Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
İmaret Dergisi (Karaman), 2014
Öncelikle şunu belirteyim: Bir sanatçı, eserlerinde az ya da çok, bir coğrafyaya, bir mekâna yer verir. Varoluşun kaçınılmaz sonucudur bu. Çünkü varlıklar mekândan münezzeh değildir. Ve dahası insan, yaşadığı coğrafyayı şekillendirir, bunun tersi coğrafya da içinde yaşayan insanı şekillendirir. Bu bakımdan coğrafyayla, mekânla insan birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Hacı Bayram-ı Veli'nin dediği gibi "ol şârı yapan insan, taş u toprak arasında kendi dahi inşa olur". Uzatmadan söylemeli ki, coğrafyanın, mekânın siyasal/ideolojik bir anlamı da vardır. Coğrafyayı vatan kılmak, o mekâna hem maddeten hem de manen sahip ve egemen olmak arzusu, coğrafyayı ideoloji ya da dünya görüşü ile ilişkilendirir. Bu bağlamda Ziya Gökalp'ın şiirlerinde sözünü ettiği "Turan ili" ideolojik/ütopik bir coğrafyadır. Bu, ırka bağlı, milliyetçi ideolojinin belirlediği bir coğrafyadır.
İDEAL KENT, 2018
Öz Şehir ve beden arasındaki ontolojik ve estetik bağ, tarihsel süreç içinde özellikle modern batıda bilim, ekonomi, politika ve sanat alanlarında yaşanan büyük değişimlerle mekanik ve anlamsız bir yapıya dönüşmüştür. Mimarların ve şehir plancılarının "yeni şehir" tasarımlarında bu dönüşüm açıkça görülmektedir. Sennett'in de belirttiği gibi, kutsal, gelenek ve modernite arasındaki çatışmada 'genel beden dili şehir mekanına tercüme edildiğinde tuhaf bir yazgıyla karşı karşıya kalınmıştır.' Bu yazgı bedenin nasıl algılandığıyla bağlantılı olarak şehirlerin nasıl kurgulandığının da bir göstergesi olmuştur. Bu çerçevede 'İlişkiselliğin iki yönü: Şehir ve Beden' adlı çalışmamızda Antikçağ Atina'sı, Ortaçağ Roma'sı, Rönesans ve sonrası Venedik'i, Yeniçağ Paris'i ve içinde bulunulan yüzyılda modern ve postmodern şehirleri inceleyerek 20.yy'da insana-bedene ilişkin kabullerin şehirlerin yapılandırılması konusunda nasıl bir imaj oluşturduğunu tartışmaya açacağız. Buradaki temel kabulümüz 'şehirler, mekanik-statik mekanlar değil, tıpkı insanlar gibi ontoantropolojik yapıyı temsil eden dinamik mekanlardır.' Bu yargıyı felsefi antropoloji ve şehir planlama yaklaşımları çerçevesinde günümüz küresel şehirlerin arka planında yer alan beden imajına dair sorularımızı şehir ve beden ilişkisinde tartışmaya açarak temellendireceğiz.
