Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2019, Kimlik Yayınları
Edep kelimesi aslında zarafet, usluluk, söz ve harekette insanlara güzel davranış ve karşılıklı olarak iyilik yapma anlamındadır. Bazı kişiler de bu kelimeyi her çeşit hatadan sakınacak şeyleri bilmekten ibarettir, diyerek açıklamışlardır. Bazıları da edep bir insanı utanılacak şeylerden koruyan becerikliliktir. Öyleki edep, nitelendiği kişiyi kabahat ve utanç sebebi olan şeylerden korur, diye açıklamışlardır. Edep kelimesini bazılarının insanlara söz ve hareketle iyi davranışta bulunmak diye açıklamaları, edebi iki kısma ayırır. Biri sözle ilgili edep, yani konuşmaya ait ve biri de hareketle ilgili edeptir. İnsan diğer hayvanlardan dille yani konuşma ve anlatma ile üstün olduğundan dile ne kadar hizmet edilirse insanlığa hizmet edilmiş olur.
Hikmet-akademik edebiyat dergisi, 2018
Bu makalenin konusunu, Trabzon’un Dernekpazarı İlçesi Kondu Mahallesi’nde özel bir şahsa ait kütüphanede tespit edilen bir risâle oluşturmaktadır. Mezkûr kütüphane, Gümüşhânevî Dergânı’nın ve Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn Hazretleri’nin halifesi Yûsuf Şevkî el-Ofî Efendi (1840-1904) Hazretleri’nin torunlarına aittir. Rik’a hattıyla istinsah edilmiş olan söz konusu risâlede Gümüşhânevî dergâhından Mehmed/Muhammed Ziyâeddîn Hazretleri’nin bir eseri bulunmaktadır. Eserin adı Sebeb-i Hilkat-i Eşyâ olup henüz herhangi bir kaynakta izine rastlanmamıştır. Risâlenin sonunda 16 Muharrem 1316 tarihi (M.6 Haziran 1898) bulunmaktadır. Risâle toplam 20 sayfadan oluşmaktadır. Risâle, Hâzâ Risâle-i Manzûme-i Sebeb-i Hilkat-i Eşyâ başlığı ile başlamaktadır. Manzûme 117 dörtlükten oluşmaktadır. Eser, Hamd-i bî-had senâ vü şükr iderem zâtuna / İderem dâ’im halveti hem selâmı Ahmede / Dahi âl-i sahâbe hem dahi evlâd-ı cem’an / Efdal-i mahlûk olupdur fahr-ı ‘âlem aşkına dörtlüğüyle başlamaktadır. Eserin son dörtlüğünde yer alan Bu Muhammed Ziyâeddîn kulundur ‘âsî sana mısrasından şairinin kimliği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Muhammed Ziyâeddîn Hazretleri hakkında henüz elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bildiride Sebeb-i Hilkat-i Eşyâ adlı manzumenin çeviriyazılı metni ve müellifi hakkında elde edilen bilgiler ortaya konacaktır. Bu bakımdan bildiri vesilesiyle, kaynaklarda bahsedilmeyen bir eserin gün ışığına çıkarılmış olacağı düşünülmektedir.
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019), 2019
Edebiyatımızda Gülistan’ın tamamını veya sadece dibacesini konu alan birçok tercüme ve şerh yazılmıştır. Gülistan’ın dibacesine yapılan şerhlerin birincisi Lâmi’î Çelebi’ye, sonuncusu ise Safvet’e aittir. Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd adını taşıyan bu eser, 1200/1786’da yazılmaya başlanıp bir yılda tamamlanmıştır. Eserin giriş kısmında, Gülistan’ı şerh eden şârihlerden bahsedildikten sonra bunlar arasında en başarılısının Sûdî-i Bosnevî olduğu; ancak onun da iştikak yani kelime türetimi konusunda hatalar yaptığı belirtilmiştir. Safvet, eserini hazırlama sürecini detaylı bir şekilde açıklamıştır. Buna göre Safvet, Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd'i hocası Necib’in, Sûdî-i Bosnevî’nin şerhi üzerinde yaptığı düzeltmeler kaybolmasın diye kaleme almıştır; ancak bunu yaparken kendisi de epeyce ekleme ve düzeltmeler yapmıştır. Yani bu eser aslında Sûdî-i Bosnevî’nin Gülistan şerhinin dibace kısmına, Necib ve Safvet tarafından yapılan ekleme ve düzeltmeleri içeren bir eleştiridir. Safvet, bunları belirttikten sonra çalışmasını yeni bir eser olarak addedip ona Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd ismini vermiştir. Bilindiği üzere eski metinlere yönelik eleştiriler sayfa kenarlarına kaydedilen ve der-kenar tabir edilen notlar şeklinde dile getirilmektedir. Bildirimize konu olan Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd ise farklı olarak, bir metne yönelik eleştirileri içeren müstakil eser olması bakımından özgün bir mahiyet sergilemektedir. Bildiride Safvet’in, Sûdî’nin eseri üzerinde ne gibi tasarruflarda bulunduğu örnekleriyle irdelenecektir.
