Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2013, KaosGL Dergi
…
2 pages
1 file
Disgust kelimesinin Türkçe karşılığına baktığımızda iğrenme, nefret, tiksinme, kusturma kelimeleriyle karşılaşıyoruz. İğrenme, tiksinme ve kus(tur)ma edimleri fiziksel ya da biyolojik çağrışımlar yapsa da aslında hepsi ennihayetinde nefret duygusuna açılan kapıya çıkıyor: dolayısıyla da iğrenme, biyolojik olmaktan öte, bir duygu durumunu imliyor. İğrenme ediminin/duygusunun bir tarihselliği ve toplumsallığı olduğunu öne süren Sara Ahmed, bu duyguyu uyandıran nesnelerin esasen " kendinde iğrenç ya da kötü " olmadıklarını, Biz'im onlara yüklediğimiz anlamlar aracılığıyla ve iğrençliğin onlara içkin bir özellik olduğunu varsaymamız nedeniyle, bunu bir hakikat olarak içselleştirdiğimizi söylüyor. İğrençlik atfettiğimiz nesneden iğrenme ediminin, ancak o nesne Biz'e yaklaştığında ve görünür olduğunda açığa çıktığını ve Biz'de bir rahatsızlık duygusu uyandırdığını dile getiriyor. Bu rahatsızlığın temel kaynağıysa, iğrenilen nesnenin iğrenenin dünyasında yabancı-tuhaf-acayip olarak anlamlandırılması. Yani iğrenenin dünyasının sınırlarının dışında olması. İşte yabancı-tuhaf-acayip olmadığını öğrendiğimiz heteroseksüel Biz, kendi sınırlarını homoseksüel öteki(ler) üzerinden çiziyor. Kendisini onun aracılığıyla kurduğu homoseksüel ötekinin varlığınıysa reddediyor. Bu reddediş homoseksüel ötekinin heteroseksüel Biz'e bir biçimde yakınlaşmasıyla, onun dünyasının sınırlarına girmesiyle yerini iğrenme ve onun kaçınılmaz bir sonucu olan nefret duygusuna bırakıyor.
Çağdaş Türk edebiyatını, özelde de Türk romanını 'baba' teması etrafında çözümlemeye çalışan çalışmalar, bu fikrin ortaya atılış tarzları ile daha sonraki şekillenişi arasında hayli farklı izlekler ve vurgular ortaya çıksa da, bu çözümlemelerin bir 'baba arayışı' olduğunu söyleyebileceğimiz bir zemini hep taşırlar. Ancak özellikle Batı taklidi olarak değerlendirilen roman alanında, öncelikle Tanzimat dönemi romancılarında görüldüğü iddia edilen babasızlığın, yetimlik hissinin ortaya çıkış koşulları, bu 'baba arayışı'nın eksenini sürekli kaydırır; sanki 'baba arayışı' içinde olanlar 'hep başkalarıymış gibi' değerlendirilir. Bu açıdan, aslında Türk romanını baba söylemi etrafında çözümlemeye çalışan eleştirilerde tuhaf bir ikilemle karşı karşıya kalırız: 'Türk romanı babasız, yetim çocukların yolculuğu olarak başlamış ve hep öyle kalmıştır' söylemi ile 'baba'nın bu sürecin dışında bir yerlerde simgesel olarak hep var olduğunu, dolayısıyla yetim çocukların yolculuğunun her zaman eksik, noksan ve hatta yersiz bir yolculuk olduğunu ima eden söylem. Bu iki söylem birbirlerine eklemlense de, 'baba' çözümlemelerini yapan eleştirmenlerin ya da akademisyenlerin hep 'dışarda' bir yerlerde olduğunu hissini doğurur.
