Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2019, Kaygı. Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi
https://doi.org/10.20981/kaygi.529822…
18 pages
1 file
Sosyal olarak inşa edilmiş toplumsal gerçekliğin simge, sembol ve anlam ağları, toplumları ve bireyleri bilişsel düzeyde biçimlendiren ve şekillendiren sosyo-psişik örüntülerdir. Bu örüntüler, toplumsal etkileşim düzeni içinde, güç ilişkileriyle iç içe geçerek, farklı türden formlar alırlar ve kompozisyonlara bürünürler. Etkileşim düzeni içerisinde, bu kompozisyonlarla farklı düzeylerde toplumsal karşılaşmalar deneyimleyen bireyler; simge, sembol ve anlam ağlarının karşılıklılığıyla biçimlenen sosyal konfigürasyonlarla inşa edilirler ve yeniden inşa edilirler. Bu inşalar, bireyleri hissediş, düşünüş ve davranım düzeylerinde biçimlendirir ve onlara toplumsal oluşun dinamikleriyle şekil alan bir kimlik verir. Bu çalışma, toplumsal olarak inşa edilen insanın; simge, sembol ve anlam ağlarıyla karşılıklı etkileşim sonucunda oluşan ve olgunlaşan bir yaratı olduğu tezini önemle vurgulamaktadır. Bu vurguyu yaparken, sosyolojinin ve antropolojinin kuramsal birikimlerinden olabildiğince yararlanmakta ve sosyal bilimsel muhakemeyi öne çıkaran bir analizi gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Tefsir Araştırmaları Dergisi, 2020
Bu makale, intihal.net yazılımınca taranmıştır. İntihal tespit edilmemiştir. Plagiarism: This article has been scanned by intihal.net. No plagiarism detected.
2011
Gercekte, toplumsal yapi pratikler ile zaman-mekân kavrayislari arasinda karmasik ve cok yonlu bir iliski vardir. Toplumsal yapi ve iliskilerimiz, mekâni (ve de zamani) kavrayisimizi etkiledigi gibi, bu kavrayislarimiz da toplumsal eylemlerimizi anlamlandirmamizi etkiler. Mekân kavrayislarimiz, toplumsal eylemlerimizi belli bir gozle gormemizi olanakli kilar. Gercekte mekânin toplumsal, toplumunda mekânsal olarak yapilandigi kabul edilmektedir. Boylece tum sosyal eylemler, olgular ve iliskiler mekânsal bir ifade bicimine sahiptir ve tum bunlar, belli bir mekân uzerinde gerceklesir. Bu iliskilerin mekânsal dagilim bicimleri de zamana gore degisiklik gosterir. Mekânin ekonomi-politigi uzerine calisanlar, mekânsal iliskilerin toplumsal orgutlenme disinda bir anlamlari olmadigini ifade ederler. Mekân kendi basina varligi olan bir nesne degil, ozellikle cagcil uretim tarzinda verili sosyal iliskiler sonucunda uretilen seydir. Insan toplumlarinin kurmus olduklari yapilarin ve iliskilerin ...
Paper, Birinci İktisat Tarihi Kongresi, Marmara Üniversitesi İİBF, İstanbul, 7-8 Eylül 2007, Birinci İktisat Tarihi Kongresi Tebliğleri-2, 2007
Ortodoks iktisadî düşüncenin üzerine bina edildiği ‘iktisadî adam (homo economicus)’ modeli, diğer sosyal bilimlerin yanı sıra heterodoks iktisat ekolleri tarafından da eleştirilmiştir. Eleştirilerin temel noktaları, bu adam modelinin sosyal normları göz ardı etmesi; piyasa aksaklığı, dışsallıklar ve istikrarsızlıklara yol açması, böylece bir paradoks olarak, modelin bizzat kendisi tarafından reddedilen devlet müdahalesine davetiye çıkarmasıdır. Heterodoks iktisadî ekoller, genel olarak daha dengeli bir iktisat modeli geliştirmek ve ekonomiyi toplumla bütünleştirmek amacıyla ortodoks yaklaşımdan ayrılırlar. Bu ekoller insan ve davranışlarına daha gerçekçi bir yaklaşımı temsil etmelerine rağmen yine de her biri insan tabiatının bazı elemanlarını göz ardı etmektedirler. İktisadî adam modelinin bir kritiğe tabi tutulduğu bu tebliğde ‘toplum adamı’ adını verdiğimiz yeni bir insan modeli ortaya konacaktır. ‘Toplum adamı’ modeli ortodoks ve heterodoks ekolleri barıştırarak, insan ve onun hayatını bütüncül bir yaklaşımla ele almakta ve insanı toplumsal kaygıları da taşıyan sorumlu bir birey olarak değerlendirmekte, böylece iktisadî adam modelinin içine düştüğü paradoksa yol açmadan iktisadî ve sosyal sorunlara çözüm sunmaktadır. Tebliğde, toplum adamı modeli, Gürcistan’da uygulanan bir anket çalışması ile desteklenecektir. Anahtar sözcükler: İktisadî adam, toplum adamı, ortodoks iktisat, heterodoks iktisat. JEL Classificiation: B59 Other
Toplumda meydana gelen dtizensizlikler, sorunlar genel olarak bireyde, ailede, toplumda ve uluslararasl ili §kilerde ortaya <;lkan sorunlar olarak dart, ayn grupta toplanabilir. Eu <;er<;eve i<;inde intihar olgusu ilk grupta yani bireylerde gortilen sosyal sorunlar i<;inde yer allr. Ancak <;ogunlukla bireyde ortaya <;lkan bir sorun salt bireyin sorunu olmamakta bireyin ailesini ve toplumsal <;evresini de etkilemektedir. Bu durumun tersi de ge<;erlidir. Ba §ka bir deyi §le ailenin sorunlan, <;evresel ko §ullar, birey tizerinde etkili olmakta onun davram § ve tepkilerini etkilemekte ve yonlendirmektedir.
Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 2022
The concept of entrepreneurship is mainly evaluated on the axis that covers commercial enterprises with economic purposes, and is discussed with a profitability-oriented perspective that describes the transformation of economic opportunities into new values. However, social entrepreneurship practices that can change the destiny of a geography and society are needed now more than ever before. From education to nature, from health to human rights, the steps to be taken by social entrepreneurs will lead to further studies that can be promising for social transformation. The main purpose of this study is to discuss the concept of social entrepreneurship within the framework of Aristotle’s understanding of ethics. In this study, based on literature review, I aim to address social entrepreneurship with Aristotle’s point of view and to discuss it with current social entrepreneurship examples. As in Aristotle’s view of the concept of action-oriented happiness, then, ‘what should we do to make our living activities virtuous and suitable for virtue?’ Because, according to Aristotle, virtuous actions create human life; action is the most important building block for one’s existence; one who is in a state of inaction is not considered to have lived a virtuous life, even if he/she is virtuous as an individual. In this study, I aim to evaluate social entrepreneurship, where courage, knowledge, research and action cluster, through Aristotle’s discourse on the subject, and to discuss it by including current examples of social entrepreneurship.
İçinde yaşadığımız toplumun sorunları üzerinde düşünmek insan olarak herkesin görevi olması gerekiyor. Toplu halde yaşayan insanlar çevrelerine karşı duyarlı olmak zorundalar. Bu zorunluluğun gerekçesi üzerinde durulacak olursa yakından uzağa, mikrodan makroya doğru genişleyen dairelerde gerekçeler üretilebilir. İnsan toplumun bir parçasıdır. Toplumun parçası olan insanın çevresinde neler olup bittiğine dair kafa yorması doğaldır. Aklı olan her insanın merak duygusuna sahip olduğu bir gerçektir. Bu duygunun sevkiyle insan çevresinde olan biten her şeyin mahiyetine vakıf olmak ister. Çevrede olan her şey o çevrede yaşayanlara doğrudan veya dolaylı etki edebilir. Muhtemel etkileri öngörmek insanda güven duygusunu güçlendirir. Güven duygusu güçlü insan, daha rahat ve mutlu yaşar. Çevrede var olan iyi ve güzel şeyler bireyleri mutlu ettiği gibi olumsuz ve kötü şeyler de tedirgin eder. Mutluluk ve rahatlık istenen bir durum olarak kendine çekerken, tedirginlik insanda korku ve güvensizlik yaratarak itici bir durum oluşturur. Bu duygusal tepkiler insanları çevreye karşı duyarlılık göstermesini gerektirir. Toplum içinde olan her olayın sonuçları birey olarak insanı, insanın içinde bulunduğu grubu, çevreyi bir şekilde etkiler. Tüm bu saymaya çalıştığımız psikolojik, duygusal, sosyal gerekçeler insanların çevrelerindeki olaylar üzerinde düşünmelerine neden olmaktadır. Aslında sadece anlık olarak çevrede yaşanan olaylar değil geçmişte yaşanmış olaylar ve gelecekte yaşanması muhtemel tüm olaylar insanların bu yönüyle ilgisini çeker. Çekmesi gerekir. Bu ilginin sonucu olarak farklı tepkiler, tutumlar, davranışlar, kanaatler geliştirilir. Geliştirilen tepkilerin, tutumların, davranışların ve kanaatlerin şekline, türüne, yapısına göre bireysel bakış açısı, bireysel yaşam şekli ortaya çıkarken bunların toplanmasının sonucunda toplumsal bakış açısı, toplumsal yaşam şekli ortaya çıkar. Aslında bugün çevremizde gördüğümüz her olumlu veya olumsuz davranışın kökünde tek tek bireyler olarak bizlerin yapıp ettiklerinin bulunduğunu söylemek, var olan iyi veya kötü bir davranış, olay veya olgunun ortaya çıkmasında yaptıklarımızın veya yapmadıklarımızın doğrudan veya dolaylı ancak mutlaka bir etkimizin olduğunu söylemek, kabul etmek gerekiyor. Toplum olarak yaşanılan çevrede var olan olay, olgu ve davranışlarda birey olarak doğrudan veya dolaylı herkesin bireysel olarak etkisinin olduğunu kabul etmek önemli olmakla birlikte her bireyin aynı düzeyde, aynı derecede etkisinin olduğunu söylemek çok fazla abartılı bir değerlendirme olabilir. Birey olarak herkesin etkisinin olduğunu kabul ettiğimiz andan itibaren kişisel yaşam alanımızın dışında, yaşam alanının çok uzağında olan her şeyden sorumlu duruma gelebiliriz ki bu bakış çok da doğru bir sonuca götürmez. Bununla birlikte bireyin kişisel yaşam alanının sınırından dışarıya doğru gidildikçe ortaya çıkan sosyal, siyasal, kurumsal yapılar devreye girmeye başlar. Zincirin halkaları gibi bireyden topluma uzanan bu yapı karmaşık bir görünüme dönüşür. Karmaşık makine yapılarının benzeri duruma dönüşen toplumsal yapı, tıpkı makine sistemindeki parçalardan birisinde ortaya çıkan çalışma sorunlarının sistemin bütününü etkilemesi gibi bireyden kaynaklanan eksiklikler, kurumların işleyişinden kaynaklanan kusurlar, yanlışlıklar, hatalar çok daha uzun sürede ve çok daha geniş kapsamlı bir şekilde toplumsal yapıyı etkiler. Toplumların ömrü bireylerin ömürlerinden çok
