Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
XIX. asrın önemli devlet adamlarından biri olan Ahmed Cevdet Paşa, aynı zamanda birçok alanda adından söz ettirmiş, devrinin en meşhur entelektüel şahsiyetlerinden biridir. Edebiyattan fıkıha, gramerden tefsire, mantıktan hukuka ve tarihe kadar birçok alanda kalem oynatan bu müstesna ilim adamının vücûda getirmiş olduğu Ma‘ruzât, Tezâkir, Târih-i Cevdet, Kısâs-ı Enbiyâ, Mecelle gibi birçok eser sahasında otoritelerce kabul edilmiş referanslar olarak günümüz ilim sahasındaki birçok araştırmacının istifadesine sunulmaktadır. Ahmed Cevdet Paşa’nın hayatını ele alacağımız bu çalışmanın ilk bölümünde genel hatları ile Lofçalı Ahmed Cevdet Paşa’nın biyografisine yer verilecek. İkinci bölümde “Tarihçi, Hukukçu, Şair ve Devlet Adamı Ahmed Cevdet Paşa” başlığı altında Paşanın entelektüel yönüne vurgu yapılıp üçüncü bölümde ise Paşanın ailesi ile arasında gerçekleşen mektuplaşmalara yer verilerek “Aile Babası Ahmed Cevdet Paşa” irdelenecektir. Sonuç kısmıyla birlikte Ahmed Cevdet Paşa hakkında genel bir değerlendirme yapılarak çalışmamız son bulacaktır. Anahtar Sözcükler: Ahmed Cevdet Paşa, Mektup, Lofça, Tarih, Şahsiyet, Osmanlı Devleti
Osmanlı’nın Dâhi Devlet Adamı Ahmed Cevdet Paşa, 2021
Ahmed Cevdet Paşa, birçok rolü uhdesinde barındıran ve Osmanlı Devleti’nin fırtınalı 19. yüzyıl tarihinde yaşamış en önemli devlet adamlarından birisidir. Kendisi yalnızca devlet adamı olmayıp ardında pek çok eser bırakan bir tarihçidir, eğitimcidir, edebiyatçıdır, hukukçudur. Bu yazıda onun bahsi geçen çok yönlülüğünü de dikkate alarak denize ve denizciliğe bakışı anlaşılmaya ve metinlerinde görünür kılındığı ölçüde yansıtılmaya çalışılmıştır. Bunu yaparken en önemli kaynaklar Ahmed Cevdet Paşa’nın kendi eserleri olan ve özellikle tanık olduğu olayları anlattığı dönemin sosyal ve hukuki zeminini ön plana çıkaran Tezâkir ve II. Abdülhamid’in emriyle yazdığı siyasi olayları içeren Ma‘rûzât olmuştur. Bahsi geçen metinler Tanzimat Dönemi’ne ışık tutan önemli eserler olup her biri denizcilik çerçevesinde dikkatle incelenerek Paşa’nın denizciliğe bakışı ortaya çıkarılmak istenmiştir. Ahmed Cevdet Paşa, tarihçi yönünün getirdiği araştırmacı ve analitik düşünce yapısıyla Osmanlı Devleti’nin son dönemlerini Avrupa devletleri örnekleriyle değerlendirirken denizcilik kurum ve teşkilatlarını da incelemiştir. Dolayısıyla bu çalışmada, Cevdet Paşa’nın dolaylı olarak denizciliğe ilişkin sahip olduğu fikirlere değinilmiş olup dönemin devlet-deniz ilişkisi onun gözlerinden yansıtılmıştır. Daha çok yaşadığı döneme ilişkin denizcilik fikirleri ortaya çıkarılmak istendiğinden, Tarih-i Cevdet isimli eserinde kaleme aldığı denizcilik tarihi konuları kısıtlı bir çerçeveden aktarılmıştır.
2024
Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, çoğaltılması yapılamaz. Yalnızca kaynak gösterilerek kullanılabilir.
