Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2012, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları
Özet: Edebî türler arasında biçimsel, dilsel ve tematik açılardan birbirine en yakın olanlar öykü ve şiirdir. Özellikle modernleşme sürecinde bu iki tür birbirinin sınırlarını daha fazla zorlama-ya başlamıştır. Modern Türk edebiyatında, özellikle 1940'larda, öykü ve şiir bağlamındaki ya-pısal geçişler en canlı şekilde Orhan Veli'nin şiirlerinde ve Sait Faik'in öykülerinde görülmek-tedir. Orhan Veli'nin şiirlerinde tahkiyenin temel unsurları olan olay örgüsü, kişi, yer ve zaman dikkati çekecek kadar belirgindir. Sait Faik'in öykülerinde ise, şiirin ögeleri sayılabilecek 'ân'ın tasviri, ses sistemi ve imgesel sis-tem görülebilecek düzeydedir. Sait Faik'in öyküsünde bir tahkiyeden çok bireyin bir 'ân'ının de-rinleştiği görülür; anlatım simgesel ve imgesel bir düzeye yükselir. "Dülger Balığının Ölümü" adlı öyküde olay örgüsü yok gibidir; alegorik çağrışımları da olacak şekilde, dülger balığının ölüm ânı derinleştirilir. Sait Faik'in öyküleri ve Orhan Veli'nin şiirleri üzerinde yapılan bu türlerarası çalışmada, iki türün bir-birlerinin imkânlarını kullandıkları; esasen bu yolla da iki türü birbirine yaklaştırdıkları görülmek-tedir. Bu da, türlerin imkânlarının gelişmesi açısından, önemli bir yenilik olarak kaydedilebilir. Anahtar Kelimeler: Şiirde öykü, öyküde şiir, Sait Faik, Orhan Veli. POETRY IN THE STORY, STORY IN THE POETRY Abstract: Story and poem are the closest genres in terms of formal, linguistic and thematic among the literary genres. Specially during the modernization period, these two genres began to force the borders of one another much more. In Modern Turkish Literature, especially in 1940s, the structural transitions in story and poem are clearly seen in Orhan Veli's poems and Sait Faik's stories. Plot, character, place and time which are the basic elements of narration in Orhan Veli's poems, are remarkably clear. In Sait Faik's stories, depiction of the moment, sound system and imaginary system regarded as the elements of poem can be seen easily. In Sait Faik's story, deepening of a moment of a person is seen more than a narration; narration rises to the symbolic and imaginary level. In the story "Dülger Balığının Ölümü", there isn't almost a plot; the death moment of the fish is deepened allegorically. In this intergenres study which is about Sait Faik's stories and Orhan Veli's poems, is seen that the two genres use each other's means, in fact, by this way they approach each other. This can be registered as an important innovation in terms of the development of possibilities of the genres. Keywords: Story in the poetry, poetry in the story, Sait Faik, Orhan Veli. Y e n i T ü r k E d e b i y a t ı A r a ş t ı r m a l a r ı , y. 4 , S. 8 , T e m m u z-A r a l ı k 2 0 1 2 , s. 1 4 5-1 5 7 145 * Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Doktora Öğrencisi.
Türk halk edebiyatı araştırmalarını en çok meşgul eden, zaman zaman çok farklı görüşlerin ortaya konulmasına neden olan problemlerin başında halk şiirinde "tür" ve "şekil" den ne anlaşılması gerektiği ve şiirlerin tür ve şekil adına bağlı olarak nasıl adlandırılacağı konusu gelmiştir. Türk halk edebiyatı şiirinde yıllardan beri "tür" ve "şekil" konusunda çeşitli tartışmalar yapılmış ve halada bir sonuca varılamamıştır. Halk edebiyatı şiirinin ortaya koyduğu ürünlerin ezgi, konu veya şekil bakımından çeşitlilik göstermesi konuyu karmaşık hale getirmiş, bu alanda uzmanlar bu şekillere isim vermekte veya onları belli bir gruba sokmakta zorlanmışlardır. Bu çalışmamızda Türk Halk Edebiyatı şiirinde "tür" ve "şekil" konusunu ele alıp incelemeye çalışacağız. Bu çalışmamızda Anonim halk Şiirinde tür ve şekil, Aşık şiirinde tür ve şekil ve Tekke şiirinde tür ve şekil olmak üzere üç ana başlık altında değinmeye çalıcağız.