Öz Şairnâmeler, klasik Türk edebiyatında bulunan şuarâ tezkireleri kadar olmasa da şairlerin isimlerini zikretmeleri ve onların belli başlı birkaç özelliğini vermeleri bakımından biyografi alanında edebiyatımıza katkı sağlayan metinler olarak bilinmektedir. Halk edebiyatı mahsulleri arasında gösterilmesine karşın az da olsa divan şairleri de bu türden örnekler vermişlerdir. Hatta bu türle ilgili yapılan çalışmalarda bu türün ilk örneğini klasik Türk edebiyatı şairlerinden İşretî (ö. 1566/67)'nin vermiş olduğu tespit edilmiştir. İşretî'den sonra diğer divan şairi Garâmî (ö. 1586 *?+) ve Aynî (ö. 1839)'nin de bu türden manzumelerinin olduğu ortaya konmuştur. Yukarıda bahsi geçen şairlerden başka 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk yarısı arasında yaşamış olan Süheylî (ö.1633-34)'nin de bu türden bir manzumesi bulunmaktadır. Çalışmamıza konu olan bu manzume, Süheylî'nin Divânı'nda yer almaktadır. Süheylî tarafından Gülşen-i Şuarâ adını alan bu manzume, 91 beyitten oluşan bir kasidedir. Şairnâme özelliği taşıyan ve özellikle Fars şairlerinin öne çıkarıldığı bu manzumede şairin kendisinin yanı sıra aralarında Arap ve Türk şairlerinin de bulunduğu toplam 36 şair zikredilmiştir. Şairnâmede söz konusu şairlerin isimleri zikredilirken her bir şairin kayda değer şairlik özellikleri bir iki beyitle dile getirilmiştir. Fars edebiyatı araştırmacılarının da ilgileneceğini umduğumuz bu manzumenin özellikle bir Anadolu şairinin klasik Fars şairlerine bakış tarzını göstermesi bakımından da dikkatleri çekeceğini ümit ediyoruz. • Anahtar Kelimeler Süheylî, 17. yüzyıl, Divan edebiyatı, Şairnâme, Gülşen-i Şuarâ. • Abstract Shaırnamahs is known as-though not as much as collection of biographies of poets found in classical Turkish literature-texts contributing to our literature in the field of biography in terms of making mention of names of the poets together with their certain features. Though viewed among Folk Literature crops so to speak, Divan poets also exemplified of this kind leastwise. In fact, it has been determined that the first example of this kind was given by the classical Turkish literature poet Isretî (
Kalabalık ve tek tip şehirleşmeye tepki olarak 1999 yılında İtalya’da ortaya çıkan sakin şehir hareketi, 30 ülkede 222 üyeye ulaşmıştır. Sakin şehir hareketi, kentlerin kendine has özelliklerinin korunarak devam ettirilmesi ve aynı zamanda yerel halkın karar alma mekanizmalarında etkin rol oynaması ile kendi yaşam biçimini belirleyerek korumasını amaçlamaktadır. Hareket, turizm, çevre, kalkınma ve kentsel politika alanları gibi pek çok alanda kriterler belirleyerek “kentlerin öze dönüşü” ne vurgu yapmaktadır. Hızlanan yaşam temposunun aynı zamanda monotonlaşması ve tek tipleşmesiyle birlikte insanlar kaçış noktaları aramaya başlamışlardır. Bu kaçış noktalarının birisi de sakin şehirlerdir.İnsanlar, büyük şehirlerden sakin şehirlere sadece tatil amaçlı değil, artık kalıcı yerleşme amacıyla da göç etme arzusu içindedirler. Bu durum bir “öze dönüş” süreci olarak ifade edilebilirken, aynı zamanda sanayinin ve tarımsal faaliyetlerin hatta turizmin iç içe olduğu sentez bir kent yapısını ortaya çıkarmıştır. Bu çalışmada ise, tek tipleşme ve küreselleşmenin yereldeki, kent ve kent yaşamı üzerindeki etkileri analiz edilirken, sakin şehirlerin insanları çeken özellikleri vurgulanacaktır. Ayrıca, sakin şehirlerin ortaya çıkışları, ülkelere yayılış süreci ile Türkiye’deki sakin şehirler çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.
Bu çalışmanın konusu olan Mecmû‟a-i Nefîse, Ankara‟da Milli Kütüphane‟de 06 Mil Yz A 9855 numarasıyla tek nüsha olarak kayıtlıdır. Mecmû‟a-i Nefîse‟nin “Mukata‟ât Rubâ‟îyyât” bölümünde “Haşmet” başlığı altında 7 adet rubâî yer almaktadır. “Müfredât” bölümünde ise “Bâkî” başlığı altında 2 adet müfred bulunmaktadır. Bu müfredler ve rubâîler, adı geçen şairlerin basılı divan nüshalarında bulunmamaktadır. Çalışmada Mecmû‟a-i Nefîse hakkında çeşitli bilgiler verilmiş; ayrıca mecmualarının edebiyat tarihi, metin teşkili ve metin tamirine katkıları üzerinde durulmuştur. Ardından, mecmuada “Haşmet” başlığını taşıyan rubâîlerle “Bâkî” başlığını taşıyan müfredlerin transkripsiyonlu metinleri verilmiş ve adı geçen şairlerin dîvânlarının kelime kadrosu, kafiye ve redif tercihleri ile kıyaslanmıştır. Ayrıca, mecmua derleyicisinin şair seçimi ve “Müfredât” başlıklı bölümün şiir düzeni üzerine çeşitli bilgiler verilerek birtakım tespitlerde bulunulmuştur. Bu tespitler göz önünde bulundurularak adı geçen Ģiirlerin HaĢmet ve Bâkî‟ye aidiyeti üzerine tartıĢılmıĢtır.
