Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2020, TÜRK DİLİ DERGİSİ
2019
Geçmişten günümüze felsefeye ilişkin düşünüşlerde önemli bir yer tutan dil felsefesi, yapısalcı ve postyapısalcı filozoflarca geliştirilerek felsefe tarihinde önemli bir yer edinmiştir. Yapısalcılığın dilin bir sistem olduğu iddiasıyla başlayan ve postyapısalcılığın bunu reddedip, dilin asla bir sistem olamayacağını söylemesiyle devam eden bu iki felsefe geleneğinin dile dair bütün görüşleri bu çalışmada işlenecektir. Çalışmanın amacı yapısalcı ve postyapısalcı geleneğin önde gelen düşünürlerinden olan Ferdinand de Saussure, Roland Barthes ve Jacques Derrida’yı ele alarak dilin yapısı araştırmak ve dil-anlam sorununu tartışmaktır. Saussure’ün göstergebilimini başlangıç noktası olarak aldığımız bu çalışma Barthes’ın yeni bir göstergebilim anlayışı getirmesiyle mit kavramını temele koymasını ve Derrida’nın tüm felsefe geleneğine başkaldırarak dile ilişkin tüm olguları yeniden değerlendirmesiyle son bulacaktır.
ÖZ: Bir değişim süreci olan dilbilgiselleşme, dilin anlam dünyasında; yani semantik olarak farklı oranlarda ve değişik biçimlerde kendini gösterir. Dilin anlam inşasını kurarken ele alınıp tekrar incelenecek tanımlama ise; "yerine geçme"dir. Gelenekselleşen adıl tanımında kullanılan "yerine geçme" ifadesi semantic olarak cümlenin birçok ögesinde kullanılabilecek ve uygulanabilecek bir kural boyutundadır. Kelime kalıplarının gizli anlamsal özgüllüğünü öneren bir kategori olan adılların anlam dünyasında cümleleri bile temsilleyebilme gücüne sahip olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. Çünkü adıllar, bazı ifadelerin yüklendiği anlamları varoluşunda yer alan mânâ ve çeşitli çağrışımlar ile kendi bünyelerinde barındırabilirler. Anlam boyutuyla adılları anlamak ve anlamlandırabilmek için biçimsel değil, işlevsel yapıyla, adılların anlamsal içeriğinin kalıplarını saptayarak, adılları çizilen sınırlar içinden çıkarırken sınırsızlığın göstergesi olan cümlelerin de anlam boyutunda zamirselleşebileceğini göstermek bu çalışmanın ana amacını yansıtmaktadır. Bu da dilbirimlerin-sıfat, zarf, isim, edat, ünlem ve dahi cümle-bağlamsal yapıda kazandıkları "birbirinin yerine geçme" özelliklerini, yani, özelde zamirsellik genelde dilbilgiselleşme kategorisiyle mümkün olacaktır. Şöyle ki; dilbirimler eşzamanlı olarak incelenecek ve biçimbirimlerin farklı kullanıma ve işleve sahip olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. Ayrıca bu çalışma tamamen yazılı metinlerden yapılacak tarama ile bu metinlerden seçilen örneklemler üzerinden gerçekleşecektir. Anahtar Kelimeler: Adıl, dilbilgiselleşme, zamirselleşme, yerine geçme ABSTRACT: Grammaticalisation which is period of change manifests itself in semantic world of language as different rates and varied forms. While meaning construction of language is established, "substitution" needs to be identified again. As semantic, "substitution" term which is used in traditionalistic description of pronoun is a rule that is used and practiced in many items of sentence. In this work will be tried to reach that pronouns suggesting confidential semantic specificity of word patterns have representation even sentences in the meaning world. Because, pronouns is able to contain some expressions having meanings