Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2018, Mütefekkir
https://doi.org/10.30523/mutefekkir.441654…
13 pages
1 file
Kurulduğu andan itibaren muhalif hareketlerle uğraşmak zorunda kalan Emevî hanedanlığı, son zamanlarında aile içi anlaşmazlıklarla da karşı karşıya kalmıştır. Emevîlerin son dönemlerinde, Velîd b. Yezîd’in (ö. 126/744) öldürülmesiyle birlikte yaşanan sıkıntılı ortamda halife olan İbrahim b. Velîd (ö. 132/750), icraat yapma imkânı bulamamış ve kısa süren hilâfet dönemini de muhaliflerle mücadele ederek geçirmiştir. Neticede Mervân b. Muhammed (ö. 132/750) ile başa çıkamamış ve yönetimi terk ederek Mervân’a biat etmek zorunda kalmıştır. Kimi Emevî halifeleri, tarihçiler tarafından fazlasıyla dikkat çekici bulunup dönemleri ayrıntılı şekilde ele alınırken kimileri ise yeteri kadar ilgi görmemiş ve haklarında sınırlı bilgilerle yetinilmiştir. İbrahim b. Velîd de bunlar arasında bulunmaktadır. Tarih kitapları, onun hem halifelik öncesi hem de halifelik sonrası hayatı hakkında detaylı ve net bilgi sunmamaktadır. Hatta kimileri onu halife olarak dahi görmemektedir. İbrahim b. Velîd döneminin iyi anlaşılması, Emevîler döneminin sağlıklı şekilde değerlendirilmesine de katkı sağlayacaktır. Bu makalede, onun hakkında kaynaklarda bulunan bilgiler derlenmeye, kapalı kalmış ve tartışma konusu olmuş bazı konular da aydınlatılmaya çalışılacaktır. Makalede, İbrahim b. Velîd döneminin tartışmalı konularına ağırlık verilecektir. Tarih kitaplarında onun hakkında verilen bilgilerin sınırlı ve farklı olması sebebiyle rivayetlerin değerlendirilmesi ve onlar üzerinde yorumlar yapılması gerekmektedir.
Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi / Electronic Journal of Social Sciences
İbn Haldun, XIV. yüzyılın Müslüman bilim insanları arasında önemli bir yere sahiptir. Yaşadığı dönemin genel yapısına uygun olarak coğrafya dâhil birçok bilimle ilgilenen ancak daha çok sosyoloji ve tarih felsefesinin kurucusu olarak nitelendirilen bir bilim insanıdır. İbn Haldun, ünü çağları aşan eserler kaleme almıştır. Bu eserlerden biri, Kitabü'l İber'dir. Üç kitap ve yedi cilt halinde kaleme alınan eser, kapsamlı bir tarih eseridir. Bu eserin birinci cildini ise bir giriş mahiyetindeki Mukaddime oluşturur. Altı bölümden oluşan Mukaddime, sonraki dönemlerde belki de Kitabü'l İber'i gölgede bırakan bir üne kavuşmuş ve yer yer müstakil bir eser olarak değerlendirilmiştir. Müellif, Mukaddime'de kendinin kurduğunu iddia ettiği yeni bir bilim olan Ümran'dan söz etmiş, çok belirgin olmasa da bu ilmin üzerinde etkili olan coğrafi faktörler üzerinde durmuş ve buna uygun olarak ırk kritiği yapmıştır. Konu hakkında kendinden önce yaşamış Müslüman coğrafyacılardan ve Batlamyus'tan etkilenmiştir. Bu nedenle daha çok nakle dayalı bilgilerle ülke ve insanları Ümran üzerinden tasnif etmiştir. Makale, müellifin Mukaddime'de hava (iklim), ırk ve insan karakterine yönelik görüşlerinin farklı yönlerden değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Yöntem olarak doküman analizi ve hermeneutikten yararlanılmıştır.
2021
Bu tezde, tasavvufun teşekkül sürecine dair önemli ipuçları sunması bakımından “velî” kavramının ortaya çıkış süreci velâyet düşüncesinin ilk teorisyeni olarak gösterilen Hakîm etTirmizî’ye kadar olan dönem boyunca ele alınmaktadır. Çalışma, velî ve velâyet kavramlarının Arap dili, Kur’ân ve hadislerdeki manalarının araştırıldığı kavramsal çerçeve ile başlamaktadır. Ardından ilk zâhid ve âbidlerden itibaren kavramların tasavvufî anlamlar kazanma süreci başta zühd meselesi, iman-amel tartışmaları, iman edenler arasındaki derecelendirme, hilâfet meselesi ve nübüvvet-velâyet tartışmaları gibi problemler ekseninde incelenmektedir. Çalışma, nübüvvet-velâyet tartışmalarının merkezi olan Bağdat-Basra bölgesinde yaşamış Muhâsibî, Tüsterî, Harrâz, Cüneyd-i Bağdâdî ve Nûrî gibi hicrî üçüncü yüzyıl sûfîlerinin insan tasavvurları, iman edenler arasındaki manevî derecelendirmenin temellendirilmesi bağlamında ele alınarak bu şahsiyetlerin akıl, nefs, kalb ve ruh hakkındaki görüşlerinin tasavvufun ideal insan tanımı olarak gösterebileceğimiz velî tipi ve velâyet düşüncesinin oluşumuna olan tesirleri ile son bulmaktadır. Bu bağlamda çalışmada ulaşılan en önemli sonuç, literatürde Tirmizî ile bilinen tasavvufta velâyet düşüncesinin, belirtilen problemler ile ilişkili olarak Tirmizî öncesinde tartışıldığı yönündedir.
