Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Sosyoloji, temel olarak, geleneksel toplumdan modern sanayi toplumuna geçişte yaşanan toplumsal krizleri anlayabilmek, kavrayabilmek ve çözümleyebilmek amacıyla 19. yüzyılda ortaya çıktı. Temel kavramları, kuramları, ilgi alanları, soruları ve yöntemleri bu toplumsal ve tarihsel ortamda şekillendi. Bu yönüyle bakıldığında, sosyolojiyi modern sanayi toplumunun bilimi olarak nitelemek mümkündür.
10. "Sosyoloji insan etkileşimlerini ve toplumu bilimin sınırları içerisinde kalarak inceleyen bir bilimdir" tanımlamasından aşağıdakilerden hangisine ulaşılmaz? a. Sosyoloji olguları inceleyen bir bilimdir. b. Sosyoloji bir ideolojidir. c. Sosyoloji egemenli örüntüleri ve ilişkilerini inceleyen bir bilimdir. d. Sosyoloji pozitif bit bilimdir. e. Sosyoloji toplumu inceleyen bir bilimdir.
Sayfa 1 / 17 1. Ünite -Siyaset Sosyolojisinin Konusu, Gelişimi ve Metodu 1_ Genel olarak siyaset olgusunu ele alan modern sosyolojik araştırmaların ortaya çıkışı ne zaman olmuştur? İkinci Dünya Savaşından sonra olmuştur 2_ 1960'lar Seymour Martin Lipset'in Siyasal İnsan (Political Man) başlıklı kitabının yayınlanmasıyla ne olmuştur? Siyasetin Sosyolojisi disiplininin yükselişe geçmesinde dönüm noktası olmuştur. 3_ Lipset'in kitabı kaç ülkede yayınlandı? Yirmi ülkede yayınlanarak dünya çapında yankı bulmuş ve Sosyal Bilimler Atıf Endeksi tarafından bir "atıf klasiği" sayılmıştır. 4_ "Siyaset Sosyolojisi" dediğimizde, gelişim tarihine bakarak iki ayrı terim kullanacağız bunlar hangileridir "Klasik Siyaset Sosyolojisi" (veya bu ünitede kullanmayı tercih ettiğimiz şekliyle "Siyasetin Sosyolojisi") ve "Siyaset Sosyolojisi". 5_ Klasik anlamda Siyaset Sosyolojisi nedir? (Siyasetin Sosyolojisi), siyaset olgusunu sosyolojik paradigma aracılığıyla çözümler. Sosyolojik paradigma ise sosyolojik soru sormaya dayanır. Bu soru, her şeyden önce, insan eyleminin genel kabul gören ve resmen tanımlanmış olan amaçlarının arkasında yatanı bulma merakını içerir. 6_ Sosyolojik paradigma neyi odak alır? Esas itibariyle, sosyal yapıların, ilişkilerin dış yüzüne değil, bunun ardında yatan belirleyicilerine eğilmeyi odak alır. 7_ Sosyolojik problem nedir? özünde, sosyal etkileşimin nasıl ve ne şekillerde meydana geldiğine bakmakla ilgili bir durumdur 8_ Sosyolojik problem ne olarak nitelenebilir? Bu bağlamda, suç yerine kanun; boşanma yerine evlilik; ırk ayrımı yerine ırklara dayanan katrnanlaşma; ihtilal yerine hükümet sosyolojik problem olarak nitelenebilir 9_ Seymour Martin Lipset'in yukarıda andığımız Siyasal İnsan 'ıdır. Bu kitabında Lipset, siyaset olgusunun sosyal temellerini incelemiş; örneğin demokrasi ile ülkelerin eğitim, sanayileşme, şehirleşme düzeyi gibi sosyal değişkenler arasındaki bağınızı analiz etmiştir. 10_ Lipset'in Siyasetin Sosyolojisinin gelişiminde sağladığı dönüm noktası ne olmuş? daha sonra ortaya çıkacak yönelimlerin itici gücü olmuştur. 11_ Siyasetin Sosyolojisi olgun bir aşamada artık genel olarak siyaset-toplum, özel olarak da devlet-toplum ilişkisini inceleyen bir disiplin şeklinde yaygın kabul görmüş; 12_ Nitekim, özellikle 1950 ve 1970 arası dönemde siyasi gruplaşmaların toplumsal temelleri ve parti sistemleri (Seymour Martin Lipset ve Stein Rokkan), cemaat-iktidar yapıları (Lloyd Warner ve Steven Lukes); elitler (C. Wright Mills, Anthony Giddens, Tom Bottomore ve Wiiliam G.Domhoff) ve devrim ve toplumsal değişme üzerine tarihsel çalışmalar (Barrington Moore ve Theda Skocpol) gibi konularda, Siyasetin Sosyolojisine ilişkin çok önemli çalışmalar ortaya çıkmıştır. 13_ sosyal ve siyasal düşünce tarihinde toplum kavramlaştırmaları iki temel kategoriye ayrılır:
Toplumsal bölünmeler, sosyal eşitsizlik ve dezavantaj biçimleri üreten geniş kalıp ve süreçlere işaret etmektedir. Bu süreç ve oluşumlar ise, ekonomik olduğu kadar, bireylerin yaşam seyrine ve sağlık durumlarına bağlı olarak ortayla çıkan sosyal süreçlerle ilişkilidir (Bilton ve diğerleri, 2008: 68). Zenginlik ve yoksulluk, bu yönüyle toplumdaki temel sosyo-ekonomik bölünmelerden birine karşılık gelmektedir ve zenginliğin bölüşülmesindeki yaygın eşitsizlik toplumsal bölünmenin en önemli ve belki de en bariz biçimlerinden birini teşkil etmektedir(Bilton ve diğerleri, 2008: 70). Söz konusu eşitsiz bölünmelerin, toplumların içinde bulundukları tarihsel dönem ve bağlama ilişkin olarak belirleyici faktör ve ayırt edici sosyal kategorileri (yaş, cinsiyet, meslek, sınıf, etnisite, inanç ve ulus vb) farklılaşabilmektedir. Bununla birlikte endüstriyel toplumlarda tipik olarak sınıf temelli ve zengin-yoksul bölünmesine dayalı bir farklılaşmanın daha dikkat çekici olduğu görülmektedir. Literatürde, birçok sosyal kuramcının, yoksulluğu bir zenginlik biçimin yokluğu olarak değil, aksine zenginliği üreten ekonomik sistemin doğrudan bir sonucu olarak değerlendirme eğiliminde oldukları görülmektedir. Yoksulluk olgusu, sosyolojik açıdan; bireysel olduğu kadar toplumsal; konjönktürel ve tesadüfi olduğu kadar sistemsel-yapısal nitelikler taşıyan; çok boyutlu bir sosyal güvenlik ve insan hakları sorunu olarak dikkat çekmektedir. Çok boyutlu bir olgu olarak yoksulluk olgusunun kavramsallaştırılması ve ölçülebilir, gözlemlenebilir hale getirilmesi yönündeki çabalar, söz konusu sorun alanına tözsel olmaktan çok “ilişkisel” bir bakış açısı ile bakılmasını ve düşünümsel bir sosyo-etik tavır alışı gerekli kılıyor görünmektedir.
İnsan doğasının niteliği hakkında sorulan sorular insanlık tarihi kadar eskidir ve geçen bin yıllar boyunca birbirinden çok farklı alanlar tarafından cevaplandırılmaya çalışılmıştır. Çünkü bu tür bir bilgi insanın gündelik hayatını ve diğer insanları anlamasını kolaylaştırdığı gibi, varoluşsal açıklamalara kaynaklık etmekte ve ahlaki, politik ve toplumsal uygulamalara yön verme potansiyeli taşımaktadır. Psikoloji biliminin çıkış sorusu da benzerdir. Dolayısıyla psikoloji özünde insanın doğasını tanımlamaya ve açıklamaya dönük bir çaba olarak karşımıza çıkar. Daha ileriki bölümlerde, bu soruya cevap verirken kullanılan bilgi edinme yolları açısından psikolojinin diğer alanlardan nasıl farklılaştığını göreceğiz. Aynı zamanda psikoloji biliminin tarihsel gelişiminin incelenmesi, bu temel soruya cevap verirken bilimsel yöntemi kullanmanın neden gerekli olduğunu ortaya koyacaktır.
ÖZET Toplumun bilimi olan sosyoloji geçmişe bakan yönüyle tarihte yaşamış toplumları anlamamıza yararken aynı zamanda içinde yaşadığımız çağın toplumlarını anlamak ve açıklamak konusunda da sosyal bilimler arasında ilk sıraya yerleştirilebilir. Sosyolojiyi anlarken bu bilimin bir geçmişi ve bilimler tasnifinde bir yeri olduğu akılda tutulmalıdır. Sosyolojinin dilinden konuşabilmek elbette ki bir donanımın ve elde edilmesi gereken bir tecrübenin sonucudur. İlahiyat öğrenimi açısından sosyolojinin bir bilim olarak anlamı noktasında ilahiyatçılar arasında farklı değer yargılarına sahip kesimler bulunmaktardır. İlahiyat öğrenimi gören öğrencilerin felsefe din bilimleri ve bu bölümün alt disiplini olan sosyolojiye karşı olumlu tutumları yanında ilahiyat mezunu olan farklı branşlarda ki öğretim görevlilerinin olumsuz tutumları anlamlandırılmaya değer bir olgudur. Bu değerlendirmelerin kaynağı ile ilgili tartışmalar bu araştırmanın sınırlarını aşmaktadır. İlahiyat alanının ve ilahiyatçıların sosyoloji bilimini kullanma ve bu ilmi sahiplenme noktasında ki tutumları farklılık göstermekle birlikte sonuç olarak çekingen bir tavır içinde oldukları söylenebilir. Ayrıca bu tavrı tetikleyen, sosyal bilimlerin ilahiyattan izale edilmesi adına kurumsal bir takım adımlar atılmış olması dikkat çekicidir. Bu farklı bakış açılarının anlaşılması noktasında makalemiz sınırları dâhilinde küçük ama değerli olduğuna inandığımız bir adım atmak gayretinde olacağız.
