Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2018, Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD) Eurasian Journal of Researches in Social and Economics (EJRSE) ISSN:2148-9963
ÖZET Tanrı, ruh gibi tabiatüstü kavramlar birçok alanın araştırma konusu olmasına karşın felsefe tarihinde bu kavramlar genellikler metafizik düşünce kapsamında tartışılmıştır. Bilimsel düşüncenin önem kazanmasıyla birlikte somut, deney ve gözleme tâbi olan şeyler pozitif bilimlerin çalışma alanı olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Buna karşın Heidegger, metafizik ve fizik için yapılan bu ayrıma farklı bir bakış açısı getirmektedir. Heidegger'e göre aslında bütün bir batı felsefe geleneği metafiziktir. Ona göre bu metafizik gelenek ilk defa Platon ve Aristoteles'in felsefeleri ile filizlenmeye başlamıştır. Dahası, Heidegger'e göre Descartes'in özneyi öne çıkaran projesi ile metafizik düşünce farklı bir boyut kazanmış ve modern teknoloji ile birlikte metafizik düşünce zirveye ulaşmıştır. Peki, modern teknoloji nasıl olup da metafiziğin " dünyevi resmi " olarak karşımıza çıkmaktadır? Heidegger'e göre metafizik düşünce felsefe tarihinde Varlık yerine varolanın sorgulanması ile gerçekleşmiştir. Burada Varlık, Heidegger'e göre ontolojinin ve felsefenin asli meselesi iken, varolan hep başka bir varlık ile açıklanmaya çalışılmış, böylece varlığın üstü örtülmüştür. Descartes felsefesi ile düşünen ben, özne olarak ortaya çıkmaya başlamış ve nesneyi karşısına konumlandırmıştır. Öznenin, dünyayı karşısına almasıyla beraber yeniçağda dünya, öznenin gözünde adeta bir resme dönüşmüştür. Modern teknoloji de bu özne merkezli düşünmenin bir sonucu olarak metafiziğin dünyevi resmi olmaya başlamıştır. Bu çalışmada, metafiziğe felsefe tarihinden farklı bir bakış açısı getiren Heidegger'in modern teknoloji ile birlikte metafiziğin nasıl dünyevileştiği ve bu süreçteki modern öznenin nasıl bir role sahip olduğu irdelenecektir.
Açık Radyo , 2023
Mars’a yerleşme planlarının yapıldığı bu yıllarda hâlâ mitolojiye gerek var mı?
ÖZET Bu çalışmada Ş. Teoman Duralı'nın makale ve kitaplarından hareket edilerek metafizik-felsefe-bilim sorunu anlaşılmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır. Öncelikle metafizik kavramının ne olduğu ele alınmış, Platon'un metafizik-felsefe-bilim geleneğinin oluşmasında katkılarına değinilmiş sonrasında felsefe-bilimin sistemli hale gelmesini sağlamış olan Aristoteles'in, Kant ve Hume'un felsefe-bilim anlayışına, yer verilmiştir. Duralı'nın akıl-bilgi-iman bağlamında bilgelikten/hikmetten koparmadığı bilim ve vahiyle ilişkilendirdiği ahlak ve sanat tanımlamalarına yer verilmiştir. Düşünürün spekülativ ve spekülativ olmayan felsefe ayrımına değinilerek felsefe-bilimin önemli kavramları olan " seçmecilik (eklektism), bağdaştırmacılık (syncretism), birleştirim/sentez, disiplinler arası araştırma ve sistem " açıklanmıştır. Ontoloji, transsendental mantık, ahlak-estetik'den oluşan-üç metafizik alan-numenoloji ve daha sonrasında transsendental ve transsendent ayrımına değinilmiştir. Felsefe-bilimin inşasında iki önemli kurucu unsur olarak ele aldığı teemmül ve tefekkür kavramlarının açıklamaları yapıldıktan sonra felsefe-bilim-sanat bağlamından hareketle bilge ve filozof-bilim adamının niteliklerine ve farklılıklarına değinilmiştir. Kısaca bu çalışma bilge-düşünürün birbirinden kopmayan metafizik-felsefe-bilim-ahlak-sanat anlayışının kök paradigmalarını anlamaya yönelik bir teşebbüstür. ABSTRACT In this research, moving out from books and articles of Ş. Teoman Duralı, wise thinker, which is an attempt to interpret paradigmatic roots of metaphysics-philosophy-science-ethics-art of him which are closely related, it is tried to be understood and explained metaphysics-philosophy-science problem. Firstly it is mentioned that what is the concept of metaphysics and contributions of Platon`s to be formed metaphysics-philosophy-science tradition; after that given philosophy-science conception of Aristotle, who provided philosophy-science to become systematic, Kant and Hume. It is mentioned Duralìs definitions of ethics and arts which are not broke off from wisdom in the context of reason-knowledge-faith and linked to science and revelation. By mentioning thinker`s distinction of speculative and non-speculative philosophy, important concepts of philosophy-science which are eclecticism, syncretism, synthesis, interdisciplinary research and system. Ontology, transcendental logic, ethics-art-three metaphysics field-noumenology and after that distinction of transcendental and transcendant mentioned. After explaining deliberation and contemplation which are two constituent for philosophy-science, starting from philosophy-science-art context, wise and philosopher-scientist`s qualities and diversities are mentioned.