Toplumsal cinsiyete dayalı rollerin inşası ve aktarımı kaçınılmaz olarak medya ile iç içedir. Geleneksel medya olarak adlandırılan televizyon, toplumsal cinsiyet rollerinin inşası, yeniden üretimi ve pekiştirilmesi açısından önemli bir konumdadır. Televizyonda yayınlanan diziler hitap edilen kitleye yönelik belli perspektifler etrafında şekillenmektedir. Başta kadın-erkek olmak üzere toplumun atfettiği toplumsal cinsiyet rollerinin sunuluş biçimi açısından önemli olan diziler, var olan ilişkiler bütününü doğrudan ya da dolaylı olarak şekillendirmektedir. Dizilerde kadına ve erkeğe yüklenen temsil biçimleri ise ataerkil sistemin sürekliliğini ve yeniden üretimini de desteklemektedir. Dolayısıyla bu araştırmanın amacı, Türkiye'de yayınlana dizilerde kurgulanan erkekliğin toplumsal cinsiyete dayalı rolleri nasıl şekillendirdiğini, erkekliğin sınıfsal, cinsel anlamda nerede konumlandığını, rızaya dayalı ilişkilerin manipülasyonunun ne derece görünürlük kazandığını, aynı zamanda erkeklik temsillerin kabulü ve cinsel şiddet, sembolik şiddet gibi olguların görünmez kalmasını ve aynı zamanda medyanın erkekliği nasıl yeniden üretildiği tespit edilecektir. Bu araştırmada örneklem seçiminde amaca yönelik örnekleme yöntemi, örneklem analizinde ise içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın evreni Türkiye'deki televizyonda yayınlanan diziler olarak belirlenmiştir. Kurgulanan hegemonik erkekliğin görünür olması bakımından "Gelsin Hayat Bildiği Gibi" dizisi seçilmiştir ve bu dizinin olay örgüsü ve karakterler arasındaki bağlantıyı sağlayabilmek açısından ilk dört bölümü alınmıştır. Aynı zamanda dizinin güncel reyting oranları da göz önünde bulundurulmuştur. Bu bağlamda, Türkiye'de 2022 yılında yayınlanmaya başlayan "Gelsin Hayat Bildiği Gibi" dizisi tematik analiz yöntemi ve içerik analizi yöntemi ile çözümlenmiştir. Bu çalışmada ataerkil toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirildiği, yeniden üretildiği ve sürdürüldüğü, erkekliğin ve şiddet olgularının bir arada kullanılması ile görünürlük kazandığı ve hegemonik erkekliğin öne çıkarıldığı görülmüştür.
Dönem VI [intern doktor], [email protected].
Sosyal ve Beşeri Bilimlerde Araştırma ve Değerlendirmeler, 2021
Hacıyatmazı Devirmek: Neoliberal Pratiklere Karşı Kolektivite, 2010
Örgütlerin değişen bir çevre içinde bulunması, sürekli gelişimi zorunlu kılmıştır. Bu değişime ayak uydurmak, hem örgütün fiziksel ve teknolojik imkânlarının geliştirilmesi, hem de insan kaynağının geliştirilmesiyle mümkün olmaktadır. Özellikle Sağlık Sektörü içerisinde yer alan hastanelerin birincil görevi hizmet üretmektir. Bu özelliğinden dolayı insan kaynakları diğer sektörlere göre daha büyük bir öneme sahiptir. Örgütler çalışanlarının en üst düzeyde performans göstermesini sağlamak isterler. Fakat çalışanlar bazı nedenlerle örgütle ilgili olumsuz tutumlar sergileyebilirler. Bu tutum kökeni Antik Yunan'a dayanan "sinizm" kavramıyla açıklanmaktadır.