TULLIS, 2021
Duygu OYLUBAŞ KATFAR * ÖZET 19. yüzyıl ve sonrasını şekillendiren, kadın yazarların öncüsü olan, Ahmet Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye Hanım, 'yazar kadın' algısı üzerine tartışmalara sebep olan biridir. Eğitim, evlilik, felsefe, çalışma hayatı, kültür ve medeniyet, din konularında makaleler ve romanlar yazmıştır. Fatma Aliye Hanım'ın düşünce dünyası ele alındığında Osmanlı kadınını kapalı toplumun dışına çıkararak bir kadının başaracağına inanılmayan uğraşlara uygulama alanı oluşturduğu görülmektedir. Makaleleri ile çağdaşı olan kadınlara yol göstermesi, yazma konusunda kadınları cesaretlendirmesi bakımından Osmanlı basın hayatında yer edinmiştir. Ahmet Mithat Efendi 'Fazıl ve Feylesof Kızım' dediği Fatma Aliye Hanım'ın tüm bu uğraşlarına katkı sağlamasıyla bilinir. Ancak o bir yandan da Fatma Aliye Hanım'a mektuplarında müdahale etmiştir. Bu mektuplar, Fatma Aliye Hanım'ın romanlarındaki karakter ve olay örgüsüne müdahalelerin yanı sıra onun şiir yazmasına ve felsefeyle ilgilenmekten menedilmesine neden olmuştur. Ahmet Mithat Efendi, mektuplarında 'feylesof', 'hakîm', 'hekîm' gibi sözcüklere açıklık getirerek kadınların felsefe ile uğraşmasının sakıncaları üzerinde durmaktadır. Fatma Aliye Hanım ise düşünen bireylerin sadece erkek cinsinden olmadığını ispat etmek ister. Ancak Ahmet Mithat Efendi'nin onu etkilemesi ile Fatma Aliye Hanım felsefe tarihi yazmaya yönelir. Fatma Aliye Hanım Batı ile Doğu filozoflarını değerlendirirken İslamiyet'i müdafaa etmektedir. Felsefenin erkek uğraşı olarak görülmesine karşılık, var olan kadın filozofları ortaya koyar. Fatma Aliye Hanım'ın bir Osmanlı kadını olarak bu birikime sahip olması, Batı'nın oryantalist düşünce biçimine gem vurmaktadır. Hem Osmanlılığın hem de İslamlığın yükselmesinde toplumun yarısını oluşturan kısım olarak üstlenilen görevler yerine getirilmiş olacaktır. Çalışmada Ahmet Mithat Efendi ve Fatma Aliye Hanım'ın felsefe konusundaki mektupları ile Fatma Aliye Hanım'ın felsefe ile ilgili eserlerindeki görüşleri karşılaştırılacaktır. Böylece felsefe tarihinde ve felsefe tarihi yazımındaki yeri sorgulanmış olacaktır.
