Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2018, Hacettepe Law Review
Kadın ve erkeğin iş gücü piyasasına birlikte katılmasıyla ailedeki çocukların bakımı sosyo-politik ve ekonomik bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim, refah devletlerindeki önemli politika alanlarından birisi iş-aile yaşamının uzlaştırılması ve bununla yakından bağlantılı olan çocukların bakım hizmetleriyle ilgili düzenlemelerin yapılmasıdır. Bu düzenlemeler içinde ebeveyn izni önemli bir yere sahiptir. Bu makalenin amacı, dünyadaki başarılı uygulamaları dikkate alarak ebeveyn iznini, toplumsal cinsiyet eşitlik politikaları çerçevesinde değerlendirmektir. Makalenin temel argümanı, ebeveyn izninin, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik dönüştürücü sosyal politikalar içinde ele alınması gereken bir mesele olduğudur. Toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi üzerine kurulu bir ebeveyn izni modeli, hem kadın-erkek eşitliğine hizmet etmekte hem de istihdam politikaları açısından olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Bunların yanında, ortaya çıkan yeni aile modelleri açısından da toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bir ebeveyn izni modeli daha kullanışlıdır. Bu bağlamda, bu çalışma toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik bir ebeveyn izni yaklaşımını ortaya koymayı ve Türkiye’deki ilgili uygulamayı bu açıdan incelemeyi konu edinmektedir. Anahtar Kelimeler: Ebeveyn izni, analık izni, çocuk bakım hizmetleri, iş ve aile yaşamının uzlaştırılması, sosyal politika ve toplumsal cinsiyet. ABSTRACT The involvement of men and women in the labor market makes the issue of childcare a critical social- political and economical problem in the welfare regimes. Since then, welfare states develop social policies to achieve the reconciliation of work and family life, and to provide the childcare services. Among these policies, parental leave is crucially important. Therefore, the aim of this article is to examine the issue of parental leave as a gender equality policy considering various successful implementations across the world. The main argument is based on the idea that parental leave can be regarded as one of the transformative social policies to promote gender equality. The adoption of gender- sensitive approach in the formulation of parental leave helps to the enhancement of gender equality as well as the improvement of policies addressing women’s employment. In addition to them, this sort of approach in the implementation of parental leave is more transitable for the new emergent family types. Thus, the article intends to explain the principal characteristics of gender sensitive parental leave, and thereby to scrutinize the implementation of the parental leave in Turkey from a gender equality eye. Keywords: Parental Leave, maternity leave, childcare, reconciliation of work and family life, social policy and gender.
Temelde iki cinsiyet kategorisi vardır; kadın ve erkek. Biyolojik cinsiyet bireyler arasındaki genetik, fizyolojik ve biyolojik farklılıkları ifade ederken, toplumsal cinsiyet ise cinsiyet farklılıklarının zamana, mekana, içinde bulunulan toplumun koşullarına göre toplumsal ilişkilere yansıması halidir. Toplum kadına ve erkeğe çeşitli görev ve sorumluluklar yükler. Bugün içinde bulunduğumuz modern (!) dünyada televizyon dizilerinde, filmlerinde, çizgi filmlerde, gündelik konuşmalarda, hatta masal kitaplarında bile toplumsal cinsiyet eşitsizliği sistem tarafından yeniden ve yeniden üretilmektedir. Ancak toplum, kadına ve erkeğe ait olduğu düşünülen bu görev ve rolleri içselleştirir. Bu içselleştirme süreci ise çocuklukta başlar. Hepimizin çocukluk yıllarında izlediği ve gayet masum olduğunu düşünülen çizgi filmler, okunan masal kitapları ne yazık ki yoğun şekilde cinsiyetçi ifadelerle doludur. Çocuklar bu masalları dinleyerek, bu çizgi filmleri izleyerek tam da sistemin istediği gibi davranmaya koşullandırılmaktalardır. Ancak bunun önüne geçilmesi için sağlıklı çözümler üretilebilir. Masal kitapları yeniden yazılabilir. Çizgi filmler yeniden düzenlenebilir. Dildeki cinsiyetçi söylemlere son verilerek ve medyadaki eşitsizlikçi ifadeler temizlenerek daha adil ve eşitlikçi bir dünya yaratılabilir. Buradaki temel problem yalnızca kadını değil, erkeği de kapsar. Toplum içerisinde, toplum tarafından yaratılan bu görev, rol ve sorumluluklar iki cinsiyet üzerinde de psikolojik hatta fiziksel baskılar yaratmaktadır. Ancak bireylerin, davranış biçimlerini içselleştirme durumu çocuklukta olduğu için, bu projenin odak grubunu okul öncesi dönem çocukları oluşturmaktadır. Eğitimin temelde aile içerisinde başladığı göz önünde bulundurulduğunda, çocuklarla birlikte anne ve babalarının toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda eğitildiği bir proje bize daha " iyi " bir dünyanın kapılarını aralayabilir.