KÜLLİYAT OSMANLI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2021
Son dönem Zenbûrî şeyhlerinden olan Yahya Âgâh Efendi; Zenbûriyye’nin pîri kabul edilen Muhammed Sâdık Erzincanî gibi eser telifine önem vermiştir. Farklı tarîkatlara dair derviş çeyizi olarak da bilinen kıyafetleri çizimlerle anlattığı “Mecmuatü’z-Zarâif Sandukatü’l-Ma’ârif” isimli eseri farklı çalışmalara kaynak teşkil etmekle birlikte, telifatından diğer eserler rağbet görmemiştir. Yaptığımız çalışmalar neticesinde; Yahya Âgâh Efendi’nin “Tarîkat-nâme-i Zenbûriyye-i Sâdıkiyye”, “Merâsim-i Usûl-i İkrâr u İlbâs” ve “Usûl-i Mukâbele-i Şerîf” isimli üç eseri ele alınarak incelenmiştir. Tarîkat-nâme-i Zenbûriyye-i Sâdıkiyye; tasavvufun gerekliliği, cehrî ve hafî zikrin delilleri, biat, râbıta, Zenbûriyye’nin esasları gibi konuları ele almakla birlikte, bunlara ek olarak “Tasavvuf ve Tarîkatlara Dair Fetvalar” bölümünü içermektedir. Usûl-i Mukâbele-i Şerîf; Nakşibendiyye, Kadiriyye ve Zenbûriyye’de kelime-i tevhîd, ism-i Hayy zikri, devran zikri gibi tarîkat ayinlerinin yanı sıra muhtelif gün ve gecelere mahsus Zenbûriyye usûllerinin nasıl icra edildiğini açıklarken, Merasim-i Usûl-i İkrar u İlbas; bahsi geçen tarîkatların biat, hilafet gibi merasimleri ile muhtelif tarîkat kıyafetlerinin tekbirlenmesi merasimlerini anlatmaktadır. Çalışmamızın konusunu Yahya Âgâh Efendi’nin “Tarîkat-nâme-i Zenbûriyye-i Sâdıkiyye”, “Merasim-i Usûl-i İkrar u İlbas” ve “Usûl-i Mukâbele-i Şerîf” isimli üç eserinin incelenmesi oluşturmaktadır. Derinlemesine ele alınarak günümüz Türkçesine de aktardığımız bu üç eser; kendilerine has özellikleri ve Zenbûriyye’ye dair içerdikleri bilgiler özelinde araştırılmış olup, İstanbul’un son dönemlerindeki tekkelerde görülen bazı sorunlara da yer vermektedir. Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Tarîkat, Zenbûriyye, Yahya Âgâh Efendi, Muhammed Sâdık Erzincanî.
Özet Klasik kültürümüzde destan ve savaş kahramanlarımız olduğu gibi, gönül kalelerini fethetmiş ve bizlere kalp vadisinde kılavuzluk yapmış olan aşk kahramanlarımız da vardır. Ferhad, Mecnun, Hüsrev, Cemşid, Hüma, Vamık, Ramin bunlardan meşhur olanlardır. Aşk meydanında, topu çevgenleriyle çalmışlar ve kimseye kaptırmamışlardır. Biz bu kahramanlar arasında bir aşk mühendisi olan Ferhad'ın, Osmanlı şiir varaklarına yansımış olan aşka bakış ve duyuş portresini klasik edebiyatımızın en bilinen şairlerinden; Şeyhî, Ahmed Paşa, Necatî Bey, Fuzulî, Bakî, Hayalî Bey, Nâbî, Nefî, Neşatî, Şeyhülislam Yahya, Nedim ve Şeyh Galib divânlarını incelemek suretiyle ortaya koymaya çalıştık. Bir suyolu mühendisi olan Ferhad'ın aşk sahasında da gerçek bir mühendis olduğunu gördük. Edebiyat tarihimiz boyunca divân şairlerimiz Ferhad'ın ağzından aşka dair sözler söylemiş ve nahif duygularını Ferhad vasıtasıyla dile getirmişlerdir. Seçilerek zikredilen beyitler bu duyguların birer şahididirler. ANAHTAR KELİMELER: OSMANLI ŞİİRİ, DİVÂN EDEBİYATI, AŞK, FERHAD Abstract Just as we have war heroes in our classical culture and legends who have conquered the fortress of our souls, there are amorous heroes whose love and passion has led us through the valley of our hearts. Of these heroes, Ferhad, Mecnun, Hüsrev, Cemşid, Hüma, Vamık and Ramin are among the