Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2019, Dergâh Yayınları
Kedi, evcilliği dolayısıyla bilhassa edebiyat ve resim sanatının ürünlerinde en çok yer alan hayvanların başında gelir. Hayli geniş olan bu iktidarını kedi, son yıllarda köpek ve kuşla da paylaşmak zorunda kalmıştır. Ancak kedinin bu hayvanlara göre insanlarla eviçinde daha çok vakit geçirmesi dolayısıyla sanattaki yerinin de daha köklü bir geçmişi vardır. Bu bağlamda kediler birlikte yaşadıkları insanların mutlu, huzurlu, kederli, bunalımlı vb. gibi olumlu olumsuz her anlarına şahitlik ederler, onların hayatlarının bir parçası olarak ya dert ortağı, can yoldaşı veya yalnızlık ve intikam duygularının ve cinsel bunalımlarının yansıtılma mekanizması olurlar. Biz bu yazımızda genellikle yalnız, bunalımlı, iradesiz veya sapkın ve saplantılı dünyaları olan insanların karak-* Doç. Dr., Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
1996
Ilk Turk romanları genellikle ~ehır hayatının değı~ık eephelerıni konu eelınır ve vak'a şehır mekanlarında geçer. Bu ~ehır ıse umlımiyetle Istanbul'dur. Gerçı Ahmed Midhat Efendi'nın Hmrın Mellalı (1874), Huseyin Fellulı (1875), Ftrkot (1870), Poris'te Bir Tur!-_ (1876) ve Alımed Metin ve 1)'/rztul (1892)'ı, Nanıık Kemal'ın Cezm1 (1881)\ı, Sami Pa~azade Sezfıı'nın Serguze,1•t (1889)'ı vs gıbı romanlarda btanbul'un clı~ına çı kıldığı ve vak 'aları n zaman zaman Kahıre, Cezayır, Kafkasya, Iran, Avrupa vs. gıbı yerlerele geçtığı ele vfıkıdır. Fakat boyle romanlar, dığerlerınc gore sayıca azdır Yuzyılın sonuna (hatta Mılli Edebiyat clevresınc) kadar Turk romanının mekanda boyle çoğunlukla lstanbul'a lokalizc olu~unun sebepleri, devrııı roınaııcılarının bırçoğunun Istanbul'da cloğınu~, yahut Istanbul'da yetı~nıı~, hayat tecrubelerinı, çevre gorgulerını ve kulturcl bırıkınılerını Istanbul'da edınını~ payıtaht ayclını olmalarında ve yanısıra, htanbul'un buyuk ve roınan nev'ının ıçınde olu~tuğu ve ıstediğı Batılı hayat unsurlarına ımparatorluğun dığer ~ehırlerıne nısbetle kısmen daha açık bır ~ehır olarak, "roınanesk" bır hayatı ve üdfıb-ı ımıiişeretı onlara daha kolay sunabılınesıncle aranabılır. Bununla bırlıkte, edebiyatıınızın bu roman la tanı~ımı clevre~inin telif roman kadrosu ıçınde, sayıları çok az da olsa Anadolu'ya, köye, koy tabialına ve koyltınun hayatına, ~ehır hayatından kır hayatına, tabıatın kucağına açılmayı deneyen ornekler ele goze çarpar. Gerçı romandaki bu ılk orneklerelen once ele, ınesela geleneksel tcmfı~fı ~anatlarınıızda, halk hıkiiyclerimızde Kastamonulu, Bolulu, Kayserilı, Laz, zeybek v~. tıplerı vardır ve bunlar kendı mahalli ~lvelerı, kıyafetlerı ve özellıklerı ıle gorulurler, fakat bu gorunclüklerı mekan ya yınc Istanbul'dur, İstanbul'un cv veya sokak hayatıdır veyalıut da yer alelıkları oyun yahut hıkfıye içcrısıııdc bize romandakı gıbı husu~ı bır bakı~ açısı ve ba~lı başına bır olgu olarak Anadolu'yu, Anadolu koylusunu ve coğrafyasını cletayıyla ve canlı bır surette getırmezler. Hatta bu tıplerc, aynı ~ekilde, geleneksel eclebıyatınıızın bır uzantısı olarak,