Kabulünün 101. Yılında İstiklâl Marşı ve Milli Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy Uluslararası Sempozyumu, 2022
METAFİZİĞİN MANTIKSAL KÖKENLERİ: NASÎRÜDDÎN TÛSÎ’NİN NEFSÜ’L-EMR ANLAYIŞINA GİRİŞ, 2021
Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, 2017
Öz Tanzimat'tan bugüne Türk şiirinin tarihi dönemlerine bakıldığında her dönemin kendi içinde çeşitli arayışlara, yeniliklere açık olduğu, yeni anlatım yolları/teknikleri keşfetme yolunda ciddi mesai harcadığı görülür. Bunun doğal sonucu olarak da birbirinden oldukça farklı-bazen de karşıt-teknikler ortaya çıkmış; duyguların, düşüncelerin ve olayların aktarılmasında dilin ve anlatımın olanakları geliştirilmiştir. Tekniklerin tarihi seyir içerisindeki ağırlıklarına bakıldığında Türk şiirinin ana damarının imge merkezli şiirde yoğunlaştığı söylenebilir; buna rağmen " anlatımcı teknik " de yadsınamayacak bir yoğunlukta kullanılmış, bu teknikte anlatmaya dayalı türlerin unsurlarından (olay, anlatıcı, zaman, mekân, çatışma vd.) yararlanılmıştır. Bu makalenin amacı bu gerçeklikten hareketle anlatımcı tekniğin imkânlarını sorgulamak, tekniğin farklı şairler tarafından kullanılış biçimini ortaya koymaktır. Seçilen örneklerin amaca hizmet etmesi için Cumhuriyet'ten bugüne her dönemi temsil gücü olan şiirler üzerinde durulmuştur. Bu şiirlerin çoğu zaman bir olay örgüsü ile anlatıcı sese sahip olduğu görülmüştür. Anlatımcı teknikle üretilen şiirlerde olaylar aktarılırken düzyazının mantıki cümle yapısından uzak durulmuş, çağrışım yüklü dizelerle çoğu kez şiirsel unsurlar öncelenmiştir. Gözlemci, ilahi ya da kahraman anlatıcıların ve bakış açılarının tercih edildiği bu şiirlerde; dil, cümle kuruluşu, yer yer özgün imgemlere ve ifadelere yer veriliş, çağrışım ve somutlamaya dayalı dolaylı aktarım ile olayların sunuluş tarzı anlatımcı şiiri diğer türlerden kesin çizgilerle ayırmıştır. Anahtar Kelimeler: Modern Türk Şiiri, anlatımcı teknik, olay, anlatıcı.