karsilastirmali edebiyat kongresi
Hayalet gemiler, çılgın kaptanlar, deniz canavarlan ve denizkızlan, lanetli kuşlar ve büyiik beyaz balinalar, seyyahlar ve siirgünler, korsanlar ve kaçaklar, kayıp kıtalar ve büyiik tufaniar, keşifler ve kayıplar, mucizeler ve trajik kaza|ar: İnsanoğlunun karanlık hayal gücü yiizyıllardır bu hikAyelerle beslendi ve insanoğlu umutlannı ve korkularını, ufuk çizgisinin ötesinde (ve bazen altında) var olduğuna inandığı kurtancılara ya da şeytanlara mal etti. Dünya edebiyatına dair bir soykiitiitsel inceleme, deniz ve denizci öykiilerine dair geniş bir mirası karşımıza çıkaracaktır. Deniz layısında, deniz üstiinde ve denize rağmen yaşama tutunmak ve deniz ile yaşamak, deniz ile savaşaıak yaşamak birçok klasik tablonrın, heykelin ve mimari yaplnm olduğu kadar, söylencelerin, masallann, şiirlerin, öyktilerin ve romanlann da konusu olmuştur. Deniz edebiyatr, her ne kadar varlığı eleştirmenler tarafuıdan ço k iltifat görmüş olmasa da, diinya edebiyatının birçok büyfü kahıamanı ve antikahramanlarını yaratnış ve bu kahıamanlann hiköyelerinde insanoğlunun varoluşsal kaygılarını, kavgalarrnı ve kimlik çatışmalannı dile getirmiştir. Kültiirler ötesi ve tarih dışı bir varoluş alanı olarak deniz, ilkömeksel simgeleştirme ve anlamlandırnanın merkezi ve ideolojik alegorilerin yoğun olarak kullanıldığı bir mücadele alanıdır. Bu çerçevede, bu bildiri, Herman Melville'in çok bilinen eseri Moby Dick ve ihsan oktay Anar'ın Amat isimli deniz romanları iizerinden, deıiz romanlarrnda iktidaruı ve ideolojinin farklı göriiniimlerini tartışacak, tartışmay özellikle toplumsal cinsiyet ve varoluş problerüeri ekseninde irdeleyecektir.
Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 2021
Bu makale, kadınlarda cinsel ilişkiye girememe sorunu olarak tanımlanan, cinsel işlev bozukluğu vajinismusu analiz etmektedir. Mevcut araştırmalar, Türkiye’yi vajinismusun dünyada en çok kayıt altına alındığı ülke olarak işaret etmektedir. Vajinismus kültüre bağlı hastalıklar arasında gösterilmese bile görülme sıklığı ülkeden ülkeye değişir. Türkiye’de sık rastlanan bir cinsel işlev bozukluğu olduğundan vajinismus ülkemizde beden ve cinsellik algısına, toplumsal cinsiyete, kadınlığa, erkekliğe, heteroseksüelliğe, aile ve evlilik kurumuna dair önemli ipuçları verir. Bu makalede İstanbul’da katıldığım vajinismus grup terapilerini kaynak olarak kullanıp bedenen iyileşmenin nasıl tamamen cinsel birleşmeyi (penetrasyon) başarabilmekle özdeşleştirildiğini irdeleyeceğim. Türkiye’de 2000’lerde yaşanan sağlık alanındaki dönüşümle artan özel klinikler hastalığın bir rant haline gelmesine ve tedavi sürecinin yine kadın bedeni üzerine odaklanmasına neden olmaktadır. Bu makale cinsel birleşmenin...
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Turkish Studies-Educational Sciences, 2019
Uluslararasi Kibris Universitesi Fen-Edebiyat Fakultesi, 2019
“Biz” ve “Onlar” Üzerinden Kentsel Mekânda İnşa Edilen Ayrışma Pratikleri , 2022
Terakki Mecmua Mart-Nisan 2019, 2019
Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2023
Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 2018
TÜRKÇE SÖZLÜK’TEKİ TEMEL SÖZLÜKBİRİMLER BAĞLAMINDA HAYVAN ADLARININ YANANLAMSAL-ÇAĞRIŞIMSAL GÖNDERMELERİ, 2022
Littera Turca Journal of Turkish Language and Literature, 2019
INTERNATIONAL REFEREED JOURNAL OF NURSING RESEARCHES, 2017
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017
Vira Verita, 2018