Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2019, 21. YÜZYILDA ULUSLARARASI GÖÇ KONFERANSI
…
39 pages
1 file
Türkiye’nin Göç Politikaları: Avrupa Birliği Uyum Süreci ve Suriye Krizi Sonrası Dönem- 21. YÜZYILDA ULUSLARARASI GÖÇ KONFERANSI BİLDİRİ ÖZETLERİ 10-11 EKİM 2019
Doğu Anadolu Fay Sistemi (DAFS) Alp-Himalaya sistemi içerisinde Arabistan ve Afrika levhalarının Anadolu levhası ile çarpışmalarıyla ilişkili olarak gelişmiş kıta içi doğrultu atımlı bir fay sistemidir. Bu çalışmada DAFS üzerinde kuzeyde Palu‟dan başlayıp güneyde Pütürge‟ye kadar uzanan yaklaşık 120 km uzunluğundaki bir alan çalışılmıştır. Çalışma alanındaki fayların geometrileri uzaktan algılama yöntemleri ve arazi çalışmaları yardımıyla haritalanmıştır. Bölgedeki çizgisellikler, Landsat ETM+ uydu görüntüsünden otomatik yöntemler kullanılarak çıkartılmış ve çalışma alanında toplam 101 jeolojik çizgisellik tanımlanarak alana ait çizgisellik haritası oluşturulmuştur. Çizgiselliklerin yorumlanması için hazırlanan gül diyagramına göre, ana yönelimler K75D olarak saptanmıştır. Çalışma alanında bulunan fay düzlemlerinden ölçülen fay kayma verilerin Angelier (1994) yöntemi ile kinematik analizi yapılmış ve bölgede en az iki farklı tektonik fazın (gerilme sisteminin) varlığı tespit edilmiştir. İlk deformasyon fazı bölgede KB-GD doğrultulu sıkışma ile karakterize edilir. Bu fazın Üst Miyosen-Pliyosen zamanında bölgede etkili olan çarpışma sonrası sıkışma ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. İkinci deformasyon fazı ise günümüzde etkin olan KD-GB doğrultulu sıkışma ile karakterize edilir. Geç Pliyosen‟den itibaren etkin olan bu dönem DAFS ve birçok doğrultu atımlı fayların aktif hale geçmeleri ile ilişkilidir. Arazi ve uzaktan algılama çalışmaları sonucunda elde edilen veriler bölgede etkin olan gerilme eksenleri hakkında önemli ve birbirlerini destekleyici bilgiler sunmaktadır.
ÖĞRETMEN ADAYLARININ ANNE–BABALARI İLE OLAN YAŞANTILARINDA MARUZ KALDIKLARI DUYGUSAL İHMAL VE İSTİSMAR DURUMLARI İLE ÇOCUKLUK ANLAYIŞLARININ İNCELENMESİ, 2017
Çocuk istismarı, çocukluk çağı göz önüne alındığında tanımlanması ve tedavi edilmesi en zor travma türüdür. Çünkü genellikle çocuğun yakın çevresi tarafından maruz bırakılır ve tekrar uygulanma ihtimali oldukça yüksektir. Çocuğun günlük hayatı dikkate alındığında en çok karşılaşılan istismar türü duygusal ihmal ve istismardır ve etkileri bir ömür devam etmektedir. Ancak etkileri çok büyük olsa da, diğer istismar türlerine verilen önem duygusal istismara verilmemektedir. Bireylerin çocukluk dönemlerinde yaşadıkları istismar deneyimlerine bakış açılarının, çocukluk anlayışlarını etkileyeceği düşünülmektedir. Çocukluğa atfedilen sıfatlar ise, kişilerin çocukluk anlayışını işaret etmektedir. Bu çalışma öğretmen adaylarının duygusal istismarla ilgili deneyimlerini ve bakış açılarını, anıları vasıtasıyla yansıtmayı ve çocukluk anlayışlarını belirlemeyi hedeflemektedir. Bu amaçla öğretmen adaylarına duygusal istismar ile ilgili bilgi verildikten sonra; kendi çocukluk dönemlerinde anneleri ve babaları tarafından maruz kaldıkları istismar yaşantılarıyla ilgili birer anılarını yazmaları istenmiştir. Araştırmanın katılımcılarını 100 öğretmen adayı oluşturmaktadır. Araştırma nitel araştırma desenlerinden anlatı araştırması türünde gerçekleştirilmiştir. Anlatı araştırması; araştırmacının bireylerin yaşamlarını incelediği ve bireylerin kendi yaşamları hakkında öyküleri talep ettiği inceleme desenidir. Öncelikle öğretmen adaylarına duygusal istismar hakkında bilgi verilmiştir. Daha sonra öğretmen