TÜRK ŞİİRİNDE ŞEHADET (EDİTÖRLÜK, KESİT), 2021
Türk-İslam tarihi açısından oldukça önemli bir yer tutan şehadet anlayışı, Halk, Klasik ve modern şiirimizde geniş bir şekilde karşılığını bulmasına rağmen bugüne kadar müstakil bir çalışmaya konu olmamıştır. Türk Şiirinde Şehadet adlı kitap, bu kültüre az da olsa ışık tutmak amacıyla kaleme alınmış; Türkiye’nin farklı üniversitelerinde görev yapan ve alanında uzman olan on dört akademisyenin konuyla ilgili titiz çalışmalarının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. TBMM tarafından kabul edilişinin 100. Yıldönümü vesilesiyle İstiklal Marşı’mızın ebedi varlığına ve tüm aziz şehitlerimize ithaf edilen bu çalışmada; Halk, Divan ve Tanzimat şiirinde ve bu hususta öne çıkan; Mehmet Emin Yurdakul, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Arif Nihat Asya, Abdürrahim Karakoç, Yavuz Bülent Bakiler, Orhan Şaik Gökyay, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Dilaver Cebeci gibi şairlerde “şehit, şehadet, şehitlik” kavramları geniş bir perspektifte ele alınmıştır. Türk şiirinin şehadete bakışı elbette bunlarla sınırlı değildir. Birçok devlet kurmuş, bilhassa Osmanlı Devleti’nin öncülüğünde İslamiyet'in bayraktarlığını üç kıtaya yaymış, vatanı ve milleti için canını feda etmekten çekinmemiş, şehadeti “bir gül bahçesine girercesine” kabullenmiş ve ona büyük değer vermiş bir milletin şiirininde elbette binlerce “şehit” saklıdır. Bizim burada gayemiz, Türk şiirinde “şehit, şehadet, şehitlik” gibi kavramları genel hatlarıyla ortaya koyarak aziz şehitlerimizi bir nebze de olsa yâd edebilmek; toprağın “altındaki binlerce kefensiz yatanı” yeniden idrak edebilmek ve bu hususta çalışma yapacak bilim insanlarında veya meraklı okuyucularda bir nebze olsa bir kanaat uyandırmaktır.
1904 yılında Amasya’da dünyaya gelen Haşim Nezihi Okay, eğitimine burada başlamış, 1924 yılında Trabzon Muallim Mektebi’nden ve ardından 1930 tarihinde İstanbul Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde edebiyat öğretmenliği yapmış olan Haşim Nezihi, aynı zamanda çeşitli dergilerde şiirler ve yazılar yayımlamıştır. Ayrıca halkevlerinin çalışmalarına katılmış, halk bilimi üzerine çalışmalar yapmıştır. Haşim Nezihi’nin Akşam Şarkıları, Ilgar, Ömrümün Yaprakları, Atatürk ve İnkılap Şarkıları adlı şiir kitaplarının yanı sıra halk edebiyatına ve âşıklara dair kitapları da vardır. Genç yaşlarından itibaren şiir sanatına ilgi duyan Haşim Nezihi, şiirlerini farklı dergilere göndererek yayımlamıştır. Şiirlerinde Divan edebiyatından, halk edebiyatından faydalanırken, özellikle Divan şairlerine nazireler yazmayı ihmal etmemiştir. Hem aruz ölçüsüyle hem de hece ölçüsüyle şiirler kaleme alan Haşim Nezihi, diğer taraftan Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Fazıl Hüsnü gibi şairlerin etkisi altında kalmıştır. Bu bildiride söz konusu etkiler ışığında, Haşim Nezihi’nin ilk şiirlerinden itibaren şiir anlayışındaki dönüşümler belirlenecek ve değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Haşim Nezihi Okay, edebiyat, şiir
HADİM ÇEVRESİNDE YÖRÜKLER ve YÖRÜK KÜLTÜRÜ, 2019
Bu çalışmada, Konya'nın otuz üç ilçesinden biri olan Hadim'i, coğrafi konum ve tarihsel süreç ve yöre yaşantısı üzerinden değerlendirmeye çabalandı.