Eyfor9, 2018
Okulumuzda okul öncesi dönemde renklerin, oyuncakların, mesleklerin, kıyafetlerin, ,sanat ve spor dallarının, sınıf merkezlerinin cinsiyete göre ayrıştırılması durumlarıyla sık karşılaşılmıştır. Materyal (makas, kağıt,boya vb.), oyuncak, öğrenme merkezi seçimlerinde çocuklarımızın toplumun dayattığı olgulara göre davranmalarının sınıf içindeki yaşam alanlarımızı sınırlandırdığı görülmüştür. Bu durumun eşitsizliğe neden olduğu saptanmıştır. Ailelerin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini destekler nitelikte davranışlar sergilemeleri, toplumunun sorumluluk, görevler, tercihler konusunda genellemeleri, çocukların birey merkezli değil de cinsiyet merkezli yaklaşımı ve eleştirileri toplumsal cinsiyet eşitliği konulu projemizin temelini oluşturmuştur. Çocukların Toplumsal Cinsiyet Eşitliği algılarına dönük yapılan araştırmamızda cinsiyetin renk, meslek, etkinlik, oyun ve oyuncaklar üzerinde belirleyici rol oynarken, eğitim programı sonrasında sınırlılık olmaktan çıktığı görülmüştür. Çocukların algıları ve davranışlarında anlamlı farklılıklar ortaya çıkmıştır.
Pegem Akademi, 2021
Eğitimin hem birey hem de toplum düzeyinde gelişimin anahtarı niteliğinde bir süreci içermesi, tarihsel ve kültürel normların da bu süreçteki belirleyici rolünü kaçınılmaz olarak beraberinde getirmektedir. Ataerkil norm ve değerler çerçevesinde cinsiyete dayalı bir sınıflandırmaya temellenen ve kadın ya da erkek olmaya ilişkin anlamlarla inşa edilen toplumsal cinsiyet, bu bağlamda eğitim sistemini etkileyebildiği gibi sistemde yeniden de üretilebilen, eğitimin içerisinde yerleşik bulunan toplumsal bir kurguya işaret etmektedir. Kadın ve erkekler arasındaki güç ilişkilerini besleyen bu kurgu, eğitimden bir insan hakkı olarak yararlanılmasını bile engelleyebilecek boyutta ayrımcılığa zemin oluşturabilir. Eğitime eşit koşullarda erişim güçlüğü doğurabilmesinin yanı sıra toplumsal cinsiyet, eğitim sürecine yön veren öğretim program ve materyalleri, öğretmen söylem ve davranışları, yönetim yapısı, kişilerarası etkileşim vb. araçlar yoluyla açık veya gizil bir şekilde ayrımcılığı devam ettiren bir forma da bürünebilir. Bu bölümde odaklanılan toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı eğitim ifadesi, toplumsal cinsiyetin eğitime yansıyan böylesi katmanlı etkilerinin ele alınarak ayrımcılığa sebep olan faktörlerin ortadan kaldırılmasına ve eğitim süreci içerisinde devam ettirilen kurgunun bozularak dönüştürülmesine yönelik uygulamaları içermektedir. Eğitim alanında toplumsal cinsiyet farkındalığı edinmenin önemi çerçevesinde bölümde, güncel çalışmalardan derlenmiş örneklerle konuya ilişkin genel bir bakış sunulmaktadır. Arıcı-Şahin, F. (2021). Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Eğitim. S. Kaymakcı, (Ed.), 'Kastamonu Eğitim' Araştırmaları Yıllığı (2021) içinde (235-246). Ankara: Pegem Akademi https://www.pegem.net/kastamonu-egitim-arastirmalari-yilligi-2021
