Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
23 pages
1 file
Ahmed b. Muhammed el-Hamevî, miladi XVII. yüzyılın ünlü fâkihlerindendir. Daha çok Hanefi fıkhı alanında eser kaleme alan Hamevî’nin diğer alanlarda da yazmış olduğu eserleri mevcuttur. Mısır’ın meşhur âlimlerinden ders almış ve keza ünlü âlimlerin yetişmesinde büyük katkısı olmuştur. Multi-disipliner bir çalışma örneği olan ekteki risâle, Hamevî’nin eğitim ve öğretim hayatında karşılaşmış olduğu bazı ilmi problemler hakkındadır. Sarf ve nahiv ile ilgili olan bu problemleri ilim ehlinin görüşüne sunan Hamevî, söz konusu alanda ilmi bir münazara alanı açmaktadır.
OSMAN HOPEVÎ’NİN DÜRRETÜ’N-NÂSİHÎN İSİMLİ ESERİNDE TASAVVUFÎ VE AHLAKİ KONULAR, 2024
Bilindiği gibi Tasavvuf, disiplinler arası bir çalışmayı gerektirmektedir. Bir yönüyle tasavvufi çabalar şahsi bir çabayı gerektirirken diğer diğer yönüyle de toplumla ilgili diğer konularla bağı bulunmaktadır. Bu sebeple Müslüman ilim adamları tarafından muhataplarına dini konularla birlikte ahlaki konular da tasavvufi gayelerle anlatılır. İslam dininin temel konuları ise itikat, ibadet ve ahlaki konularıdır. Bu ve benzeri konularda bir eser telif edilirken her ne kadar tek bir konu ve üslup üzerinde devam edilse de diğer konulardan da tamamen bağımsız bir konu bulunmaz. Nitekim Dürretü’n-Nâsihîn'de yazarın ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla cami cemaatine vaaz ve irşad kitabı olarak telif edildiğini görmek mümkündür. Buna binaen eser içerik bakımından tasavvufî ve ahlaki konuları da ihtiva etmektedir. Başlıca tasavvufî ve ahlaki konuları ise, İslam dininin bir Müslüman’dan yapmasını beklediği ve uzak durulması gerektiği davranışlardan dua, zikir, tevekkül etmek, ihsanda bulunmak gibi ameller ile gıybet, kibir, kötü zan benzeri amellerdir. Diğer taraftan Dürretü'n-Nâsihîn’de insanı en çok ilgilendiren ölüm anı, öldükten sonraki haller, cennet, cehennem, şeytan gibi manevi varlıklar ile vaaz ve irşad maksadıyla izah edilmeye çalışılır. Dininin özü nasihatten ibarettir. Kalplerin saflaşması ve Allah'a yönelmesinin ilk yolu da vaaz ve irşattır. Vaaz ve irşad eden kimse dinin iman, ibadet esaslarını insanlara anlattığı gibi ahlaka dair konularını da anlatmaya çalışır. Esasen ahlaki konular, felsefenin de konusudur. Ancak ahlaki değerlerin pratik hayatta görünür hale gelmesi gerekmektedir. Bunun ilk aşaması da vaaz ve irşattır. Osman Efendi de Osmanlı toplumunda dindar bir çevrede yetişmiş, Müslüman kitlelere vaaz ve irşad bilgisine sahip olabilecek ilmi düzeye sahip bir kişilik olduğuna telif ettiği Dürretü'n-Nâsihîn adlı eserinde tanık olmaktayız. Zira eser İslami ilimlerin anahtarı hükmünde olan Arapçayla telif edilmesi, eserde gösterdiği ilmi referanslar eseri ve sahibini nitelikli kılmıştır. Seminer çalışmamızda Hopalı Osman Efendi'nin ilmi kabiliyetiyle vaaz üslubuyla vermeye çalıştığı Temel İslam Bilimlerinin Tasavvufi ve Ahlaki temel konuları izah edilmeye çalışılmıştır. Zira ilim zaman içerisinde devam eden bir silsileler zinciri gibidir. Bu ilim halkalarından sonra gelenlerin önce gelenlerden haberdar olması gerekmektedir. Sonuç olarak tüm bunlar dikkate alındığında Dürretü'n-Nâsihîn adlı eserde tasavvuf ehlinin hem vaaz ve irşad edilmesi hem de okuyanların istifade edebileceği tasavvufi bilgiler içermesi bakımından okunmaya değer bir eser olduğu anlaşılmış olup eser sahibi de İslam dünyasında İslam’a hizmet etmiş bir müellif olmayı gerektirmektedir.
