Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
ÖZET: Ara nesil edebiyatı içinde mühim bir konumda bulunan Hazine-i Fiinun (1893-1 896) ve Maarif (1 891-1896) dergileri, barındırdığı müşterek şiirler ile dikkati çekmektedir. İki ya da daha fazla şairin, birer rrusra veya beyit söylemesiyle oluşan şiire müşterek şiir adı verilir. XIX. yüzyılda, bu tarz şiir sayısında mühim bir artış olduğu bilinmektedir. Bunun nedenlerinden biri , müşterek şiir yazmanın moda haline gelmesidir. Genellikle edebi bir mecliste, topluluk karşısında , şairlerin gönlüne doğması sonucu söylenen bu şiirler, onların yeteneklerini gösterebilmeleri için mühim bir zernin oluşturur. Adı geçen iki dergi ise, o devirde şairlerin müşterek şiirlerini gösterebilmeleri için bir araç haline gelir ve pek çok şair eserlerini bu iki dergide yayımlar. Şiirler, dergilerde çeşitli adlarla görülür: gazel, tah mis, tazrnin, tesdis, terbi ', şarkı, kıt'a nazım şekillerinde yazılrruştır. Bu dergilerde müşterek şiir yazan şairlerin başlıcaları ABSTRACT: Hazine-i Fünun and Maarif majmuas, which takes important places in the ara nesil literature (literature between Tanzimat and Servet-i Fünun periods), have remarkable position as including collective poems. Collective poems are written by two or more poets and the poets write on a line or couple. It is known that the increasing number of poems were written in the XIXth century. One of the reason is the fashion of collective poem. And these poems, which generally teli to community improvisationly, show their poetic competences. These two majmuas give them opportunity to publish their poems, thus the most of the poets published the ir poems in these majmuas. Poems are published under different names like ghazal, tahrnis, tazmin, tesdis , terbi , şarkı, kıta ete. Major of the poets written in these majmuas are Ahmet Cemal, Kamil, Lamih,. In this study we try to analyze their collective poems as content and form.
MÜNÎRÎ'NİN GÜLŞEN-İ EBRÂR VE MADEN-İ ESRÂR MESNEVİSİ'NDEKİ TİPLER VE KİŞİLİKLER
Nazmîzâde Murtazâ, tarihçi kimliği ön planda olan; ancak edebiyat ile de meşgul olmuş isimlerdendir. Hayatının büyük kısmı Bağdat'ta geçen Nazmîzâde, bu şehir özelinde yazdığı eserler ile tanınmaktadır. İsmi Bağdat şehri ile birlikte anılan müellifin farklı kaynaklardaki biyografisi de Bağdat özelinde yazılmıştır. Kaynaklarda klasik tarzda bir Divan'ının varlığından bahsedilse de bu eserin herhangi bir nüshası henüz ele geçmemiştir. Şairin Gülşen-i Hulefâ adlı Bağdat tarihinde çeşitli vesilelerle yazdığı şiirleri vardır. Biyografik kaynaklarda bir gazeli ve iki rubaisi bulunan şairin bir şiir mecmuasında çoğunluğu gazel nazım şeklinde olan şiirleri tespit edilmiştir. Çalışmanın ilk bölümünde Nazmîzâde Murtazâ'nın hayatı ve eserleri üzerine bilgiler verilmiştir. İkinci kısımda mecmuanın katalog bilgilerinde şiirlerin kendisine ait gösterildiği 19. yüzyıl tekke şairlerinden Murtazâ Baba (Sükûtî) ile Nazmîzâde Murtazâ arasında bir karşılaştırma yapılmıştır. Çalışmanın son bölümünde Nazmîzâde Murtazâ'nın tespit edilen şiirleri metin başlığı altında bir araya getirilmiştir.