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Halep, Anadolu ile Mezopotamya ve Akdeniz ile İran arasındaki yolların kesişim noktasındadır. İpek Yolu’nun kavşağında olması, kentin sosyo-ekonomik yönden gelişmesini etkileyen en önemli etmen olmuştur. Halep, M.Ö. 64 yılına gelindiğinde Roma İmparatorluğu'nun Suriye eyaletinin sınırları içine alınmış ve Bizans dönemi boyunca iktisadi açıdan çok önemli bir yere sahip olmuştur. Halep’in İslam hakimiyetine girişi ise M.S. 637'de olmuştur. Daha sonra sırasıyla Emevi ve Abbasilerin egemenlik sahası içinde yer almıştır. Kent, 1086 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlanmıştır. Artuklular, Eyyubiler ve Moğol hakimiyetinin ardından 1516 yılında kent Osmanlı yönetimine girmiştir. Halep, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli kentleri arasında yer almıştır. Halep’in bugünkü şeklini almasında İslam medeniyetlerinin, özellikle de Eyyubi ve Memluk medeniyetlerinin büyük katkısı vardır. Kentin surların dışına doğru gelişmesi 13. yüzyılda başlamıştır. Ancak günümüze kadar ayakta kalan mimari dokunun büyük çoğunluğu Osmanlı dönemine (1516-1918) aittir. Kentin tarihi önemi, zenginliği, geçmişini ve mimari dokusunu muhafaza etmiş olması sebebiyle “Eski Halep Kenti” 1986 yılında UNESCO tarafından, Dünya Kültür Mimari Listesi’ne alınmıştır. ABSTRACT The Old City of Aleppo is the historic city centre of Aleppo. Many districts of the ancient city remained essentially unchanged since its construction during the 12th to the 16th century. Being subjected to constant invasions and political instability, the inhabitants of the city were forced to build cell-like quarters and districts that were socially and economically independent. Each district was characterized by the religious and ethnic characteristics of its inhabitants. In 636 AD, Aleppo was conquered by the Arab Muslim troops. About 80 years later, during the rule of the Umayyad Caliph Sulaiman. In 1516, Aleppo became part of the Ottoman Empire. It was soon made the capital of its own province and emerged as a nexus of trade between the Orient and Europe. Characterized with its large mansions, narrow alleys, covered souqsand ancient caravanserais, the Ancient City of Aleppo became a UNESCO World Heritage Site in 1986.
Özet Klasik kültürümüzde destan ve savaş kahramanlarımız olduğu gibi, gönül kalelerini fethetmiş ve bizlere kalp vadisinde kılavuzluk yapmış olan aşk kahramanlarımız da vardır. Ferhad, Mecnun, Hüsrev, Cemşid, Hüma, Vamık, Ramin bunlardan meşhur olanlardır. Aşk meydanında, topu çevgenleriyle çalmışlar ve kimseye kaptırmamışlardır. Biz bu kahramanlar arasında bir aşk mühendisi olan Ferhad'ın, Osmanlı şiir varaklarına yansımış olan aşka bakış ve duyuş portresini klasik edebiyatımızın en bilinen şairlerinden; Şeyhî, Ahmed Paşa, Necatî Bey, Fuzulî, Bakî, Hayalî Bey, Nâbî, Nefî, Neşatî, Şeyhülislam Yahya, Nedim ve Şeyh Galib divânlarını incelemek suretiyle ortaya koymaya çalıştık. Bir suyolu mühendisi olan Ferhad'ın aşk sahasında da gerçek bir mühendis olduğunu gördük. Edebiyat tarihimiz boyunca divân şairlerimiz Ferhad'ın ağzından aşka dair sözler söylemiş ve nahif duygularını Ferhad vasıtasıyla dile getirmişlerdir. Seçilerek zikredilen beyitler bu duyguların birer şahididirler. ANAHTAR KELİMELER: OSMANLI ŞİİRİ, DİVÂN EDEBİYATI, AŞK, FERHAD Abstract Just as we have war heroes in our classical culture and legends who have conquered the fortress of our souls, there are amorous heroes whose love and passion has led us through the valley of our hearts. Of these heroes, Ferhad, Mecnun, Hüsrev, Cemşid, Hüma, Vamık and Ramin are among the famous ones. They have been the eternal winners in the field of love and have not lost their glory or place to any other opponent. Among these heroes we have chosen to focus on the love protagonist Ferhad, whose views and perspective of romance has been portrayed and documented in the poetry and classic works of the literary connoisseurs of Ottoman period such as Şeyhî, Ahmed Paşa, Necatî