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLÂHİYAT ANABİLİM DALI HADİS BİLİM DALI HANEFÎ MEZHEBİ FIKIH USÛLÜ'NDE SÜNNET ANLAYIŞI Yüksek Lisans Tezi SERKAN DEMİR
DergiPark (Istanbul University), 2016
Bu çalışmada, İmam Şafii'nin er-Risâle adlı eserinde kullandığı hadis kavramları ele alınmıştır. İmam Şafii'nin er-Risâle'de kullandığı hadis ıstılahları, kendisinden sonra gelen hadis âlimlerinin kullandığı ıstılahlarla mukayesesi yapılarak incelenmiştir. Özellikle İmam Şafii'nin bu ıstılahları nasıl kullandığı, kendisinden sonraki âlimlerin kullandığı ıstılahlarla hangi yönlerden benzer, hangi yönlerden de farklılık arz ettiği ile ilgili bazı tespitlere yer verilmiştir.
Palet Yayınları, 2018
1376 yılına gelindiğinde devlet içerisinde bazı güçlü emirliklerin sert mücadeleleri baş göstermiş ve bu mücadele 1381 yılına kadar yaklaşık beş yıl devam etmiştir. Bu beş yılın sonunda Burcî Memlûkleri'nin 9 lideri Berkûk (ö. 801/1399) diğerlerine karşı üstünlük kurmuştur. 10 Bu olay Memlûkler Devleti adına bir dönüm noktasının da başlangıcı olmuştur. Zira bu zamana kadar Türk asıllı sultanlar tarafından yönetilen devlet artık Çerkez kabilesi Kesâ'ya mensup olan Berkuk'un 11 nüfuzu altına girmiştir. Berkuk, devlet kademelerinde elde ettiği yetkilerin yanı sıra, çok sayıda Çerkez memlûk satın alarak gücünü artırmıştır. 1381 yılında Sultan Alâeddin Ali'nin ölümüyle, önce çocuk yaştaki Zeyneddîn II. Haccî'nin tahta çıkmasını sağlamış, bir yıl sonra, Ramazan 784/Kasım 1382 tarihinde ise onun küçük yaşını mazeret göstererek sultanlık makamını ele geçirmiştir. 12 Böylece Burcî Memlûkleri dönemi başlamıştır. Nitekim tarih kaynaklarında 1250-1382 yılları arasındaki dönem, Bahrî Memlûkleri (Birinci Memlûkler), 1382-1517 yılları arasındaki dönem ise Burcî Memlûkleri (İkinci Memlûkler) olarak isimlendirilmiştir. Burcî Memlûkleri'nin ilk meliki Berkuk yaklaşık 17 yıl (1382-1399) tahtta kalmıştır. Saltanatının ilk yılları oldukça çalkantılı geçmiştir. Bu süreçte, tahta oturmadan önce mücadele ettiği Türk asıllı emîrlerin isyanları ile uğraşmıştır. Ancak Mintaş ve Yulbuga en-Nâsırî adlı emîrlerin isyanlarını bastırmakta başarılı olamamış ve 789/1387 yılın-9 Mısır'da yeni bir hanedanlık oluşturmak isteyen Memlûk Sultanı Kalavun 1281'de çoğunluğunu Kafkasyalılar'ın oluşturduğu bir memlûk grubu oluşturarak kendisini güçlendirmek istemiştir. Bunun için çok sayıda Çerkez esiri satın almış ve 12.000 kişi arasından seçtiği yaklaşık 3700 Çerkez memlûkü Kal'atu'l-cebel burçlarına yerleştirmiştir. Kalavun tarafından oluşturulan bu Çerkez grubuna kale burçlarına nisbetle "el-Memâlikü'l-Burciyye" (Burcî memlûkleri) adı verilmiştir.