Çankaya Kadın Bülteni, 2021
Mutlu Toplum İnşasında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, 2018
En eski çağlardan bu yana toprak, insanlar taraf ından Ana Tanrıça olarak algılanmış, yaşamın yaratıcısı ve üreme gücünün merkezi olarak, yaşamın gizler ini yöneten ana f igür özelliğini korumuştur. Toprağa kadın cinsiyeti yakıştırması ise doğurganlık-üreme temelinde gerçekleşmiş ve bu durum süreç içinde, kadının eve bağlanmasına dönüşmüştür. Günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliğini savunanlar olarak, kadınların pek çok konuda geri planda olmasından, başarılı çalışmalarının görünmez kılınmasından yakınıyor ve tarihte yolculuk yaptığımızda bu yakınmalarımızı destekleyen birçok yaşantıyla karşılaşıyoruz. Ant ik çağdan Rönesans’a kadar bütün bet imlemelerde felsefeyi bir kadın olan, Bilgelik Tanr ıçası Sophia simgelemiş olmasına karşın, felsefe tarihinde kadın f ilozofların üretimleri ve bu üretimleri sürdürülebilir kılmak için canlarını ortaya koymaları göz ardı edilmiş, başarıları tarihin gizli sayfaları arasında unutulmuş, hatta çoğunun ölüm ile cezalandırılmış olması insanlık tarihinin kara sayfalarına yenilerini eklemiştir. Bu kitap, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin sağlanması mücadelesinde yer alıp, kadının kamusal alanlarda görünür kılınmasına bir damla eklemek için, TMMOB Makina Mühendisler i odası İzmir Şubesi Kadın Mühendisler Komisyonunun, bilinç yükseltme etkinliği olan Mor Söyleşiler dizisinin metinleri ile şube bülteninde yayınlanan kadına dair yazıların derlemesidir ve tarihe bir not düşülmesi amacı taşımaktadır.
www.aileakademisi.org, 2020
Toplumsal cinsiyete dayalı politikalar “kadın merkezli” olarak yapılandırılmaktadır. Feminist kültürün kadın, erkek ve aile algısının niçin küresel bir tanımlama ve yaptırım ölçütü olarak alındığı tartışılması gereken önemli bir noktadır. TCE uygulamalarında çocuğun anne hakkına odaklanan politikaların üretilmemesi dikkat çekicidir. Çocuğun “anne hakkından” kısıp kadının “çalışma hakkına” verilmesi ise son derece manidardır. Toplumsal cinsiyet politikaları kadının haklarını, kadının doğası ve öznel koşulları üzerinden değil, “erkeklik” üzerinden tartışmaktadır. Erkeğe odaklanmış bu cinsiyetçi yaklaşım biçimi, hem kendi içinde paradoks taşımakta hem de kadının fıtratına uygun hakları elde etmesine engel olmaktadır. TCE argümanları kadını erkeğe karşı provoke ederek çatışmaya yöneltmekte, ailedeki güven ortamını sarsmaktadır. Hatta bu noktada çıkarılan yasalar kadını, kocasını şikâyet etmeye ve evden uzaklaştırmaya teşvik etmektedir.