with denotation and varied association in structure of itself. Not only formal but also functionally determing semantic structure of pronouns for understanding and explaning the meaning of pronouns while pronouns are taken our border that is stated by classic grammar and demonsrating that endless sentences can be pronominalize in semantic world are mainly aim of this work. All these realities will be possible as long as glossemes-adjective, adverb, noun, preposition, interjection and sentence-substitute each other in context with privately pronominalise generally
Toplumların tarihsel olarak bulundukları coğrafyada miras olarak devraldıkları etnik özellikler, değişim ve dönüşüm anlarında tercih ettikleri dil tavrı nedeniyle ayrımcılığın temel çıkış noktasını oluşturmaktadır. Sosyal bilimlerin toplum içinde bireyler için üzerinde yoğunlaştığı bu sorun “empati”, “tolerans” ya da “yabancı düşmanlığı” olarak kendini göstermektedir. Dil bilimciler ise konuyu insanların birbirlerini adlandırmaları ve anlamlandırmalarındaki tercihleri nedeniyle anlam bilim çerçevesinde ele almaktadırlar. Platoncu anlayışa göre toplum içinde bireylerin anlaşmaları için “ideal bir anlam birlikteliği” oluşturmaları gerekir. Bu anlayış içerisinde her kelimenin doğru veya kesin bir anlamı olduğu inancı öylesine düşüncemizde yer etmiştir ki, ikide bir “insanın özü”, “gerçek sanat”, “gerçek demokrasi” gibi ifadeler kullanmaktan kaçınmayız. Bu tercih de bireylerde aynı toplum içinde yaşadıkları farklı sosyal, etnik ve dil özelliklerini taşıyan diğer insanları ötekileştirmelerine yol açmaktadır. Çağdaş bir toplumun bireyleri olarak yapmamız gereken “her şeyden önce kendimizi sorgulama ve mutlak kılmama çabası” olmalıdır. Bu çabanın en temel unsuru ötekilerin, bizden farklı olanların varlığıyla, talepleriyle ilişki içinde olmasıdır. Bizden farklı olanların varlığını ontolojik olarak kabul etmenin ötesinde bir arada yaşama ve onların doğrularını anlama tavrını cesaretle sergilemeliyiz.
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 2024
İl özel idareleri, Türk yönetim yapısının en eski yerel birimidir. 1913 yılında bir kanunu muvakkatla tüzel kişiliğe kavuşturulan il özel idarelerinin görev, yetki ve sorumluluklarıyla organlarının yapısı 2005 yılına kadar büyük ölçüde korunmuştur. 2005’te ise belediyelerle birlikte il özel idareleri yeniden yapılandırılmıştır. 2006 ve 2008 yıllarında gerçekleştirilen mevzuat değişiklikleriyle il özel idareleri ağırlıklı olarak merkezi yönetimin yatırımlarını taşrada gerçekleştiren birimlere dönüşmüştür. Böylece il özel idareleri, yerellik ve merkezilik arasında, ya da ötesinde bir işleve sahip olmuştur. Bu makalede, il düzeyinde örgütlenmiş bu yerel yönetim tüzel kişiliğinin adında yer alan “özel” nitelemesinin çözümlenmesi, bunun sonucunda da il özel idarelerinin yerel yönetim birimi olma vasfının tartışılması hedeflenmiştir. Bu tartışma, Anayasa’nın ya da idare hukukunun tüzel kişilik ve yerinden-merkezden yönetim kavramsallaştırmalarının dışında, yeni bir arayışı içermektedir. Bu amaçla öncelikle il özel idarelerinin tarihsel olarak yapısal ve işlevsel açıdan uğradığı değişimler, ardından da gelir yapıları, bazı merkezi yönetim görevleri için yaptıkları harcamalar, altyapıya ve kırsal alana yönelik giderleri analiz edilmiştir.