Bey, Fuzulî, Bakî, Hayalî Bey, Nâbî, Nefî, Neşatî, Şeyhülislam Yahya, Nedim and Şeyh Galib. We have tried to compile and put together these works for an analysis. Ferhad, who was known to be an expert in the canals and conduits, proved his expertise equally in the field of love. Throughout the history of literature, the council of our poets have voiced their romantic expressions through Ferhad's lips and have reflected their sensitive feelings and words through Ferhad. Each of the couplets mentioned here is a witness to these feelings. Doç.Dr.,Mevlana Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, [email protected]
ESTAD, 2023
Osmanlının zirve çağında şeyhülislamlık görevinde bulunmuş olan Kemâl Paşa-zâde Ahmed Şemseddîn (ö. 1534) aynı zamanda tarihçi ve şairdir. Yazdığı onlarca ilmî eserin yanı sıra edebî eserleriyle hem ilim geleneğimize hem de Türk edebiyatına sağladığı katkılar büyüktür. Kemâl Paşa-zâde’nin dikkate değer ilmî eserlerinden biri de beden, ruh ve nefsi, kısaca insanın varlık yapısını ele aldığı küçük hacimli ama bir o kadar da yoğun olan Risâle fî Şahsi’l-İnsân başlıklı Arapça risalesidir. Bu çalışmada bahsi geçen risalenin Osmanlı Türkçesiyle yapılan tercümelerinden biri ele alındı. III. Murad’ın (ö. 1595) cülusuna sunulan, süslü bir nesir diliyle kaleme alınmış Heykel-i İnsân başlığını taşıyan bu tercüme eser, yapılan eklemelerle birlikte risalenin aslından hacim olarak yaklaşık beş katı seviyesine ulaşmıştır. Eserin konusuyla doğrudan ilişkili olmasa bile mütercim ustalıkla konuyu adalete getirir ve devlet görevlilerinin manevi yolculuklarını (seyr u sülûk) adalete özen göstermekle sağlayabileceklerini vurgular. Devlet adamlarının bir tabip gibi tebaanın hastalıklarını teşhis edip ona göre müdahale etmeleri gerektiği söylenir. Bu gibi eklemeler sonucunda tercümenin bir bakıma siyasetname özelliği gösterdiği de söylenebilir. Baştan sona secili olan bu eserinde mütercim marifet, İslam dininin temel kaynakları (edille-i şer’iyye) konularına da değinmiş ve bu konuda kendi dönemine eleştiriler yöneltmiştir. Bu çalışmada, bir kıyaslama imkânı sunabilmek için Arapça eserin bire bir Türkçe tercümesi de yapılmış; bunun yanı sıra çalışmanın ana konusu olan Heykel-i İnsân adlı tercüme ele alınmış, içerik ve üslup bakımından diğer tercümelerle karşılaştırılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kemâl Paşa-zâde, insan, beden, ruh, nefis, adalet, siyasetnâme, III. Murad, tercüme, nesir.
Özet 19. yüzyılda Osmanlı iktisadında gayrimüslim tebaanın önemi malumdur. İzmir şehri de ticari hayatın en yoğun olduğu yerlerin başında gelmektedir. İzmir'de yaşayan Ermeni Balyozzade ailesi de kent ticaretinde mühim bir yere sahiptir. Ancak aile hakkında bilinenler çok azdır. Balyozzade ailesi, İzmir'e muhtemelen 19.yy.da gelmiş, kısa sürede şehrin önemli tüccarları arasında yerlerini almışlardır. Tarım, sanayi ve ticaret alanlarında çeşitli yatırımlar yapmışlardır. Hamidiye Vapur Şirketi'nin kurucularından olan aile üyeleri, uzun süre şirketin yönetiminde bulunmuşlardır. Ailenin ekonomik faaliyetleri sadece İzmir ile sınırlı kalmamıştır. Manisa'da da özellikle tarım alanında girişimleri olmuştur. Balyozzadeler, İzmir ticari organizasyonunda etkin olmuşlardır. İzmir Ticaret odasının kuruluşunda görev almışlar, uzun yıllar odanın yönetiminde bulunmuşlardır. Ayrıca ailenin kent yönetiminde de etkili olduğu görülür. Vilayet idare meclisi ve belediye meclisinde üyelik yapmışlardır. Balyozzade ailesi, Ermeni terör hareketlerinden son derece olumsuz etkilenmişlerdir. Ailenin bir üyesi Ermeni teröristler tarafından öldürülmüştür. Bir başka üyesi ise teröristlere yardım ederken yakalanmıştır. Büyük ihtimalle 1915 tehcirine tabi tutulmamışlarsa da Cumhuriyet döneminde Türkiye'de bulunmadıkları kesindir. Abstract The Fate of an Ottoman Armenian Family; Balyozzades In the 19th century the importance of the non-Muslim community of the Ottoman economy is well known. The city of Izmir was one of the places where existed an intense commercial life.