famous ones. They have been the eternal winners in the field of love and have not lost their glory or place to any other opponent. Among these heroes we have chosen to focus on the love protagonist Ferhad, whose views and perspective of romance has been portrayed and documented in the poetry and classic works of the literary connoisseurs of Ottoman period such as Şeyhî, Ahmed Paşa, Necatî Bey, Fuzulî, Bakî, Hayalî Bey, Nâbî, Nefî, Neşatî, Şeyhülislam Yahya, Nedim and Şeyh Galib. We have tried to compile and put together these works for an analysis. Ferhad, who was known to be an expert in the canals and conduits, proved his expertise equally in the field of love. Throughout the history of literature, the council of our poets have voiced their romantic expressions through Ferhad's lips and have reflected their sensitive feelings and words through Ferhad. Each of the couplets mentioned here is a witness to these feelings. Doç.Dr.,Mevlana Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, [email protected]
Söğüt Dergisi 26. Sayı , 2024
GİRİŞ Edebiyat ve sosyoloji birbirleriyle etkileşim hâlinde olan disiplinlerdir. Merkezlerinde insan olan bu iki bilim dalının birbirleriyle doğrudan ya da dolaylı bağlantıları, disiplinlerarası çalışmalara olanak sağlamaktadır. Sosyoloji, toplum yapısını her yönüyle incelerken edebiyat; toplum yapısının temelini oluşturan olay veya olguları edebî eserler vasıtasıyla işler. Edebiyat, sosyolojinin zaman ve mekâna bağlı olarak incelediği toplumsal davranışları konu edinir ve tıpkı sosyoloji gibi bazı toplumsal olay ve olguları neden sonuç ilişkisi bağlamında subjektif bir bakış açısıyla açıklar. Bu nedenle edebiyat ve toplumun aslında birbirini tamamlayan bir yapı içinde harmanlandığı söylenebilir (Alver 2004: 94-95). Edebiyatın sosyolojik imkânı tartışması, ayna kavramını merkezine alır. Yazar, eseriyle dünyayı resmeder, ele aldığı tüm olgu ve durumlar okuyucuya bir ayna tutar. Ayna, yansıtma yapmaktadır; norm, tutum, davranış, gelenek ve görüngüleri yansıtmaktadır (Kayalı, 18). Edebiyatın toplumu yansıttığı varsayımını karşılayan ayna terimi, edebiyat ve sosyoloji arasındaki bağı güçlendiren temel bir izlektir. Edebiyat, anlattığı hikâyeyi kurgulamak üzere gereken verileri toplumdan alır, toplumun şartlarından etkilenir ve bir anlamda tekrar toplumu yansıtır. Edebî eserlerin, kimi zaman toplumsal temayı içererek toplumu yansıtması kimi zaman da toplum veya bireyler üzerinde etki yaratması, metin incelemelerinde yeni yöntemlerin doğmasına zemin hazırlamış ve bununla beraber, eserlerin tarihsel, sosyal ve kültürel boyutlarının ortaya konulmasında yeni yöntemler geliştirmiştir. Bu noktadan hareketle, edebiyat eserinin sanatçıyla, okurla ve toplumla ilişkisi-etkileşimi sosyolojik okumalar için önemli bir hâle gelmiştir. Edebiyat biliminin bir disiplini olan edebiyat sosyolojisi (Kösemihal 1968: 185), sanat eserleriyle toplumsal gerçekliklerin birbirini nasıl ve ne derece etkilediğini konu edinmektedir. Edebiyat sosyolojisi, hareket noktası olarak edebî eserleri almaktadır. Ancak, bütünüyle edebî eserlerin içerikleriyle (konu, muhteva, tema, metin) ilgilenmemekte, yani salt metin merkezli bir araştırma gerçekleştirmemektedir. Bunun ötesinde edebiyat