adaylarından, duygusal istismar anılarını yazmaları ve çocuk deyince akıllarına gelen sıfatları yazmaları istenmiştir. Elde edilen bulgular anlatı analizi yöntemiyle çözümlenmiştir. Öğretmen adaylarının duygusal istismar anılarının yanında, fiziksel istismar anılarına da yer verdikleri belirlenmiştir. Bu bulgular fiziksel istismar teması altında ele alınmıştır. Öğretmen adaylarının %94’ünün, en az bir duygusal istismar türüne maruz kaldıkları belirlenmiştir. Katılımcıların çocukluğa atfettikleri sıfatlara bakıldığı zaman, çocukluk anlayışlarının genellikle olumlu olduğu görülmüştür. Ancak katılımcılardan bazıları maruz kaldıklarını belirttikleri duygusal istismar türünü işaret eden çocuk sıfatları belirtmişlerdir.
V. ODTÜ ARKEOMETRİ ÇALIŞTAYI (Bildiri Özetleri) TÜRKİYE ARKEOLOJİSİNDE TAKI ve BONCUK: ARKEOLOJİK ve ARKEOMETRİK ÇALIŞMALAR, 2019
Booklet of Tradition of Hilyah in Islam one day international symposium
Çocuk ve Şehir, 2019
İnsan hayatının temelini oluşturan, kişiliğin, karakterin, alışkanlıkların, becerilerin ve hatta zekâ gelişiminin en yoğun olduğu dönem çocukluk dönemidir. Çocuğun sağlıklı gelişiminin sağlanması için fiziksel, kültürel ve sosyal yönden kendisini besleyen, destekleyen, uygun öğrenme ve gelişme ortamları sunan mekânlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu mekânların en önemlisi çocuğun iletişim halinde olduğu yakın sosyal çevresi, oturduğu sokak, yaşadığı mahalle ve içinde bulunduğu şehirdir. Kentleşmenin hızla arttığı dünyada çocukların yaşam alanlarını şehirler ve şehirlerin çocuklara sunduğu imkânlar oluşturmaktadır. Bu bağlamda şehirlerin çocukların ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi, kentleşmeyle birlikte artan hava kirliliği, trafik yoğunluğu, güvenlik sorunları ve çocuklar için uygun kamusal alanlarının yetersizliği gibi nedenlerle çocukların yeterince sokakla ve yaşadığı çevreyle buluşamaması gibi sorunlara çözüm üretilmesi önem taşımaktadır. Çocukların içinde yaşadığı yakın sosyal çevresini oluşturan, toplumsal hafıza ve kültürün gelecek nesillere taşınmasını sağlayan sokak, mahalle ve şehirle güvenli ilişki kurması sağlanmadığında, çocuklar kapalı mekânlarda sürekli televizyon ve bilgisayara maruz kalarak birçok problemle karşı karşıya kalabilmekte, bu durum çocukların biyolojik, fiziksel, bilişsel ve sosyal gelişimini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Diğer yandan çocuklar dünyayı sadece ekrandan tanıyabilmekte, doğadan uzak büyüyerek doğal olana ve çevreye karşı duyarlılığını yitirebilmektedir. Son olarak, bazı kentlerde sokakların olumsuz davranış örneklerine yönelik unsurlar barındırması ailelerin çocuklarını sokaktan uzak tutmasını zorunlu hale getirebilmekte, bu da çocukların sosyalleşme ortamlarını kısıtlayabilmektedir. Çocuğun yeniden yaşadığı yakın sosyal çevre ve şehirle güvenli bir şekilde buluşturulması, olumlu sokak ve çevre ikliminden çocuğun beslenmesi amacıyla her yaştan çocuğa hitap eden kamusal alanların çoğaltılması, oyun alanları, kütüphaneler, parklar ve spor alanlarında çocuklara yönelik iyileştirmelerin yapılarak çocuğun yaşadığı şehirle aidiyet duygusunun oluşturulmasının gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Güzel bir şehirde, güzel çocukluk anıları biriktiren bir çocuğun o şehre sahip çıkması, şehirle bütünleşmesi, yaşadığı şehre ait kültürün taşıyıcısı olması ve yaşadığı şehri her türlü risklere karşı koruması, hem çocuğun gelişimi hem şehrin geleceği açısından önem arz etmektedir. Anahtar kelimeler: çocuk, sosyalleşme, kentleşme, sokak mekânı, mahalle kültürü.