Within this study it is tested to see whether poetry translation possible or not, as well as to determine if beside semantic equivalence syntactic equivalence are obtained. Within these purposes two verses' from
ÖZ Türkler için bir ata sanatı olan okçuluk, geçmişte savaş ve avcılık, günümüzde ise spor alanında önemli bir dal olarak varlığını sürdürmektedir. Okçu kavimlerden olan Türkler ok ve yayı zaman içerisinde özel mühendislik yöntemleriyle mükemmelleştirmişlerdir. Türklerde egemenlik simgesi olan ok ve yay imgeleri çetirlerde ve sikkelerde kullanılmıştır. Türk okçuluğunun en iyi belgelendirilmiş dönemi Osmanlı okçuluğudur. Osmanlı'da okçuluk sadece bir savaş sanatı olarak kalmamıştır, 15. yüzyılın başından itibaren aynı zamanda sistemli bir şekilde kurumsallaşmıştır. Okçulukta, ok ve yay dışında, kullanımı kolaylaştırmak ve güvenliği artırmak için kullanılan yardımcı araçlardan zihgir aynı zamanda değerli taşlarla süslenen bir takı olarak önemli donatılar arasında günümüze kadar gelmiştir. Bazı okçuların onu uğurlu kabul edip hiç çıkarmadıkları bilinmektedir. Türk okçuluğunda önemli bir yeri olan zihgir, ok atışı sırasında parmak boğumunu yaralanmalardan korumak amacıyla sağ elin başparmağına takılan atış yüzüğüdür. Diğer adları, Osmanlıca zingir, zehgir veya şast olan yüzük, Arap kaynaklarında küştiban, İran kaynaklarında yüksük anlamına gelen engüştvane olarak da bilinmektedir. Bu çalışmada; okçuluk ile ilgili yapılan yayınlarda, tarihi buluntularda Türk okçuluğunun izleri aranmıştır. Kısa yaylı Türk okçuluğunun zorunlu gereçlerinden biri olan zihgir, yapısal açıdan incelenerek bir atölye çalışmasıyla modellemesi yapılmıştır. Zihgirin uygulayım özellikleri ile kullanım biçimi hakkında bilgiler verilmiştir. Aynı zamanda bir donatı olan zihgir, müze ve derlemlerdeki, minyatürlerdeki örnekleri üzerinden sanatsal değeri açısından irdelenmiştir.
Öz: Bu çalışma, edebi bir kavram olarak epifan ile küçürek öykü türü arasındaki ortak noktaları bulmayı ve örnek öykülerle bunları göstermeyi amaçlar. Anlık idrak, şiirsellik ve kalıcı davranış değişikliklerine yöneltme gücü, hem tinsel açılımları ifade etme aracı/tekniği/deneyimi olan ve ontolojik niteliğe sahip epifanda, hem de felsefi içerikli ve açık uçlu olan küçürek öyküde mevcuttur. Epifan ve küçürek öyküde sıradan ve bilindik görünen olgular farklı boyutlarıyla göz önüne serilir ve bireysel boyutta yaşanan deneyimler evrensellik kazanır. Epifan ve küçürek öykünün ortak amacı okuyucuya yaşamın/varlığın özüyle ilgili hakikatleri duyumsatıp yeni bakış açılarını benimsetmek ve bu süreci başka deneyimler için de uygulama alışkanlığı kazandırmaktır. Tıpkı diğer türlerdeki epifanlar gibi küçürek öyküde yer alan epifan da, metnin sonlandığı/kapandığı noktada okuyucuda sarsıcı bir etki bırakarak başlar, onun hızlı bir duygusal ve düşünsel süreci deneyimlemesine neden olur ve sonrasında söz konusu olay veya olguya dair yeni anlamalar, değerler ve inançlar üretip onları içselleştirmesini sağlar. Bu bağlamda küçürek öykü doğrudan epifanı çağrıştırmaktadır. Az ve öz yapısıyla kabul edilmiş gerçeklerin sorgulanması ve farklı açılarla yeniden inşasını öngörmektedir. Okur, epifan yaşayarak gerçeklerin göreceli olduğunu bir kez daha anımsayacak ve olay/olgulara farklı açılardan bakmanın yaşamı olumlu yönde etkilediğini görecektir. Bu ise edebiyatın temel işlevidir; epifan ve küçürek öykü bu işlevi birlikte yerine getirmektedir. Abstract: This study aims at finding the common points between epiphany as a literary concept and sudden fiction genre and demonstrating them through sample stories. Epiphany which is the means/technique/experience of explaining spiritual insights has ontological feature and shares with philosophical and open-ended sudden fiction momentary perception, poetic nature and the power of leading to the permanent changes in behaviours. Both in