Bilimname, 2019
Edition and Analysis of an Epistle Attributed to Ibrāhīm al-Ḥalabī (d.
An Outlook on the Fiqh View of Music and Sema in the Work of “Rasâle fi ar-Raks al- Mutasavvıfa" of Amasya’s Mufti Husam Chelebi (d. 926/1520), 2018
Özet Amasya, tarih boyunca pek çok Osmanlı şehzadesinin yetişmesine vesile olduğu gibi aynı zamanda ilmi tartışma merkezlerinden birisi olmuştur. Zira Osmanlının ilmî merkezlerinde bir fıkhî tartışma meydana geldiğinde şehzadelerin burada bulunması hasebiyle Amasya beldesinde de aynı tartışma meydana geliyordu. Bu fıkhî tartışmalardan birisi de o sıralarda Anadolu"da yaygın olan çeşitli tarikatların zikir meclislerinde mûsikî eşliğinde sürekli yapageldikleri sema, raks ve devranın fıkhî açıdan meşru olup-olmadığı hakkında idi. Çünkü dönemin devlet adamları, ulema ve halkın kahir ekserisi belli bir tasavvufî düşünceye mensup olma eğiliminde idi. Haliyle mensubu olunan tarikatların mûsikî eşliğinde sema, raks ve devran yapma ritüellerine katılmak revaçtaydı. Herkes nezdinde böylesine revaçta olan işbu ritüellerin dönemin padişahlarının teşvikiyle fukaha tarafından islâmî açıdan hükmünün ne olduğunun vuzuha kavuşturulması çok ehemmiyet arz etmekteydi. Bu teşvike o dönemin fakihlerinden birisi olan Hüsam Çelebi "Risâle fî raksi"l-mutasavvıfa" adlı eseriyle icabet etmiştir. Bu eser anılan problemin hükmünü açık ve etraflıca ele almasıyla dikkatleri çekmektedir. Bu çalışmada söz konusu kitabı yazan âlim hakkında kısaca bilgi verilmiş, "Risâle fî raksi"l-mutasavvıfa" adlı eser de çeşitli yönlerden ele alınarak değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
Yapısalcılık, eseri bir mühendis edasıyla incelemek gerektiğini savunan bir kuramdır. Bu kurama göre dünyada her şeyin mantıklı bir yapısı vardır. Dolayısıyla edebi eserlerin de yapısı vardır. Bu yapı sesten, cümleye ve paragrafa doğru bir sıra takip eder. Edebiyatta yapısalcılık Fransa'da 1960'lı yıllarda dilbilimciler vasıtasıyla başlamıştır. Zira yapısalcılık aslında bir dilbilim ekolüdür. Çalışmada Rasih'in "üstine" redifli gazeli yapısalcı bir analize tabi tutulmuş; biçim, uyak, ses, ölçü bakımından incelenmiş ve klasik şerhin de yardımıyla gazelin diğer anlam katmanları ortaya çıkarılmıştır. Böylece klasik şerhte gözden kaçabilecek ayrıntılar gözler önüne serilmiştir.