History Studies, 2023
This article deals with the historical value of the work called History of Rhodes, written by Ziver Bey, a 19th-century intellectual. Ziver Bey was an educated civil servant who was born and raised in Lesbos. After his education at Mekteb-i Sultani, he was appointed to Rhodes Island as the high school director. In the records of his life, he appears as a talented young civil servant interested in history and literature and knows both Western and Eastern languages. In a short time, he became the education director of Rhodes, the crowded and strategic center of the Cezayir-i Bahr-i Sefid Province. In Rhodes, he encountered a rich social environment where his interest in history and literature could turn into intellectual production. Because in this period, especially Rhodes and the Aegean Islands had become a place where intellectuals with ideas that could be considered objectionable to the palace were exiled. These people, who were exiled for political reasons, closely followed the developments in the world, especially the intellectual developments in the West. They brought intellectual vitality to Rhodes with their views that went beyond the dominant political perception. The intellectual production of Ziver Bey as a civil servant was appreciated and encouraged by his supervisors. The support of Akif Pasha, the Governor of Cezayir-i Bahr-i Sefid, and Abidin Pasha, his successor, as well as the rich intellectual environment where he lived, prompted him to write. Thanks to the history he wrote, Ziver was rewarded with medals and promotions at the initiative of his administrative superiors. In this study, Ziver Bey and his work are discussed in the context of the History of Rhodes period and the conditions in which it was written. Thus, a 19th-century intellectual's reason for writing a work, the basic tendencies of historiography practice, and the place of this work called History of Rhodes in Turkish historiography are revealed. In addition, the factors that are effective in the development of historiography are also discussed in the context of the book. At the end of the 19th century, some Ottoman historiographers closely followed the developments in the West in historiography. In this respect, following Western historians and their publications and reading these aspects in their language has been accepted as an essential competence in Turkish historiography. This situation is also observed in the History of Rhodes written by Ziver Bey. He compiled French sources to describe the period of the Knight's rule in Rhodes. In this respect, Ziver Bey seems to have caught the modern historiography understanding of his age. The end of the 19th century represents a period in which historiography became a discipline. Regarding the steps taken in this direction, Leopold von Ranke's effort to bring a scientific character to history in Germany also found an echo in Turkish historiography. Significantly, the use of archive documents in the researches written for the Tarih-i Osmanlı Encümeni Mecmuası reveals this effect. Ziver Bey wrote his work just before this important step was taken in Turkish historiography. He considered it sufficient to only benefit from the histories written in Western languages as a requirement of his age. But this was not important enough in developing history as a discipline. What could Ziver Bey have brought to history methodologically? As a literary writer rather than a historian, he could have fed on the fictional richness of literature. However, in his age, historians were given little freedom in telling the truths of the past. History was perceived not as a viewpoint of the past but as the narrative of the past itself. Ziver Bey, who is only one of the literary writers in the Ottoman historiography tradition, also imprisoned himself in the mediocrity of chronological narration. The topics summarized up to this stage explain the place of the History of Rhodes in its age. But the value of this book lies in the subject it deals with. The History of Rhodes describes a period in which sufficient research has still not been conducted regarding Turkish historiography. Ziver Bey, who wrote his book in the place where he lived and dealt with, left a narrative with exciting details about the city of Rhodes. He shares information about the complex fortifications from the Knights' reign in Rhodes. With this aspect, his book is still considered valuable for today's historians. It is still used in modern studies. Moreover, it has been translated into Latin letters with two different approaches. Ziver Bey found the inspiration he needed to write his book in Rhodes and the people of Rhodes. Undoubtedly, Ziver Bey's inspiration was influential in the fact that some of the details he conveyed are still considered valuable today.
TÜRKİYE'DE SANAT DERGİSİ, 2004
Marshall Berman “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” adlı kitabında modernizmin ve modern olmanın karakterini ve aynı zamanda paradoksunu açıklamaya çalışırken, Goethe’nin Faust yorumuna başvurur. Modern kültürde Faust önemli bir figürdür ve onun hikayesi modern dille edebiyatta, operada, tiyatroda yüzlerce kez yorumlanmıştır.
Öz: Modern bilimin kuruluş sürecinde, Grek menşeli atomcu felsefenin bir etkisinin olup-olmadığı ya da olduysa hangi bakımlardan olduğu bir tartışma konusudur. Söz gelimi E. Burtt, A. Koyré ve T. Kuhn gibi bilim filozofları, modern bilimin kuruluşunda atomcu felsefenin, bariz bir etkisinin olmadığını ileri sürerlerken, A. Chalmers ve D.C. Lindberg gibi düşünürler ise belirli bir düzeyde etkisinin olduğunu iddia etmişlerdir. Bu çalışmanın amacı, modern bilimin oluşum sürecinde Grek menşeli atomcu öğretinin ne türden bir etki ve öneme sahip olduğunu araştırmaktır. Bu maksatla öncelikle Grek menşeli atomcu öğretinin temel görüş ve tezleri, kısaca ortaya konulmuş daha sonra bu görüşlerin tarihsel süreç içerisindeki seyri betimlenmiş ve nihayetinde bu öğretinin modern dönemde özellikle de P. Gassendi, R. Boyle ve I. Newton gibi düşünürler üzerinde ne türden bir etkisinin olduğu ortaya konulmuştur. Nihayetinde modern bilimi nihai formuna ulaştıran düşünürün I. Newton olduğu kabul edildiğinde, Epikuros üzerinden alınan atomcu öğretinin, Newtoncu bilim tasarımını oldukça şekillendirdiği söylenebilir.
