanlış yorumlardan uzak durmaya bir çağrı görevidir. Kısaca her mümini aklını selim bir şekilde kullanmaya ve vahyi anlamak için gayrete davettir. Zira insan, gerek tenzil edilen/indirilen ayetleri (vahiy) ve gerekse tekvin edilen/yaratılan ayetleri (evren ve işleyişi) anlamada, aklı kullanmaktan birinci derecede sorumlu bir varlıktır.
Bir Düşünür Bir Kavram ve Din, 2024
Bu çalışma, Türk düşünce dünyasının önde gelen düşünürlerinin modernleşme, kimlik, milliyetçilik, din, ahlak, toplumsal kontrol ve Doğu-Batı medeniyet tartışmaları konularında geliştirdikleri kavramları ele alarak Türk toplumunun sosyal ve kültürel dönüşüm süreçlerini anlamayı amaçlamaktadır. Çalışma, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecindeki toplumsal yapının dinamiklerini, bu dinamiklerin kimlik ve toplumsal aidiyet üzerindeki etkilerini ve bu süreçlerin yarattığı sosyal, kültürel ve siyasal kırılma noktalarını altı ana başlık altında toplar. Her bir düşünür ve kavram, Türk toplumunun tarihsel, sosyolojik ve kültürel yapısını daha derinlemesine anlamak için ele alınmıştır. Çalışmanın amacı, Türk toplumunun modernleşme sürecinde yaşadığı kimlik bunalımlarını, toplumsal değişim dinamiklerini ve bu süreçlerde öne çıkan sosyal, kültürel ve dini çatışmaları teorik bir zeminde analiz ederek, Türk düşünce tarihindeki temel yaklaşımları ortaya koymaktır. Çalışma, her bir düşünürün geliştirdiği kavramların toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini ve modern Türk toplumunun kimlik, aidiyet, din ve medeniyet tartışmalarına nasıl katkı sunduğunu analiz etmeyi hedeflemektedir. Bu çalışma, Türkiye’nin modernleşme ve toplumsal dönüşüm süreçlerinde yaşadığı gerilimleri ve kırılma noktalarını anlama açısından önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Türk düşünce tarihinde iz bırakan önemli isimlerin fikirlerini bir araya getirerek, toplumsal yapının dinamiklerini ve bu dinamiklerin kimlik, aidiyet ve kültürel yapı üzerindeki etkilerini anlamayı amaçlamaktadır. Özellikle modernleşme, kimlik ve medeniyet tartışmalarının yoğunlaştığı günümüzde, çalışmanın sunduğu yaklaşımlar, Türk toplumunun kimlik arayışlarını ve toplumsal yapının geleceğini anlamak açısından değer taşımaktadır. Modernleşme ve Toplumsal Değişim Kavramları Çalışmada, modernleşme ve toplumsal değişim sürecinde toplumsal yapıdaki değişimleri anlamak için dört önemli düşünür ve onların kavramları ele alınmıştır. İlber Ortaylı’nın geliştirdiği “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” kavramı, Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldaki modernleşme sürecinde yaşadığı sancıları ve bu sürecin sosyolojik etkilerini açıklamak için önemli bir referans noktasıdır. Nermin Abadan Unat ise “Bitmeyen Göç” kavramı ile modernleşme ve sanayileşme sürecinde ortaya çıkan göç olgusunun toplumsal yapı üzerindeki etkilerini inceleyerek, Türkiye’nin kırsaldan kente geçiş sürecini aydınlatır. Cavit Orhan Tütengil’in “İkili Yapı” kavramı, Türkiye’de modernleşme sürecinde kırsal ve kentsel yapılar arasındaki dengesizliği ve bu dengesizliğin toplumsal gelişmeyi nasıl sekteye uğrattığını ortaya koyar. İsmail Gaspıralı’nın “Hakkaniyet Kavramı” ise toplumsal adalet ve dengeyi sağlama çabasını vurgular, modernleşme süreçlerinde toplumsal barışın tesis edilmesi gerektiğine dikkat çeker. Kimlik, Milliyetçilik ve Sosyolojik Esaslar Bu başlık altında, Türk toplumunun kimlik arayışı ve milliyetçilik anlayışına dair beş düşünür ve onların geliştirdikleri temel kavramlar ele alınmıştır. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” kavramı, Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde kimlik ve aidiyet sorunlarına dair üç farklı politika modelini (Türkçülük, Osmanlıcılık, İslamcılık) analiz eder. Sadri Maksudi Arsal’ın “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları” kavramı, milliyetçiliğin yalnızca siyasal bir ideoloji değil, aynı zamanda sosyolojik bir olgu olduğunu ve toplumsal kimlik ile aidiyet duygusunu nasıl şekillendirdiğini açıklar. Seyyid Ahmed Arvasi’nin “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” kavramı, geleneksel değerlerle uyumlu ve çağın gereklerine uygun bir milliyetçilik modeli sunar. Remzi Oğuz Arık’ın “Anadoluculuk” kavramı, Türk kimliğini ve kültürel mirasını Anadolu merkezli bir bakış açısıyla ele alırken, Hilmi Ziya Ülken’in “Soyaçekme” kavramı ise toplumsal yapının genetik miras ve kültürel kalıtım yoluyla nasıl şekillendiğini ve kimlik inşasının biyolojik ve sosyolojik temellerini inceler. Din, Sekülerleşme ve Laiklik Bu başlık altında, din-toplum-devlet ilişkilerini analiz eden üç düşünür ve kavramları ele alınmıştır. Durmuş Hocaoğlu’nun “Milli Sekülerizm” kavramı, Türkiye’de sekülerleşme sürecinin milli değerlerle nasıl uyumlu hale getirilebileceğini savunur ve dinin toplumdaki işlevini korurken, modern devlet yapısı ile entegrasyonunu ele alır. Bahattin Akşit’in “Laikleşme Tipolojisi” kavramı ise farklı toplumlarda laikleşme süreçlerinin işleyişini ve bu süreçlerin toplumsal yapıyı nasıl dönüştürdüğünü analiz eder. Sabri Ülgener’in “Zihniyet Söylemi” kavramı, ekonomik kalkınma süreçlerinde din ve zihniyetin rolünü, ekonomik gelişmenin kültürel ve dini temellerle nasıl ilişkilendirildiğini açıklayarak sosyo-ekonomik yapıların derinlemesine incelenmesine katkıda bulunur. Toplumsallaşma, Ahlak ve Sosyal Kontrol Birey-toplum ilişkisi ve toplumsal kontrol mekanizmalarının toplumsal yapıyı nasıl şekillendirdiğini analiz eden düşünürler bu başlık altında ele alınmıştır. Şerif Mardin’in “Mahalle Baskısı” kavramı, toplumsal kontrol mekanizmalarının bireyler üzerindeki baskısını ve sosyal çevrenin bireyin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini ifade eder. Cahit Tanyol’un “Ahlak ve Toplum” kavramı, ahlakın toplumsal yapıdaki rolünü ve ahlaki değerlerin toplum içindeki işlevini inceler. Özcan Güngör’ün “Nesnelerin Sosyalleştirmesi” kavramı, gündelik hayatta nesnelerin bireylerin kimlik ve toplumsallaşma süreçlerindeki rolünü tartışırken; Hüsamettin Arslan’ın “Epistemik Cemaat” kavramı ise bilgi topluluklarının nasıl oluştuğunu ve bu toplulukların düşünce yapıları üzerindeki etkisini inceleyerek bilgi ve sosyal yapı arasındaki ilişkiyi anlamaya yönelik bir zemin sunar. Doğu-Batı İkilemi ve Medeniyet Tartışmaları Doğu’nun manevi değerleri ile Batı’nın materyalist yaklaşımı arasındaki gerilim, Türk toplumunun kimlik inşasında sürekli bir denge arayışını gerektirmiştir. Bu bağlamda, Samiha Ayverdi’nin “Doğu-Batı Medeniyeti Üzerine Yaklaşımı” Doğu’nun ruhani değerlerinin Batı’nın maddi dünyası ile dengelenmesi gerektiğini savunur. Recep Şentürk’ün “Açık Medeniyet” kavramı, medeniyetler arası diyaloğun önemini vurgular ve çeşitliliklerin birlikte var olmasını savunan bir açık medeniyet modeli önerir. Nurettin Şazi Kösemihal’in “Sanat ve Fikir İşçileri” kavramı ise sanatçılar ve entelektüel bireylerin toplumsal değişimdeki rolünü incelerken; Vamık Volkan’ın “Divandaki Düşmanlar” kavramı, kimlik inşasında “dış düşman” imgelerinin toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini ve bu imgelerin toplumların kendini tanımlama süreçlerindeki işlevini açıklamaktadır.