turkishstudies.net
A t a b e y K I L I Ç * ÖZET Klâsik Türk Edebiyatı sahasında manzum eserler arasında üzerinde çalışılmayı bekleyen alanlardan birisi de manzum sözlüklerdir. Manzum sözlükler son zamanlarda gerek kendilerini tanıtır nitelikte yazılar, gerekse metinlerinin neşri suretiyle dikkat çekmektedir. Bu eserlerin bir kısmı yazıldıkları dönemde sıbyan mekteplerinde ders kitabı olarak okutulmuş, bir kısmına ise daha sonraki yıllarda şerhler yapılmıştır. Hatta bu eserlerin önemli olanlarından bir kısmı bir mecmua içerisinde bir araya getirilmiştir. Bu mecmualardan biri de Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 4026 numarada kayıtlıdır. Bu çalışma çerçevesinde, daha önce bazı kaynaklarda hakkında belli ölçüde bilgi verilmiş bulunan Tuhfe-i Şahidî'nin metnini, Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 4026 numarada kayıtlı bulunan manzum sözlük mecmuasının 41b-72a varakları arasında yer alan nüshasından hareketle bilim dünyasının istifadesine sunmaya çalışacağız.
II. Türk Hukuk Tarihi Kongresi Bildirileri Cilt: I, 2016
Özet Fârâbî ve İbn Sînâ'ya Göre Meâd Meselesi Bu çalışmada insanî nefislerin bedenden ayrılışı sonrası durumu Fârâbî ve İbn Sînâ'ya göre incelen-di. Bu iki düşünürü seçmedeki maksadımız, Meşşâî ekole mensup olmaları ve düşüncelerinin benzer ve farklı yönlerini ortaya koymaktır. Konu, kelamcılar tarafından itikâdî boyuta taşınmış ve filozofla-ra ağır eleştiriler yapılmıştır. Biz konunun itikâdî boyutunu hariç tuttuk ve felsefî boyutuna odaklan-dık. İnsani nefisler Fârâbî ve İbn Sînâ tarafından cevher olarak kabul edilir. Fârâbî bazı insani nefis-lerin bedenden ayrılışı sonrası varlığını devam ettirmediğini iddia eder. Fakat İbn Sînâ'ya göre her insani nefis varlığını devam ettirir. Abstract A Comparison of the Eschatologies of Fārabī and Ibn Sīnā This study aims at investigating the views of Fārābī and Ibn Sīnā concerning the situation of the human souls after leaving the bodies. The reason behind choosing these two figures is this: They are Peripatetic philosophers and we want to clarify the similar and different aspects of their thought. The theologians drew this topic to the sphere of belief and criticized the philosophers very seriously. But I will focus on the philosophical aspect of this subject to the exclusion of its creedal dimension. To the mind of both philosophers, the human souls are substance. However, Fārābī argues that some human souls will perish once they leave bodies, while Ibn Sīnā claims that every human soul will continue to live after its separation from the body.
Dil Bilimleri, 2018
Kur'an-ı Kerim'in okunuşu üzerindeki farklılıklar, kıraat disiplininde usûl ve ferşu'l-hurûf şeklinde, temelde iki kategori de ele alınmaktadır. Bu kategorilerden biri olan ferşu'l-hurûf, modern zamanda kıraat-tefsîr ilişkisi bağlamında, anlamı etkileme yönü üzerinden birçok çalışmaya konu olmuştur. Söz konusu bu yaklaşımlar anlam üzerine odaklandığı için ferşu'l-hurûf'un disiplin içi bir gözle kavram düzeyinde incelenmesi ise sınırlı olmuştur. Elinizdeki çalışmada, bu sınırlılığı aşmak için birinci bölümde disiplin içi bir yaklaşımla söz konusu kavram incelenmiş akabinde kavramın dayanak (yedi harf) ile ilişkisi ölçeğinde kıraat ilmindeki konumu sorgulanmıştır. Bu bağlamda yapılan yedi harf analizi, yeni bir tasnif denemesi oluşturmaya da imkân tanımıştır. İkinci bölümde söz konusu bu imkân kullanılarak yeni tasnif denemesi ışığında, ferşî farklılıklar ele