Zorba mutsuzdur. Haksızlık ve kötülük mutluluk getirmez. Platon'un, Devlet diyaloğunun II. Kitabında yer alan ve Gyges Söylencesi'nin temel savı olarak bilinen bu sözü binlerce yıl sonrasında insanlığın durumu için ne söylemektedir? Burada, zorba'nın mutsuzluğu, doğal düzenden kopuşa işaret eder. Ruhtaki birliğin ve bütünlüğün parçalanmışlığıdır. Diğer yandan, mutluluğa bir tanım getirecek olursak, eudaimonia olarak mutluluk, doğanın kendine özgü düzenini ve şeylerin doğasını anlamaktır. Bu düzen, çıkarlar, koşullar, bireysel varoluşu kendi üzerine kapatan ve bencilleştiren her tür eğilim ve yönelimden uzaktır. Mutluluk, bir bütün olabilmek ve hakikatin doğasına ait olabilmek için bizi doğanın kendine özgü görkemli düzeninden uzaklaştıran her şeyden geriye çekilmektir. Modern çağda, modern kent yaşamı içerisinde zorba, tek bir kişinin adı olmadığı gibi, bir iktidar ya da yönetim biçiminin adı da olamaz. Zorba her yerde ve her şeyde hüküm sürmektedir. Ama en önemlisi de uzun yıllardır insanı tek temel ve üstün değer olarak gören tavır ve düşünme biçimindedir. Bu nedenle, hümanizm, batılı ussal hesaplayıcı düşünme, teknoloji, her tür ideoloji, devlet, yasa, kapitalizm zorbanın yeryüzündeki tarihsel uzantılarıdır. Peki, modern teknoloji çağında doruğuna ulaşan bu zorbalık tarihinin kökeni nedir? Eğer tüm süreç, başından ulaştığı sona değin insanın soyut, metafizik ve nesnel bir özne olarak merkeze alınmasında noktalanmakta ise o halde, öncelikle insan varoluşunun kökenine ve onun yeryüzü, doğa ya da onu kuşatan çevre ile nasıl ilişkilendiğine bakılmalıdır. Bu, oldukça eski bir öyküdür. Ancak izleri hala varlığını korumaktadır. Platon'un Protagoras diyalogunda derinlikli olarak yorumlanan bu söylence bize insan varoluşunun yeryüzündeki yeri ve anlamını göstereceği gibi, aynı zamanda, onun yeryüzü için kaçınılmaz bir tehlike olduğunu açımlamaktadır. Peki, tehlike nedir? Aesychlus'un çarpıcı tragedyasında, Prometheus'un ızdırabı tehlikenin anlaşılması için yol gösterici olacaktır. Prometheus'un acısı, onun bitmek bilmeyen ızdırabı bugün modern teknoloji olarak varlığını duyuran ızdırap, acı ve zorbalığın kaynağını gösterir. İnsan olmak, günümüz şartlarında, hala bu acı ya da ızdırabın nasıl dindirileceğini çözme çabasıdır. Bu, ayrıca, modern çağın tüm mutsuzluk ve sıkıntı söyleminin de kökenidir. Bu kökenini * Yrd. Doç.Dr. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü 71 derinlikli olarak anlayabilmek için, Prometheus'a ve onun insanlığa armağan ettiği yenilikler ya da icatların ardından kendi ızdırabı ile nasıl baş edeceğini bilememesi ve çektiği sıkıntının nedenine yönelmeli ve onun, günümüzde izlerini koruyan öyküsünü, içinde bulunduğumuz çevre krizi ile ilişkisinde değerlendirmeliyiz. Peki, o zaman şöyle başlayalım: Prometheus insana "ne" armağan etmiştir ve bu armağan, insan varoluşunda hangi nitelikle örtüşür? İnsana armağan edilen, güneş alan binalar inşa etmenin bilgisinden, yıldızların konumunu anlamaya, sayılarla hesap yapmaya ya da harflerle yazı yazmaya kadar her şeyin bilgisini kuşatan bir "bilgi"dir. Antik Yunan düşüncesi için bu bilgi tekne'dir. İnsanı kutsallaştıran ve doğal düzende ayrıcalıklı bir yere oturtan hastalıklara çare bulmaktan yerin altından maden çıkarmaya değin tüm yetileri tekne'dir. Kısacası, insana özgü her sanat (tekne), Prometheus'un