Araştırmanın amacı: Türk atasözlerinde gastronomi olgusunu değerlendirmektir. Araştırmanın yöntemi: Atasözleri nitel araştırma yöntemlerinden içerik analizi ile değerlendirilmiştir. TDK (2018)'dan atasözleri sözlüğünden ve Divan-ı Lugatit Türk'ten belirlenen gastronomi ile ilgili 173 atasözü anlamlaştırmak ve yorum kolaylığı sağlayabilmek için konularına göre sınıflandırılmıştır. Bulgular: Türk atasözlerinde gastronomi olgusu genel olarak; sağlık, emek-yemek, davranış, misafirperverlik-paylaşım ve diğerleri gibi konu başlıklarında karşımıza çıkmaktadır. Sonuç ve Öneriler: Gastronomi ile ilgili veya gastronomik terimlerin bulunduğu deyimlerin Türk dilinde hemen her kelime ile bağdaştığı düşünüldüğü için değerlendirmeye alınmamıştır. Bu durumlar çalışmanın sınırlılıklarını oluşturmaktadır. Sonraki çalışmalarda bu sınırlılıklar deyimler ve hadisler tek tek veya birlikte işlenebilmesi tavsiye edilebilir.
Kamu Yönetimi Kongresi 2023 Bildiri Özetleri Kitabı, 2023
HAYATA GEÇİRİLEMEYEN BİR HAYAL ESKİMEYEN BİR KAVRAM OLARAK “KATILMA” Zübeyde Erdoğan Çelikkın ÖZET Refah devleti döneminde “yönetime katılma” önemli bir tartışma konusuydu ve işçilerin işyeri yönetimine katılması bazı uygulamalarla hayata geçirilmişti. Hatta Kurthan Fişek “katılmalı yönetim” uygulamasını “bilimsel yönetim” ve “insan ilişkileri” kuramlarından sonra geliştirilen üçüncü bir kuram, “yeni yönetsel mehdi” olarak tanımlamaktaydı. Tartışma ekseni ise “yabancılaşma”nın önlenmesi veya “verimlilik” kaygısıydı. Kapitalist üretimde meta ilişkisinin başat hale gelmesiyle insanın kendi faaliyeti ve emeğinin de nesnel ve kendisinden bağımsız, kendine yabancı bir özerklik haline gelmesi önemli bir sorunsaldı. İşte bu nedenle kimi düşünürler “yönetime katılma” uygulamalarını demokratik bir hak ve “yabancılaşma”ya çözüm olarak önermekteydi. Aynı cepheden bakan başka düşünürlere göre yönetime katılma “kapitalizmin incir yaprağı” olabilirdi; yönetime katılma uygulamaları çalışanların bağımsızlığını ortadan kaldıran süreçlerdi; çatışmacı süreçlerle elde edilemeyen hakların yönetime katılma ile elde edilmesi mümkün değildi ve mülkiyetin yarattığı hiyerarşinin “katılma” yöntemi ile ortadan kalkması ancak bir hayal olabilirdi. Yönetime katılma uygulamalarına “verimlilik” cephesinden bakanların bir kısmı “çalışanların işini benimsemesi” sonucunda verimliliğin yükseleceği ve sürekli hale geleceği düşüncesiyle taraftardı. Verimlilik cephesinden bakarak yönetime katılma uygulamalarına karşı olanlar ise bu uygulamaların “mülkiyet hakkını sınırladığı” ve “karar almanın bilgi ve deneyim gerektirdiği” ve işçilerin bundan yoksun olduğu savlarını öne sürmekteydi. Yirminci yüzyıl sonlarına dek tartışmalar bu çerçevede yürütülmekteyken neoliberal/postmodern dönemde “katılma” konusu yeniden gündeme geldi. Postmodern/neoliberal yaklaşımın kamu yönetimindeki uzantıları olan “yeni kamu işletmeciliği” ve “söylem kuramları” da “sivil toplum örgütleri” aracılığıyla katılma tartışmalarını öne çıkarmaktadır. Söylem kuramlarına göre uygulamada daha çok karşılığı olan yeni kamu işletmeciliği “yönetişim” çerçevesinde “katılma”yı savunmaktadır. Böylece, kapitalizmin “artı değere ekonomik yollarla el koymasına” dayanan ekonomi/siyaset ayrışması, yerini yeniden ekonomi/siyaset birliğine bırakmakta ve piyasa aktörleri bağımsız idari otoriteler aracılığıyla devlet erkini kullanmaya ortak edilmektedir. Postmodern