alınmış ve belirli derecelerde mana etkisinin yönü tespit edilmeye çalışılmıştır. Kıraat ilminde, disiplin içi bir yaklaşımla ferşu'l-hurûf'un kavram düzeyinde ele alınması, yapılan dayanak (yedi harf) sorgulaması ile yeni bir tasnif formu geliştirilmesi ve bu tasnifin ikinci bölümde uygulanması tezin özgün değerini göstermesi bakımından önemli ve ayırıcı bir konumdadır. Tezde yöntem olarak nitel araştırma modellerinden betimsel analiz, içerik analizi ve dayanaklı kuram kullanılmıştır. Bu minvalde, kavram analizi yapılan tanım ve özellikler kısmında, daha çok betimsel ve içerik analizi; yeni bir tasnif denemesi oluşturulan dayanak (yedi harf) kısmında dayanaklı kuramın özgün desen formu kullanılmıştır. Mana etkisi bölümünde ise örneklendirme yapılarak yöntemlerin hedeflere ulaşmadaki etkinlikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Genel hatlarıyla açıklanmaya çalışılan tez serüveninin meseleyi ele alış biçimi, tasnif kurgusu ve açıklama modelleri açısından kıraat ilmine ufak da olsa katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
turkishstudies.net
Muhaddisler için Hadis ilmindeki derecelerine göre baz@ lâkaplar kullan@lm@<t@r. Bunlar@ <u <ekilde s@ralayabiliriz: Müsnid, muhaddis, müfîd, hâf z, emîrü'l-mü'minîn fi'lhadîs. Son devirlerde huccet ve hâkim de bunlara dahil edilmi<tir. Ancak huccet, ta'dîl lâf@zlar@ndan olup, h@fz ve rivâyet lâkaplar@ndan deAildir. Hâkim ise, kad@l@k görevinde bulunanlar için kullan@l@r. O halde, bu ikisinin, hadisçilerin lâkaplar@ aras@na kat@lmas@ doAru olmayacakt@r. 1 Ebû âme'nin (665/1266), Hadis ilimlerini ana hatlar@yla; F khu'l-hadis ilmi, 2snâd ve ricâl ilmi ve Rivâyet tariklerini ço altarak âlî isnâdlara sahip olma <eklinde üçlü taksime tâbi tutmas@na bak@larak, bunlardan ilk ikisinde söz sahibi olanlar için muhaddis ve hâf z, ilk ikisinden birinde söz sahibi olmayan için müsnid ve râvî, bazen de mecâzen muhaddis @st@lah@n@n kullan@lacaA@ söylenmi<tir. Hadis Usûlü'nü (Ist@lah lmi'ni) iyi bilen ve onu ders olarak okutup öArenciye faydal@ olabilen ki<iye ulûmu'l-hadîs âlimi denilir, hiç bir zaman muhaddis denilmez. Ebû âme'nin sayd@A@ üç ilimde de söz sahibi olan ki<i ise, kâmil bir fakîh-muhaddis kabul edilir. 2 Bunlar@n yan@nda bir de, sâhibü hadîs veya min ashâbi'l-hadîs terimi vard@r. Hadis ilminde belli bir birikimi olan ve hadisleri delil olarak kullan@p onlarla amel edenler için, muhaddis yerine bu iki terimin kullan@ld@A@n@ görmekteyiz. Hadis talebesi için de, yatlubü'l-hadîs veya yektübü'l-hadîs denilmektedir. Hü<eym b. Be<îr (183/799) "hadis ezberlemeyen ashâb-hadisten deAildir", Ebû Bekr b. Ebî eybe (235/849) de "imlâ * Yrd.Doç.Dr. Selçuk Üniversitesi lahiyat Fakültesi. [email protected] 1 Abdülfettâh Ebû 3udde, Ümerâü'l-mü'minîn fi'l-hadîs (Cevâbü'l-Hâf@z el-Münzirî 'an es'ile fi'l-cerh ve'tta'dîl'in sonunda, Halep 1411) s. 103. 2 Sehâvî, emsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân, el-Cevâhir ve'd-dürer fî tercemeti eyhi'l-slâm bn Hacer (Kâhire 1406/1986) I, 22-25. Yahyâ b. Ma'în muhaddisi tarif ederken <öyle der: "Muhaddis <u dört haslete muhtaçt@r; ilim tahsîli ile me<hur olmak, bidatten uzak durmak, doAru sözlü olmak ve büyük günahlardan birini i<lememek. Kimde bu hasletler varsa, o muhaddistir." (Sehâvî, a.g.e. I, 27)
TÜRK DÜŞÜNCE TARİHİNDE HANEFÎ-MÂTÜRÎDÎ DÜŞÜNCENİN SERENCAMI, 2023
Türk Yurdu Dergisinde yayınlana bu yazı Hanefi-Maturidiliğin Türk Tarihinden geçirdiği evrimini ve bugüne nasıl gelindiğini anlatıyor.