armağanıdır. Peki, eğer durum bu denli utkulu bir biçime sahipse o halde, Prometheus neyin ızdırabı içindedir. Aeschylus onun acısını oldukça çarpıcı bir biçimde betimlemekle birlikte, bu acının kaynağı hakkında pek de bir şey anlatmaz. Prometheus, bilindiği gibi, Tanrı Zeus'a başkaldırır. Çünkü Zeus, insan türünün büyük bir hata olduğunu düşünmektedir ve onu başka bir türle değiştirmeye karar vermiştir. Öykünün bu düz anlatımının yanı sıra ve ayrıca, bizim için burada büyük bir değer taşıyan çok daha derinlikli anlatımına Platon'un Protagoras diyaloğunda rastlamaktayız. Burada, Protagoras'ın bu eski söylenceyi derinlikli olarak açımlaması ilgi çekicidir. Protagoras, öyküyü şöyle anlatır: Tanrılar ölümlüleri yarattıktan sonra Prometheus ve kardeşi Epimetheus'a her bir ölümlü yaratığa en iyi biçimde yaşaması için gerekli olan donanımı vermekle görevlendirir. Prometheus düşünce öncesini, Epimetheus ise düşünce ardını temsil eder. Epimetheus, Prometheus'u bu görevi kendi başına yapabileceğine ikna eder ve görevini tamamladıktan sonra da kendisini sınamaya çağırır. Epimetheus, kimi hayvanlara hızlı koşmayı, kimilerine uçabilmeyi, kimilerine ağaçtan, kimilerine köklerden beslenmeyi, dolayısıyla her birine kendi yaşamını sürdürmek için gerekli yetileri verir. Ancak insana sıra geldiğinde Epimetheus bunun ne olacağını düşünebilecek kadar zeki ve bilge olmadığı için onunla ne yapacağını bilemez ve Prometheus'tan yardım ister. Prometheus, insana bakar ve onun ne derece çıplak, savunmasız, silahsız, fiziksel güçten yoksun bir yaratık olduğunu düşünür. Bunun üzerine ona en yakışacak şeyin gün ışığı gibi yeryüzünü aydınlatacak ve daimi bir şey olması gerektiğine karar verir. Hephaestus ve Athena'dan sanatların bilgeliğini ateşle birlikte çalar ve onu insana armağan etmek için muhafaza eder. 72 İnsan, böylece, gündelik yaşamın bilgeliğiyle tanışmakla birlikte politike tekne'ye (yurttaşlık ve sitenin bir parçası olmanın bilgeliği ki Antik Yunan için bu en değerlidir) sahip değildir. Çünkü o hala Zeus'tadır. Prometheus tam da bu nedenle ızdırap çekmektedir. Bir yandan insana en iyi biçimde yaşaması için gerekli olanı vermiştir. Diğer yandan bunun önemli bir kısmını Zeus'ta bırakmıştır. Politike tekne olmadan insan hem kendisi hem diğer yaratıklar hem de yeryüzü için bir tehlikedir. Bu, bugün adına çevre krizi denilen kaçınılmaz durumun kökeni olan bir tehlikedir. Teknolojik baskı, düzen ya da kontrol, yurttaşlık ve şehrin bilgeliği olmaksızın hastalık saçar. Bir arada yaşamanın erdemi ve bilgeliğine yani ethos'una uzak düştüğünde teknoloji en büyük tehlikedir. Zeus, tüm insan türünü tamamen ortadan kaldırmaya hazırlanmışken Prometheus bize hala çözemediğimiz bir soru bırakmıştır: İnsanlığın öyküsü. Bu nedenle, kendini bir kayaya zincirleyerek kartalın her gün ciğerinden bir parça almasına ve ziyafet çekmesine izin verir. Bunu gören Zeus onun acısına son verebilnek için insana politike tekne'yi vermek üzere Hermes'i yollar. Hermes, insanlar arasındaki saygı, hak ve adaletin sanatını yeryüzüne getirmiştir Böylece şehirler kurulur ve düzenlenir, insanlar birbirine dostluk ile bağlanır. Ancak bu konuda da hala bazı güçlükler vardır. Hermes, Zeus'a politike tekne'yi tüm insanlara eşit olarak mı yoksa diğer sanatlarda olduğu gibi bu sanatın ilgili olduğu kişilere mi vereceğini