“DELÎLÜ’T-TEFÂSÎR” ADLI RİSÂLENİN TANITIMI VE TEFSİR USÛLÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Bugüne kadar tefsir usûlüne dair birçok eser telif edilmiştir. Bu eserlerden biri de Osmanlıların son dönemlerinde Bursalı Mehmed Tahir tarafından kaleme alınan Delîlü’t-Tefâsîr adlı risâledir. Kumandanlık ve milletvekilliği görevlerinde bulunmuş olmasına rağmen yazdığı eserleriyle ön plana çıkan müellif, daha çok biyografi türündeki kitap ve risâleleriyle tanınmıştır. Bursalı Mehmed Tâhir’in çalışma konumuz olan Delîlü’t-Tefâsîr adlı risâlesi, tefsir usûlüne dair bir el kitabı niteliği taşımaktadır. Klasik tefsir usûlü eserlerinden oldukça farklı bir üslup ve içeriğe sahip olan bu risâlede; tefsir ilminin tarifi, gayesi ve tasnifinden, Kur’ân-ı Kerîm’in isimleri ve Kur’ân ilimlerinin taksiminden, Kur’ân-ı Kerîm’in harf, kelime, âyet ve sûre sayılarından, sûrelerin mushaf ve nüzûl tertibine dair inceliklerden, müfessirlerin tabakalarından bahsedilmekte; Kur’ân’ın muhtevasına ait bazı özel çıkarımlara yer verilmektedir. Risâlede, o döneme kadar yapılan tefsir çalışmalarının bibliyografik bir listesi ile Kur’ân-ı Kerîm için tertiplenen bazı lugatlara da yer verilmektedir. Risâlenin sonunda ise Kadı Iyâz’ın Kur’ân surelerinin isimlerini zikrettiği Arapça hutbesi ve Endülüslü Şair İbn Câbir’in yazdığı Arapça kasidesi yer almaktadır. Eser, Kur’ân’a dair birçok özelliği ortaya koymanın yanında, konuyla ilgilenenlere farklı bir bakış açısı da sunmaktadır.
Her demokratik hukuk devletinde fertlere, maddi ve manevi varlıklarını istedikleri gibi geliştirilip şekillendirebilecekleri hür bir hayat alanı tanınır. Devletin müdahalesinden korunmuş bulunan ve bireyin küçük dünyası olarak anılabilecek olan bu alan, temel hak ve özgürlükler ve ülkenin siyasal rejimi bakımından hassas bir göstergedir. Bu küçük dünyamız ne kadar geniş ise ülkede mevcut olan siyasal rejim o kadar özgürlükçü ve demokratik; ne kadar dar ise o kadar baskıcı ve otoritedir.
Cemal Süreya, İkinci Yeni hareketinin önde gelen şairlerindendir. Şiirlerinde dilin etkili kullanımına özel bir önem verir, şiirde sık sık sürprizli ifadelere başvurur. Onun şiirlerinde sürprizli ifadeler dile, imgeye veya özel adlara bağlı olarak gelişir. Cemal Süreya'nın sürprizli ifadelere verdiği önemi anlamak için ondan birkaç şiir okumak yeterlidir. Şairin özgün şiir dili, beklenmedik ifadelerin şaşırtıcı etkisiyle kimlik kazanır. İmgesel sürprizler, Cemal Süreya şiirinde şaşırtıcı imgelerle veya klişe imgelerin dönüştürülmesiyle sağlanır. Öte yandan, özel adlarla sağlanan sürpriz kullanımlar bu şiire büyük zenginlik katar. Türk edebiyatında özel adları imgesel anlam yükleyerek yaygın şekilde başarıyla kullanabilen tek şair Cemal Süreya'dır. Dilsel sürprizler ise onun şiirinde Orta Asya Türkçesinden sözcüklere yer verme veya beklenen ifade yerine beklenmeyen ifadeyi kullanma şeklinde gerçekleşir. Anahtar Sözcükler: İkinci Yeni, Cemal Süreya, sürpriz kullanımlar. is one of the most prominent poets of İkinci Yeni (The Second New) movement. He pays a special importance to using of language and often resorts to surprising expressions. The surprising expressions in his poems flourish depending on language, images or proper names. It is enough to read a couple poems by Cemal Süreya in order to understand the importance that he gives to surprising expressions. The original poetry language of the poet obtains identity with the surprising effect of unexpected expressions. Imagery surprises in Cemal * Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
