Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
18 pages
1 file
Aslında "vicdanı hata ve günaha götüren sebepler nelerdir?" başlığı yerine "insanı hata ve günaha götüren sebepler nelerdir?" sorusu üzerinden bir makale yazmak konuyu daha iyi açıklardı ama böyle bir sorunun cevabı çok da uzun olacağı için bu başlığı seçtik. İnsanı anlamadan zaten vicdanı anlayamayız.
Bu kelime, Arapça mübalağa manasını taşıyan kök (masdar) bir kelimedir. Vecede-yecidü (buldu-buluyor) fiilinin masdarıdır. Vücud kelimesi de bu köktendir. Çünkü varlık demek olan vücud, bulunan ve algılanan gerçeklik demektir. Demek vicdan kelimesi, etimolojik manasıyla ve tamlık ifade eden kipiyle, insanın karşıdaki nesneleri, olayları, manaları tam ve isabetli olarak algılaması, onlarla buluşması ve bu algı ve buluşta gereği gibi onları değerlendirmesi manasına gelir. Bu manada vicdanın şefkat manasında kullanılmasının esprisi ise, şefkatli insanın varlığı ve olayları iyi algılamasından ve çoğu zaman işin gereğini doğru yapmasından dolayıdır. Yoksa vicdan asla acıma ve şefkat manasına gelmez. Vicdan İslamın ilk iki asrında kullanılan bir kelime değildir. Bunun yerine; karşılama, karşılaşma dolayısıyla algılama manasına gelen ilka, tilka ve lika kelimeleri kullanılıyordu. Fakat ikinci asırda ontolojik manada vücud kavramı tartışılınca vicdan kelimesi temel bir kavram oldu. Daha sonra, başta tasavvuf kitaplarında olmak üzere ilmî ve psikolojik bir deyim olarak kullanıldı. Lemeat ve Nokta Risalesinden anlaşıldığı kadarıyla; vicdan kelimesinin ilmî ve terminolojik manası, insan denen harika ve bilinçli varlığın karşıdaki herhangi bir gerçeği özellikle en büyük iki gerçek olan Allah’ı ve ahiret hayatını tam ve eksiksiz olarak algılaması ve bu algının gereğini yapması demektir. Bu iki yerde geçen fıtrat-ı zi-şuur ifadesini bilinçli yapı diye çeviriyoruz. Çünkü bugün birçok ilim dalında görüldüğü üzere; her şey diğer her şeyi buluyor, algılıyor ve gereğini yapıyor. Fakat insanın bulması ve algısı ekstra bir şekilde bilinçlidir. Yani Kuantum ve Sibernetik ilimlerince gözlemlenen bu evrensel etkileşimde eşya ve olaylar hatta canlılar algıladıklarının bilincinde değiller. Sadece insan algıladığının farkındadır; şuur ettiğinin yani bilincinin bilincindedir. Evet, insanın iç ve dış âlemlere bakan bu radarımsı algı mekanizması bozulduğunda dengesizlikler ortaya çıkar. Dengesizliğin dindeki ismi ise, zulümdür. Demek vicdansız insan zalim olur, ifadesinin manası budur. Karanlıklar da genellikle dengesizliğe sebep olduğundan Arapçada karanlıklara zulümat denilmiştir. Bediüzzaman eski kitaplarında; Ruhun dört temel özelliği olan ve vicdanı oluşturan dört hakikat var: Zihin, irade, kalp (duru görüş) ve hiss (genel duygu) diye söyler. Yani eğer insanın bu dört manevi uzvu sağlıklı bir şekilde çalışırsa o insan karşı tarafı sağlıklı olarak algılar ve gereğini yapar. Yok, eğer bunlardan birinde veya çoğunda bir arıza varsa, o insan vicdansız sayılır, doğru ve dengeli algılamaz; yani zulmetmiş olur. Evet, dengesizlik fıtrata ve İlahî sisteme yıkıcı bir etki bıraktığından zulüm sayılır. Nitekim bizim adalet dediğimiz kelimenin Türkçesi, denge ve dengeleme kelimeleridir.