sorar. Yanıt, hepsine aynı oranda dağıtması gerektiğidir. Eğer yalnızca bazıları ya da belli bir sınıf bu sanata sahip olur ve diğerleri olmazsa bu durumda site olarak şehir ya da yurttaş olmak başarılamaz. Şehirler düzenlenemez ve biçimlendirilemez. Yurttaşlık erdemi ve politika sanatı herkes içindir. Ancak diğer yandan erdem tek bir şey değildir. Bilgelik, ölçülülük, cesaret, adalet, dindarlık gibi pek çok biçimi vardır. Sokrates, bu erdemlerin yalnızca onlara sahip olabilene ait olduğunu, eşit dağıtılmadığını savunur. Bazısı cesurdur; bilge değildir. Bazısı dindardır ama adil değildir. Eğer Protagoras, yurttaşlık sanatını herkes için görmekte ise onu öğretebilir demektir ve dolayısıyla da onun bilgisine sahip demektir. Ancak, her daim olduğu gibi, Protagoras da Sokrates'in itirazları karşısında dayanamaz ve bu sanatı tanımlayamaz. Peki, hiç umut yok mudur? Politik bilgelik olamaz mı? Yurttaşlık sanatını açıklamak ya da öğretmek olanaksız mıdır? Bunlar oldukça güç ve derinlikli sorulardır. Çevre krizi, çevrebiliminin tam da bu etik ve politik değerlerle ilintilendirilme çabasını anlatır. Modern dünyadaki yanlış, eksik ya da yıkıcı yaklaşımları çözümler. Ancak diğer yandan tüm bu sorunların ve sıkıntıların modern dünya ile sınırlanması da olanaksızdır. İnsan varoluşu ve onu kuşatan çevre ya da doğa arasındaki ilişki ve bu ilişkinin nasıllığı sorunu yeryüzü tarihinin en eski açmazıdır. Protagoras'ın "insan her şeyin ölçüsüdür" sözü daha en başından POSSEIBLE DÜŞÜNME DERGİSİ / JOURNAL OF THINKING SAYI: 3 ISSN: 2147-1622 73 bu konuda derin bir yanılgı olarak kendini açar. Çünkü değer yargıları insan bilincinde konumlandırıldığında onun dışındaki tüm canlı ya da cansız şeylerle ilgili doğrular, yanlışlar, yargılar, değerler de insan merkezci bir temele oturtulmuş olacaktır. O halde, ihtiyacımız olan değerler konusunda yeni bir düşünme yoludur. Ancak bu düşünme yolu artık yalnızca ve doğrudan değerlerle ilintili de olamaz. Bir arada ve her bir türün, cinsin, farklılığın kendi değerinde açığa çıkmasına izin veren ve temelinde saygıya dayalı bir düşünme biçimi ve dolayısıyla bir tavır olmalıdır. Peki, o halde, değer nedir? Değeri tanımlarken özellikle insan ve çevre ya da doğa ilişki bağlamında iki temel tanım yapmak olanaklıdır. Bunlar, araçsal değer ve özsel değer ya da öz-değeridir. Sorun insan-olmayan habitatın değersiz görülmesinin aksine öz değere sahip olarak görülmemesindedir. İnsan dışındaki tüm şeyler, canlı ya da cansız çevre yalnızca öz-değer yani insanın değeri için ve ona hizmet eden ya da onun işine yarayan bir şey olarak değerlidir. Bu nedenle de özünde yani kendi varlığında bir değer taşımayıp yalnızca bir araç olarak değerli görülür. Burada, aracın yöneldiği amacı belirleyen de her daim insan varoluşunun kendisidir. Kant ahlakı düşünüldüğünde bu tavrın etik açılımı net olarak görülmektedir. Kant ahlakı için, ahlaksal özne, ussal varlık ve usu amaç edinen varlık olarak yalnızca insandır. İnsan, kendi amacını kendinde taşır. Bu amaç, her bir ussal varlığın bir diğerini aynı gerekçeyle amaç edindiği bir amaçlar krallığında temellenir. Ancak söz konusu olan bu insan merkezci tutumun yalnızca bireylerin öz değeriyle aşılması olanaklı değildir. Daha bütünlükçü bir bakış gerekir. Bu bağlamda, Peter Singer ya da Tom Regan'ın hayvan hakları konusundaki çabaları oldukça...