Hastalık, destan dönemlerinden bu yana edebiyatın yararlandığı başlıca izlekler arasındadır. Bireysel trajedileri yaratan tekil hastalıklar kadar toplumun genelini etkilemiş salgın hastalıklar da hem sözlü hem yazılı edebiyata ait metinleri etkilemiştir. Kişilerin tek tek yakalandığı hastalıklar, ikincil kurgu karakterin edebi sahneye çıkmasının ön hazırlığını sağlaması yanında, hastaya karşı bireysel yabancılaşmayı ve zamanla bu durumun metafora dönüşmesi gibi farklı imkânlarda değerlendirilmiştir. Salgın hastalıksa toplumun genelini etkilemesi yönüyle toplum ve birey açısından kabullenme noktasında tekil hastalıklardan ayrılarak topyekûn bir mücadeleye dönüşmüştür. Salgın hastalıkları anlatan edebi eserler, yazarın da bizzat hastalığın mağduru durumunda olduğu örnekler ve geçmişin bir salgın hastalığını kurguya taşıyan eserler olmak üzere farklılıklar gösterir. Marzoni'nin Nişanlılar romanı, geçmişte yaşanmış gerçek bir salgını resmi kaynaklardan yola çıkarak kurguya dönüştürmesi yönüyle dikkat çeken bir romandır. Manzoni, yararlandığı kaynakları doğrudan göstererek 1628-1630 yılları arasında İspanyol egemenliği altındaki Lombardia bölgesinde yaşanan veba salgınını gerçekçi bir yaklaşımla anlatmıştır. Bu çalışmada, Avrupa'da ortaya çıkan salgının İtalya'yı etkileyen yönleri Nişanlılar romanında, salgının önüne geçilemez bir hastalık olarak insanları, şehri ne yönlerden etkilediğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yerel yönetimlerin salgına karşı tepkileri, bunun halka yansıyan yönleri, din adamlarının şehrin manevi önderleri olarak salgın zamanındaki rolleri ve salgının bütün bu çıkarımların ışığında toplum üzerindeki sarsıntıları ana hatlarıyla ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı YL Tezi, 2022
THE BODY IN THE STORIES OF ÖMER SEYFETTIN Miray Naciye İŞLER Ömer Seyfettin, one of the important names of Turkish Literature, continues to make an impact today with the works he left. The works of Ömer Seyfettin, which has been the subject of many studies, have been examined in many ways until today. The aim of this study is to identify the body appearances of the types and characters in the stories of Ömer Seyfettin in the light of the developments of the period. In this study, the stories of Ömer Seyfettin were examined and it was determined how the political, cultural and social developments in the period in which the author lived were reflected on his body appearance. After reading and examining all of the author's stories,the thesis titles were created by classifying the materials related to the body subject. The effects of modernization movements on body appearance, forms of physical intervention on the body, the effect of cultural and religious elements on body practices, and disability and insanity, which are outside of social acceptance, were determined as non-normative body. While making these determinations, twenty-four stories of Ömer Seyfettin, which we thought would be the most dominant in terms of our subject, were dealed, thus a general framework on the body appearances was presented. Based on this framework ,it can be said that it is possible to read the social effects of Westernization movements, the sanctions of power mechanisms, the effects of culture and religion, social acceptance and objections through the body appearances and actions of the characters in Ömer Seyfettin's stories.