Özet Kadınların istihdamı sorunları günümüzde sosyal politika sorunlarının başında gelmektedir. İşgücü piyasasında cinsiyetçi işbölümü, çalışma koşullarında ayrımcılı ve kadın istihdamını engelleyici politikalar ve yasal düzenlemelerin yetersizliği gibi birçok sorun bu sorunu arttırmaktadır. Kadın istihdamındaki sorunların ortadan kaldırılması için çözüm yollarından biri olarak görülen ebeveyn izni gelişmiş ülkelerin mevzuatında yer almakta ve uygulanmaktadır. Ebeveyn izninin Türkiye mevzuatında düzenlenmediği, bu konuda gelişmiş ülkelerden çok geride kaldığı ve hala günümüzde sürdürülen tartışmalara rağmen bu hakkı tanımadığı bilinmektedir. Ebeveyn izninin tanınması etkili bir çözüm aracı gibi aile sorumluluklarında geleneksel rol dağılımında denge sağlamanın yanı sıra kadınların istihdamı üzerinde etkili olacaktır. ANAHTAR KELİMELER: Ebeveyn izni, Cinsiyet eşitsizliği, Kadın İstihdamı, Çocuk bakımı,
2018
Erken ve orta cocukluk donemi cocuklarinin toplumsal cinsiyet baglaminda olusturduklari ebeveynlik modellerine yonelik semalarinin nasil olustugunu, bu semalarin gelecekteki anne baba rollerinin sekillenmesine nasil yansiyabilecegini belirleyebilme amacindadir. Nitel arastirma yonteminin kullanildigi arastirmada, soru formu kullanilarak yari yapilandirilmis gorusme tekniginden yararlanilmistir ayrica veri toplama araci olarak cizim tekniginden de faydalanilmistir. Calisma grubunu Sinop ili’ne bagli bir koy ilkokulunda erken ve orta cocukluk yas grubunda egitim alan 26 cocuk olusturmustur. Bu cocuklarin 12'si(%46,2) anasinifi, 14’u (%53,8) de 4. sinif ogrencisidir. Cinsiyet degiskeni goz onune alindiginda katilimcilarin 13’u (%50) erkek, 13’u (%50) de kizdir. Veri toplamak amaciyla arastirmacilar tarafindan gelistirilen Demografik Bilgi Formu ile Calisandemir ve Ozkizikli (2016) tarafindan gelistirilen Cocuk Gozuyle Anne- Baba Soru Formu kullanilmistir. Arastirma sonucunda ulasi...
DergiPark (Istanbul University), 2018
In this paper, reproduction of gender inequality is discussed on the basis of relations between women's waged labor in labor market and non-waged care labor in private sphere. Participation of women in production processes in developing and underdeveloped countries is addressed within the framework of Women and Development approaches, which have provided a critical commentary on the mainstream development literature since the 1970s. Among these approaches, the "Gender and Development (GAD)" perspective, which focuses on the empowerment of women, has expanded the focus of gender inequality not only to the presence of women in the public sphere and the labor market, but also to include "reproduction" processes that create inequality in the private sphere. In this context, women's participation in the production process is considered as one of the most important conditions of their empowerment, conceptualized as acquiring "the ability to make strategic choices" about their own lives. However, the strong resistance to change of the gender division of labor in the reproduction processes, with the emphasis on care giving within the household, leads women to choose not to exist in the labor market at all, or to tend towards flexible, precarious and low-wage forms of work. The perception of care labor as a natural extension of the tasks that women undertake in the household is reinforced both by resistance to the sharing of related chores by men; and not adequately tackling as an important social policy issue by the state. In this context in order to ensure gender equality through participation to the labor market, the state and/or local governments should deliver institutionalized care services (for children, elderly, disabled etc.), which are-safe, free or low-cost-and accessible by women from every socio economical status.
2020
Bu calismanin amaci, ebeveynlerin cinsellikle ile ilgili bilgilerini, cocuklariyla cinsellikle ilgili iletisimlerini ve bir cinsel egitim programinin icerigi hakkindaki goruslerini degerlendirmektir. Arastirmanin verileri, 3-14 yas arasi cocuga sahip 230 ebeveynden toplanmistir. Veri toplama araci olarak, Ebeveyn ve Cocuk Cinselligi Anketi kullanilmistir. Nicel veriler icin, ortalama, standart sapma, Pearson momentler carpimi korelasyon katsayisi ve regresyon analizi; nitel veriler icin icerik analiziyle frekans hesaplama kullanilmistir. Bulgular, ebeveynlerin cinsellikle ilgili bilgileri medya, internet ve ailelerinden aldiklarini gostermistir. Ebeveynler cocuklariyla konusurken; cinsel bolgeleri koruma, cinsiyet farklari ve vucuttaki degisiklikler konulari uzerinde durduklarini bildirmislerdir. Ayrica cocuklariyla konusurken iletisimi kolaylastirmak icin, kullandiklari dile dikkat ettikleri, ortam sagladiklari, gorsel veya isitsel bir materyal uzerinden konusmayi tercih ettikleri ...