ÖZET Post-analitik dönemde Quine, prensip olarak metafiziği felsefede kullanmayı reddetmiyor olmasına rağmen metafiziksel önermelerin çoğunu felsefeden elemiştir. Bu çalışma, ilk olarak, Quine'ın, metafiziğin bir kısmını felsefeden neden elediğini göstermeyi amaçlamaktadır. İkinci olarak, bazı metafiziksel cümleleri felsefeden elemenin ontolojik görecelik fikriyle olan bağlantısını göstermeyi amaçlamaktadır. Son olarak, Quine'ın, gönderimin belirsizliği sorununu ontolojik görecelik fikriyle nasıl çözüme kavuşturduğunu göstermek amaçlanmıştır. ABSTRACT Despite Quine, in principle, did not reject the use of metaphysics in philosophy in the post-analytical period, he eliminated most of the metaphysical sentences in philosophy. So, this study has three purposes: first, to show why Quine eliminated some metaphysical sentences from philosophy; second, to show the connection of the elimination with the notion of ontological relativity; and last, to show how Quine, solved the problem of indeterminacy of reference with the notion of ontological relativity.
Bir metin bir yönteme başvurulmaksızın anlaşılabilir mi? Divan şiirini anlamak için kullandığımız mevcut metin açma yöntemleri ne kadar işlevsel? Modern edebiyat kuramları ve eleştiri yöntemleri divan şiirini anlamamızda bize daha kapsamlı bir bakış açısı sunabilir mi? Bu sorular ve örnekler çerçevesinde oluşturulmuş bir çalışma.
TOPLUM, EKONOMİ VE YÖNETİM DERGİSİ, 2024
Globalist teorilerin bünyesinde bulunan Merkez-Çevre Teorileri uluslararası ilişkilerde çatışmayı açıklayan teoriler arasında öne çıkmaktadır. Teori kapsamında modern dünya sistemde bulunan aktörler arasındaki güç farklılıkları tarihi, ekonomik, siyasi ve askeri perspektifte incelenmiştir. Bu çalışmada modern uluslararası sistemdeki eşitsizlik Merkez-Çevre teorilerinin yanında globalist, pluralist, realist, neorealist, liberalist, neoliberalist, marxist, neo-marxist, bağımlılık teorileri ile Sosyal Darwinizm, yapısalcı ve KuzeyGüney ilişkilerini inceleyen yaklaşımlar ile kuvvetlendirilmiştir. Coğrafi keşifler, toprak reformları ve ticaret devrimleri sonucu biriken sermaye, Sanayi Devrimi’yle birlikte kullanılmış ve bu süreç Walt Whitman Rostow’un Kalkınma Modeli Teorisi ile analiz edilmiştir. Teori çerçevesinde olgu olarak ‘Malezya’ örneği ele alınarak irdelenmiştir.