Türklük Bilimi Araştırmaları, 2015
ÖZ: "Yazmak düşünmektir" yaklaşımı, yazarları toplumun aydınları olarak kabul eder. Buna göre yazarlar toplumun düşünce önderleridirler. Eserleri aracılığıyla 'yaşanmakta olan'la ilgili değerlendirmeleri gibi 'yaşanması gereken'le ilgili değerlendirmelerini de ortaya koyarlar. Halide Edib, Türk edebiyatının 20. yüzyıl başlarındaki kadın yazarı ve sosyal hayattaki dönüşüm ve değişimin birinci dereceden etkileneni olarak süreç içindeki yerini sorgular. Yazar özellikle romancılığının ilk döneminde yazdıklarıyla, sosyal hayatın içinde yer edinmeye çalışan kadının ve toplumun çıkmazlarını sorgulamıştır. Bunun için yazarın bu romanlarıyla Türk kadının toplum içinde konumlandırılması konusuna yorum ve önerilerde bulunduğu söylenebilir. Bu durum, Halide Edib'in romanlarının Türk kadınının sosyalleşme süreci ve bu süreçte karşılaştığı sorunların takibi amacıyla okunabileceğini, hatta bu anlamda bir sosyal veri olarak değerlendirilebileceğini düşündürür. 1909'da yazdığı Heyula adlı ilk romanıyla okuyucusuyla tanışan yazar, romancılığının ilk döneminde Raik'in Annesi (1909) Seviyye Talip (1910) Handan (1912), Yeni Turan (1910), Son Eseri (1910) adlı romanlarını yazmıştır. Ateşten Gömlek (1922) onun romancılığının yeni bir devresidir. Bu romanlarında yarattığı kadın tiplemeleriyle, dönüşen ve sosyal hayatın parçası olma yolunda büyük adımlar atan dönem kadınını tartışır. Yazarın Seviyye Talip ve Macide'den Handan'a, Handan'dan Kaya'ya, Kaya'dan Ayşe'ye adım adım değişen, değiştikçe yenilenen ve eksik taraflarını tamamlayarak olgunlaşan kadınları, 19. asrın ikinci yarısından itibaren modernleşme hareketinin içine alınmış Türk kadınının sosyalleşme macerasının yansımalarıdırlar. Bu makalede Halide Edib'in yarattığı ilk etkili kadın tiplemesi Seviyye Talip'ten kadındaki büyük değişimi örneklediği Ayşe'ye kadar yarattığı kadınlar yorumlanacak, bu tiplemelerini toplumda kadınla ilgili değişim ve dönüşüm
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 3/3 2014 s. 37-48, TÜRKİYE International Journal of Turkish Literature Culture Education Volume 3/3 2014 p. 37-48, TURKEY
Journal Of History School, 2020
temalardan bazıları olmuştur. Bu çalışmamızda, yukarıda bahsettiğimiz temaların yalı ve konak hayatında sahne oluş şekilleri üzerinde tematik değerlendirmeler yapılacaktır.
YENİ TÜRK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI Modern Turkish Literature Researches, 2017
Ütopya, mümkün olmayan ancak daha iyi bir yaşamın kurgusudur. Bununla birlikte yazarının yaklaşımına göre mümkün olmayan başta olmak üzere düş, ideal toplum düzeni, mutluluk gibi ölçütlerle değerlendirilebilmesi ütopyaya geniş bir anlam kazandırır. Ütopya, içinde bulunulan dönemin politik düzenlemelerine ve toplumsal ilişkilerine başkaldırı niteliği taşır, var olan yapıya karşı ideal toplum düzeni tasarısı sunar. Melih Cevdet Anday'ın 1975 yılında yayımladığı Raziye adlı romanının temelindeki rahatsız olunan ortamdan kaçış ve ideal yaşam düzeni düşüncesi, bu romanı ütopyaya yaklaştırır. Roman, Dayı karakterinin evlat edindiği Çingene asıllı bir kızı soylu bir insana dönüştürme çabasını ve içinde yaşadığı toplumu geliştirmek için ideal bir yaşam alanı kurgulamasını konu alır. Dayı karakterinin yaşamı idealize etme çabası, Yeğen aracılığıyla eleştirilir. Vedia/Raziye de köklerine, gerçek yaşamına dönerek bu ideal yaşam tasarısını yıkar. Bu çalışmada Dayı, Yeğen ve Raziye karakterleri ekseninde idealize edilmiş yaşamın yıkımı, düş-gerçek, modern yaşam-ilkel yaşam, aydın-halk çatışmaları ele alınacaktır.