One of the subjects of Turkish Islamic Literature is the literary genres about God. Within these literary genres except tawhid, asma al-husna that gives information about His names and properties and introduces God in the light of these names and properties and munacat whose subject is its hawas, explanations and entreating God with His names have a significant place. In Hamdi Efendi‘s work that was written in 19th century, names of God are explained in verse and the author entreats and prays to God according to the meanings of these names. Although seperate asma al-husna works are mentioned, it is not seen that the poets write seperate munacat works. The poets act according to the tradition of Islamic book writing and add a munacat in the beginning of their works. These munacats constitute a brief part of the work. Within this respect, work is one of the rare examples of this genre. Also the poet made a contribution to the tradition to be maintained.
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Sosyal Bilimler Lisansüstü Öğrenci Kongresi Bildiri Tam Metin Kitabı, 2020
Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) vefat etmesiyle ilk defa gündeme gelen Hilafet; dinî ve siyasî otoritenin tek elde toplanması demektir. Müslümanlar O’nun vefat etmesiyle bir müddet ne yapacaklarını bilememişler, yağmurlu bir kış gecesinde bir o tarafa bir bu tarafa kaçışan çobansız koyunlara dönmüşlerdir. Devlet idaresi boş kalmış, bu durumdan dolayı Ensar halife seçmek için alelacele Beni Saide Sakîfesi’nde toplanmış ve durumdan haberdar olan Hz. Ebu Bekir ise hemen oraya gitmek durumunda kalmıştır. İstişareler sonucu Hz. Ebu Bekir halife seçilmiştir. Hz. Ali ise bu sırada Hz. Peygamber’in cenaze teçhizatı ile uğraşmaktadır. Bu meşguliyetinden dolayı halife seçiminden habersiz kalmıştır. İlk halifenin seçim aşaması aceleye getirildiği için daha sonraları bazı problemlere neden olmuştur. Şiî âlimler hilafetin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu iddia etmişler, Sünnî âlimler ise Hz. Ebu Bekir’in hakkı olduğunu ifade etmişlerdir. Bu çalışmanın amacı, ilk halifenin Nass ile tayini meselesinde farklı yaklaşımların irdelenmesidir. Bu çalışma nitel araştırma yöntemlerinden doküman incelemesi yöntemine göre yapılmıştır. Çalışmada kullanılan eserler seçkisiz olmayan örnekleme tiplerinden amaçsal örneklem yöntemine göre belirlenmiştir. Elde edilen bulgular ışığında Sünnî ve Şiî âlimlerin görüşlerinde hilafetin Nass ile tayini meselesinin yer aldığı bulgusuna ulaşılmıştır. Sünnî âlimler İrtidât âyetini (Maide Suresi 51. Âyet) ve Sıddık âyetini (Nisa Suresi 69. Âyet), Şiî âlimler ise Velâyet âyetini (Maide Suresi 55. Âyet) ve Tebliğ âyetini (Maide Suresi 67. Âyet) delil olarak getirmişlerdir. Sonuç olarak delil getirilen bu âyetlere her iki tarafta kendi mezhebince tevillerde bulunarak Sünnîlerin Hz. Ebu Bekir’i, Şiîlerin ise Hz. Ali’yi önceledikleri görülmektedir. Bu bağlamda ilk halifenin seçiminde tarihi sürecin ve şartların göz ardı edilmemesi önerilebilir. The concept of the Caliphate, which emerged for the first time following the death of the Prophet Muhammad (PBUH), refers to the consolidation of both religious and political authority in a single individual. Upon the Prophet's demise, Muslims found themselves in a state of disarray, akin to sheep without a shepherd wandering aimlessly on a cold, rainy night. With the state administration left in a vacuum, the Ansar (helpers of the Prophet) hastily convened at the Bani Sa'ida