Dini Araştırmalar
Bu çalışma, İslam dini düşüncesinin rasyonelleşme sürecinin olanak, ihtiyaç ve zorluklarını tartışmayı amaçlamaktadır. İslam düşüncesinin inanç ve akıl ya da dinsel ve düşünsel boyutları arasındaki ilişkiler konusu her zaman güncel olmuştur. Bazen bu iki boyut birbiriyle özdeşleştirilmiş veya tamamen ayrıştırılmış, bazen de aralarındaki farklılıklar ön plana çıkarılarak değerlendirilmiştir. Özellikle vahye dayalı dinler söz konusu olduğunda dinin ilahî boyutunu anlamak için onun inanç unsurları daha çok tartışmaların merkezinde yer almıştır. Dinin düşünce boyutuna gelince, beşeri unsurlar içermesi dolayısıyla inancın tarihsel zemini, sosyolojik gerçekliği ve hatta coğrafi koşulları sorgulamalardan kendisini kurtaramamıştır. Akıl (rasyonalist boyut) ve inanç (dini boyut) arasındaki farklılıklar söz konusu olunca, özellikle dini kaygılarla ve bazen de epistemik nedenlerle tartışma kaçınılmaz olmuştur. İlâhi din(ler)in insan çabalarıyla şekillenen felsefe ve akılla ilişkisi, dinin zama...
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, 2018
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. / This article has been reviewed by at least two referees and scanned via a plagiarism software.
Din Sosyolojisi Olarak DİNÎ CEMAAT , 2023
Kaygı. Bursa Uludağ Üniversitesi fen-edebiyat fakültesi felsefe dergisi, 2020
Felsefi danışmanlık, psikolojik danışmanlığa alternatif bir danışmanlık türü olduğu iddiasını taşır. Bu iddia felsefi danışmanlığa alternatifi olduğu psikolojik danışmanlıktan farkının ne olduğu konusunu açık kılma ödevi yükler. Felsefi danışmanlar, söz konusu farkın danışanın sıkıntı ve sorunlarının hangi boyutta ele alındığında yattığını ileri sürerler. Felsefi danışmanlara göre sıkıntı ve sorunların kaynağı her zaman bireyin duygu durumları değildir. Bir kısım sıkıntı ve sorunların nedeni, bireyin inançları, düşünce kalıpları, önyargıları, hayatı kavrayış şekli, kısaca, çerçeve bir kavram olarak, onun dünya-hayat görüşüdür. Buna bağlı olarak da felsefi danışmanlıkta sıkıntı ve sorunlar kavramsal boyutta ele alınır; bir başka deyişle, danışanın sıkıntı ve sorunlarının nedeni olabilecek muhtemel duygu durumlarından uzak durulur. Dolayısıyla literatürde geçen sıkıntı ve sorun kavramları psikolojik yükler taşımaz. Peki, felsefi danışmanlık için, sıkıntı ve sorun kavramlarının yanında yine psikolojik yüklerden uzak yeni bir kavram belirlenebilir mi? Çalışma soruya olumlu cevap verdiği ve literatüre bu konuda yeni bir kavram kazandıracağı iddiasını taşıyor. Batı dillerinde kullanılan ve Türkçeye "kriz" olarak geçen kelime anlamında bunalım, Nermi Uygur'un felsefi söyleminde yer aldığı haliyle felsefi danışmanlık için yeni bir çalışma alanı olabilir. Bu aynı zamanda kendini psikolojik danışmanlıktan ayırt etme ve kuramsal alt yapısını kurma çalışmalarında felsefi danışmanlığa önemli katkılar sağlayacaktır.
Abant Izzet Baysal University Graduate School of Social Sciences, 2012
Orta yol kavramı, bütün düşünce ve ahlak sistemlerinde karşılaşılan, insan ve toplumların hayatlarına yön veren önemli bir kavramdır. Ulaşılabilen en eski yazılı kaynaklardan günümüze, ahlaki sistemlerin hemem hemen tümünde, dengeli ve aşırılıklardan uzak bir yaşamı tavsiye edilmiş, aşırılıklar içinde yaşamak ise kaçınılması gereken bir yaşam türü olarak kabul edilmiştir. Tao'dan Buda'ya, antik çağdan İslam düşüncesine, ahlaki bir sistem içinde kalarak, tavsiye edilen orta yol, insanca yaşamadan başka bir şey değildir. Özellikle İslam düşünürlerinde bulunan orta yol kavramı, genel olarak Aristoteles'ten alınmış gibi gözükse de, Kuran ve hadislerde kavramın mevcut olduğu görülmektedir. Ancak kavram, İslam kaynaklarında mevcut olmasına rağmen, İslam filozoflarının kavramı ahlaki bir sistem içinde ele almalarında Aristoteles'ten faydalanılmış olabileceği düşünülebilir.