İstanbul Kültür Üniversitesi, 2021
Türk edebiyatında ilk örnekleri 19. yüzyılda görülmeye başlayan roman, yazıldığı dönemin anlamlandırılmasını sağlayacak çeşitli siyasî, kültürel ve ekonomik gelişmelere paralel bir şekilde biçimlenmesinin yanı sıra hem insanla hem de toplumla çok yakın bir ilişki içerisinde bulunması açısından edebiyat sosyolojisi için önemli bir kaynak niteliğindedir. Cumhuriyet dönemi romanının genellikle toplumsal gerçekçi bir niteliğe sahip olması dolayısıyla yazarlar, özellikle 1950 sonrasında romanda gerçekçiliğin bir uzantısı olarak değerlendirilen köye ve köy insanına yönelmiş, romanlarında Anadolu coğrafyasına ve köy gerçeğine ağırlık vermiştir. Köyden kente göç ve yoksulluk temaları, Latife Tekin’in de Sevgili Arsız Ölüm (1983), Berci Kristin Çöp Masalları (1984), Gece Dersleri (1986), Buzdan Kılıçlar (1989) ve Aşk İşaretleri (1995) adlı eserlerinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Bu çalışmada Latife Tekin’in 1983 yılında Adam yayınevinden yayımlanan ilk romanı Sevgili Arsız Ölüm’de öne çıkan köyden kente göç ve yoksulluk olguları disiplinler arası bir çalışma alanı olan edebiyat sosyolojisi bağlamında incelenecektir. Yazarın biyografisinden de izler taşıyan eserde Aktaş ailesinin Alacüvek köyünden İstanbul olduğu tahmin edilen fakat romanda adı geçmeyen bir şehre göç etmesi; ailenin büyük şehirde yaşadığı uyum sorunu, karakterlerin yaşadığı kimlik bunalımı ve arabesk tavırlar, şehirli-köylü etkileşimi, yoksullaşma ve aile içi ilişkiler odağında değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Edebiyat sosyolojisi, Latife Tekin, Göç, Yoksulluk
Dede Korkut, edebiyat camiasında destanî bir Oğuz hikâyeleri olarak anılan, dünyada ve Türk dünyasında üne ulaşmış bir eserdir. 15.yüzyılda yazıya geçirilen bu eserin hikâyelerin çıkış tarihi, 10 ve 11.yüzyıllara rastlayan bir dönemde yani ortaçağdadır. Destan ve halk hikâyesi özelliklerini de bünyesinde toplayan bu eser, anlatmaya bağlı edebi metinlerin kendine has özelliklerini de taşımaktadır. Leitmotiv, herhangi bir tavır, hareket veya sözün eserde çeşitli yollarla tekrarına dayanan bir anlatım tarzıdır. Çalışmamızda bu özelliklerden biri olan leitmotiv üzerinde duracak ve hikâyemizden hareket ederek leitmotivleri yerinde inceleyeceğiz. .