Kişiler ve Eserler (Düşünce Bilimleri II Felsefe), 2024
Şems, bahanedir Celaleddin’e. Celaleddin bir düşünür olarak an- lamlar dünyasının çokluğunda yüzerek kavramlar yaratmakta. Bu ya- ratımda Şems, kavramsal kişilik olarak konuşur. Yüzünü göstermekte ve bakış atar. Hakikatine bakıldığında konuşan Celaleddin’dir aslında. Kişisel deneyimini ve elde ettiği anlamlar dünyasının kelimelerini Şems’in ağzından konuşmakta. Tüm hakikat sonsuz ve sınırsız, ölüm- süz ve devredilemez bir birlikte dile gelmekte. Şems de bu tabloda ya- ratılan bir anlam kılavuzu olmakta. Bahane, Şems’in tarihsel kişiliği- nin önünde durmakta. Böylelikle kavramsal kişilik, tarihsel kişiliğin üstünü kapatmakta
2020
İntihal: Bu makale, iThenticate yazılımınca taranmıştır. İntihal tespit edilmemiştir. Plagiarism: This article has been scanned by iThenticate. No plagiarism detected.
Nazariyat Journal for the History of Islamic Philosophy and Sciences, 2020
Öz: İşbu makale Ebü'l-Berekât el-Bağdâdî'nin (ö. 560/ 1164-65'ten önce) ilâhî önbilgi ve insanın özgür iradesi sorununa dair konumunu tetkik etme amacındadır. Metin, Ebü'l-Berekât'ın ilâhî önbilgi ve insanın özgür iradesinin bağdaşması argümanın geçerli olmadığını düşündüğünü iddia ediyor. Bir kişi ya ilâhî önbilgiyi ya da insanın özgür iradesini savunabilir, başka bir çözüm yoktur. Kitâbu'l-Mu'teber fi'l-hikme adlı kitabının mantık ve metafizik bölümleri içerisindeki bu meseleye dair açıklamalarını inceleyerek, Ebü'l-Berekât'ın ikinci alternatifi seçtiği belirgin kılınacaktır.
VAHDET-İ VÜCÛT KAPSAMINDA İLÂHİ VE KEVNÎ HAKÎKATLERİN BİRLEŞTİĞİ İNSAN MERTEBESİ , 2020
Zât-ı Hakk'ın kendisini kendisiyle bilmesi, kendisini kendisiyle müşahede etmesiyle başlayan, isim ve sıfatlarıyla ortaya çıkan kemal makamının gayb mertebesinde münasebet ve irtibat gözüyle gerçekleşen hubbî hareket, maksadı meydana getirmek ve hakikati ortaya çıkarmak üzere yayılmaya başlar. Bilinme arzusundaki sır, otorite ve yetki sahibidir. Böylelikle ilk taayyün mertebesi ortaya çıkar. İlâhi gayba nispetle ilk tecellidir. Bu mertebeye amâ mertebesi yahut kutsiyet mertebesi de denir. Değişime açıktır. Saf bir enerjidir. Varlığın kaynağı, isimlerin kökenidir. Basitlik söz konusudur. İzafî gayb ile tecelli olanlar mânevi dürtüyle Hakk'tan kemallerinin bulunduğu şeyi talep ederler. Böylece bu kuşatıcı devrî hareketlerinin anahtarı olur. Bilkuvve bilfiil hale gelir. İlk fasıllaşma başlar. Bu bölünme ile varlıklar oluşur. Esmâ mertebelerinden kendileri için hasıl olan özelliklerle çoğalmaya başlar. Hakk birimlerde zuhur eder. Böylelikle mertebeler oluşur. Parçacıkların birleşmesiyle oluşan bu tecellinin son mertebesi yaşadığımız âlemdir. İnsan ise ilâhi ve kevnî mertebeler arasında bir berzah, ikisini birleştiren bir nüshadır. Eşya, dairelerin merkezi olan insanın hakikatinin etrafında döner. İnsan mertebesinde resmedilmemiş hiçbir şey yoktur. İsim ve sıfatların cem olduğu isim Allah esmasıdır. İnsanı kâmil ise bu isimlerin tecellisidir. İnsanda arzulanan şey ise kemalettir. Bütün bunlar nefes-i rahmânidir. Konu itibariyle Vahdet-i vücûttur. Kapalı lafızları izah ederek konunun daha iyi anlaşılması amaçlanmıştır. Vahdet-i vücut sezgisel ve soyut bir konu olması sebebiyle aklımızda daha iyi şekillenmesi için zaman zaman somut örneklere yer verilmiştir. Bu somut örnekler hakikatten farklıdır. Vahdetten kesrete olan bu yolculukta insanın önemi vurgulanarak, ayrılıktan muzdarip olan ademoğlunun, kesretten vahdete manevi yönelişindeki esrar incelenmiştir.