sosyolojisi, edebiyat ilişkileri kavramına uygun bir biçimde, edebiyatın tüm açılımlarını, yönlerini, etkilerini ve bir iletişim ortamı kurma yönünü vurgulamaktadır. Merkezî bir öneme sahip edebî metin dolayımında oluşan ilişkiler, kümeler, gruplar, aktörler ve ilişki ağlarını ifade eden edebiyat ilişkileri, edebiyat sosyolojisinin gerçek alanını da oluşturmaktadır. Yazar, metin, okur kitlesi, yazar kuşakları, yayıncılık, okuma sorunu ve okuma nedenleri yahut sonuçları gibi meselelerin oluşturduğu önemli, sürekli ve vazgeçilemez bir ilişki ağını temsil eden edebiyat ilişkileri, edebiyat sosyolojisinin mecrasını belirlemektedir. (Alver 2015: 345) Toplum ve edebiyat arasındaki karşılıklı etkileşimi incelemeyi amaçlayan edebiyat sosyolojisi, yazar ve şairlerin, yaşadıkları çevreden ve bu çevrede gerçekleşen olay ve olgulardan, ne ölçüde etkilendiklerini; yaşanılan hâdiseler karşısında nasıl bir tutum sergilediklerini ve görüşlerini, eserlerinde nasıl yansıttıklarını ortaya koymaya amaçlamaktadır. Edebiyat sosyolojisi, siyasi rejimleri, idarî mekanizmaları, kültürel müesseseleri ve sosyal sınıfları iktisadî ve sosyolojik temellerde ele alır. Edebiyat sosyolojisinin, temel uğraşı alanlarından biri, çeşitli problemlerle kuşatılmış sosyal yapıları incelemektir. Sadece toplumsal sorunlar değil güncel konular da yazarın eserlerinde yer almıştır. Böylece edebi eserlerin sosyolojik yönü ortaya çıkmaya başlamıştır. Batılılaşma, züppelik, kadın meselesi, cariyelik, sınıfsal ayrışma ve sınıfsal
2021
Öz Kur'an'ın anlaşılmasında ilk muhatapların Kur'an'la olan irtibatları yegânedir. Bu yönüyle sonraki nesilleri, bu ilk nesle ve nüzûl ortamına ulaştıran her bir eser özünde tefsir ya da türevi bir hüviyete sahip olmasa bile değerlidir. İşte bu noktada siyer kaynakları ya da ilk dönem Kur'an'ın muhataplarının sîretlerini ihtiva eden kaynaklar tefsir ilmi açısından kıymetli olmaktadır. Bu çerçevede önemli kaynaklardan biri de İbn Hibbân'ın es-Sîretü'n-Nebeviyye ve Ahbâru'l-Hulefâ adlı eseridir. İbn Hibbân'ın vefatının hicrî 354 olduğu-ilk dönemlerde tefsir telif eden müfessirlerle aynı dönemde yaşadığı-da dikkate alındığında eserinin Kur'an'ı anlamada kaynak olabileceği gerçeği yadsınamaz. Söz konusu saikle bu araştırmada, İbn Hibbân'ın es-Sîretü'n-Nebeviyye'si tefsir ilmi açısından incelenmiştir. İbn Hibbân, yaşadığı dönemin önde gelen âlimlerinden olup meşhur eserlerinden es-Sîretü'n-Nebeviyye erken dönem kaynaklarındandır. es-Sîretü'n-Nebeviyye her ne kadar biyografik bir eser olsa da içerisinde yer alan haberlerin bir kısmının Kur'ân ve tefsirle ilgili olması, onu tefsir açısından da önemli kılmaktadır. Çalışmamızda-es-Sîretü'n-Nebeviyye'nin küçük hacmine rağmen-söz konusu eserde Kur'an'ın anlaşılmasına dönük bilgilerin yer aldığı görülmüştür. İbn Hibbân eserinde ana tema olarak Hz. Peygamber'in yaşantısını konu edindiği için kronolojik bir sıra takip etmiştir. Dolayısıyla Resûlüllah'ın ilk vahy tecrübesi ve buna dönük yaşantıları kitapta ele alınmıştır. Eserde zaman zaman çeşitli ayetlere atıflar bulunmaktadır. Böylece ayetlerin mekkî ya da medenî oluşları, müphemleri, sebeb-i nüzûlleri ya da yorumları konu edinilmiştir. Bu husus eseri tefsir ilmi açısından ele alıp incelemeye müsait hale getirmektedir.