Turgut Uyar 1955'te yayınladığı Evrim dergisindeki yazısında Türkiye'de güdümlü edebiyatın yokluğundan yakınır ve devamında bir fikir etrafında toplanıp o fikrin somutlanması için çalışan dergilerin o günkü şartlarda (1950'ler) var olmadığını bakın şöyle dile getirir: ''Demek istiyorum ki, bir ana düşünceye bağlanıp da bütün yazarlarıyla bu düşüncenin gerçekleşmesine çabalayan dergimiz yok. Güdümlü dergimiz yok'' (1) Turgut Uyar'ın 'güdümlü edebiyat'tan kastı, sanatçının/edebiyatçının özgürlüğünü ve yaratısını kısıtlayan bir dar görüşlülük paralelinde düşünülebilecek hüküm değildir. Uyar'ın 'güdümlü edebiyat' deyince anlatmak istediğinin izahı şu şekilde verilebilir: Bir dergi etrafında, haklı olduğuna inanılan, ortaya konulmuş, çerçevesi çizilmiş bir düşünce gereğince 'sanatçının nereye varacağını bilerek hesaplayarak' çalışması, şairin yeni bir görüş ve yeni bir anlayış getirerek o görüş ve anlayışın kavgasını ve savaşımını vermesi, yeni düşünce yolları ve yeni şiir kanalları açması, yeni kurallar ve gerçekler getirmesidir. Uyar, aynı inancını benzer kaygılarla şu şekilde açıklar: ''Benim sandığım, güdümsüz sanat olmaz. Hele adını biraz değiştirirsek. Güdümlü olan, güdümcü olan sanat değil sanatçıdır. Güdümcü sanatçı. Bir akıma uysun uymasın, güdümsüz sanatçı olamaz. Her sanatçı nereye varacağını bilerek, hesaplayarak çalışır. Kendine göre bir görüşü, kuralları, doğrulamak istediği gerçekler vardır. Onu izler, onu güder. Yoksa ötesi durduğu yerde gevezelik etmek olur. Ama sanatçının bu izlediği ister doğrudan doğruya kendi kurduğu bir görüş, ister bir başkasının inancına uyan görüş olsun.'' (2)
Öz Kadim dünyanın, kendisi gibi eski ve tam bilinemeyen meselelerinden biri de ontolojik yapıya dair gerçekliktir. Konu özelinde dinî ve lâ-dinî çokça eser telif edilmiş olmasına karşın varlığın, varoluş serencamına ait tümden kabul görmüş fikir henüz yoktur. Varlık ve onun kavramsal çerçevesi konumunda olan ontolojik yaklaşımlar, felsefeden teolojiye, müzikten edebiyata kadar geniş bir disiplini ihata etmiş; varlık ve onun alt problemleri, pek çok disiplinde hususî bir önem arz etmiştir. Bu nevi hususî önem, İslam mistisizmi denilen tasavvufta da vardır. Bu hususî dikkatin, mutasavvıfların manzum eserleri olan dîvânlarına nasıl yansıdığını görmek, çalışmamızın amacıdır. Bu amaca hizmet etmek için Anadolu sahası tasavvuf anlayışının farklı yüzyıllardaki önemli dört temsilcisinin dîvânları terminolojik bir fişlemeye tabi tutuldu. Çalışmada kullanılan fişlemeye ait bu beyitler dipnotta gösterildi. Oluşan eldeki malzemeyle mutasavvıf şairlerin konuya nasıl yaklaştıkları ana ve alt başlıklarla verilmeye çalışıldı. Şairlerin konuyu verirken kullandıkları sanatsal beceri ve değerlendirmeleri çalışmaya dahil edilmedi. İlgili çalışmayla mutasavvıf şairlerin ontolojiye; "varlık", "mümkün varlığın tekâmülü" ve "mümkün varlığın ahlaki gayreti" ana başlıklarıyla yaklaştıkları tespit edildi. Çokça disiplinin genelde mensur eserlerle yoğunlaştığı böylesi bir konuyu, mutasavvıfların kimi zaman nazma da çekmeleri konunun önemini ve değerini bir kat daha artırmıştır.