Lise yıllarının hedefsiz, ne amaçla yapıldığı bilinemeyen bir müfredâtındaydık bir zamanlar. Ne zaman sorsak büyüklerimize: "Büyüyünce anlarsınız!" derlerdi ya; "herhâlde vardır bir şey bunda" diyerek sabretmiştik. Ancak bizler, bir şekilde kurtulduk; ama sonraki kuşak ne yapacak? Bizim çocuklarımıza da aynı anlaşılmayan yapılarda, niçin karma dillerin ahengi veriliyor ki? Onların da yabancı puzzle'lar ile oynamasının gerekçesi ne olabilirdi? Aslında artık böylesi karma bir dilimiz olmadığı için buna gerek yok derken; çoğunluk, 'arûz, bir zamanlarki kültürümüz' diyerek buna karşı çıkıveriyordu. Hiç kimse, karma dilin zenginliği yerine, ondan iğrenip kopmak istemezdi elbette; ancak halkınız anlamıyorsa, kimin için kullanıldığı belli olmayan bu iletişim keşmekeşi, niçin gündemde tutulsun? Öte yandan kopukluğun giderilmesi için aynı dili geri getirmek gibi bir çözüm politikası yoksa; niçin eskisinde direnç vardı? Dil Devrimi'nin sonuçlarını kısmen benimsemek gibi bir seçeneğimiz var mı ki; halk dilinde arıca, edebiyat diline karma (saraylıca) iş yapalım! Demek ki, edebiyattaki diretme, temelsiz bir gerekçeye dayanıyor olmalıydı. Gelelim karma bir dil içinde, çoğunluğu yabancı sözcüklerin oluşturduğu dağarcık harmanında, üstelik o dillere özgü bir kuralı, bugün için ahenk aracı olarak mâsum göstermeye çalışmaya. Tam tersine, kendi kültürünü unutturmayı sümen altından başaran bir dil olmaktan öteye gidemeyen bir yaklaşımı, henüz imparatorluk bile olmamışken Türkçe'nin geri bırakılmasını anlamak oldukça güçtür. " Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu, 'DİVAN ŞİİRİ')" kaynağında da belirtildiği üzere, fethedilen yerlerin dilinin resmî dil olarak benimsenmesi, edebiyâtın da etkilenmesine yol açmıştı bu karma yapıdan. Yani açıkçası, kendi kendimizin dilini mi oyduk saman altından? Kendi kendimizi anlamak istemedik mi, kültürümüzün baskın olmasını düşünmedik mi hiç? Onca asimilasyona karşı durmaya çalışırken bugün, o zamanlar bunu niçin ikinci planda tuttuk? Kendi kendini asimile eden bir kültür düşünün; yanıtını vermeye korkarsınız! Gelelim bu karma bir dil içinde çoluk çocuğa onca sözcük katarını ezber ettirmeye. Anasından kendi diliyle okumaya gelmiş ve onunla sanat yapmayı bekleyen onca küçüğe birdenbire: "İşte, sanat diliniz bu; haydi davranın, fâilün, imgeleri düzün, fâilâtün, harfleri uzatın, mefâilün, hattâ ipe un serin!" deyiniz bakalım. Kendi adıma bir itirâfım var: "İngilizce dersinden bu denli korkmamıştım!" O derslerde hiç olmazsa, sözcüklerin anlamını resimlerle gösteriyorlardı, edebiyat dersindeyse sözcükler açıklanmadan,: "şair, burada ne söylemiş?" sorusu tahlil gibi istenirdi. Çeviri mi yaparsınız, karma dil mi öğrenirsiniz, yoksa edebiyatta kendi dilinizle bir ahenk mi? Hangisi aklınızda kalsın ki; anlamı hiç bilinmeden yıllarca hiç bir yerde geçmeyen taş plakları, hangi gramofon ile çalabilirdiniz? Öte yandan, aynı sözcükler kombinasyonu ile bir kere daha yazılamayan, yabancı bir metni, kendi edebiyâtımızı geliştirmek adına, hâlâ nasıl tutabilirdik elimizde? Aslında her birimizin merak ettiği ve kaynağını bilemeden geleneksel olarak uyguladığı (yani uygulama işinin, sorgulamadan daha kolay olduğu) hâllerin bir sonucuydu bu dil harmanı. Daha zengin bir dil mi aranıyordu edebiyat için, yoksa her nereye ayak basarsanız basınız, orada egemenlik mi; kendi kültürünüzün izlerini