ÖZET: Türkiye'de son 30 yılda manda populasyonunda gözlemlenen gerileme, manda yetiştiricilerinin entansif üretim şartlarına ayak uyduramamalarından kaynaklanmaktadır. Bu projede; ilk kez bir üniversite bünyesinde, hayvan refahı kriterleri gözetilerek kurulan modern mandacılık tesislerinin; Türkiye'deki manda yetiştiricilerine model olması ve sektöre yeni bir bakış açısı kazandırması amaçlanmıştır. Hayvan refahı standartlarına uygun, modern ve örnek tesisimizde; entansif manda yetiştiriciliğine yönelik gerekli teknik alt yapı sağlanmış olup, Anadolu mandalarının verim düzeylerini ve ürün çeşitliliğini artırmayı planlayan ve mandacılığın ülke ekonomisine katkısını yükseltmeyi hedefleyen araştırma ve geliştirme (AR-GE) çalışmaları ile manda yetiştiricilerine yönelik eğitim ve sertifikasyon programları düzenlenecek olup, bu faaliyetler ile ülkemizde manda yetiştiriciliğinin tekrar cazip hale getirilmesi ve sürdürülebilirliği sağlanmış olacaktır. ANAHTAR KELİMELER: Manda, modern manda barınağı, sürü idaresi, Afyonkarahisar A Modern Approach from Afyon Kocatepe University to Water Buffalo Management
GÜNÜMÜZ SANATÇISININ ANAMORFİK İLLÜZYONU, 2021
Perspektif kuralları ve matematiksel hesaplamaların kesişim noktası olarak nitelendirilebilen anamorfik uygulamaların bilinen en eski örneği Leonardo Da Vinci’nin notlarında ortaya çıkmıştır. Rönesans’tan günümüze kadar çeşitli sanat pratiklerinde karşımıza çıkan bu terim görüntünün eni ve boyu üzerinde farklı oranlarda büyütme yapılarak optik sistemler oluşturmak anlamına gelmektedir. Eserler ilk bakışta izleyicinin ilgisini çekmeyen ancak bütüne belirli bir açıdan bakıldığında fark edilen ve insan algısında ki yanıltıcı özellikleri ile yaratıcı yapıtlardır. Bu teknik günümüz sanatçısının algısında gelişerek ortaya çıkardığı eserleriyle zihnimizde merak uyandırmaktadır. Ayrıca günümüz sanatçısının sosyal medyayı aktif kullanımı eserlerinin geniş kitleye ulaşmasını sağlamaktadır. Anamorfik görüntü görsel algı ve anlam bakımından zengin eser üretmek isteyen sanatçıların ilham kaynağı olmaya devam edecektir. Nitel araştırma yöntemleri ile yapılan bu araştırma, günümüz sanatçısının farklı dinamiklerde çeşitli yöntem ve teknikler kullanarak izleyicinin algısı üzerinde yanılsama yaratan anamorfik eserlerini incelemeyi ve sanatçıları tanıtmayı amaçlamaktadır. The earliest known example of anamorphic applications, which can be described as the intersection point of perspective rules and mathematical calculations, appeared in the notes of Leonardo Da Vinci. This term, which has appeared in various art practices from the Renaissance to the present, means creating optical systems by magnifying the width and length of the image at different rates. The works are creative works that do not attract the attention of the audience at first glance, but are noticed when the whole is viewed from a certain angle, and with their misleading features in human perception. This technique arouses curiosity in our minds with the works created by developing in the perception of today's artist. In addition, the active use of social media by today's artists ensures that their works reach a wide audience. Anamorphic image will continue to be a source of inspiration for artists who want to produce works rich in visual perception and meaning. This research, which is carried out with qualitative research methods, aims to examine the anamorphic works of today's artists that create illusions on the perception of the audience by using various methods and techniques in different dynamics and to introduce the artists.
Özet Bu çalışmada öncelikle Aristoteles " in Poetika metnindeki tragedya tanımından yola çıkarak modern trajedinin tahlil unsurları tespit edilmiştir. Bu unsurlardan ilki, felsefe sahasında trajik olanın tanımından hareketle belirlenmiş olan olumlu değerlerin karşı karşıya kaldığı değer çatıĢmasıdır. Değer çatışmasına düşen karakterin tercihi neticesinde yüksek olumlu değerlerden birinin diğer değeri yok ederek varlığını devam ettirmesi, trajediyi mümkün kılar. İkinci unsur, olumlu değer taşıyıcısı olan trajik kahramandır. Çünkü trajik sona sürüklenebilecek kişinin değerlerle en azından ortalamanın üstünde bir ilişkiye ve olumlu karakter özelliklerine sahip olması gerekir. Üçüncü unsur ise estetik bir değer olarak yüce kavramıdır. Yüce kavramı bir tahlil unsuru olarak ele alınırken trajedinin değerlerle, dolayısıyla etikle olan ilişkisinin yanı sıra seyirci/okurda yaratması beklenen duygu esas alınmıştır. Tespit edilen bu üç unsur çerçevesinde Murathan Mungan " a ait Mezopotamya Üçlemesi " nde yer alan metinler tahlil edilmiş ve modern trajedi türünün tahlilinde yeni bir yaklaşım sunulmuştur. Abstract In this study, first analytical elements of modern tragedy have been identified through the definition of " tragedia " in Aristoteles " text of Poetika. The first of these elements is the clash of values that positive values which were determined 1 MEB, Öğretmen, Bartın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Doktora Öğrencisi, [email protected] 2 Alanya Alaaddin Keykubad Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen II. Uluslararası Sosyal Bilimler Sempozyumu'nda sunulmuştur.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.