yaklaşımdan esinlenen söylem kuramları “sivil toplum örgütleri”ni ve bu örgütler aracılığıyla katılma uygulamalarını öne çıkarmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin sınırı ise belirsizdir. Bu bağlamda, sivil toplum örgütleri ile refah devleti döneminin demokratik kitle örgütleri arasındaki farkın kritik olduğu düşünülmektedir. Kritik olan bir başka husus sosyalist sistemin çöküşü ve kapitalizmin alternatifinin halihazırda tasfiye edilmiş olmasıdır. Diğer taraftan, önceki tartışmalardan farklı olarak, bu yeni kuramlarda “katılma” bir amaca ulaşmanın aracı olarak değil, başlı başına bir amaç ve değer olarak öne sürülmektedir. Yeni dönemde dikkati çeken bir başka husus “yönetime katılma” ifadesi yerini “katılma” sözcüğüne bırakmış ve “katılma” kavramının da sınırları/hedefi belirsiz hale gelmiştir. “Yönetime katılma” tartışmalarında katılmanın konusu üretim ilişkileri çerçevesinde işçi sınıfının üretim sürecinde söz sahibi olup olmamasıydı ve öznesi işçi sınıfıydı; günümüzün “katılma” tartışmalarında katılmanın öznesi “sınıf” olmaktan çok “tüketici”, “aktivist”, “vakıf/dernek”, “şirket” olabilmekte ve en genel anlamda “paydaş” olarak tanımlanmaktadır. Çalışma, bu iki farklı zamanın ruhunu ve kaynaklarını sonuçlarıyla ortaya koymayı amaçlamaktadır. Anahtar kelimeler: yönetime katılma, refah devleti, neoliberalizm, postmodernizm, yönetişim. “Public Administration in the Wake of the 100th Anniversary of the Turkish Republic” Public Administration Congress, October 26-27, 2023, Ankara "PARTICIPATION" AS A NEVER AGING CONCEPT, A DREAM THAT CANNOT BE REALIZED Zübeyde Erdoğan Çelikkın ABSTRACT In the welfare state period, “participating in management” was an important topic of discussion and the participation of workers in workplace management was implemented trough some practices. Even Kurthan Fişek defined the practice of “participatory management” as the “new administrative Mahdi”, a third theory developed after the theories of “scientific management” and “human relations”. The axis of discussion was the prevention of “alienation” or the concern of “efficiency”. It was an important problem that as the contractual relations became dominant in capitalist production, one’s own activity and labor became an objective, independent, alien autonomy. For this reason, some thinkers suggested the practices of “participation in the administration” as a democratic right and a solution to “alienation”. According to other thinkers on the same side, participation in government could be the “fig leaf of capitalism”, practices of participation in management were processes that undermined employee independence; the rights that could not be gained via struggle could not be gained by participating in management, and the disappearance of the hierarchy created by property through the “participation” method could only be a dream. Some of those who viewed the practices of participation in management from the “productivity” side were in favor of the idea that productivity would increase and become permanent as a result of “employees owning their jobs”. On the other hand, those who were against the practices of participation in management from the efficiency point of view argued that these practices “limited the right to property” and “decision-making requires knowledge and experience” and that workers lacked it. While discussions were carried out within