Toplum ve Sosyal Hizmet, 2019
Tek anne ya da baba ve çocuklardan oluşan tek ebeveynli ailelerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Çoğunlukla boşanma ya da eşlerden birinin vefatı sonucunda oluşan tek ebeveynli aileler bekâr kimselerin evlat edinmeleri yolu ile kurulabilmektedir. Evlat edinme yoluyla kurulan tek ebeveynli ailelerin oluşması noktasında, meslek hayatlarına başladıklarında karar verici konumda yer alma ihtimalleri nedeniyle sosyal hizmet öğrencilerinin görüş ve düşünceleri önem taşımaktadır. Bu çerçevede çalışmanın amacı sosyal hizmet mesleğinin etik ilke ve değerleri çerçevesinde eğitim almakta olan sosyal hizmet lisans öğrencilerinin evlat edinme yoluyla kurulmuş tek ebeveynli aileler hakkındaki görüş ve düşüncelerinin belirlenmesidir. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü örnekleminde gerçekleştirilen bu çalışmaya 156 lisans öğrencisi dâhil edilmiştir. Katılımcıların büyük bir bölümü kadın (%73.7) ve tümü 18-24 yaş aralığındadır. Çalışmanın sonucunda çalışmaya katılan öğrencilerin çoğunluğunun (%50,8) bekâr kimselere oranla anne ve babanın bir arada Aslantürk ve Koç 815 bulunduğu ailelerin evlat edinme yoluna başvurmaları gerektiğini düşündükleri görülmüştür. Diğer yandan katılımcıların %80,1'lik bölümü evlat edinme sürecinde her iki taraf adına da şartların eşit olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Ayrıca ileride evlat edinmek isteyen bekâr kimselerle meslek yaşantılarında karşılaşmaları durumunda, öğrencilerin çoğunluğunun mesleki ilke ve değerleri uygulamakta zorluk çekmeyeceği (%58,3), bir bölümünün ise (%38,5) zorluk çekse bile mesleki ilke ve değerleri uygulayacağı sonucuna varılmıştır.
ÖZET Bu çalışmada, elektronik iletişim olanaklarının gelişmesi ile kamusal alan kavramsallaştırmasında da önemli değişiklikler meydana geldiğini ve artık televizyon başta olmak üzere yeni iletişim mecralarında bir tür temsil politikasından bahsetmenin yerinde olacağını ileri süreceğim. Türkiye siyasetinin açıklayıcı parametresi olarak sivrilen modernleştirici güçler geleneksel/dinsel güçler arasındaki çatışmanın da bu mecrada karşılığını bulduğu düşüncesindeyim. Dinsel siyasetin yükselişi ve özellikle son on yıllarda iktidara aktif olarak oynayan ve yerleşen seçim başarıları uzun zamandır farklı kaynaklarda tartışılıyor. Dikkatleri ister istemez üzerine çeken bu başarının beraberinde getirdiği tartışmalar, bir yanda 19. yüzyıl reform çalışmaları ile başlayan ama özelde Cumhuriyet dönemi ile kristalize olan Türk modernleşme serüveninin dinsel bir yükselişin tesirinde rotasından sapacağı kaygısını taşırken diğer yanda halkın inançlarına ve tercihlerine değer vermeyen tepeden inme bir siyasetin er ya da geç yenilgiye uğrayacağı iddialarına yer verdi. Bu tartışmaların tamamı dinsel siyasetin yükselişini seçimlerde bu çizgide olan partilerin aldığı oy oranlarındaki düzenli yükselişle eşitlemede bir dereceye kadar haklı olmakla birlikte bir engel görmediler. Dinsel siyasetin toplumsal kaynaklarına dair kuvvetli bir analizin yokluğunda, bu yükselişin nedeni olarak toplumun muhafazakârlığı veya süratle muhafazakârlaşmakta olduğu tespitleri ön plana çıktı. Bu çalışmada başka bir yol tutarak kurumsal dini siyasetin halkı giderek daha dinsel bir rotaya çektiği argümanından farklı olarak halkın devamlı muhatap olduğu televizyon kaynaklı bir dinsel siyasetin kurumsal-dinsel siyasete güç vermekte olup olmadığını sorgulamaya yardımcı olacak şekilde 2005 yılından 2007 yılına kadar süren dini içerikli dizi araştırmamdan veriler sunacağım. Bu doğrultuda, Türk televizyonculuğunun iki dini kaynaklı yayın yapan kanalı Kanal 7 ve Samanyolu televizyonlarında yayınlanan dinsel içerikli dizilerdeki kadın ve erkek görünümlerine ve sunumlarına odaklanarak televizyondaki İslami temsil politikasının kurguladığı kamusal alan projesinin farklılıkları ele alma yatkınlığını ve buradan hareketle İslami kamusal alan projesinin demokratikliğini sorgulamayı hedefliyorum.