unutturmak pahasına mı ayrıca? Görüldüğü üzere, kavim savaşlarının üstünlük ilişkilerinin bir sonucu olarak gelişen farklı dil katışıklığı, önceliğin, kimliğin ne olacağı sorunlarına çekiyor düşünen kalemleri gayri ihtiyarî. Esasen olağanüstü bir dağarcığa sahip olduğumuz besbelli. Zamanında, uydurukçuluğa kaçmalarına gerek bırakmayacak derecede hem de. Çünkü zaten, dilin kendi elastikliğinde oldukça anlaşılır sözcükler türetilivermiş köklerinden doğaçlama olarak. Bu konudaki tartışmalarda, özellikle dil stratejisinde birbirine karşı görüşler olduğundan, karşıt fikirleri birebir
FİLM ÇALIŞMALARINDA DİJİTAL GÖZETİMİN DUYGUSAL YAKLAŞIM ANALİZİ, 2021
İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyal bir varlık olan insan yaşamını sürdürmek için diğer insanlarla iletişim kurmaya, duygu, düşünce, inanç ve ideolojilerini aktarmaya ihtiyaç duymaktadır. İnsan eliyle yapılan makinalar insan yapımı olmakla birlikte herhangi bir duyguya sahip değildir. Ancak yapay zekanın gelişimi insanlara makinelerinde düşünebildiğini, duyguları olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Yeni iletişim teknolojilerinin gelişimi makine ile insan arasındaki ilişkinin önemini ortaya çıkarmaktadır. İnsanlar makineyi/robotu sesli komut ya da el-yüz-göz taramalarıyla kontrol edebilmektedir. Makinenin hafızasına işlenen veri diğer algoritmalarla anlamlandırılarak, bireyin ihtiyaç duyduğu bilgiyi anında verebilmektedir. Bireyin verdiği tepkiyi işleyen makine, kendisi ve birey için kimi zaman koruyucu, kimi zaman bir gölge olabilmektedir. Makine bireyi tanıyarak hem tehlikeli hem de faydalı bir araca dönüşebilmektedir. Makine işlediği verileri saklayıp, depolamakta ve kayıt altına almaktadır. Veriler makine tarafından örülen güvenlik duvarıyla korunmaktadır. Ancak bu verilerin ele geçirilmesi durumunda içerden ve dışardan gözetim kaçınılmazdır. Günümüzde İletişimin ekolojisi açısında yeni medya araçları iletişimin sürekliliğini sağlamakta ve bireyin sosyalleşmesini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca kullanılan makineler bireyin yaşamına zaman-mekanüstü hız kazandırmaktadır. Bu çalışmada makinenin karakter yapıları incelenerek, dijital gözetim açısında önemi ortaya çıkarılmaktadır. Amaç, makinenin yapay zeka kavramıyla birey için koruyucu, gölge, arkadaş olabileceği gibi tehlikeli olabileceğini ortaya koyarak, dijital gözetim açısından değerlendirmektir. Bu çalışmada makinenin duygusal zekası ve dijital gözetim kavramı içerik analizi yöntemiyle göstergebilim tekniği kullanılarak incelenecektir. Araştırmada rastgele seçilen 5 farklı Hollywood filminde (Ex Machina, I Robot, Bicentennial Man, Transcendence, Eagle Eye) yer alan makine/robot Jung'un karakter analizine göre incelenerek, makinenin duygusal yönü ve Barthes'ın temel karşıtlıklarından yararlanarak insan ve makinenin farklı yönleri belirtilecektir. Bu filmlerde makinenin formları farklı olup, koruyucu, gölge karakterlere sahip olmaları dikkat çekmektedir. Makine duygularıyla hareket ederek tehlikeli bir hal almaktadır. Bunun sonucunda makinenin/robotun verilere göre tepki verdiği ve dijital gözetim açısından önemli bir yöne sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü makine yapay zekanın gücüyle sürekli gelişmektedir. Bu gelişim diğer araçlara erişimini kolaylaştırmakta ve dijital gözetim yapmasını kolaylaştırmaktadır. Eagle eye filminde makine şehirdeki bütün kamera sistemlerini kullanarak dijital gözetim yapabilmektedir.