Uluslararası Hakemli Beşeri ve Akademik Bilimler Dergisi, 2013
Özet: Bu araştırmanın amacı, Osmanlı dönemi müfessirle-rinden olan Alâeddin es-Semerkandî'nin demografik bilgileri ile ilgili çelişkilere işaret ederek, bu konuya ışık tutmak ve onun tefsirinin temel ilkelerini ortaya koymaktır. Bu çerçevede farklı müellifler tarafından onun tefsirine dair ortaya konulan bilgilere yer verilerek, tefsirde kendisinin tuttuğu yerin altı çizilmeye çalışılmıştır. Alâeddin es-Semerkandî'nin, "Bahru'l Ulum" isimli eserinin günümüze kazandırılması, hem geçmişin birikiminin günümüze taşınması hem de ken-disinin tefsir ilmine yaptığı katkıdan faydalanılması açısından büyük bir önem taşımaktadır. Tefsirinde kıraat konusunu çok geniş bir biçimde ele alan müfessirin, günümüzde de üzerinde tartışılan bu konunun anlaşılmasına da önemli bir faydası olacaktır. Ayrıca tefsiri günümüz okuyucusuna aktarılarak, kendisinin tefsirde konumlandırıldığı alanın açıklık kazandırılması da sağlanmış olacaktır. Abstract: The purpose of this study was to enlighten the demographic information about an Ottoman mufasseer, Alâeddin es-Semerkandî, and to present the basic principles of his tafseer. For this purpose, different information about his life was brought into discussion, and his place in tafseer was conveyed. The importance of republication of his tafseer, called "Bahr-ul Ulum" is underlined, as it will bring its contemporary information and the contribution of the author to the actual readers. One of the main subjects held in his tafseer was "reading", and the republication of the book will also be fruitful for the understanding of this complex issue. Besides the contemporary readers will have chance to see his function in tafseer through his exegesis.
8. INTERNATIONAL PARIS CONGRESS ON SOCIAL SCIENCES & HUMANITIES- PROCEEDINGS BOOK, 2023
ÖZET 1858 de İstanbul’da dünyaya gelen, pozitivist bir Osmanlı aydını ve devlet adamı olan Ahmed Rıza, Osmanlı Devleti’nin ilk karma eğitim kurumu olan Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nden mezun olduktan sonra ziraat eğitimi almak için Paris’e gitti ve burada eğitimini tamamladıktan sonra 1887 de İstanbul’a döndü. Pozitivist düşünce ile ilk tanışması ise İstanbul’da eline geçen Jean-François Robinet’in Auguste Comte ve pozitivizm hakkında yazdığı bir kitabı sayesinde olmuştur. Paris’ten döndükten sonra düşüncelerini ve hayallerini gerçekleştirme ortamı bulamayan Ahmed Rıza, Fransız İhtilâli’nin yüzüncü yılı münasebetiyle organize edilen uluslararası bir sergiye katılmak amacıyla 1889 da ikinci kez Paris’e gitti ve II. Meşrutiyet’in ilanına kadar da İstanbul’a dönmedi. Ahmed Rıza burada bilgi birikimi ve düşüncelerinden etkilendiği Pierre Laffitte ile tanıştı ve onun verdiği pozitivizm derslerine katılıp, pozitivistlerin cemiyeti olan Société Positiviste de üye oldu. Bir Osmanlı aydını olarak, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlara çözüm için çaba sarf eden Ahmed Rıza, Paris’te bulunduğu sürede bir