Öz Mukâyeseli edebiyat, farklı veya aynı dil ve kültürlere âit edebî eserlerin benzerlik, tesir ve yakınlıklarını inceleyen sistemli bir sanattır. Türk edebiyatı ile başta Batı edebiyatı olmak üzere Arap ve Fars edebiyatları arasında mukâyese çalışmaları yapılagelmiştir. Şimdiye kadar Klâsik Türk şiiri ile temellerini Türklerin attığı Urdu dili ve edebiyatı üzerine bir mukâyese çalışması yapılmamıştır. Bu yazıda Urdu edebiyatının önemli isimlerinden Mîrzâ Gâlib ile Klâsik Türk edebiyatı şairlerinden Haşmet'in şarap redifli gazelleri üzerine mukâyese yapılmaya çalışılmıştır. İki şâirin hayatı, şiirlerin biçim özellikleri, konu ve teması ile dil ve üslûbu mukayese edilmiş, bu noktalardaki benzerlikler ve farklılıklar tespit edilmiş ve iki şair ve şiir arasında bir etkileşimin olmadığı sonucuna varılmıştır. Anahtar Sözcükler: Mukâyeseli edebiyat, Klâsik Türk edebiyatı, Urdu edebiyatı, Mîrzâ Gâlib, Haşmet. Abstract Comparative literature is a systematic art which examines the similarity, effect and proximity of literary works of the same or different languages and cultures. Comparative studies have been made among Turkish literature, mainly Western Literature and Arabic Literature along with Persian literature. No Comparison studies have been done on Classical Turkish Poetry and Urdu Language and Literature, the basics of which had been constructed by Turks yet. This article attempts to make a comparison between an important figure of Urdu literature, Mirza Galib and one of the classical Turkish literature poets Haşmet's odes on wine with rhyme. Two poet's life and format specifications of their poetry, issues and themes with language and style of speech have been compared, the similarities and differences have been identified, and it has been concluded that there are no interactions between the two poets and their poetry.
HORASAN VE MÂVERÂÜNNEHİR’LE MÜNASEBETİ BULUNAN SAHABÎLER, 2020
Özet Hz. Peygamber’in (a.s.) vefatından sonra ashâbın hangi coğrafyalara gittikleri ve hangi yerleşim birimlerine yerleşip vefat ettikleri önemli bir araştırma konusudur. Bu makalede Horasan ve Mâverâünnehir ile münasbeti bulunan, oralara giden veya yerleşen sahabiler alfabetik olarak ele alınacaktır. Zikredilen konular, İbn Sa’d’ın et-Tabakâtü’l-Kebîr’ı, Belâzürî’nin Ensâbü’l-Eşrâf’ı, el-Begavî (v. 317/929) ve İbn Kâni’in (v. 351/962) Mu’cemü’s-Sahâbe’leri, İbn Mende (v. 395/1004) ve Ebû Nu’aym’ın (v. 430/1038) Ma’rifetü’s-Sahâbe’leri, İbn Abdilber’in (v. 463/1071) el-İsti’âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb’ı, İbn Hacer’in (v. 852/1449) el-İsâbe fî Temyîzis’s-Sahâbe’si, İbnü’l-Esîr’in (v. 630/1233) Üsdü’l-Gâbe’si ve el-Hâfız Ebû Musa er-Ru’aynî İsa b. Süleyman el-Endülüsî’nin (v. 632/1235) el-Câmi’ limâ fi’l-Musannâfati’l-Cevâmi’ min Esmâi’s-Sahâbeti’l-A’lâm Uli’l-Fazli ve’l-Ehlâm gibi sahabe biyografileri esas alınarak incelenecektir. ABSTRACT It is an important research subject to present mobilization and settlement of Companions of the Prophet Muhammad after his passing away. Thus, this paper deals with the Companions, who were related in the regions of Khorasan and Transoxiana, and emigrated or lived there, in alphabetical order. These subjects will be analyzed by being predicated on the biographic sources on the Companions (sahaba): al-Tabaqat of Ibn Sa‘d, Ansab al-Ashraf of al-Balazuri, al-Mu’jam al-Sahabah’s of al-Bagavi (d. 317/929) and Ibn Kani (d. 351/962), Ma’rifat al-Sahabah’s of Ibn Mandah (395/1004) and Abu Nu’aym (d. 430/1038), al-Isti‘ab fi Marifat al-Ashab of Ibn Abd al-Barr (d. 463/1071), al-Isaba fi Tamyiz al-Sahabah of Ibn Hajar (d. 852/1449), Usd al-Ghabah of Ibn al-Asir (d. 630/1233), al-Jami lima fi al-Musannafat al-Jawami min Asmai al-Sahabat al-A’lam ul al-Fadhl wa al-Ahlam of al-Hafiz Abu Musa al-Ru’ayni Isa b. Sulaiman al-Andulusi.