2022
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV)’in Kadir Has Üniversitesi İstanbul Çalışmaları Merkezi iş birliği ve İsveç İstanbul Başkonsolosluğu’nun desteğiyle yürüttüğü Yerel Yönetimleri ve Sivil Toplum Örgütlerini Desteklemek: Kentsel Ölçekte Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliklerinin İncelenmesi Projesi kapsamında hazırlanan rapor, mahalle bazında toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini gösteren haritalar aracılığıyla yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin hizmetlerini, savunuculuk faaliyetlerini ve katılımcı karar alma süreçlerini desteklemeyi hedeflemektedir. Rapor, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini mahalle bazında ortaya koyan tematik haritalar ve sentez haritalarını sunduktan sonra, farklı toplumsal cinsiyet eşitsizliği profillerine göre seçilen dört mahalle için mekânsal politika önerilerini ortaya koymaktadır. Rapor, haritaların nasıl değerlendirilebileceği konusunda ileriki çalışmalara bir model oluşturmayı da hedeflemektedir.
Cinsiyet Sorunu ve Aile, 2024
İnsanlığın uzun tarihine göre baktığımızda yakın zamana kadar marjinal, bireysel bir olgu olarak görülen ve ana akım tıp tarafından sapkınlık olarak nitelenen eşcinsellik ve cinsiyet değiştirme olgusu son elli yılda Batı’dan başlamak üzere toplumsal, hukuki ve tıbbi açıdan kabul görmeye başlamıştır. Bugün için söz konusu durum bir toplumsal olgu olmaktan çıkıp bir toplumsal harekete dönüşmüştür ve bu durumu kabul etmeyen bireyler, kuruluşlar ve devletler üzerinde küresel anlamda baskılar yapılmaktadır. Temel sosyolojik anlayışa göre toplumun temelini oluşturan ve toplumsal normların bireylere aktarılmasında ana araç olan aile, uzun süredir nikâhsız birliktelikler, evliliğin geciktirilmesi, çocuk sahibi olmama, boşanmaların artışı gibi sebeplerden dolayı tehdit altındaydı. Eşcinselliğin yükselişi ailedeki krizi daha da derinleştirmiştir. Zira bilinen anlamda bir aile kurulmadığı gibi toplumsal normlar tamamen ters yüz edilmektedir. İnsanlığın kendi eliyle hazırladığı bu toplumsal kıyameti önlemenin bir yolu din gibi görülse de Batı’da özellikle Protestan kiliseler LGBT lobisinin etkisi altına girmiş ve mevcut durumu dinî açıdan meşrulaştırarak eşcinsel rahiplerin görev yapmasına, eşcinsel çiftlerin kilisede nikâh kıymalarına izin vermeye başlamıştır. Katolik Kilisesi ve İslam başta olmak üzere dünyanın geri kalan büyük dinleri LGBT lobisinin açık ya da gizli faaliyetlerine yoğun bir şekilde maruz kalmaktadır. Bugün Türkiye’de de daha çok genç nesilde olmak üzere dindar bireyler arasında eşcinselliği kişisel bir tercih olarak gören ve dinin bu duruma müdahalesi etmemesi gerektiğini savunanlar bulunuyor. Elinizdeki bu çalışma yukarıda sözü edilen problemi hem teorik hem de pratik açıdan tartışmayı hedefliyor. Bu çerçevede psikoloji, eğitim, din sosyolojisi, din eğitimi, İslam hukuku gibi farklı alanlardan akademisyenlerin metinlerini içeriyor.