Araştırmanın amacı sınıf öğretmenlerinin kendi görüşlerine göre özel alan yeterliklerine sahip olma düzeylerini belirlemektir. Veriler Kilis ili merkez ilçesindeki devlet okullarında görev yapan 222 sınıf öğretmeninden toplanmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı Sınıf Öğretmenliği Özel Alan Yeterliğine göre uyarlanan anket kullanılmıştır. Yeterlik düzeylerinin derecelendirilmesinde ölçüt olarak yine bakanlığın belirlediği düzeyler kullanılmıştır (A1 A2 ve A3). Araştırma sonucunda Kilis ili merkez ilçesinde yer alan resmi ilköğretim okullarında görev yapan tüm sınıf öğretmenleri kendilerini 8 yeterlik alanında da A2 düzeyinde yeterli görmektedirler. Öğretmenlerin kendi yeterlik düzeylerini belirlemeye yönelik görüşlerinde cinsiyet değişkenine göre hiçbir yeterlik alanında anlamlı bir fark görülmemiştir fakat Eğitim düzeyi ve kıdem değişkenlerine göre bazı farklılıklar bulunmuştur.
DİSİPLİNLER ARASI BİR KAVRAM OLARAK ADLİ DİLBİLİM VE TÜRKİYE’DEKİ ÇALIŞMALAR, 2019
Adli dilbilim, dilbilim verilerinden hareketle adli metinlerde tespit çalışmaları yapan bir dilbilim alanıdır. Bu kavramla ilgili birçok tanım olsa da dilbilimci tarafından gerçekleştirilen amaca yönelik bir söylem çözümlemesi faaliyeti olması bu alandaki çalışmaların ortak özelliğidir. Adli dilbilimin verileri, adli olaylara konu olan tüm metinlerdir. Literatürdeki farklı disiplinler içinde yer alan çalışmalar, adli dilbilim alanına hizmet etmektedir. Adli dilbilim, ilk kez 1968’de Jan Svartvik tarafından kullanılarak literatürde yer edinmiştir; Türkiye’de ise ilk kez 2016 yılında farklı iki çalışmanın ana hatlarını oluşturmuştur. Araştırmanın Türkiye’de adli dilbilim alanında çalışacak araştırmacılara ışık tutacağı düşünülmektedir.
Gebze Teknik Üniversitesi, 2019
Bu tez çalışmasında adaletin gerçekleşmesine hizmet eden ve teknolojinin gelişmesiyle önemi her geçen gün artan adli bilişim bilim dalının nitel araştırma yöntemleri kullanılarak genel kabul görmüş prosedür ve tekniklerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Çalışma esnasında hukuksal çerçeve ve tarihsel gelişim süreci incelenmiş, konu hakkında uzmanlaşmış güvenlik güçleri personeli, adli personel ve adli bilişim hizmeti sağlayan firmalar ile bilgi alışverişi yapılmıştır. Uluslararası alanda konu ile ilgili gelişmeler araştırılarak elde edilen bilgiler ülkemizdeki uygulamalar ile karşılaştırılmıştır. Ayrıca adli bilişim ve dijital deliller hakkında önceden yazılan tez konularına Yüksek Öğretim Kurumu vasıtasıyla erişilerek eksik konular belirlenmiş ve özellikle bu eksikliklerin çalışma kapsamında giderilmesine gayret edilmiştir. Sonuç olarak, adli bilişim ve dijital delil inceleme konularında Türkiye’de ve Dünya’da tam bir standardın oluşturulamadığı, yeterli uzman personelin bulunmadığı ve adaletin yerine getirilebilmesi için teknolojinin yoğun kullanıldığı günümüzde uzman personel ve bu personelin bilgi seviyesinin artırılmasının oldukça önem arz ettiği sonucuna varılmıştır.