ASHÂB-I KEHF ŞEHRİ LİCE TARİH, EDEBİYAT, KÜLTÜR, 2021
Divan edebiyatı kaynakları deyince akla ilk gelen hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim’dir. Bu kaynağı, Divan edebiyatı içerisinde hem nesir hem de nazım türünde eser veren şair ve yazarlar birçok açıdan kullanmıştır. Bu anlamda, Kur’an-ı Kerim’de bir sûreye de ad olmuş Ashâb-ı Kehf kıssası, Divan edebiyatına da çeşitli yönlerle kaynaklık etmiştir. Bu kıssa, klasik edebiyatımızda bilhassa mesnevi türünde eser veren şairler tarafından çeşitli vesilelerle anılmıştır. Ashâb-ı Kehf kıssasını eserine konu olarak alan bir şair de Şükrî’dir. Hayatı hakkında herhangi bir malumatın olmadığı bu şair, Hikâyet-i Ashâbü’l-Kehf ve bihî nesta’în başlığıyla bir mesnevi kaleme almıştır. Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi’nde bir mecmuada yer alan mezkûr mesnevi toplam 157 beyitten müteşekkildir. Çalışmamızda, Şükrî’nin Ashâb-ı Kehf mesnevisi muhteva ve şekil bakımından incelenecek ve mesnevi metni ilmî usullere göre transkribe edilecektir.
Kubbealtı Akademi Mecmuası, 2019
Şîrâzlı Sa'dî'nin Bostân'ında, "Hikâyet-i Zâhid-i Tebrîzî" başlıklı bir hikâye var. Yirmi dört beyitten oluşan bu hikâye, fütüvvet davranışlarından olan kötüye bile iyilik yapılabilmeyi konu eder. Araştırmalara göre bu hikâyedeki zâhid, bir dönem Tebrizli Şems'in de hocası olmuş olan Ebu Bekir Selebaf'tır.
İnsanın zaman ve mekân karşısındaki tavrını görülebilir, duyulabilir ve anlaşılabilir kılan sanat, insanın gerçeklikle arasındaki ilişkiyi okuma ve anlamlandırma olanağı tanır. Dolayısıyla dünya/varlık/nesnenin gerçek anlamını, sanatın sonsuzluk açılımı ile bireysel anlamda yeniden yorumlayan sanatçı, gerçekliğe yeni aynı zamanda şahsi bir kimlik kazandırır. Bu kimlik kazandırma edimi, gizil anlamları okumaya yardım eden simgesel söylemlerle üst boyutlara çıkar. Bu açıdan düz okuma ve anlamlandırmalarla açımlanamayan simgeler, sözcüklerin çağrışım değerlerinden yararlanılarak yeni anlam birleşimleri oluşturmanın temel dayanak noktasını oluşturur. Tanzimat’tan sonra Batı tesirinde ortaya çıkan ve gelişen Servet-i Fünûn Edebiyatı, kısa süre içinde yeni bir edebî devir açar. Yenileşme Dönemi Türk Edebiyatı’nda kendine büyük bir yer edinen Servet-i Fünûn Edebiyatı’nın önde gelen isimlerinden biri olarak kabul edilen Cenab Şahabeddin, sadece Servet-i Fünûn döneminin değil, Batı etkisinde gelişen Türk şiirinin kurucuları arasındadır. Şiirlerinde bireyin iç yaşantısını ve varlıkla kesişim noktasını, yaratıcı bir güç ile yeniden tasarlayan Cenab Şahabeddin, varlığın sonsuz dünyasını, dilin imkân ve çağrışım değerleriyle estetik olarak yeniden anlamlandırır. Duygu, hayal ve düşünceye ait söylemlerinin çoğunu şiir ile açımlama fırsatı bulan şair, eşya, nesne ya da varlığa kendi gerçek anlamlarının dışında yeni ve çağrışımsal anlamlar yükleyerek kendi şiir dünyasını zenginleştirir. Arapça ve Farsçada çok az kullanılan kelimelerle bireyin iç dünyasını alışılmamış ifadeler ve simgelerle yeniden yaratan şair, şiir dünyasında simgelere dayanarak kendine özgü bir estetik biçim kurar. Bu bakımdan hem sanatsal hem de düşsel/düşünsel boyutta bir yenilik gayreti içinde olan şairin şiirleri, aydın bir bilinç ve estetik değerlerin özümlenmesiyle var olur. Anahtar Kelimeler: Cenab Şahabeddin, şiir, simge, bireysel simge, geleneksel simge, evrensel simge.