idil Dil ve Sanat Dergisi, 2018
ÖZ Eski Türkçe metinlerde yer alıp bugün Türkiye Türkçesi ölçünlü yazı dilinde kullanılmadığı halde Anadolu Ağızlarında yaşamakta olan birtakım kelimeler vardır. Bu kelimelerden birisi de " küse-" fiilidir. Bu fiil; hem Moğolca ile Türkçe dillerinin her ikisinde de çok eski devirler-den bu yana tanıklanabilmesi, hem de kökeni, yapısı ve imlasıyla ilgili çeşitli tartışmalara yol açması bakımından dikkate değerdir. Söz konusu fiilden türeyen ve yine Türkiye Türkçesi ölçünlü yazı dilinde yer almamasına rağmen Yalova İli Yerli Ağzından derlenen metinler-de tespit edilen " güsenç " kelimesinden yola çıkılarak hazırlanan bu makalede " küse-" fiili-nin etimolojisi, imlası ve morfolojisinin yanı sıra Tarihî ve Çağdaş Türk Lehçeleri ile Moğol Lehçelerindeki dilsel yolculuğu, leksikolojik durumu ve türevleri ele alınmış, lehçeler arası karşılaştırmalar yapılarak fiilin kullanımları örneklendirilmeye çalışılmış, kelime haritaları meydana getirilmiştir. ABSTRACT There are some words that exist in the old Turkic texts and live in Anatolian subdialects, although they are not used in the standart writing language of Turkey Turkish. One of these words is the verb " küse-". This verb can be witnessed both in Mongolian and Turkic dialects since the ancient times and it is also remarkable in terms of its origin, its structure and its spelling. This article is based on the word " güsenç " which was found in the texts compiled from the local subdialect of Yalova. The word " güsenç " is derived from the verb " küse-" and it is not included in the standart writing language of Turkey Turkish either. In this article; the etymology, spelling and morphology of the verb " küse-" are discussed. In addition to this, the linguistic journey of this verb, its lexicological condition, and its derivatives are studied. By making comparisons between the dialects, the use of this verb is tried to be sampled and word maps are created.
Yaygın kanıya göre MS. III. yüzyılda gerçekleştiğine inanılan Ashâb-ı Kehf/Yedi Uyurlar hikâyesi İslâm ve Hıristiyan kültürlerinde önemli bir yere sahiptir. İslâm kültüründe Kur’an-ı Kerim’de yer almış olması dolayısıyla “kıssa” olarak nitelendirilen hikâye, Hıristiyan kültüründe “efsane” olarak kabul edilmiş; mağarada uyuyan gençler ise “aziz” olarak nitelendirilmiştir. Hikâyenin Kur’an-ı Kerim’de yer alan anlatısında ayrıntılı bilgiye yer verilmeyişi ve hikâyenin İslâmiyet’ten evvel Süryanî, Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinde sözlü kültür vasıtasıyla aktarılıyor oluşu hikâyenin çeşitlenmesine yol açmış; hikâye bu çeşitliliği ile sözlü kültürde var olduğu kadar edebiyatta da görünür olmuştur. Klasik Türk şiirinde tasavvufî eserlerde telmih ve teşbih sanatı dolayımında Ashâb-ı Kehf/Yedi Uyurlar ile ilişki kurulduğu bilinmektedir. Yenileşme dönemi Türk edebiyatında ise Ayfer Tunç’un Mağara Arkadaşları ve Muzaffer İzgü’nün Yedi Uyurlar öyküsü dikkat çekmektedir. Öte yandan son dönem modern Türk romanında da Ashâb-ı Kehf teması bağlamında dikkat çekici bir çeşitlilik fark edilmektedir. Hikâyenin başlangıcından bugüne Türk romanındaki varlığını ortaya koymak daha kapsamlı bir çalışmanın konusu olacağından, bu çalışmada son dönem romanlarında hikâyenin ele alınışı ve yazarların roman tekniği bakımından hikâyeyi ele alma ve dönüştürme biçimleri tespit edilmeye çalışılacaktır. Romanların Ashâb-ı Kehf/Yedi Uyurlar’ın ele alınış biçimlerine bakıldığında farklı tekniklerin kullanılmış olduğu görülmektedir. Bu sebeple inceleme birkaç alt başlıkta yapılacak, sonuç bölümünde ise genel bir değerlendirilmeyle farklılıklar tespit edilmeye çalışılacaktır.