ADLİ FELSEFE VE TOLERANS, 2021
Öz Tolerans, pratik yaşamda önemli etkileri olması nedeniyle felsefi olarak incelenen, yine de anlaşılması kolay olmayan bir kavramdır. Tolerans; ırk, din, cinsiyet farkı olmaksızın bütün insanların toplum içerisinde ve yasalar karşısında eşit ve özgür oldukları düşüncesinden hareket etmektedir. Toleransın özünde güç ve zorlamaya dayalı bir anlayışın yerine, insanların karşılıklı olarak birbirlerini anladıkları, anlamaya çalıştıkları, birbirlerinin kusurlarına ve hatalarına katlanmaları düşüncesi vardır. Adaletin ön plana çıkan amaçlarından birisi, kişilerin kendi haklarını kullanabilmeleriyle daha iyi işleyen bir toplumun olabildiğince gerçekleştirilmesidir. Ancak, adaletin sağlanması, sadece yasalarla ve cezalandırmalarla mümkün değildir. Bu bağlamda yasaların uygulanması kadar yasaların oluşturulması sürecinde de tolerans anlayışının önemi belirmektedir. Ahlak ile hukuk arasındaki bağlantı ve aynı zamanda adaletin bir erdem olarak da değerlendirildiği akla getirilecek olursa, toleransın sağlayacağı yararlar ön plana çıkacaktır. Bireyler arasında yaşanan toleranssızlık, güvenli ve adil bir toplumun oluşumunu zorlaştırmaktadır. Halbuki, bireysel hakların tanınması; dahası bireysel farklılıkların kabul edilmesi, toplumsal çeşitliliğin devamını kolaylaştırmakta ve insanların birbirlerine saygı göstermelerine neden olmaktadır. Bu demektir ki, tolerans anlayışı bir yandan suçun, cezanın, hukukun anlaşılmasında diğer yandan suçun oluşmasının engellenmesinde ve toplumda sağlıklı ilişkilerin kurulmasında temel bir öneme sahiptir. Ayrıca tolerans kavramı hem gündelik hayatta hem de ceza hukuku kuramlarında kullanılan, adalet, suçluluk, eşitlik ve sorumluluk gibi kriminolojideki (suç bilimindeki) bazı kavramlarla doğrudan ve dolaylı olarak ilişkilidir. Kriminologların, giderek artan bir ilgiyle, toleransın, suçun oluşumunda ve suç kontrol politikalarının gelişiminde esas olmasa da önemli bir rol üstlendiğini ifade etmekte olmaları tolerans ve adalet ilişkisini yeniden gündeme getirmektedir. Bu çalışmada, belirtilen bu ilişkiler incelenecektir.