Din ve ahlâk ilk bakışta farklı amaçlara hizmet ediyor gibi gözükse de ikisi aynı temelin taşlarıdır. Bu temel taşları, uyum içerisinde hareket edip insanlarla olan ilişkilerimizi düzenlemezse içinde bulunduğumuz ahlâklılık ya da dindarlık meziyetinde bir bozukluk olduğu düşünülür. Asrımızda ahlâkî zeminler üzerine kurulmayan dindarlığın olumsuz yansımaları görülmektedir. Zaman zaman dindar insanların ahlâksızca davranışlar sergilediğini görmekteyiz. Burada ifade edilmesi gereken husus, gerçek bir dindar olmak için önce ahlâklı ve erdemli davranışlara sahip bir insan olmak gerekliliğidir. İyi ve ahlâklı bir insan olmadan iyi bir dindar olmak mümkün değildir. Bu makale, öncelikle dinîn ve ahlâkın insan hayatındaki yeri ve önemini açıklayarak ahlâkî temellere dayanan bir Müslümanlık modeli çizecektir ve gerçek dindarlığın ahlâk temelleri üzerinde olabileceğini ortaya koyacaktır. Ardından İslam dünyasının içine düştüğü siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik sıkıntıların temelinde, ahlâkî temele dayanmayan dindarlık probleminden yola çıkarak çözüm yollarını işaret etmeyi amaçlamaktadır.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010
Son asrın en etkili siyaset düşünürlerinden, belki de en etkilisi olan John Rawls'un Adalet Teorisi adlı eseri ile siyaset felsefesini canlandırdığı kabul edilmektedir. Öncelikle Kantçı numenal ben ve sözleşme teorisine dayanan bu eserinde, Rawls "hakkaniyet olarak adalet" isimli oldukça derinlikli bir adalet teorisi ortaya koymaya çalışmıştır. Bununla birlikte Rawls dini meselelere odaklanmamıştır. Fakat zaman içerisinde toplumsal ve siyasal atmosferdeki değişimler siyaset felsefesinin gündemini beklenmedik şekilde değiştirmiştir. Modernizm etkisini yitirdikçe, postmodernizm, dinlerin kendileriyle kültürel, toplumsal ve siyasal güç kazanabilecekleri yeni fikirlerle belirmiştir. Rawls değişimi kavrayarak kendisini bu yeni olguya adapte etmiştir. Bu nedenle, o, "hakkaniyet olarak adaleti" "metafizik" kılan gerisindeki bir teoriye atıfla tanımlamak yerine, liberalizme şaşırtıcı bir yaklaşım geliştirmiştir. Artık o, demokratik bir toplumda makul fakat uzlaşmaz öğretileri olan yurttaşların keza siyasal bir adalet anlayışını da nasıl benimseyebilecekleri (veya benimseyip benimseyemeyecekleri) ile ilgilenmektedir. Dinlerin, müteal temelleri nedeniyle, en sorunlu öğretiler sayıldıkları görülmektedir. Rawls'a göre, kamusal akıl ise, siyasal adalet meselelerine gönüllü olarak dahil olması beklenen makul yurttaşların müşterek akılları olarak ortaya koyar ki, bu dar bir kamusal alan ve dinlere karşı Rawls'un düşündüğü kadar kapsayıcı değil bilakis dışlayıcı bir tutulma neticelenmiştir.
Felsefi Düşüncenin Oluşumu, AUZEF-Felsefe, Ders Notu Özeti
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Makale: Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010
al-ibar publishing, 2018
2013
Tanrı Var: Felsefî Teizm ve Teleolojik Delil Bağlamında Bİr Çözümleme, 2022
FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi
Türkiye İlahiyat Araştırmaları Dergisi
Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Felsefi Bir Eylem Olarak Yazmak, 2018
Bartın Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, 2020
Liberal Düşünce Dergisi, 2024
Din ve Felsefe Araştırmaları, 2020
Turkiye Deki Ulusal Sempozyumlar, 2014
İslam ve Medeniyet-2: İHYÂ-II, 2022
II. ULUSLARARASI EĞİTİMDE VE KÜLTÜRDE AKADEMİK ÇALIŞMALAR SEMPOZYUMU, 2019