12th Eurasian Conferences on Language & Social Sciences, Ekaterinburg, Russia, 2021
Türk edebiyatında küçük öykünün öncüsü olarak değerlendirilen Sâmi Paşazâde Sezai, bu türde dikkate değer kalem ürünleri ortaya koyar. Az sayıda öykü yazmış olasına rağmen türün gelişiminde önemli rol oynar. Onun Küçük Şeyler adlı kitabında toplanan öyküleri, basit, günlük yaşama şekillerini, küçük insanı konu almasıyla, sıradan insanların hayatlarından kesitler sunmasıyla ve öykü tekniğindeki başarısıyla yeni kuşaklar üzerinde etkili olur. Bu öykülerden biri olan “Kediler”, evli çiftin hayatında kedilerin kapladığı yeri, karısının yaklaşık otuz kediyi eve toplaması karşısında çaresiz kalan adamın kesin bir kararla evi terk edişini, bir süre sonra açlıktan ve parasızlıktan eve dönmek zorunda kalışını, karısı tarafından kendisine tercih edilen kedilerle aynı evi paylaşmayı kabullenişini anlatan dikkate değer bir öykü olma özelliği taşır.
DergiPark (Istanbul University), 2021
Göç, Kültür ve Yazın, 2019
Çok eski dönemlere uzanan göç ile yazın ilişkisi, günümüzde sayıları giderek artan göç/göçer romanlarının gündemde yer tutmasıyla, daha da önem kazanarak geleceğe doğru evrilmektedir. Göç olgusu, günümüzde eskiden olduğundan daha çok toplumsal, budunbilimsel, siyasal, artırımsal, tinsel ve ekinsel yönleriyle konuşulmakta ve tartışılmaktadır. Bu tartışma alanlarının en önemlilerinden birinin de toplumun bir anlatımı olan yazın alanı olduğu açıktır. Bu bağlamda, öteden beri göç romanlarının incelenmesinde bir yaklaşım ve yöntembilim sorunu var olmasından ötürü, bu romanların hem türsel olarak sınıflandırılması hem de yeni yöntem ve yaklaşımlar geliştirilerek çoğul bakış açılarıyla incelenmesi, çok karmaşık, çok yönlü ve devingen bir yapı sunan göç olgusunu romanlar aracılığıyla anlamaya ve açıklamaya olanak vereceği düşünülmektedir. Bu bakış açısıyla 2014 yılından beri yürüttüğümüz göç çalışmalarında yöntem arayışları bizi çoğul okumanın göç romanları için kaçınılmaz olduğu düşüncesine götürmüştür.
2020
George Orwell, çağdaş İngiliz yazarları arasında, imzası en çok tanınan sanatçıların başında gelir. Pek çok dile tercüme edilen "Hayvan Çiftliği" adlı romanı ise onun şöhretini pekiştirmiş bir eserdir. Eser pek çok dile tercüme edildiği gibi o dillerde defalarca yaptığı baskı sayısı ile de dikkat çeker. Edebî cephesiyle kültürel, içerdiği mesajlar nedeniyle siyasal bir trafiğin parçası olmuş "Hayvan Çiftliği", oldukça geniş bir okuyucu kitlesiyle buluşmuştur. Orwell'ın başta alegori olmak üzere grotesk, hiciv hatta kara mizahla yoğurduğu romanı, bugün artık dünya edebiyatı kapsamında değerlendirilebilecek bir çağdaş klasik olarak yerini almıştır. Roman çağdaş bir mit ya da fabl olarak da ele alınmıştır. Hayvan Çiftliği politik düzen, sosyal ilişkiler, hiyerarşi ve sosyo-politik yozlaşma bağlamında büyük bir alegorik eserdir. Okuyucuya gönderdiği mesajlar bakımından da politik, edebî ve kültürel okumalara katkı sağlayan bir romandır. Makalede, romanın olay örgüsüne kısaca temas edilerek, eserdeki alegorik yapı ortaya konacak ve "Hayvan Çiftliği"nin içerdiği göndermeler gözler önüne serilecektir. Orwell, söyledikleri ile sadece mensubu olduğu İngiliz milletini ve kendi çağını değil, esasen tüm dünyayı ve tüm zamanları muhatap olarak yakalamayı başarmış bir sanatçıdır. Bu bakımdan romanın Türk okuyucusuna ve içinde yaşadığımız zaman dilimine de hitap ettiği açıktır. "Hayvan Çiftliği" anlam katmanları, zengin çağrışım dünyası ve ince bir mizahla edebiyat araştırmacıları için oldukça mümbit bir edebî rezerv teşkil eder. Onu okumak, incelemek ve anlamak ise sadece edebiyata meraklı olanlara değil, sanatın gücünü takdir eden her kültürlü insana keyif verir.