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (SAUIFD), 2016
Gaybet döneminin başlamasıyla Şiî-İmâmiyye içerisinde biri Ahbârîlik diğeri de Usûlîlik olmak üzere iki önemli düşünce ekolü ortaya çıkmıştır. Usûlî düşüncenin ana hatlarıyla şekillenmesinde Şeyh Müfîd'in önemli payı vardır. Ancak ortaya çıkan bir düşünce ekolüne kimlerin katkı sağladığı kadar bizatihi sistemin oluşum süreci de önemlidir. Bu makale Hasan el-Askerî'nin vefatından sonra taraftarlarının yaşadığı temel problemler üzerine odaklanarak ve birtakım ipuçlarından hareketle Usûlî düşüncenin doğuşuna nelerin etki etmiş olabileceği üzerinde durmaktadır. Bunun yanında gaybet döneminde karşılaşılan problemlerin çözümünde İmâmî âlimlerin yaklaşımlarına yer vererek Usûlî düşüncenin Ahbârî anlayıştan hangi noktalarda farklılaştığını ortaya koymaya çalışmaktadır.
International Journal of Disciplines In Economics and Administrative Sciences Studies (IDEAstudies)
Bu çalışmada aldatma eğilimi sebeplerini psikolojik ve sosyolojik faktörler açısından belirlemeye yönelik bir ölçek geliştirilmesi amaçlanmıştır. Aldatmayla ilgili olarak, literatürde başka ölçek çalışmaları da bulunmaktadır. Buradaki araştırmanın farklılığı, diğer ölçeklerin değerlendirildiği başlık altında açıklanmaktadır. Aldatma eğilimi sebeplerini ölçme açısından, "7" alt boyutta "57" soru maddesi, ayrıca demografik değişkenleri dikkate almak için 16 soru maddesi bulunmaktadır. Geçerlik ve güvenirlik çalışmaları 339 kadın ve 599 erkek olmak üzere, 938 kişiden elde edilen veriler üzerinden yapılmıştır. Ölçeğin geçerlilik çalışmaları için, Keşfedici Faktör Analizi (KFA) ve Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA) yapılmıştır. Aldatma Eğilimi Sebepleri Ölçeği (AESÖ)'nin örneklem hacminin yeterliliğinin değerlendirildiği, Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) testi değeri 0,94 çıkmıştır. AESÖ'nin güvenirliliğini ölçmek için, iç tutarlılık güvenirliğini gösteren, Cronbach Alpha değeri ölçek soru maddelerinin tamamı dikkate alındığında 0,96 olarak bulunmuştur. Ölçeğin güvenirlik geçerliliğiyle ilgili olarak yapılan analizler ve elde edilen bulgularla ilgili detaylı bilgiler ilgili başlıklar altında açıklanmaktadır. Geçerlik ve güvenirlik çalışmalarına ilişkin bulgular AESÖ'nün geçerli ve güvenilir bir araç olduğunu göstermektedir.
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
Vahiy ve akıl Allah'ın insana bahşettiği en önemli iki bilgi kaynağıdır. İnsan kendi alanı içerisinde birini diğerine mahkûm etmeden bu iki bilgi kaynağına yer verdiği takdirde insanlık büyük başarılar elde edecektir. İnsan bazen bu iki bilgi kaynağını birini diğerine karşı silah olarak kullanmıştır. Orta çağda özellikle Hıristiyanlık dinini temsil eden kilise ve bağlı otoriteler tahrif ettikleri dini kullanarak toplumu sömürmüşlerdir. Dinde yapılan tahrifatlar ve sömürü gerçek dinmiş gibi akıl dışı yöntemlerle savunularak halkın üzerinde baskı aracı olarak kullanılmıştır. Buna mukabil aklı vahyin yerine koyan deistler tahrif edilmiş vahyi reddettikleri gibi gerçek vahyi de reddederek kendilerini en önemli bilgi kaynağı olan vahiyden yoksun bırakmışlardır. Onları bu yola sevk eden birçok faktör mevcuttur. Bunların en önemlisi bilim ve teknolojinin gelişmesiyle beraber zenginleşen toplumların seküler bir hayat sürmesidir. Bununla beraber okullarda dini, tabi ve beşeri ilimlerin beraber okutulmaması, dindar olanların dini yorumlarını din gibi algılamaları, dindar olmayanların ise gerçek din ile sahtesini aynı kefeye koyarak bütün dinleri reddetmeleri ve aklın kendileri için yeterli olduğunu iddia etmeleri deizme götüren sebeplerin başında gelir.