Dil Araştırmaları, 2017
Öz: Çevremizdeki dünyayı adlandırma, nesnelere anlam kazandırma konusu dil biliminin, daha özel olarak da anlam bilimin içinde değerlendirilmektedir. Dil denilen olgu, varlığı önce insan zihninde kavramsal olarak canlandırdığı gibi, onu bir anlamda temsil de etmektedir. Dil, gerçekliği anlamlandırıp, biçimlendirdiği gibi onu ifşa etmeye de zorlar. Dilin yazılı olarak belirdiği ve işlendiği bir alan olarak edebiyat, gerçekliği anlamlandırmayı ve canlandırmayı estetik bir biçimde yapmasıyla öne çıkar. Dil bilimcilere göre, " ötekileştirme " sorunu kendimizi ve bizim dışımızdakileri adlandırma ve bunun ötesinde anlamlandırma konusu olduğu için " ayrımcılık " alanında kullandığımız kelimelerin anlam bilimi içinde değerlendirilmesi gerekir. " Ötekileştirme " ve " ayrımcılık " olgusu, daha çok edindiğimiz dil felsefesiyle gerçekliğe ve insan davranışına yönelik bir tavır olarak kendini gösterir. Bu nedenle ayrımcılık konuları dil felsefesi, edebiyat ve eğitimin iç içe geçtiği bir alan olarak disiplinler arası çalışmayla ele alınabilir. Sözlü destan anlatıcılarının aktardıkları hikâyelerden başlayarak günümüz çağdaş edebî metinlerinde " ötekiler " , kelimelere yakalanarak, kelimeler aracılığıyla aktarılarak ya da fikir ve diyalog için bir hareket noktası görevi üstlenerek görülebilirler. Türk destanlarında " yabancı " konusunun nasıl yer aldığını ortaya koymak kültürümüzün derinlerinde yatan dil felsefesini belirlemek açısından önem taşımaktadır. Bu yaklaşımla bütün Türk destanları olmasa bile modernleşmenin çok az etkisinde kalmış Yakut Türk destanlarının bu açıdan ele alınması bu makalenin çalışma konusu olacaktır. Anahtar Kelimeler: dil felsefesi, anlam bilimi, ayrımcılık, öteki, yabancı, yabancı düşmanlığı, Yakut destanı. Abstract: The concept of naming the world around of us, giving meaning to objects is evaluated in language science, more specifically in semantic science. As a field in which the language is written and processed, literature stands out in terms of making an aesthetic sense of meaning and animation. According to linguists, the question of "othering" should be assessed in the semantics of the words we use in the field of "discrimination. * Bu çalışma, 2014 yılında Osman Gazi Üniversitesinde düzenlenen Uluslararası Eğitim Bilimleri Kongresinde sunulan bildirinin yeniden gözden geçirilmiş ve düzenlenmiş hâlidir.
Bu çalışmada Türkçe öğretmen adaylarının sözcüklerin bir boyutu olan değer kavramına ilişkin yeterlik düzeyleri araştırılmıştır. Değer, sözcüklerin anlamlarının dışında kalan, onların kullanım özelliklerine göndermede bulunan bir terimdir. tarafından ortaya atılan bu terim, aynı anlama gelen sözcüklerin arasındaki küçük farkları öne çıkarır. Türkçe öğretmen adaylarının değer konusunda duyarlılık düzeylerinin gelişmiş olması beklenir. Betimsel nitelikli bu araştırmanın katılımcılarını üç farklı üniversitede Türkçe Öğretmenliği Anabilim Dalında öğrenimlerini sürdüren 370 öğretmen adayı oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından geliştirilen Sözcüklerin Değerlerine İlişkin Farkındalık Düzeyi Testi ile toplanmıştır. Elde edilen veriler istatistik programında çözümlenmiştir. Araştırmada katılımcıların sözcüklerin değerine ilişkin farkındalıkları düşük düzeyde bulunmuştur. Buna ek olarak katılımcıların sözcüklerin değerine ilişkin duyarlılıklarının cinsiyetlerine ve sınıflarına göre anlamlı bir farklılık göstermediği, ancak öğrenim gördükleri kuruma göre bir farklılık olduğu saptanmıştır. Gaziantep Üniversitesi katılımcıları Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi ve Niğde Üniversitesi katılımcılarına oranla daha başarılı bulunmuştur. Araştırmadan elde edilen sonuçlara dayanarak Türkçe Öğretmenliği Anabilim Dallarında sözcüklerin değerine odaklanan çalışmalar yapılması önerilmiştir. Anahtar Sözcükler: Dilsel değer, sözcük öğretimi, dil duyarlılığı, Türkçe öğretmen adayları.
Bu çalışmanın amacı; İstanbul’da farklı lise türlerinde eğitim gören lise 1. sınıf öğrencilerinin dil ve sayısal yetenekleri ile fizik başarıları arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Veri toplamak amacıyla öğrencilere, Dil Yetenek Testi, Sayısal Yetenek Testi ve Fizik Başarı Testi uygulanmıştır. Öğrencilerin fizik başarıları ile sözü edilen yetenekleri arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Anahtar Sözcükler: Fizik akademik başarısı, sayısal yetenek, dil yetenek.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.