PROF. DR. RAMAZAN KAPLAN'A ARMAĞAN, 2020
Bir okuma seçkisi yapılacak olsa, önce “Günlerin Köpüğü” ile başlanmasını, “Yürek Söken”le devam edilmesini ve “Mezarlarınıza Tüküreceğim”le bitirilmesini öneririm. “Günlerin Köpüğü”, masalsı ve hoş bir üslubun, ürkütücü ve dehşet verici evrilişini mükemmelen gösteren eşsiz bir deneme iken; “Yürek Söken” rahatsız edici ve düşündürücü, “Mezarlarınıza Tüküreceğim” ise kelimenin tam anlamıyla şoke edici. Böyle bir sıralama, kesinlikle eşsiz bir serüven olacaktır okuru için.
Şeyhî XV. yüzyıl şairlerimizden olup, divan edebiyatının başta gelen temsilcileri arasında yer alır. Şeyhî Divanı'nda klâsik bir divanda bulunması gereken bütün konular mevcuttur. Makalemizde Şeyhî Divanı'ndaki konulardan yiyecek ve içecekleri ele aldık. Çalışmamızda önce edebiyatımızda genel olarak yiyecek ve içeceklerden bahsettik. Daha sonra mesnevîlerde ve divanlarda yiyecek ve içecek konusunun nasıl işlendiğine değindik. Böylece Şeyhî Divanı'ndaki yiyecek ve içecek konusunu edebiyatımız içerisinde bir zemine oturtmayı hedefledik. Daha sonra Divan'da yer alan yiyecek ve içecekleri, önce yiyeceklerden başlamak üzere inceledik. Makalemizde elde ettğimiz neticeleri sonuç bölümünde değerlendirdik.
Şer'iye sicilleri Osmanlı Devleti tarihi açısından önemli bir kaynak durumundadır. Siciller yazıldığı dönem ve bölgenin sosyo-kültürel, ekonomik ve askeri durumlar hakkında bilgiler vermektedir. Siciller taşrada en önemli görevlilerden olan Kadı gözetiminde yazılmaktadır. Mahkemede görüşülen konuların yanı sıra merkezden gönderilen emir ve fermanları da işleyen siciller Şer'iye defterlerine kayıt edilmektedir.
3. International Culture, Art and Literature Congress, 2021
Yazının icat ediliş sürecinde görsellikten yararlanılmıştır. Nesne ve durumlar görüldükleri şekilde yüzeylere çizilerek sembolleşmeye başlamış, zaman içinde yalınlaşarak işaretlere dönüşmüştür. Resimyazıdan sesyazıya geçilene dek görselliğin yazı üzerindeki etkisi farklı coğrafya ve kültürlerde hakimiyetini korumuştur. Günümüzde görsel imge ve yazı birbirinden ayrı tutulsa da aralarındaki etkileşim devam etmektedir. Bu etkileşim özellikle sanatta görülmektedir. Somut ve görsel şiirler, edebiyat ve resim sanatlarının etkileşim halinde olduğu disiplinler arası eserlerdir. Harf, hece ve/veya sözcüklerin görsel algılamaya hitap edecek şekilde yerleştirildiği ve plastik elemanlara dönüştüğü bu şiirler; yazı unsurlarının görsel imgeye dönüşmesine dayanmaktadır. Şiirde biçimsel görsellik arayışı milattan önceki çağlara dayanır. Ancak somut şiirin bir akım olarak ortaya çıkışı, 1950’li yıllarda olmuştur. Diğer sanat hareketleri gibi somut şiir akımı da İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, bir dönüşüm ve yenilik arayışı olarak birçok farklı ülkede yakın zamanlarda örneklerine rastlanılan bir türdür. Somut şiirlere daha sonra benzer bir tür olan görsel şiirler eklenmiştir. Somut ve görsel şiirlerde anlam ve biçim neredeyse eşit derecede önemlidir. Hatta kimi zaman biçim, anlamın önüne geçebilmektedir. Bu türler, okurun eserle görsel temas kurmasının amaçlandığı çok boyutlu ve etkileşime açık eserlerdir. Çalışmada, somut ve görsel şiirlerin ortaya çıkışı ve gelişimi; ilk örnekleri ve güncel çalışmalar üzerinden anlatılarak resim ve edebiyat sanatları arasında kurdukları etkileşim incelenmiştir.