Mosque to elect a caliph. Upon learning of this gathering, Abu Bakr was compelled to attend. After deliberation, Abu Bakr was chosen as the first caliph. Meanwhile, Ali ibn Abi Talib was occupied with the Prophet's funeral arrangements and was thus unaware of the election process. The haste with which the first caliph was selected led to numerous subsequent problems. Shia scholars have asserted that the caliphate rightfully belonged to Ali ibn Abi Talib, while Sunni scholars have maintained that Abu Bakr was the rightful successor. This study aims to examine the divergent perspectives on the issue of the caliph's designation through divine appointment (nass). Employing a qualitative research methodology, this study utilizes a purposive sampling technique to select relevant texts. The findings reveal that both Sunni and Shia scholars have invoked the concept of divine designation in their discussions of the caliphate. Sunni scholars cite the verses on apostasy (Quran 5:51) and the truthful one (Quran 4:69) as evidence, while Shia scholars reference the verses on guardianship (Quran 5:55) and the delivery of the message (Quran 5:67). Ultimately, both sects have interpreted these verses through their respective theological lenses, leading Sunni scholars to prioritize Abu Bakr and Shia scholars to prioritize Ali ibn Abi Talib. In light of these findings, it is suggested that the historical context and circumstances surrounding the election of the first caliph should not be overlooked. عقب وفاة النبي محمد صلى الله عليه وسلم، برز مفهوم الخلافة لأول مرة، والذي يعني توحيد السلطة الدينية والسياسية في يد واحدة. ولقد حار المسلمون بعد وفاة النبي، وتشبهوا بالغنم الضالة في ليلة مطيرة، لا يعرفون إلى أين يتجهون. وبما أن شؤون الدولة قد تعطلت، اجتمع الأنصار في سقيفة بني ساعدة على عجل لانتخاب خليفة، واضطر أبو بكر الصديق للتوجه إلى هناك فور علمه بالأمر. وبعد التشاور، تم انتخاب أبو بكر خليفة. وكان علي بن أبي طالب مشغولاً بتجهيز جنازة النبي، فلم يعلم بانتخابات الخلافة. إن الاستعجال في عملية انتخاب الخليفة الأول قد أدى إلى العديد من المشاكل لاحقًا. فقد زعم علماء الشيعة أن الخلافة حق لعلي بن أبي طالب، بينما أكد العلماء السنة أن الحق يعود لأبي بكر الصديق. ويهدف هذا البحث إلى دراسة وجهات النظر المختلفة حول مسألة تعيين الخليفة الأول بالتعيين الإلهي (الناس). وقد اعتمد هذا البحث على منهجية البحث النوعي، وتحديدًا تحليل الوثائق. وقد تم اختيار المصادر المستخدمة في الدراسة بشكل مقصود من بين عينات غير عشوائية. وتوصلت النتائج إلى أن علماء السنة والشيعة قد استندوا في آرائهم حول مسألة تعيين الخليفة بالتعيين الإلهي إلى آيات قرآنية. فقد استشهد العلماء السنة بآية الردة (سورة المائدة: 51) وآية الصديق (سورة النساء: 69)، بينما استشهد العلماء الشيعة بآية الولاية (سورة المائدة: 55) وآية التبليغ (سورة المائدة: 67). وفي النهاية، قام كل من الطائفتين بتأويل هذه الآيات وفقًا لمذاهبهم، مما أدى إلى تفضيل السنة لأبي بكر والشيعة لعلي بن أبي طالب. وفي هذا السياق، يُقترح عدم تجاهل السياق التاريخي والظروف المحيطة بانتخاب الخليفة الأول.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
MAHİYET VE HAKİKAT BAĞLAMINDA VAHİY OLGUSU SEMPOZYUMU Bildiri Metinleri Kitabı, 2022
FIQH-MYSTICISM RELATIONSHIP IN THE CONTEXT OF JAMAL al-KHALWATI'S (d. 899/1494) "ASRAAR AL-WUDU" , 2018
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi, 2018
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2020
Atatürk Yolu Dergisi, 2019
Diyanet İlmi Dergi, 2020
III. Uluslararası Hacı Bayram-ı Veli Sempozyumu, 2018
Türk Ocakları Eskişehir Şubesi Yayını, 2022
Littera Turca Journal of Turkish Language and Literature, 2020