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Halep, Anadolu ile Mezopotamya ve Akdeniz ile İran arasındaki yolların kesişim noktasındadır. İpek Yolu’nun kavşağında olması, kentin sosyo-ekonomik yönden gelişmesini etkileyen en önemli etmen olmuştur. Halep, M.Ö. 64 yılına gelindiğinde Roma İmparatorluğu'nun Suriye eyaletinin sınırları içine alınmış ve Bizans dönemi boyunca iktisadi açıdan çok önemli bir yere sahip olmuştur. Halep’in İslam hakimiyetine girişi ise M.S. 637'de olmuştur. Daha sonra sırasıyla Emevi ve Abbasilerin egemenlik sahası içinde yer almıştır. Kent, 1086 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlanmıştır. Artuklular, Eyyubiler ve Moğol hakimiyetinin ardından 1516 yılında kent Osmanlı yönetimine girmiştir. Halep, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli kentleri arasında yer almıştır. Halep’in bugünkü şeklini almasında İslam medeniyetlerinin, özellikle de Eyyubi ve Memluk medeniyetlerinin büyük katkısı vardır. Kentin surların dışına doğru gelişmesi 13. yüzyılda başlamıştır. Ancak günümüze kadar ayakta kalan mimari dokunun büyük çoğunluğu Osmanlı dönemine (1516-1918) aittir. Kentin tarihi önemi, zenginliği, geçmişini ve mimari dokusunu muhafaza etmiş olması sebebiyle “Eski Halep Kenti” 1986 yılında UNESCO tarafından, Dünya Kültür Mimari Listesi’ne alınmıştır. ABSTRACT The Old City of Aleppo is the historic city centre of Aleppo. Many districts of the ancient city remained essentially unchanged since its construction during the 12th to the 16th century. Being subjected to constant invasions and political instability, the inhabitants of the city were forced to build cell-like quarters and districts that were socially and economically independent. Each district was characterized by the religious and ethnic characteristics of its inhabitants. In 636 AD, Aleppo was conquered by the Arab Muslim troops. About 80 years later, during the rule of the Umayyad Caliph Sulaiman. In 1516, Aleppo became part of the Ottoman Empire. It was soon made the capital of its own province and emerged as a nexus of trade between the Orient and Europe. Characterized with its large mansions, narrow alleys, covered souqsand ancient caravanserais, the Ancient City of Aleppo became a UNESCO World Heritage Site in 1986.
Öz İbrahim Rif'at'in Hicrî 1312 yılında neşrettiği ‚Su'alli Cevâblı Ta'lîm-i Edebiy-yat-ı Osmaniyye‛ adlı eseri, belâgat ilmine dair temel meselelerin soru-cevap metoduyla ele alındığı muhtasar bir ders kitabı hatta daha ziyade bir risale hüviyeti taşımaktadır. Eser, iki sayfalık ‚ifâde-i merâm‛ bölümü ve 10 ana başlık altında ele alınan 27 sayfalık asıl bölüm ile birlikte 29 sayfadan müteşekkildir. İbrahim Rif'at eserde belâgat ile ilgili temel meseleleri sorular sormak ve bu sorulara kısa cevaplar vermek yoluyla açıklamaktadır. İnceleme esnasında İbrahim Rif'at'in, çalışmasını büyük ölçüde Ahmed Cevdet Paşa'nın ‚Belâgat-i Osmaniyye‛ adlı eserinden intihal yoluyla meydana getirmiş olduğu tespit edilmiştir. İbrahim Rif'at'in eserinde yer alan ifadelerin neredeyse tamamı Cevdet Paşa'nın ifadelerinin bazı yerlerde küçük değişikliklerle bazı yerlerde ise tamamen aynı şekliyle bir kopyası izlenimi vermektedir. Çalışmada öncelikle İbrahim Rif'at'in eseri, Ahmed Cevdet Paşa'nın eseriyle mukayeseli olarak incelenmiş ve eserler arasında gözlemlenen benzerlikler örneklerle ortaya konulmaya çalışılmıştır. İntihal veya benzerlik durumunun daha açık bir biçimde incelenebilmesi amacıyla iki eserdeki konu başlıkları ve bunların yer aldıkları sayfa numaraları tablo halinde düzenlemiştir. Son olarak çalışmanın sonuna eserin tran-skripsiyonlu metni eklenmiştir. Bu çalışma ile bilimsel hırsızlık anlamına gelen intihal eyleminin sadece günüme ait bir problem olmayıp dikkatli incelemelerle görüleceği üzere geçmişte de tevessül edilen bir fiil olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Abstract İbrahim Rif'at's work named ‚Su'alli Cevâblı Ta'lîm-i Edebiyyat-ı Osmaniyye‛