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, 2018
This essay examines Durkheim’s conception of society as a subject (agent) and social fact as a thing. What makes this idea worth investigating is that almost all of the founding fathers of sociology, including Ibn Khaldun, Marx, Weber, and Tönnies, talk about society as if it has attributes of a true or real subject capable of agency that are comparable to attributes of an individual human being, but they never provide a precise definition of society through which its agency can easily be identified as a concrete phenomenon rather than a metaphoric expression. Instead, their concept of society and the nature of its agency must be construed from the content of their writings. This may be considered an insignificant issue since, in many cases, sociologists deal with a specific aspect of society conceived of as a group of people living within the boundaries of a given territory under the authority of a single political entity, as is the case in Durkheim’s definition of horde as the simplest form of society. This lack of a precise definition is odd because Durkheim himself makes a strong methodological claim for the need to begin sociological investigation with clear and precise definitions of the objects under scrutiny by concentrating on their external traits and then proceeding to their inner essential natures. One such construction of Durkheim’s conception of society has been provided by Poggi (2000), who argues that, for Durkheim, society begins where instinct ends, which means that it is cultural in nature and thus not a material thing to be observed existing in nature; therefore, it is, in essence, something that is both external to individuals’ consciousness and finding its place of residence in the very thing to which it is external. It is this conception of a dual form of existence that, according to Poggi (2000, pp. 85–87, 96), leads Durkheim in his later works to an increasing awareness of the contingent nature of society stemming from the fact that it depends upon the individuals’ willingness to act according to the rules or norms of that same society. According to Poggi (2000, p. 96), society in Durkheim’s thought is the totality of collective representation guiding interactions between individuals by creating feelings of moral obligations. This paper argues that although this conception of society exists in Durkheim’s thought, there is still room for an alternative interpretation of his concept of society not as contingent in its nature and not involving representations exercising authority over individuals; this alternative interpretation suggests that, for Durkheim, society is a moral being that is able to manifest itself and exercise its authority through these representations. This argument presents a different conception of society available in Durkheim’s thought, which is that it exists and that its agency manifests itself in the act of turning this contingency into real action at the level of individuals. Durkheim’s conception of society as a real agent-subject and collective representations in the forms of rules and norms for conduct, currents of thought and action, and forms of organization is not given at once but seems to develop gradually in his major works. In its essence, society is the name of and the answer given by human beings for their survival in nature. This concept finds its first expression in the Division of Labour (Durkheim, 1893; Lukes, 1973), where the forms of division of labor are examined by Durkheim as the manifestation and representations that give this survival its more concrete forms. The forms are not the society itself, but the external traits of its struggle for survival, and they provide the door to penetrate into society itself. In the Rules of Sociological Method (Durkheim, 2004), society is conceived of as an emergent moral being or a “moral density”, transcending individuals and represented by forms of collective action for common or collective survival and also