Bu çalışmada genel anlamda Türk kültür tarihinin ve özelde Türk edebiyatının seçkin eserlerinden olan Dede Korkut Kitabı’nda ‘erkek, erkeklik, eril kimlik’ üzerinde durulacaktır. Tarihi süreç içerisinde erkeklik inşasının nasıl tezahür ettiği, nasıl bir gelişim ve değişim gösterdiği sorusu oldukça önemlidir. Bu noktadan hareketle anlatılarda genel olarak işlenen erkeklik kurgusu, hususen babalar, oğullar ve anlatılardaki diğer erkeklerin birbirleri ile ilişkileri üzerine odaklanılarak ifade edilmeye çalışılacaktır. Çalışmada öncelikle erkeklik kavramı algısı, kurgusu ve ‘erkeklik’ kavramı ile ifade edilmek istenen anlam dünyası açıklanacak ardından söz konusu kavram ve kavramın kendine mahsus dünyası Dede Korkut üzerinden değerlendirilecektir.
International Language, Literature and Folklore Researchers Journal, 2018
The Early Republican period is a time when women have experienced significant changes in their gender roles and social positions. Women have gained public visibility and assumed roles and obligations outside of traditional roles, especially as a consequence of the perspective of the women's movement, which was strengthened during the Second Constitutional Period and the new regime as the last step of Westernization. This being the case, it is a very different view that reigns in literature which could be seen as a reflection of collective consciousness. There is a strong resistance to the changing roles of women in society that appears as threat and alignment, and finally ridicule and mockery. The aim of this article is to put the female image of early Republican novels at the center of language and gender relations. In this context, gender-related positionings were determined in the novels and the use of sexist language was revealed. The study shows that almost all authors are more or less influenced by sexism that comes adjacent to culture and language regardless of their gender or ideology but it is expressed in different forms depending on these variables.
İnsan ve İnsan, 2021
Salgın hastalıkların geçmişi, insanlığın ortaya çıkışı kadar eskidir. Toplu ölümler, insanların hastalık karşısındaki çaresizlikleri, ıstırapları edebiyat açısından zengin bir malzeme kaynağıdır. Türk Romanında Salgın Hastalıklar isimli bu çalışmada, Tanzimat’tan günümüze romanlarda salgın hastalıkları konu eden eserler tespit edilmeye çalışmıştır. Tespit edilen eserler içerisinden kronolojik sıralamayla Felâtun Bey ile Râkım Efendi, Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat, Aşk-ı Memnu, Hakka Sığındık, Yeşil Gece, Salgın, Hüyükteki Nar Ağacı, 30 Şubat Bir Gülme Salgının Romanı, Sıcak Kafa, Y, Hastalık, Meraklı Adamın On Günü isimli romanlar değerlendirmek üzere seçilmiştir. Bu romanları değerlendirmekteki amaç salgın temasının romanlardaki değişimini gözlemlemektir. Nitekim Tanzimat ve Servet-i Fünûn romanlarında verem hastalığı öne çıkarken, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemi romanlarında salgın, toplumsal sorunların tespit edilmesinde bir araç halini alır. 2000’li yıllarda kaleme alınan romanlarda ise salgın teması distopik/fantastik unsurlar etrafında şekillenir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.