2022
Özet Seyyid İbrahim-i Enverî (ö. 1870’den sonra), Girit Adası’nda defterdarlık görevinde bulunup emekli olmuş ve Mevlevî tarikatına mensup bir esmâ-i hüsnâ şârihidir. Klasik Türk edebiyatında esmâ-i hüsnâ türü hem mensur hem manzum biçimde kaleme alınmıştır. Esmâ-i hüsnâyı devamlı okuyan ve anlamına nüfuz etmek isteyen Enverî, kendi gibi Arapça’yı çok iyi bilmeyen kimseler, zikir yapanlar ve süluk ehli tasavvuf erbabının esmâ-i hüsnâyı daha iyi anlaması için çeşitli eserlerden faydalanarak bir şerh kaleme almıştır. Bu minvalde Müstakimzâde Süleyman Sadeddin’in (ö.1202/1788) Tarhu’l-Ma’nâ fî Şerhi’lEsmâ isimli esmâ-i hüsnâ şerhi, İbrahim Nureddin’in (ö. 1286/1869-70) Ferâ’idü’l-le’âlî fî Beyânî Esmâi’lmüte’âlî ve Vahîd Paşa’nın (ö. 1828) Mirkât-ı Münâcât (Şerh-i Kasîde-i Dimyâtiyye) adlı Kasîde-i Dimyâtiyye şerhlerini merkeze alarak bir eser yazmıştır. Makalenin giriş bölümünde esmâ-i hüsna türünün önemine değinilmiş ve belli başlı eserler zikredilerek mezkûr tür hakkında umumi bilgi verilmiştir. İnceleme bölümünde İbrahim-i Enverî’nin eserinden hareketle hayatı hakkındaki bilgiler verilmiş, kullandığı kaynaklara değinilmiş, kaynak eserler ile şerh karşılaştırmaya tabi tutularak şarihin şerh metodu açığa çıkarılmaya çalışılmıştır. Ayrıca biyografisi hakkında bazı ihtilaflı noktaların bulunduğu Şeyh İbrahim Nuredddin’in hayatı üzerinde mahsusen durularak güncel kaynaklardan yararlanılmış ve ek bilgiler verilmiştir. Son bölümde Enverî’nin tablo şeklinde kaleme aldığı eser, yazarın biçimsel özelliklerine bağlı kalınarak bilinen tek nüshası üzerinden çeviriyazısı gerçekleştirilmiştir. Abstract Seyyid Ibrahim-i Enveri (d. after 1870) was a retired defterdar on the island of Crete who belonged to the Mawlavi order and esma-i husna commentator. Esma-i husna genre in classical Turkish literature has been written both in prose and in verse. Enveri, who constantly read esma-i husna and wanted to penetrate its meaning, wrote a commentary by using various works in order to better understand the esmâ-i hüsnâ for those who did not know Arabic very well like himself, those who chanted and the Sufi men who made seyr-i süluk. In this regard, Müstakimzâde Süleyman Sadeddin (d. 1202/1788) wrote a work centering on the esma-i husna commentary titled Tarhu'l-Ma'nâ fî Şerhi'l-Esmâ, and İbrahim Nureddin (d. 1286/1869-70)'s commentaries on Ferâ'idü'l-le'âlî fî Beyânî Esmâi'l-müte'âlî and Vahîd Paşa (d. 1828)'s Mirkât-ı Münâcât (Şerh-i Kasîde-i Dimyâtiyye). In the introduction section of the article, the importance of the esmâ-i hüsnâ genre is mentioned and certain works are mentioned and general information about the mentioned genre is given. In the review section, information about his life was given based on the work of Ibrahim Enveri, the sources he used were mentioned, and the commentary method of the commentator was tried to be revealed by subjecting the source works to comparison with the commentary. In addition, the life of Şeyh Ibrahim Nuredddin, about which there are some controversial points about his biography, was emphasized specifically and newly unearthed sources were used and additional information was given. In the last part, the work written by Enveri in the form of a table was translated by using the only known copy adhering to the formal characteristics of the author and the text was transliterated.