İktisadi ve İdari Bilimler Teori, Güncel Araştırmalar ve Yeni Eğilimler/2, 2020
Toplumsal cinsiyet eşitliği bireylerin, cinsiyet temelli ayrımcılığa uğramadan; eşit hak, imkân ve olanaklara sahip olarak kamusal ve özel yaşamın her alanında yer alması, görülebilmesi, kararlara katılabilmesi, fırsatları değerlendirebilmesi, güçlenmesi, temsil edilmesi ve kaynaklara erişimi olarak ifade edilmektedir. İnsan hakları ve temel özgürlükler bağlamında değerlendirildiğinde, her türlü ayrımcılık kabul edilemezdir. Toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında bu perspektif, hem uluslararası hem de ulusal çerçevede kendine yer bulmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) düzeyindeki temel insan hakları sözleşmelerinden biri olan “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” (Convention on Elimination of All Forms of Discrimination Against Women - CEDAW), kadın haklarının korunmasına ilişkin uluslararası temel düzenlemelerden biri olarak kabul edilmektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu bu sözleşmeyi imzalayan devletler, erkeklere ve kadınlara; ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel ve siyasal haklardan yararlanmaları konusunda, eşit haklar sağlama yükümlülüğü altında bulunduklarını beyan etmişlerdir (T.C. Resmi Gazete, 14 Ekim 1985, Sayı 18898). Toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin bir başka uluslararası taahhüt ise Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’dur. Türkiye’nin de taraf olduğu bu ve benzeri yapılar, taraf ülkeleri kadınların güçlenmesi ve ilerlemesi, kadın-erkek eşitliğinin geliştirilmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinin ana politika ve programlara yerleştirilmesi konularında yükümlü kılmaktadır (TBMM, 2000). Dünya nüfusunun yarısının ayrımcılık nedeniyle geri kaldığı bir senaryoda, toplumsal cinsiyet eşitsizliği; ekonomik büyüme, toplumsal istikrar ve sürdürülebilir kalkınmanın da engellenmesi anlamına gelmektedir (BM, 2014). Uluslararası sözleşmeler kapsamında temel ve ihlal edilemez bir insan hakkı olarak tanımlanan toplumsal cinsiyet eşitliği bu bağlamda, 2015 yılı ile birlikte Binyıl Kalkınma Hedeflerinin yerini alan sürdürülebilir kalkınma amaçlarının da temel göstergeleri arasında yer almaktadır (BM, 2015). Toplumsal cinsiyet eşitliğinde ülkemizin ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde ilerleme kaydedebilmesi, kadın-erkek eşitliğinin boyutlarını ortaya koyabilmesi ve belirlenen eksikliklere göre politika önerileri oluşturabilmesi için, toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik ölçme ve değerlendirme araçlarının geliştirilmesi önemlidir. Bu hedef gözetilerek geliştirilen “81 İl Düzeyinde Türkiye’nin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi” çalışmasının temel amacı da 2019 yılı verileri gözetilerek, Türkiye’de illerin kadın erkek eşitliği konusundaki mevcut durumlarını ortaya koymak, illerin toplumsal cinsiyet eşitliği karşısındaki durumlarını değerlendirmek ve yerel düzeyde toplumsal cinsiyet eşitliliğini temel alan sosyal politika üretim sürecinde yol göstermektir. Çalışma temel olarak 3 kısım ve ekler bölümünden oluşmaktadır. Çalışmanın birinci kısmında, toplumsal cinsiyet eşitliğinin önemine, uluslararası düzlemde toplumsal cinsiyet eşitsizliği kapsamında geliştirilen ölçme ve değerlendirme araçlarına değinilmiştir. Yine aynı kısımda, uluslararası düzlemde toplumsal cinsiyet eşitsizliği kapsamında geliştirilen ölçme ve değerlendirme araçlarına göre Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitsizliğindeki mevcut durumuna, diğer ülkeler karşısındaki konumuna yer verilmiştir. Çalışmanın ikinci kısımda, Birleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksinin ayrıntılarına yer verilmiş ve 81 il düzeyinde geliştirilen cinsiyet eşitsizliği karnesinin oluşumuna kaynaklık eden temel göstergeler açıklanmıştır. Yine aynı kısımda Birleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nin temel göstergelerini oluşturan; (i)temsil edilme, (ii) sağlık, (iii) eğitim ve (iv) istihdam başlıkları altında 81 ilin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yönelik sıralamalarına ve temel bulgularına değinilmiştir. Çalışmanın üçüncü ve son kısmında, toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde 81 il düzeyinde sonuçların değerlendirmesine ve çözüm önerilerine yer verilmiştir. Çalışmanın ekler kısmında ise 81 ilin toplumsal cinsiyet eşitsizliğindeki sıralamalarına ve karnenin geliştirilmesi kapsamında endekslerin hesaplama yöntemlerine ilişkin teknik arka plan paylaşılmıştır.