İSLÂMÎ İLİMLERDE HADİS VE SÜNNETİN YERİ, 2021
Hadis, Kur’ân-ı Kerîm’le birlikte İslâm dininin ikinci aslî kaynağı olması hasebiyle başta tasavvuf olmak üzere muhtelif ilim dallarıyla irtibatlı olduğu bilinmektedir. Kültür ve medeniyet tarihimizde tefsir, fıkıh, kelâm ve tasavvuf gibi İslâmî ilimler hadisten ayrı düşünülmemiştir. Bu anlamda tasavvufî düşüncenin gelişmesinde, metodolojisinin şekillenmesinde, kavramların belirlenmesinde, meselelerin ele alama yönteminde, ahlâkî değerlerin benimsenmesinde sûfî irfân geleneğinde Kur’ân ve Sünnetin yeri önemlidir.
Hadis Felsefe ilişkisine yönelik çalışmalara kapı aralarnak amacıyla konusunda ilk defa yapılan bu çalışmada, Hadis tarihinin önemli muhaddislerinin kadim felsefe, felsefi ilimler ve İslam filozoflan hakkındaki görüşlerine, felsefeyle iştigal eden hadisçiterin dunnnlanna kısaca işaret edilmektedir. Ayrıca meşhur bazı muhaddislere atfedilen "filozof' sıfatı üzerinde durulmuştur. İlaveten "Filozof Muhaddis" kavramı ve buna bağlı olarak hem kadim felsefeyle , hem de hadis ilmiyle (hadis dinleyerek ve naklederek) ilgilenmiş veya eser yazmış İslam alimlerinden, ayrıntıya girmeksizin kısaca bahsedilmi ştir. ABSTRACT "On Some Opinions of the Sunnf Traditionists on the Ancient Philosophical Sciences and the Philosopher Mu/ıaddithtin/Traditionists (An Allempt ona New Concept on the Hadith) In this article, we examine the. attitudes and opinions of the sunnl traditionists, like al-Ghazfill, İbn al-Salah, al-Dhahabi, to the ancient philosophy and the philosophical sciences. In spite of against the ancient philosophical sciences, s?me sunni traditionists deaith with the sciences which were attacked by other traditionists. And also, we try to open a debate on the term of Philosopher Muhaddith, in Turkish, "Felsefeci Hadisçi" for using the people who were interested in both the hadith and the philosophy. Keywords: Philosopher of the Had ith, Philosopher Muhaddith, İbn al-Saldh, fbn Hibb{Jn, İbn al-Nafis, al-Dhahab1, al-Ghaza/1. İstanbul Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Bşk. istanbul Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi Sayı: 16, Yıl: 2007 60 Prof Dr. Mustafa Ertürk
İlahiyat, 2021
Arapçaya dair gramer çalışmaları ilk olarak Hulefâ-i Râşidîn (632-661) ve Emevîler döneminde (661-750) ilim ve kültür merkezi Basra’da Ebü’l-Esved ed-Düelî (ö. 69/688) ile başlamıştır. Abbâsîler döneminde (750-1258) Halîl b. Ahmed (ö. 175/791) ve Sîbeveyhi (ö. 180/796) gibi âlimler ile gelişme kaydetmiş daha sonra da Kûfe ve Bağdat gibi merkezlerde zenginlik kazanarak devam etmiştir. Abbâsîler döneminden sonra şerh ve haşiye tarzında devam eden bu çalışmalar Osmanlılar döneminde (1300-1922) pek çok âlimin bu tarz eserler kaleme almasıyla zirveye ulaşmıştır. Osmanlılar döneminde şerh tarzında eser kaleme alan âlimlerden biri de Musannifek lakabıyla meşhur Alâaddin Ali b. Muhammed’dir (ö. 875/1470). Musannifek, Horasan topraklarında doğduktan sonra döneminin ilim ve kültür merkezlerinden biri olan Herat’a giderek ilim tahsil etmiş, daha sonra ilmî faaliyetlerini dönemin önemli merkezlerinden Konya, Edirne ve İstanbul’da sürdürmüştür. Bu çalışma İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Doç. Dr. İbrahim Şaban beyin danışmanlığında