Öz: Letaifnameler, Osmanlı dönemi mizah geleneği için çok önemli bir konuma ve işleve sahiptir. Özellikle bu tarz eserlerin XIX. yüzyılda matbaa hurufatı (tipografya) ve taş baskı (litografya) yöntemleriyle basılmaya başlanması, türün geniş bir monografik kabiliyete sahip olmasını sağlamıştır. Ayrıca bu eserler her ne kadar doğası gereği 'yazılı kültür ortamı'na dâhil edilse de esasında 'sözelleştirme'ye bağlı olarak 'sözlü kültür ortamı'na dönük dinamik bir yapının niteliklerini taşımaktadır. Yani bu tarz eserler, bireysel okumanın aktif rol oynadığı durumlarda bile türlü özellikleriyle muhatabını kendi 'bağlamı'ndan tamamen koparamamıştır. Zira bu durum, öncesinde tarihî ve kolektif derinliğe sahip köklü bir 'sözlü kültür ortamı'nın varlığından dolayı bir çeşit zorunluluğa dönüşmüştür. XIX. yüzyıl divan şairi Hasan Nüzhet Efendi'nin kaleme aldığı " Letâ'if-i Esnâf " adlı eser, Osmanlı döneminde okunan latife kitaplarından biridir. Eser, esnaflara dair latifeleri dile getirmenin yanında sözel bazı nitelikleri de bünyesinde barındırmaktadır. Aynı zamanda dönemin dili, folkloru ve etnografyası açısından da önemli bilgileri ihtiva etmektedir. Abstract: Letaifname's have a very important position and function for humor tradition of Ottoman era. Especially, when these products were pressed by typography and lithography, these products had a very wide monographic capability. Although these products thought as a product of written culture, because of verbalizing (telling/reading the text with words), they have the characteristics of oral cultural context's dynamism. So, these products couldn't break off the readers/listeners own-context even individual reading had an active role. This state had an obligatory because of the presence of oral cultural context which has a historical and collective depth. Letaif-i Esnaf was a letaif (anecdote) book, which was written by Hasan Nüzhet Efendi (XIX.th century Divan poet), read at Ottoman era. This book contains some latife's (anecdotes) about artisans and also this book has some characteristics of orality. This book also gives some important information about the language, folklore, and ethnography of that era. Keywords: Humour at Ottoman era, reading humor texts of Ottoman, oral and written culture at Ottoman, Letaifname, Letaif-i Esnaf, Hasan Nüzhet Efendi "
International Journal Of Filologia, 2020
Klasik Türk edebiyatında Hz. Muhammed (sav)’e duyulan sevgi neticesinde Peygamber edebiyatı adıyla ayrı bir alan oluşmuştur. Bu edebî alan zaman içerisinde teşekkül bularak bünyesinde birçok edebî türün yetişmesine vesile olmuştur. Mevlid, na‘t, hilye, mi‘râciyye, siyer gibi türler Peygamber Efendimize duyulan aşkın terennümleri olarak yazıya aktarılmıştır. Bu türler içerisinde en çok rağbet gören ise na‘tlar olmuştur. Klasik edebiyat çerçevesinde eserler kaleme alan hemen hemen bütün şairler şiirlerini na‘tlarla taçlandırmışlardır. Bu türde müstakil bir eser yazan şairlerden biri de Edirne müftülüğü yapmış olan Mehmed Fevzî Efendi’dir. Hediyye-i Fevzî adını verdiği bu eserinde mevlid ve mi’râciyelerden önce ve sonra okunmasını istediği ilahi ve na‘tları toplamıştır. Bu ilahi ve na‘tlar dışında Mekke ve Medine’de kadılık görevindeyken yazdığı birkaç şiiri de bu eserine ilave etmiştir. Hediyye-i Fevzî’de muhtelif beyitler ile yazılmış toplam 25 şiir mevcuttur. Bu şiirlerin tamamı dinî muhteva ile yazılmıştır. Büyük çoğunluğu oluşturan na‘tlarda Hz. Peygambere duyduğu sevginin yanında şefaatine nail olma isteği vardır. Bu çalışmada Mehmed Fevzî Efendi’nin hayatı ve eserleri hakkında kısaca bilgi verildikten sonra müellifin Hediyye-i Fevzî adlı eseri incelenmiştir. İnceleme kapsamında eserin yazılış sebebi, şiirlerin muhteva özellikleri, vezin hususiyeti gibi konular açıklanmaya çalışılmıştır. Son olarak metnin transkripsiyonlu çevirisi eklenerek çalışma sonlandırılmıştır. Bu çalışmayla; Mehmed Fevzî Efendi’nin Hediyye-i Fevzî adlı eseri tanıtılmış olup bu eser ilim alemine kazandırılmaya çalışılmıştır.