guiding and directing its members’ efforts to this common goal. In Suicide (Durkheim, 2002), its agency is perceived through currents and norms of over- and under-performance in providing its members with guidance for a life balanced between responding to the demands of collective existence and the demands and requirements of becoming of an individual. These pressures are produced by and inserted into the minds and hearts of individuals by the society itself. The agency of society is also perceived through its over- and under-performance in providing its members with strong and weak attachments to the collective body. These states of performances and strengths of attachment, in turn, are considered as the causes of suicide and represented in material life by qualitatively different forms and rates of suicide. It is in the Elementary Forms of Religious Life that perhaps not a final but a last perception of society as an agent is presented by Durkheim (2005, p. 27) in his definition of religious phenomena and ceremonies as collective representations arising from actions of individuals in a group (in an over-exited state) that has come together to create and recreate itself and thus leads to the annihilation of all forms and states of individuality that its members might have had and maintained in their ordinary and mundane lives, with their efforts heightened in the hot spirit arising from feelings of group unity and solidarity. The question of how to imagine and conceptualize society as a true subject capable of agency is not unique to Durkheim. On the contrary, there are many similarities between his approach to this issue and Marx’s struggle to provide a precise definition of social class as an agent, and between his approach and Tönnies’ conception of public opinion. A short comparison of these ideas sheds some light on Durkheim’s stance. For Marx (1983, pp. 173–182, 189–195, 212–217), social classes do not exist simply by being in a definite and objective position in the social relations of production, and this is expressed by the metaphor of peasants being like potatoes in a sack: although they look like a class with regard to their objective conditions of existence, they lack the quality of being a social class until they create for themselves a common consciousness, organization, and perform collective actions for the sake of their collective interests. Class formation and agency for now, and to change the course of history, can and should only be created with some intellectual input from outside—but only in the very conditions of existence that exist mostly in work places with the coming together of people who are objectively in the same class position. Similarly, for Tönnies, according to Heberle (1948, pp.155–157), “Public opinion” (which differs from public opinion with lower case p) does not simply mean a gathering of many diverse forms and currents of opinions about matters relating to public affairs. It must be created by intellectuals and should unify the energies, thoughts, and actions of all members of society as if it were the will of a single individual, and it has to be put in the service of or against the implementation of a particular policy relating to public affairs. There is, however, one essential difference that separates Durkheim’s conception of society from Marx’s conception of social class and Tönnies’ conception of public opinion. The latter two forms of existence and agency have a temporal character: they have to be created and abandoned or annihilated when the objective is achieved. When created, they look like the moments in which a society feels itself and reinvigorates its collective consciousness. But Durkheim would consider these moments as secondary or lesser forms of existence and agency that do not necessarily attest to the existence of a full society in its single moral unity. On the contrary, these moments may arise simply because of group life somehow lacking the quality of being a society and looking more like a network of relations and exchange of atomic units, each trying to achieve its own objectives. This is because, in Durkheim’s conception, society as a true and real subject exists insofar as it directs the efforts of all its members toward securing its own collective survival as a single moral being, in the socialization of its members who are committed to this objective, and the application of corrective sanctions against actions that threaten its survival. All efforts and actions other than these are but manifestations of a subject that is lesser than a society.
Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, 2020
Yaşadığımız küresel salgın bizi bir kez daha birey-toplum ilişkisi üzerinde düşünmeye zorladı. Özgürlüğü bir kişi hakkı olarak görenler salgın için alınması gereken önlemlere karşı çıkıyorlar. Bu da kendileri de içinde olmak üzere herkesin hayatını tehlikeye atıyor. Salgın için alınan tedbirlere uymayanlar, birlikte yaşadıkları aile büyüklerinin ve çalışma arkadaşlarının ölümüne yol açıyorlar. Bunu da özgürlük adına savunuyorlar. Bu yazıda birey-toplum ikilemi, "birey mi toplum mu önceliklidir?" sorusu üzerinde duruluyor. Bu da felsefe tarihinde kısa bir yolculukla, Aristoteles, I. Kant ve M. Horkheimer'ın bu ikileme ilişkin görüşleri ve Kuçuradi'nin özgürlük çözümlemesinden hareketle yapılıyor. Birey-toplum ikileminin, çıkarları merkeze alan bir bakış açısından ve "özgürlük kişinin istediğini yapmasıdır" biçiminde anlaşılan sorunlu bir özgürlük anlayışından kaynaklandığını göstermeye çalışıyor. Çıkarlar değil de haklar merkeze alındığında, bir kişinin haklarının korunmasının, diğer bireylere ve topluma zarar vermeyeceği; bireylerin ancak diğerleri ve toplumla birlikte kendileri olabilecekleri, özgürce yaşayabilecekleri ileri sürülüyor. Sorunun ya da ikilemin bireysellik ile bireyciliğin veya bencilliğin karıştırılmasından kaynaklandığı temellendirilmeye çalışılıyor.
Gündelik hayatın içerisinde şekillenen ve ortaya çıkan olgulardan biri de ağıttır. Kültüre ve insana ait olan ağıt; ölenin iyi niteliklerini, ölümünden duyulan acıyı dile getiren söz veya ezgi demek olduğu gibi, edebiyatta da ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarını, büyük felaketlerin acılı etkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sagu, mersiye anlamına gelir . İnsanlar, çeşitli sebeplerden dolayı sevdiklerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Aslında ağıdın temasını oluşturan şey, acı ve ayrılığın sentezidir. Ölüm, askere gidiş, evlenen kızın evden ayrılması (Çukurova yöresinde kına ağıtları), hastalık, aldatılma üzerine söylenen ağıtlar ayrılığı işlerler. Geleneksellik ifade eden ağıtların da her kültürel olgu gibi tarihleri vardır. İslamiyet öncesinde Öz: Ağıt, yüzyıllardır mekân ve zamanda varlık bulan bir olgudur. Ölüm, yas, büyük felaketler ile birlikte ağlamanın gerçekleş(tiril)mesiyle gözyaşının vücut bulmasıdır. Sesi, sözü vardır; ama her şeyden önce kalıpları yoktur. Ağlama, insanları bağlayan bir unsurdur. Toplumsal birlikteliğe yapılan atıflarda çekilen ortak acılara merkezî bir yer verilir. Toplumsal belleğe işlenen bu acıların vücut bulduğu bir uğraktır ağıtlar. Anadolu'nun çeşitli yörelerinde, farklı renklerde insanların benzer acılara sahip olmasıyla çeşitlenen ağıt, insanları birbirine bağlayan bir gerçekliktir. Ağıt, insanın ve acının varoluşuyla başlamıştır ve insan olduğu sürece devam edecektir. Kimileri bunu mesleki olarak "icra ederken" kimileri de bizzat yaşayarak kelama dökerler. Türkiye' de çeşitli yörelerde, çeşitli ağızlarda, çeşitli dil ve söylemlerle gerçekleştirilen bu eylem (ağıt), kendine ortak bir payda bulur: Acı. Ağıt, "ortak" acının dillenmesidir. Bir duygu arşivi ve tarihi oluşturur. Ağıdın, sosyolojik bilgi yahut muhayyileye değen tarafı, onun toplumsal dayanışmayı, paylaşmayı merkeze almasıdır. Ağıt kolektif bilincin tezahürüdür. Ağıdın cinsiyeti yoktur, fakat ağıt yakıcılar (yananlar) genellikle kadınlar (analar) dır. Ağıt, geleneksel (şifahi) olarak "el alma" ile varlığını devam ettirir. Bu makalede, Durkheim'ın kollektif bilincine atıfla ağıdın toplumsal boyutu ele alınacaktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Turkish Academic Research Review - Türk Akademik Araştırmalar Dergisi [TARR], 2021
Toplum ve Ütopya, 2023
Sosyal İnşacı Bağlamında Atsözlerinde Toplumsal Cinsiyet, 2021
Türkiye Diyanet Vakfı Matbaası, Ankara, 2011
viraverita.org, 2016
Tunceli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2014
Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi dergisi, 2001
Hikmet Yurdu Dusunce-Yorum Sosyal Bilimler Arastirma Dergisi, 2016
Ege Universitesi Turk Dunyasi Incelemeleri Dergisi, 2016
Toplumsal Cinsiyet, 2020