yapılan ve başarıyla savunulan “Alâaddin Musannifek ve Arap Gramerindeki Yeri” adlı doktora tezinin kitaplaşmış halidir. Musannifek’in Arap gramerindeki yeri konusu ele alınmaya çalışılacak olan bu çalışmamız üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde Musannifek’in adı, doğumu, hocaları, eserleri; ikinci bölümde Musannifek’in er-Reşâd ile Şerhu’l-misbâh eserlerinin değerlendirilmesi ve üçüncü bölümde ise Musannifek’in Arap gramerindeki yeri üzerinde durulacaktır. ISBN 978-625-8031-07-2
2023
Muhasebe mesleğinde yapılan yaratıcı muhasebe hileleri, mesleki hatalar kasıtlı veya kasıtsız her yönden tüm kesimleri etkileyebilmektedir. Çünkü mevcut devletin en önemli geçim kaynaklarından olan vergiler muhasebe alanında yapılan yaratıcı muhasebe hileleri ve hatalar ile etkilemektedir. Mevcut şartlarda hata ve hilelerin tercih edilme sebeplerinin meslek mensupları olarak en iyi Serbest Muhasebeciler, Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler tarafından bilineceği söylenebilir. Bu doğrultuda gerçekleştirilen bu proje ile İzmir ilinde yaşayan meslek mensuplarını yaratıcı muhasebe hile ve hatalarına iten faktörler, ortaya çıkan olumlu, olumsuz sonuçlar saptanarak meslek etiği açısından tespit edilmesi ve değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Çalışma sonucunda İzmir ilinde bulunan muhasebe meslek mensuplarına anket soruları yöneltilmiştir. Muhasebe meslek mensupları hakkında eğitim düzeyi, deneyim ve tecrübeleri, muhasebe mesleği hakkında meslek ahlakı ve etiği konuları ile alakalı sorular yöneltilerek konular hakkında görüşleri alınmıştır.
Gülme, eğlenme, eğlendirme, hoşça vakit geçirmenin yanı sıra ders verme ve düşündürme gibi amaçlarla anlatılan; kısa ve mensur yapılarıyla akılda kalıcı, işlevsellikleriyle gündelik hayatın çeşitli aşamalarında kullanılan fıkralar; Türk mizah geleneğinin en önemli anlatı türlerindendir. Mizah teorileri ise araştırmacıların gülmenin nedenleri ve nasıl meydana geldiğine dair ilk çağlardan beri öne sürdükleri fikirlerin ve bu çerçevede oluşan kanaatlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada farklı etnik ve dinî grupların bir arada yaşadığı, özgün sosyokültürel yapısı, tarihî ve dinî birçok anlatının ortaya çıktığı şehir olan Şanlıurfa'dan derlenen fıkralar mizah teorilerine göre incelenmiştir. Şanlıurfa yöresinde fıkra başta olmak üzere diğer anlatı türlerinin üretim, icra ve aktarımına zemin hazırlayan en önemli unsur anlatı ortamlarıdır. Şehir merkezinde ve kırsal kesimlerde farklı faktörlerin etkisiyle şekillenen bu ortamlar; yöre insanının inanç, gelenek, âdet ve hayat felsefe hakkında bizlere fikir verir. Yöreden bağlam unsurları dikkate alınarak derlenen fıkralarda üstünlük ve uyumsuzluk teorilerine göre değerlendirilebilecek fıkra sayısı fazladır. Farklı bölgelere paralel olarak fıkra türünün daha çok erkekler arasında yaygın olması; fıkraların genellikle eğlenme, eğlendirme gibi amaçlarla anlatılması yöre fıkralarının zaman zaman argodan beslenmelerine neden olmuştur. Şanlıurfa fıkraları, yöresel dil başta olmak üzere mahallî özellikleriyle beraber incelendiğinde anlamlı hale gelmekte ve yörenin mizah anlayışı bu yolla fıkralarda ortaya çıkmaktadır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.