ÖZ Bedîü'z-Zamân el-Hemedânî'nin (ö. 398/1008) Makâmât, veya meclisler (mecâlis) adlı eseri, klasik Arap edebiyatının şaheserlerinden birini temsil etmek-tedir. Hemedânî'nin Makâmât'ına bilimsel yaklaşımların çoğu, onun orijini so-rununa hasredilmiştir. Bilim adamları, aynı zamanda, bu makâmelerin bazısı-nın edebî bir câzibeye sahip olduğu gerçeğini kaydetmekte; ne var ki bu câzibenin tam tabiatını araştırmamaktadırlar. Bu itibarla, en sık bir şekilde seçilen makâ-melerden biri de, " el-Makâmetü'l-Medîriyye " dir. Bu makâme, derleme açısından öteki bir çok makâmeden önemli noktalarda farklılık arzetmektedir. Bu çalışma, söz konusu meselelerin birbiriyle ilintili olduğunu gösterecektir. el-Makâmetü'l-Medîriyye'nin câzibesinin tahlili, bu özel parçanın öteki makâmelerle ilişkisini araştırmak suretiyle Hemedânî'nin metninde makâmeler mecmuasındaki pozis-yonunun değerini ortaya koyacaktır. İlaveten câzibe ve metinsel ilişki problemleri, seleflerinin problemleriyle ilintilidir; çünkü bu makâmenin bir çok câzibesi, daha önce var olan edebî rollerin, tekniklerin ve durumların yaratıcı kullanımından ortaya çıkmaktadır. ABSTRACT MAQĀMĀT AND ADAB " AL-MAQĀMA AL-MADĪRIYYE " OF AL-HAMADHĀNĪ The Maqāmāt, or Assemblies, of Badī'az-Zamān al-Hamadhānī (d. 398/1008) represents one of the masterpieces of classical Arabic literature. Much of the scholarly attention paid to the Maqāmāt of al-Hamadhānī has been devoted to the question of origin. Scholars have noted that some of these
2024
Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, çoğaltılması yapılamaz. Yalnızca kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Bu makalenin konusu Osmanlı hapishane personeli temelinde Edirne vilayeti hapishane çalışanları ve özellikle gardiyanlarıdır. Makale başarılı bir kurumsallaşma için finansmanın yanında yetkin personele duyulan ihtiyacın önemini vurgulamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu hapishane çalışanları Edirne vilayeti örneği üzerinden bu şekilde tahlil edilmiştir. Makale bu bağlamda; başarılı bir kurum ihdası için yeterli finansal kaynakların tedariki yanında özlük hakları konusundaki düzenlemelerin uzman personel istihdam etmede öncelikli şart olduğunu savunmaktadır. OTTOMAN PRISON STAFF: THE CASE OF EDIRNE PROVINCE ABSTRACT The subject of this article is to examine the prison staff and especially prison guards of the Edirne province by taking the Ottoman prison staff into consideration. The article attempts to emphasize the importance of the need of professional staff for a successful institutionalization in addition to required finance. To do this, it analyzes the Ottoman prison staff by taking the Edirne province as a case. In this respect, it argues that in order to establish a successful institution, making regulations pertaining to staff must be given priority in addition to supplying required finance.
makale, 2012
Fetvâ, şeyhülislâm veya müftülerin müşkil konularda kendilerine yöneltilen suallere verdikleri güçlü cevaplardır. Fetvâ kelimesi de zaten Arapça genç, kavî, güçlü anlamındaki fetâ kelimesinden türemiştir. Osmanlıda beş asırlık bir sürede 129 şeyhülislâm görev yapmış ve verdikleri fetvâlar zor meselelerde en çok başvurulan kaynaklar arasında yer almıştır. Bu fetvâlar içinde manzum biçimde verilenler de görülmüş ve daima dikkat çekici bulunmuştur. Bu fetvâlar, kalem ve kelamları güçlü şeyhülislâm şairlerce yazılmış olduklarından şekil, muhteva ve edebî yönden diğer fetvâlardan ayrılmış ve sanat yönleri de bulunmuştur. Manzum fetvâlarda vezin ve kafiyece gözetilen bir itina ve özenle seçilmiş kelimelerin yanısıra edebî sanatlar da başarılı biçimde kullanılmıştır. Bu makalede, bu fetvâların daha ziyade, edebî değerleri incelenmektedir.
Osmanlı tarihinde, sanatçılar ile devlet otoritesi arasındaki gerilimin en fazla olduğu dönem şüphesiz Sultan II. Abdülhamid devridir. Aldığı bir takım tedbirlerle devletin ömrünü bir müddet daha uzatan Sultan Abdülhamid’in 33 yıllık saltanatının özellikle son 20 yılı bazı fikir adamları ve sanatçılar tarafından “İstibdad devri” olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde, başta padişahı olmak üzere İstibdadı eleştiren manzum, mensur, müellifi belirli ve belirsiz pek çok edebî ürün kaleme alınmıştır. Bu çalışmada, kaynaklarda adı zikredilmeyen, İstibdad devri hakkında yazılmış yazarı bilinmeyen manzum bir eserin tanıtımı ve incelenmesi yapılacaktır. Söz konusu eserin adı; Münâcât-ı Erbâ‘in olup 1314/1898-99’da yazılmış ve 1908 yılında Mahmud Beg Matbaası’nda basılmıştır. 22 sayfalık bu manzume 40 bendden müteşekkil bir müseddes-i mütekerrirdir. Eserin muhtevasında, II. Abdülhamid’den ziyade genel olarak devlet ricali eleştirilmektedir. Makalemizde bu eser hakkında bilgi verilecek ve manzumenin Arap harflerinden Latin Alfabesine aktarımı yapılacaktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.