this framework until the end of the twentieth century, the issue of “participation” came to the fore again in the neoliberal/postmodern era. “New public management” and “discourse theories” which are the extensions of the postmodern/neoliberal approach in public administration, also highlight the discussion of participation through “non-governmental organizations”. According to discourse theories, the new public management, which has more equivalent in practice, advocates “participation” within the framework of “governance”. Thus, the economy politics split, which is based on capitalism’s “economic appropriation of surplus value”, is replaced by the economy politics union again, and market actors are parthered with the use of state power through independent administrative authorities. Discours theories inspired by the postmodern approach highlight “non-governmental organizations” and the practices of participation through these organizations. The boundaries of non-governmental organizations, on the other hand, are uncertain. In this context, it is throught that the difference between non-governmental organizations and membership-driven/open and democratic organizations of the welfare state period is critical. Another critical point is the collapse of the socialist system and the fact that the alternative to capitalism has already been liquidated. On the other hand, unlike the previous discussions, in these new theories, “participation” is put forward not as a means to reach a goal, but as an end and value in itself. Another point that draws attention in the new period is that the expression “participation in the management” has been replaced by the word “joining” and the boundaries/target of the concept of “joining” has become unclear. The subject of participation in “participation in management” discussions was whether the working class has a say in the production process within the framework of production relations and its subject was the working class; in today’s “joining” discussions, the subject of participation can be “consumer”, “activist”, “foundation/association, “company” rather than “class” and is defined as “stakeholder” in the most general sense. The study aims to reveal the spirit and sources of these two different times with its results. Key words: participating in management, welfare state, neoliberalism, postmodernism, govarnance.
Bu kitap, Diyarbakır Valiliği'nin Kalkınma Bakanlığı tarafından desteklenen "Cazibe Merkezlerini Destekleme Programı" kapsamında uygulanan "Diyarbakır Kültürel Mirasının Tanıtımı Projesi" ile hazırlanmıştır. Bütün yayın hakları saklıdır. Kitapta yer alan yazılar ve görseller telif sahibinin izni olmaksızın kısmen ya da tamamen basılamaz ve çoğaltılamaz.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Güvenlik Özgürleştirir Mi Yoksa Kısıtlar Mı?, 2022
III. Ulusal Uygulamalı Etik Kongresi, 2018
3. AKDENİZ SEMPOZYUMU 2019 Bildiri Tam Metinler Kitabı 2.CİLT, 2019
Hitit Üniversitesi , 2023
1785-1797 Yılları Arasında İnöz Gümrüğü, 2023
DOĞU AKDENİZ BÖLGESİ SEYAHAT ACENTELERİNİN WEB SİTELERİNİN VE ELEKTRONİK PAZARLAMA UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ , 2019
Azerbaycan`ın Ulusal Kimlik Politikası “Azerbaycancılık”, 2020
3. AKDENİZ SEMPOZYUMU 2019 Bildiri Tam Metinler Kitabı 3.CİLT, 2019
1.Sağlık ve Gvenlik İletişimi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2014