Özet: Hz. Peygamber' in (s.a.s.) vefâtını takip eden süreçte Müslümanlar naklî metotla birlikte aklî metotları da kullanmaya başlamışlardır. Siyâsî olayların etkisiyle ortaya çıkan gruplaşmanın neden olduğu psikolojik etkiyle birlikte, özellikle hadisler üzerinde çok farklı yorumlar yapılmaya başlanmış ve her grup hadisleri kendi görüşleri doğrultusunda yorumlama gayretine girmiştir. Bu çerçevede hadis râvîleri ve metinleri hakkında şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. İslâm âlimleri de bu olumsuz durumun önüne geçmek için, hadislerin yanlış anlaşılması ile ilgili sebepleri tespit etmiş ve bunları gidermek için çeşitli metotlar geliştirmişlerdir. Hadisleri doğru anlamanın dini doğru anlamak olduğu gerçeğinden yola çıkarak, hadislerin doğru anlaşılması meselesi dün olduğu kadar bugün de önemini korumaktadır. Dolayısıyla, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hadislerdeki mekâsıdını sağlıklı bir şekilde anlayabilmek için, sadece râvisinin güvenilir olma özelliğini değil, hadisin vürûd sebeplerini, metnindeki edebî sanatları, dönemin sosyo-ekonomik ve kültürel durumunu ve en önemlisi de ilgili konudaki bütün hadisleri bir arada incelemek ve dikkate almak zorunluluğu bulunmaktadır.
2010
Insan akil yurutme surecinde yanlisa dusebilir. Bir kimsenin hangi durumlarda, nasil yanlisa dustugunu bilmesi bunun onune gecmesini saglar. Iste bu yuzden klasik mantikta, mantik yanlislari ve bunun sebepleri uzerinde durulmustur. Islam mantikcilarindan Ebu Ali Ibn Sina da mantik yanlislan ve bunlarin sebeplerini incelemistir. Ibn Sina, soz konusu yanlislan, kendisinden onceki anlayisa bagli kalarak, akil yurutmenin formu, maddesi ve her ikisi aci sindan olusan yanlislar olarak uce ayirmistir. Bunlardan daha cok akil yurutmeleri n maddesinden kaynaklanan yanlislan konu edinmistir. Bu tarz yanlislan da lafiz ve mana yanlislan olarak iki baslikta incelemistir. Aristoteles'in yaptigi gibi lafza dair alti, manaya dair yedi olmak uzere toplam on uc yanlis cesidinden bahsetmistir. Ibn Sina'ya gore mantik yanlislannin temel sebebi, gerek lafiziarda gerekse de manalardaki benzerliklerdir.
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2020
Kur’ân müfredatı içerisinde yer alan ve manası herkes tarafından bilinmediği için garib olarak isimlendirilen kelimelerin anlamına vakıf olmak Kur’ân’ın doğru anlaşılması açısından büyük önem arz etmektedir. Genel anlamda Kureyş lehçesiyle Arapça olarak indirilmiş olan Kur’ân’da farklı lehçelere ait lafızların yer alması ve az da olsa diğer bazı dillerden Arapçaya girerek muarreb olan birtakım kelimelerin bulunması bu kelimelere âşina olmayan insanlar tarafından garîb olarak görülmüştür. Ayrıca Arapların daha önce hiç kullanmadığı ya da farklı anlamlarda kullandığı birçok yeni kelimenin zamanla birer dinî ıstılâh, kavram olması ve Arapça’da müterâdif (iki ya da daha fazla kelimenin aynı anlama gelmesi), ezdâd (bir lafzın iki zıt manaya gelmesi), müşterek (bir lafzın iki ya da daha fazla manaya gelmesi) vb. birçok açıdan lafız çeşitliliği bulunması bu tür kelimelerin garip olarak algılanmasına sebep olmuştur. Yine İslâm fetihleri neticesinde Arapların yavaş yavaş fesâhatten uzaklaşmı...
Kübra Karaköz, 2021
Asli günah, Peccatum Originale (Lat.) 2 , tek tanrılı dinlerin benzer olay örgüsü ile aktardığı ilk günaha verilen isimdir. Tek tanrılı dinlerde Abu al Basar, yani insanlığın atası olarak kabul edilen Hz. Âdem ve Havva'nın (yaratılan üçüncü kadın 3 ) dünyadan önce ikamet ettikleri Aden'den, Tanrı buyruğunu hiçe 1. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Eskiçağ Tarihi Bölümü, Doktora Öğrencisi, kara-
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, 2021
Ömer Seyfettin'in Niçin Zengin Olmamış Hikâyesinde Vicdan Azabı ve Suçluluk Duygusu, 2020
İnönü Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü dergisi, 2021
Journal of International Social Research, 2018
Arredamento Mimarlık, 2022
INTERNATIONAL SYMPOSIUM "GLOBAL MIGRATION PHENOMENON" Security, Economic, Social, Political and Cultural Dimensions, 2021
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mecmuası, 2012