taraftan Société Positiviste’in yayın organı olan La Revue Occidentale’de İslâm dinini tanıtan yazılar yazarken, diğer taraftan da Fransız basınında Osmanlı Devleti aleyhine çıkan olumsuz yazılara cevap vermeye başladı. Ancak 1891 de Osmanlı kadınları ile ilgili bir konferansında kullandığı “hürriyetperverâne” ifadesi yüzünden II. Abdülhamid yönetimiyle arası açıldı ve Osmanlı yönetimi tarafından ülkeye dönmesi istendi fakat Ahmed Rıza bu talimata uymadı. Ahmed Rıza bundan sonra ki bütün çalışmalarını toplumların geri kalmışlığının nedenleri üzerine araştırmalara yoğunlaştırarak, Osmanlı toplumunun sorunlarına da pozitivist bakış açısıyla yaklaşmaya başladı. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulabilmesi için bir an önce Anayasalı Parlamenter sistemin yeniden kurulması gerektiğine karar veren Ahmed Rıza bu uğurda çalışmalarını da hızlandırdı. Bu bildiride pozitivist bir Osmanlı aydını ve devlet adamı olarak Ahmed Rıza’nın düşünce dünyası incelenecektir. Özellikle onun toplum anlayışı, din anlayışı, eğitim anlayışı ve milliyetçilik anlayışı gibi konular, onun kaleme aldığı eserler ve onun hakkında yapılan çalışmalar çerçevesinde ele alınıp değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Ahmed Rıza, Pozitivizm, Meşrutiyet, Toplum, Din, Eğitim, Milliyetçilik.
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019), 2019
Edebiyatımızda Gülistan’ın tamamını veya sadece dibacesini konu alan birçok tercüme ve şerh yazılmıştır. Gülistan’ın dibacesine yapılan şerhlerin birincisi Lâmi’î Çelebi’ye, sonuncusu ise Safvet’e aittir. Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd adını taşıyan bu eser, 1200/1786’da yazılmaya başlanıp bir yılda tamamlanmıştır. Eserin giriş kısmında, Gülistan’ı şerh eden şârihlerden bahsedildikten sonra bunlar arasında en başarılısının Sûdî-i Bosnevî olduğu; ancak onun da iştikak yani kelime türetimi konusunda hatalar yaptığı belirtilmiştir. Safvet, eserini hazırlama sürecini detaylı bir şekilde açıklamıştır. Buna göre Safvet, Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd'i hocası Necib’in, Sûdî-i Bosnevî’nin şerhi üzerinde yaptığı düzeltmeler kaybolmasın diye kaleme almıştır; ancak bunu yaparken kendisi de epeyce ekleme ve düzeltmeler yapmıştır. Yani bu eser aslında Sûdî-i Bosnevî’nin Gülistan şerhinin dibace kısmına, Necib ve Safvet tarafından yapılan ekleme ve düzeltmeleri içeren bir eleştiridir. Safvet, bunları belirttikten sonra çalışmasını yeni bir eser olarak addedip ona Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd ismini vermiştir. Bilindiği üzere eski metinlere yönelik eleştiriler sayfa kenarlarına kaydedilen ve der-kenar tabir edilen notlar şeklinde dile getirilmektedir. Bildirimize konu olan Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd ise farklı olarak, bir metne yönelik eleştirileri içeren müstakil eser olması bakımından özgün bir mahiyet sergilemektedir. Bildiride Safvet’in, Sûdî’nin eseri üzerinde ne gibi tasarruflarda bulunduğu örnekleriyle irdelenecektir.