GİRİŞ Günümüzde genel olarak iki bilgi teorisi ya da bunların uzantıları sosyal bilimlerdeki uygulamalara kaynaklık etmektedir. Toplumsal dünyanın, doğal dünyadan farklı olmadığını, bu nedenle de doğa bilim lerinde başarıyla uygulanan pozitivist açıklama biçiminin toplumsal bilimler için de uygun olduğunu savunan görüşlere karşılık, toplumsal dünyanın doğal bir gerçeklik gibi ele alınamayacağını savunanlar bu lunmaktadır. Doğa ve toplum bilimlerinin metodolojik birliğine ilişkin
EGE SOSYOLOJİ DERGİSİ, 2004
The introduction of sociology in Turkey took place during the last periods of the Ottoman Empire as an effect of the modernisation movements. Sociology was charged with the mission of saving the collapsing state, and as a result sociology was shaped along with the official ideology. This situation continued during the Republican Era and sociology carried the aim of dissemination and legitimation of the official ideology. For this reason, we can suggest that sociology is used as an apparatus to construct an identity for the society.
Sanayi sonrası dönüşümler birçok alanda olduğu gibi iletişim teknolojisinde de değişim yaratmaktadır. bu değişimin somut bir örneği olan İnternet, birey ve toplum hayatına çok hızlı bir şekilde girerek dönüşümü zorlamaktadır. Toplumsal gerçekliği anlama ve kavramaya çalışan sosyoloji disiplini doğal olarak bna ilgi dumaktadır.
Bu kitab›n bas›m, yay›m ve sat›fl haklar› Anadolu Üniversitesine aittir. "Uzaktan Ö¤retim" tekni¤ine uygun olarak haz›rlanan bu kitab›n bütün haklar› sakl›d›r. ‹lgili kurulufltan izin almadan kitab›n tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kay›t veya baflka flekillerde ço¤alt›lamaz, bas›lamaz ve da¤›t›lamaz.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi , 1943
SADRİ MAKSUDİ ARSAL Her şeyden önce hukuk kelimesinin ifade ettiği mânaları tespit etmeliyiz. Malûm olduğu veçhile, hukuk kelimesi birçok birbirinden farklı, fakat birbiriyle alâkalı mânalar ifade etmektedir: 1) Haklar, 2) Muayyen bir camianın içtimai hayatını tanzim eden mecburi kaideler, 3) Hukuk kaidelerini tatbik sahasında çalışanların mesleği (hâkim ve avukatlık mesleği), 4) Bir memlekette hâkim olan hukuk kavaidinin menşei, mahiyeti ve felsefi ve sosyolojik esasları üzerinde tetkiklerden ibaret ilim. Biz bu makalede hukuk kelimesini bu dördüncü mânada kullanacağız. Biz hukuk = ilimden bahsedeceğiz. Hukuk = kavait, hukuk = ilimden vuzuhla tefrik edilmelidir. Hem Avrupa'da hem memleketimizde hukukçu olmıyan münevverlerin hukuka karşı lâkaytlığının başlıca sebebi iki türlü hukuk arasındaki farkın tebarüz ettirilmemiş olması olduğu kanaatindeyiz. Her memlekette felsefe tarihi ile alâkadar olan doktorlara, musiki ile meşgul mühendislere, tabiî ilimlerle uğraşan edebiyatçılara tesadüf olunmaktadır. Fakat mesleği hukuk olmadığı halde hukukla alâkadar olan münevverlere nadiren tesadüf edilir. Halbuki, hukuk bir münevver insanı en çok alâkadar etmesi lâzım olan bir ilimdir. Çünkü hukuk beşerî camiaların içtimai hayati kavaididir. Hukuk ilmi bu kavaidin mantık, tarihî, iktisadi, sosyolojik ve felsefi esaslarını izah eden ilimdir. Memleketimizde münevverlerin hukuk ilmine karşı lâkaytlığının diğer birçok sebepleri de vardır: Memleketimizde İstanbul Hukuk Mektebi kurulduğu günden beri hukuk bir ilim telâkki olunmaktan ziyade, bir sanat, adliyecilik sanatı telâkki olunmuştur.
Gerçekte sanat, bir ucunda kişi, öbür ucunda toplumun yer aldığı karşı kutuplar arasında bir kıvılcım sıçramasına benzer.'' (H. Read, Sanat ve Toplum, s.4)
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.