2015
Zaman kavramı insanlık tarihi boyunca hemen her toplumda, din ve düşüncede varlığından bahsedilen bir olgudur. Bu kavrama yüklenen anlamlar, toplumlarda dinlere ve düşüncelere göre farklılık gösterir. Zaman her ne kadar hesaplanabilir olarak düşünülse de duruma göre algılanışı değişen bir kavramdır. Klasik edebiyatta zaman, farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bilhassa klasik şiirin temel tiplerinden biri olan âşık için zaman algısı doğrudan doğruya mâşukla olan durumuna bağlı olarak değişkenlik gösterir. Özellikle bir zaman dilimi olarak gece ve gecenin en uzunu olan şeb-i yeldâ şiirlerin vazgeçilmez unsurudur. Bu çalışmada zamanın göreceliliğine güzel bir örnek olarak klasik şiirde âşığın zaman algısı ve şeb-i yeldâ konusu ele alınmıştır.
Bu tenkit makâlesi, dîvân şiiri araştırmalarında vezin ve anlam yordamlarının usûlüne uygun olarak kullanılmaması sonucunda düşülebilecek -Şiʻrâ kelimesini şuʻarâ okumak gibi- okuma hatâlarına iki beytin okunuşu özelinde örnek verilecektir. Söz konusu okuma hatâlarından birinin yol açtığı yanlış anlama ve yanlış yorumlama da ikinci örnek çerçevesinde ayrıca değerlendirilecektir. Arap harfli dîvân şiirini doğru okuma, anlama ve yorumlama kılavuzluğuna bir örnek olabilmesi adına, bu yolda teknik bir usûlün nasıl izlenebileceğini göstermek, bu makâlenin temel amaçlarındandır. This criticism article will provide an example of two verses that may cause misreadings -just like the Şiʻrâ word being read as şuʻarâ in the result of the rhythm and meaning methods not being used in accordance with their methods in researches of dîvân poetry. Aforementioned misunderstanding and misinterpretation caused by one of these misreadings will also be evaluated within the framework of the second example. To be an example for the guidance of the correct reading, understanding, and interpretation dîvân poetry with Arabic letters, it is one of the basic goals of this article to show how a technical method should be followed in this approach.
Hikmet-Akademik Edebiyat Dergisi, 2024
Alaaddin Soykan’ın (1943-2020), şiirle olan bağlantısı henüz çocukluk yıllarında başlamıştır. Bu etkileşim, kısa sürede hayranlık duygusuyla birlikte yaşam boyu devam edecek bir bağlılığa dönüşecektir. Nitekim şiir türü onun için bayağı görülen uğraş veya araç olmaktan öte ontolojik arayış sürecinde, şahsına rehberlik eden bir dayanak hâline gelmiştir. Özellikle 1980’li yıllardan sonra süreli yayınlarda istikrarlı bir şekilde adını duyurmayı başaran Soykan’ın, nevi şahsına münhasır bir yaşantısı ve şiirsel söylemi bulunmaktadır. Şair, Varlık, Türk Dili, Mavera ve Ay Vakti benzeri çeşitli dergilerde şiirleriyle hazır bulunmuştur. Hissedilir derecede içli bir söyleyiş tarzına sahip olan sanatçı, lirik ve coşkulu ifade tarzını sentezlemiştir. Şiirlerinde soyut ve somut ögeleri aynı anda kullanmaya gayret eden şair, her açıdan tekrara düşmekten kaçınma eğilimindedir. Geleneksel şiir varlığının yanında modern şiirin güncel yönelimlerini de dikkatli bir gözle takip etmiştir. Daima eklektik bir kaynak varlığından faydalanmış, her açıdan özgün bir dil düzeni inşası için azami çaba sarfetmiştir. Türk edebiyatı tarihi kaynaklarında adı kısmen zikredilse de Soykan’ın şahsına ve en önemlisi şiir varlığına ilişkin yeterli ve ayrıntılı bir bilimsel çalışma bulunmamaktadır. Çalışmanın temel dayanak noktası da Alaaddin Soykan şiirlerine ilişkin genel ve toparlayıcı bir metin ortaya koymaktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.