ULUSLARARASI DİYARBAKIR SSEMPOZYUMU, 2016
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE HATTI TAŞIYAN DİYARBEKİRLİ HATTAT: HAMİD AYTAÇ Özet İslam medeniyeti, bir yazı medeniyeti olup insanlık tarihinde yazıyı sanata dönüştüren sayılı birkaç medeniyetten biridir. Yazının hüsn-i hatta dönüşerek bir sanat ve medeniyet sembolü olması ise Kur’an sayesinde olmuştur. Her hattat en az bir Mushaf yazarak hattın ana gayesinin tezahür ettiği bu alanda nasibdar olma hayaliyle yaşar. Diyarbakır’ın bağrından yetişen büyük hattat Hamid Aytaç, iki Mushaf yazarak hem bu kutlu vazifeyi icra etmiş hem de hat sanatını inkırazdan koruyarak Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine taşıyan bir sanatkar olarak temayüz etmiştir. İlk gençlik yıllarında İstanbul’a giderek sanatını tekamül ettiren ve büyük hattatlar arasına girmeye hak kazanan Hamid Bey, memleketi Diyarbakır’a olan aidiyet ve muhabbetini her vesileyle izhar etmiş, bir çok levhasının altına yazdığı “ketebehu Hamid el-Amidi” (Bu levhayı Diyarbakır’lı Hamid yazdı) ibaresiyle doğduğu topraklara olan aidiyetini tescil etmiştir. Hamid Bey, Cumhuriyetin ilk yıllarında, hat sanatının pek de rağbet görmediği bir dönemde maişetini temin için bir çok işle iştigal etmiş fakat asıl uğraşı olan hüsn-i hattı asla bırakmamış, ilerlemiş yaşına rağmen “ben vazifeliyim” diyerek dünyanın dört bir köşesinden talep edenlere bu sanatı öğretmiş ve onun bugünlere ulaşmasında hayati bir rol oynamıştır. İslam alemindeki haklı şöhretinin zıddına memleketi Diyarbakır’da maalesef pek tanınmayan ve adına sadece bir ortaokulun bulunduğu Hamid Bey’e memleketi Diyarbakır’ın bir kadirşinaslık borcu vardır. Bu borcu ifa etmek babında Hükümet ve Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerince gündeme getirilen ve Hattat Hamid Bey’in adını taşıyan bir “Kültür ve Sanat Merkezi” inşa edilmesi projesinde henüz somut bir netice ortaya konulamamıştır. Bu projenin gerçekleşmesi hem şehrin kadim köklerine dönmesini temin etmesi hem de yeni sanatkarların neşvü nema bulacağı bir atmosfer teşkil etmesi bakımından hayati bir ehemmiyeti haizdir. Anahtar Kelimeler: Hat sanatı, İslam Medeniyeti, Diyarbekir, Hattat Hamid Aytaç HAMİD AYTAÇ, THE İSLAMİC CALLİGRAPHER FROM DİYARBEKİR WHO HAS PLAYED A CRUCİAL ROLE İN CARRYİNG THE İSLAMİC CALLİGRAPHY TO THE PRESENT İsmail Kanbaz⃰ Abstract İslamic calligraphy is one of the most important signs of İslamic civilization. So it is placed in the centre of the İslamic arts. Writing in the İslamic civilization is not only an instrument for recording and transmitting of the information, at the same time it is considered as an instrument for writing the Holy Quran in the best way. Hamid Aytaç, who grew up in Diyarbekir and became a great calligraphy master in İstanbul, is regarded as an artist who protected the calligraphy from decline and conveyed it to the new generations. Despite his worlwide reputation he is not appriceated at his hometown, Diyarbekir. He was deeply relevant to his hometown and emphasised it on all occasions. Furthermore he signed some of his artworks as “Hamid al-Amidi” (an old name for Diyarbekir) expressing his longing and belonging to this ancient city. Unfortunately there is no reminder place of him in Diyarbekir except a school. At least he deserves a “centre of İslamic arts” bearing his name. Key words: İslamic calligraphy, İslamic civilisation, Diyarbekir, Hamid Aytaç