Hikmet-Akademik Edebiyat Dergisi, 2024
Alaaddin Soykan’ın (1943-2020), şiirle olan bağlantısı henüz çocukluk yıllarında başlamıştır. Bu etkileşim, kısa sürede hayranlık duygusuyla birlikte yaşam boyu devam edecek bir bağlılığa dönüşecektir. Nitekim şiir türü onun için bayağı görülen uğraş veya araç olmaktan öte ontolojik arayış sürecinde, şahsına rehberlik eden bir dayanak hâline gelmiştir. Özellikle 1980’li yıllardan sonra süreli yayınlarda istikrarlı bir şekilde adını duyurmayı başaran Soykan’ın, nevi şahsına münhasır bir yaşantısı ve şiirsel söylemi bulunmaktadır. Şair, Varlık, Türk Dili, Mavera ve Ay Vakti benzeri çeşitli dergilerde şiirleriyle hazır bulunmuştur. Hissedilir derecede içli bir söyleyiş tarzına sahip olan sanatçı, lirik ve coşkulu ifade tarzını sentezlemiştir. Şiirlerinde soyut ve somut ögeleri aynı anda kullanmaya gayret eden şair, her açıdan tekrara düşmekten kaçınma eğilimindedir. Geleneksel şiir varlığının yanında modern şiirin güncel yönelimlerini de dikkatli bir gözle takip etmiştir. Daima eklektik bir kaynak varlığından faydalanmış, her açıdan özgün bir dil düzeni inşası için azami çaba sarfetmiştir. Türk edebiyatı tarihi kaynaklarında adı kısmen zikredilse de Soykan’ın şahsına ve en önemlisi şiir varlığına ilişkin yeterli ve ayrıntılı bir bilimsel çalışma bulunmamaktadır. Çalışmanın temel dayanak noktası da Alaaddin Soykan şiirlerine ilişkin genel ve toparlayıcı bir metin ortaya koymaktır.
Bu metinde ait oldukları şehirlerin simgesi olan iki büyük şehir ikonundan söz edilmektedir. Gerçi her birisi tek tek özgündür ancak dolaylı olarak birbiriyle ilişkilendirilmektedir. Öncelikle her biri büyük bir şehirde, büyük bir anıt olmak amacını tekil, özgün ve kendi evine ait olarak taşırlar. Konu edilen iki bina şehirleriyle bütünleşmişlerdir. Her ikisi de kendi şehrini değişik olarak yansıtır, kendi özgün mimari formunun sembolizmini ve kendi özgünlüğünü önerir. Onlar 'landmark' ve 'ikon' olarak zamanda ve mekanda varolurken büyük düşüncelerin nerede ve nasıl olduklarının da işareti olurlar. Bu büyük anıtlar ait oldukları şehrin önemli bir parçasıdırlar ve onları bu şehirler olmaksızın düşünemeyiz. Bu mimari anıtlar, Harbour Bridge ve Opera Binası olmaksızın Sydney, Ramblas ve Sagrada Familia olmaksızın Barselona düşünülmez. Bu büyük anıtlar uygarlığı yere ve zamana aidiyeti, olanaklar kadar olanaksızlıklara karşın inşa edilmelerinin ardındaki mimari yaratıcılığı da göstermektedirler. Gaudi ve Utzon ait oldukları kültür ve yaşadıkları dönem farklı olsa da mimar olarak benzerlikleri bulunmaktadır ve Gotik Sanattan etkilenmişlerdir. Her iki bina da tüm dünyanın ziyaret ettiği, ait oldukları uygarlık mesajını ve mimari düşünceyi iyi ifade eden binalardır ve bireyselden kollektife doğru bir vizyon taşımaktadırlar.