Özet: 20nci yüzyılın son çeyreğinden itibaren meydan gelen ekonomik ve sosyal dönüşümler iş, aile ve çalışma hayatını dramatik bir şeklide etkilemektedir. Buna bağlı olarak iş-yaşam dengesi meselesi, endüstri ilişkileri ve sosyal politika tartışmalarının ilk sıralarına yerleşmiş bu-lunmaktadır. İş-yaşam dengesi kadın istihdamının artması ile ortaya çı-kan iş ve aile yaşamı arasındaki çatışmayı çözmeye yönelik politikalar bütünü olarak tanımlanabilir. İş-yaşam dengesine yönelik uyumlaştırma politikalarından biri de ebeveyn iznidir. Bu, hem aileyi korumayı hem de çalışma hayatına ilişkin sorumluklarında bireyleri desteklemeyi amaçlamaktadır. AB bu konuda dinamik bir yaklaşım sergilemekte ve bu alanda çok çeşitli sosyal politika uygulamalarına öncülük yapmakta-dır. Bu çalışmada, ebeveyn izni düzenlemeleri AB düzeyinde incelene-rek, iş-yaşam dengesini sağlamadaki rolü değerlendirilmektedir.
Eğitim, ekonomik ve sosyal kalkınma için son derece önemlidir. Ancak bir ülkede ortalama eğitim düzeyi kadar önemli olan diğer bir husus, eğitimin vatandaşlar arasında eşit dağılımıdır. Günümüzde kız çocukları ve kadınlar, eğitim fırsatlarından erkeklere oranla daha az yararlanmakta, toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikler devam etmektedir. Kadınların ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek, hak, fırsat ve imkanlardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamakla mümkün olacaktır. Kadınların eğitime olan erişimlerinin iyileştirilmesi, sadece kadınların kişisel gelişimine ve refahına katkı sağlamakla kalmayıp, ülkenin ekonomik potansiyelini de artıracaktır. Kız çocukların ve kadınların eğitim ve öğrenimlerine yatırım yapmanın olağanüstü yüksek sosyal ve ekonomik kazancı yanı sıra, sürdürülebilir kalkınmayı ve ekonomik büyümeyi başarmanın en iyi araçlarından biri olduğu da kanıtlanmıştır. Bu çalışmada, eğitimde toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunu Türkiye’de kız çocukları ve kadınların durumu vurgulanarak tartışılmaktadır.
Selcuk Universitesi Hukuk Fakultesi Dergisi, 2015
Çalışma hayatında kadın istihdamının düşük oranlarda seyri ister gelişmiş isterse de gelişmekte olan ülkelerde sosyal sorunların başında gelmektedir. İstihdama katılımın düşüklüğü sorununun temelinde kadınların aile yükümlülükleri yatmaktadır. Özellikle çocuk bakımı en çok kadınlar için sorun teşkil etmekte, çalışma hayatına katılımı ve kadınların istihdamının devamlılığını engellemektedir. Nitekim toplumsal yaşamda aile ve çalışma yaşamlarının uzlaştırılması sağlanarak çalışma hayatı içinde daha fazla yer alması bu sorunların çözümü ile mümkün olacaktır. Bu nedenle bakım hizmetlerinde cinsiyet rollerinin değişimi istihdam artışının yanı sıra kadının toplumsal statüsünü de geliştirecektir. Ebeveyn izni çözüm aracı gibi aile sorumluluklarında geleneksel rol dağılımında dengeleyici çözümlerden biri gibi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kaldırılması ve kadınların istihdamı üzerinde etkili olacaktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.