VAKʽANÜVÎS AHMED LUTFÎ DÎVANÇE VE MÜNŞEÂT-I TÜRKİYYE, 2022
Klasik Türk edebiyatının tarihsel süreç bakımından son dönemlerini yaşadığı XIX. yüzyılda da manzum ve mensur türde eserlerin yazıldığı görülmektedir. Bu bağlamda XIX. yüzyıl yazarlarından Vakʽanüvîs Ahmed Lutfî tarafından birkaç eser kaleme alınmış olup Dîvânçe ve Münşeât-ı Türkiyye adlı eserleri Doç. Dr. Abdulmuttalip İpek tarafından incelenerek söz konusu eserlerin Türk edebiyatındaki yeri ve önemi ortaya konulmaya çalışılmıştır. İpek, bu çalışmasında Ahmed Lutfî’nin ağırlıklı olarak tarih manzumeleri ile gazellerden oluşan Dîvânçe’si ile Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne’de Türkçe muallimliği yaptığı sırada “talim ve tahrir ettirdiği” usûl-i kitâbet ve inşâya dair Münşeât-ı Türkiyye isimli eserini incelemiştir. Yazar, XIX. yüzyıl klasik Türk şiiri ve nesriyle ilgili yapılacak inceleme ve değerlendirme çalışmalarına katkıda bulunmayı amaçladığını belirtmiştir. Anahtar Kelimeler Divançe, Münşeât, Klasik Türk Edebiyatı
Nazari ve estetik esasları itibarıyla XVI. yüzyıldan itibaren klasik bir hüviyet kazanmaya başlayan divan şiiri, kuruluş aşamasında zaman zaman klasik dönemdekinden farklı hayal, tasavvur ve mazmunlara sahne olmuştur. Sebk-i Hindî ekolünde olduğu gibi sonraki dönemlerde cereyan eden münferit edebî hareketler ve geleneksel sanat çizgisinde görülen kırılmalar ise bilinçli bir tercihin tezahürü olup klasik sanat anlayışından kısmi farklılıklar arz etmektedir. Esasen -keskin bir ayrım yapmak güç olmakla birlikte- klasik dönem öncesi ve sonrası Türk şiirinde görülen farklılıklar, hem manada hem de üslupta Türk şiirine ayrı bir keyfiyet ve özgünlük kazandırmış; bu şiirin müşterek sanat telakkisine, kültür hazinesine bir çeşni katmıştır. Divan şiirinin kurucularından kabul edilen Ahmedî’nin Divan’ında tespit ettiğimiz “saç-meş’ar” münasebeti de bu türden bir farklılıktır. Bu makalede divan şiirinin klişe teşbih unsurlarından olan sevgilinin saçının, dinî bir ıstılah olan meş’ar ile ne surette ilişkilendirilmiş olduğu yine Ahmedî Divanı’ndaki beyitlerden hareketle açıklanmaya çalışılacaktır.
PHILOSOPHY IN THE OTTOMAN MEDRESSES SUMMARY As it is known that the medresses in the Ottoman Empire are served as secondary and high educationallevels.The first Ottoman medresse is Orhaniye medresse. It was founded by Orhan Gazi in ıznik in 1330/1331. Nowadays, we don't have enough knowledge about the level of education in this medresse, but we know that, first of all, Davud-i Kayseri was a well-known teacher and then other teachers joint with him in this medresse. When we examine these teachers' lives, writings and scientific activities, it is understood that, this medresse gives rather high academic education. In that period, positive sciences possess also important place beside Islamic sciences. From this point of view Orhaniye medresse kept its importance until Bursa became capital city.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.