Pygmalion'u müzikal yapmak için kendisinden izin isteyen Alan Jay Lerner'e şu karşılığı vermişti. "Ne gerek var? Sözcüklerimin müziği size yeterli gelmiyor mu?" "My Fair Lady" ancak yazarın ölümünden sonra, mirasçılarının izniyle sahne ışıklarına kavuşabildi.
2020
Bölümü'nde yer alır. Şehir, Balıkesir iline bağlı Sındırgı ilçesi sınırları içinde 7 mahalleden oluşmaktadır. Kuzeyinde Bigadiç, kuzeybatıda Altıeylül, kuzeydoğuda Dursunbey ve doğuda Kütahya'nın Simav ilçeleri ile komşudur. Güneyde ise Manisa'nın Demirci, Gördes, Akhisar ve Kırkağaç ilçeleri ile çevrilidir. Sındırgı şehri çevresinde 15. yüzyıldan itibaren irili ufaklı yerleşmeler görülmektedir. 1800'lü yıllara kadar ise Sındırgı küçük kırsal bir yerleşmeydi. 1913 yılında ilçe merkezi olan Sındırgı, merkezden çevreye ışınsal uzanan ana caddeleri, üç cami etrafında gelişmesi, konutların şehir içindeki dağılışı ile karakteristik bir Türk-İslam şehri formundadır. Ayrıca cadde ve sokakların araçtan çok yayaların ulaşımına uygun olması, bahçeli veya avlulu evlerin varlığı bu fikri güçlendirmiştir. Sındırgı Ovası üzerinde şehir için yakın çevresinde gerçekleştirilen tarım ve hayvancılık faaliyetleri her zaman önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Ancak çalışan nüfusun sektörel dağılımı incelendiğinde son dönemdeki şehirleşme hareketlerine bağlı olarak hizmet sektörünün öne çıktığı görülmektedir. Üretilen hammaddeleri mamul maddeye dönüştürecek tesis sayısının azlığı sanayi sektörünün geri planda kalmasına, hizmet sektörü ve ticari faaliyetlerin ön plana çıkmasına neden olmuştur. Şehir köyleri ile birlikte tüm ilçenin ticaret merkezidir. Tarım ve hayvancılık, çalışan nüfusun ekonomik faaliyet kollarına dağılımında hizmet sektöründen sonra en önemli ekonomik kaynaktır. Besi ve kümes hayvancılığına verilen doğrudan gelir desteklerinin artması tarım ile birlikte hayvancılığın da önem kazanmasını sağlamıştır. Şehrin büyüme yönü kuzeydoğuda Yağcıbedir Mahallesi ve güneybatıda Kocakonak Mahallesi'dir. Yağcıbedir Mahallesi, kuzey ve kuzeydoğu yönlerine doğru alanını genişletmektedir. Bu nedenle şehir Kocakonak Mahallesi güneybatısında bulunan Mandıra Mahallesi'ne doğru saçaklanmaktadır. Şehrin kuzeydoğu ve güneybatı yönlerine doğru alanını genişletmesinde yerel yönetimlerin aldığı tarım alanlarının imara açılmamasına ilişkin karar etkili olmuştur.
Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, 2012
Özet: Edebî türler arasında biçimsel, dilsel ve tematik açılardan birbirine en yakın olanlar öykü ve şiirdir. Özellikle modernleşme sürecinde bu iki tür birbirinin sınırlarını daha fazla zorlama-ya başlamıştır. Modern Türk edebiyatında, özellikle 1940'larda, öykü ve şiir bağlamındaki ya-pısal geçişler en canlı şekilde Orhan Veli'nin şiirlerinde ve Sait Faik'in öykülerinde görülmek-tedir. Orhan Veli'nin şiirlerinde tahkiyenin temel unsurları olan olay örgüsü, kişi, yer ve zaman dikkati çekecek kadar belirgindir. Sait Faik'in öykülerinde ise, şiirin ögeleri sayılabilecek 'ân'ın tasviri, ses sistemi ve imgesel sis-tem görülebilecek düzeydedir. Sait Faik'in öyküsünde bir tahkiyeden çok bireyin bir 'ân'ının de-rinleştiği görülür; anlatım simgesel ve imgesel bir düzeye yükselir. "Dülger Balığının Ölümü" adlı öyküde olay örgüsü yok gibidir; alegorik çağrışımları da olacak şekilde, dülger balığının ölüm ânı derinleştirilir. Sait Faik'in öyküleri ve Orhan Veli'nin şiirleri üzerinde yapılan bu türlerarası çalışmada, iki türün bir-birlerinin imkânlarını kullandıkları; esasen bu yolla da iki türü birbirine yaklaştırdıkları görülmek-tedir. Bu da, türlerin imkânlarının gelişmesi açısından, önemli bir yenilik olarak kaydedilebilir. Anahtar Kelimeler: Şiirde öykü, öyküde şiir, Sait Faik, Orhan Veli. POETRY IN THE STORY, STORY IN THE POETRY Abstract: Story and poem are the closest genres in terms of formal, linguistic and thematic among the literary genres. Specially during the modernization period, these two genres began to force the borders of one another much more. In Modern Turkish Literature, especially in 1940s, the structural transitions in story and poem are clearly seen in Orhan Veli's poems and Sait Faik's stories. Plot, character, place and time which are the basic elements of narration in Orhan Veli's poems, are remarkably clear. In Sait Faik's stories, depiction of the moment, sound system and imaginary system regarded as the elements of poem can be seen easily. In Sait Faik's story, deepening of a moment of a person is seen more than a narration; narration rises to the symbolic and imaginary level. In the story "Dülger Balığının Ölümü", there isn't almost a plot; the death moment of the fish is deepened allegorically. In this intergenres study which is about Sait Faik's stories and Orhan Veli's poems, is seen that the two genres use each other's means, in fact, by this way they approach each other. This can be registered as an important innovation in terms of the development of possibilities of the genres. Keywords: Story in the poetry, poetry in the story, Sait Faik, Orhan Veli. Y e n i T ü r k E d e b i y a t ı A r a ş t ı r m a l a r ı , y. 4 , S. 8 , T e m m u z-A r a l ı k 2 0 1 2 , s. 1 4 5-1 5 7 145 * Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Doktora Öğrencisi.
SERDARABAD’IN SERENCAMI: BİR NEHİR İKİ ÜLKE (1927-1953), 2023
Türk halk edebiyatı araştırmalarını en çok meşgul eden, zaman zaman çok farklı görüşlerin ortaya konulmasına neden olan problemlerin başında halk şiirinde "tür" ve "şekil" den ne anlaşılması gerektiği ve şiirlerin tür ve şekil adına bağlı olarak nasıl adlandırılacağı konusu gelmiştir. Türk halk edebiyatı şiirinde yıllardan beri "tür" ve "şekil" konusunda çeşitli tartışmalar yapılmış ve halada bir sonuca varılamamıştır. Halk edebiyatı şiirinin ortaya koyduğu ürünlerin ezgi, konu veya şekil bakımından çeşitlilik göstermesi konuyu karmaşık hale getirmiş, bu alanda uzmanlar bu şekillere isim vermekte veya onları belli bir gruba sokmakta zorlanmışlardır. Bu çalışmamızda Türk Halk Edebiyatı şiirinde "tür" ve "şekil" konusunu ele alıp incelemeye çalışacağız. Bu çalışmamızda Anonim halk Şiirinde tür ve şekil, Aşık şiirinde tür ve şekil ve Tekke şiirinde tür ve şekil olmak üzere üç ana başlık altında değinmeye çalıcağız.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.