Journal of Turkish Studies, 2018
Felsefede 'kişi olmak' deyimi kişiliğe çok önem veren bir düşünce hareketinin temel kavramı olarak belirlenir. 'Kişi olmak' insanların ortak olarak sahip oldukları temel özelliklerin kullanılmasına dayalı bir boyut olarak önemli ve değerlidir. Dolayısıyla kişi olmanın kendisi bir değer olarak konulmaktadır. Gerçek ve yüksek bir değer olarak 'kişi olmak' insan hayatı için bir önemli bir amaç olmaktadır.
Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2003
GİRİŞ Toplum/halk, devletin bir unsuru olmakla beraber aynı zamanda onu meydana getirendir. Toplumun varlığı devletten önce ve ondan bağımsız olduğundan, devleti toplumdan hareketle ve ona izafe ederek açıklamak, başlangıç ve hareket noktası bakımından yerinde bir yaklaşım olarak görülmektedir1. Bir bütün olarak "toplum", sosyolojinin ilgi alanına girer. Sosyal gruplar, sosyal kurum ve yapılar, örgütlenmeler, sosyal olaylar ve bunlar arasındaki ilişkiler bu bütün içerisinde inceleme konusu yapılır2. Bu çerçevede, aileden başlayarak, demek, kulüp, sendika gibi toplumsal hayatın değişik kesimlerindeki bu yapılarda; etkileme, kontrol ve gerektiğinde de zor kullanmaya dayalı bir "farklılaşma" meydana getiren iktidar olgusu görülür. Ancak bu iktidarlar, "sosyal iktidar" niteliğinde olup, siyasal iktidar değildirler. Kamu hukuku ve siyaset bilimi konusu olan "siyasal iktidar", kendine özgü karakterler taşıyan siyasal bir toplumda ortaya çıkmaktadır3. Devletin varlığım, siyasal iktidarın ortaya çıkışma dayandırıp çok eskiye götürenler olmuştur. Modem anlamdaki devletin geçmişi ise çok geriye götürülmez. Öte yandan, devletin kaynağı ve doğuşu ile ilgili ortaya konan çeşitli görüşlerin güvenilirliği tartışma konusu yapılmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla bu görüşlerin çoğu, bir veri ve bilgi temeline dayanmaktan ziyade devlet olgusuna bir izah getirme çabasındadırlar4. Bununla birlikte Batı'da,
Üsküdar Dergisi, 2019
Üsküdar Kültür,Sanat ve Medeniyet Dergisi
Milli Mücadele'de Cephe Gerisi ve İstiklal Yolu Gençlik Sempozyumu, 2020
Tanburî Hâfız İsmâil Hakkı, Samsun’un millî şâiri olarak tanınmaktadır. Hayatı hakkında malumatımız olmamakla beraber, 1338 yılında kaleme aldığı Feryâd-ı Vatan adlı eseriyle bilinmektedir. Feryâd-ı Vatan, Kurtuluş Savaşı’nda yaşananları manzum bir şekilde dile getirmiştir. 16 manzum metnin yer aldığı bu eserde, “Kuvva-i Milliye Marşı, Büyük Millet Marşı, Yeni İzmir Marşı, Zavallı Bursa, Zavallı Karamürsel„ gibi usul ve faslı belli olan marşlar yer almaktadır. Marşlarda; Yunanlıların mezâlimi, Atatürk ve silah arkadaşlarının kahramanlığı, İzmir’in ve Bursa’nın İşgali gibi Kurtuluş Savaşı için önemli olan birçok olay ve kişi konu edinmiştir. Samsun’da Şems Matbaası’nda basılan Feryâd-ı Vatan, Kurtuluş Savaşı’na Anadolu’nun verdiği desteği ve Anadolu insanının hürriyete olan düşkünlüğünü, Anadolu’nun bağrından çıkan bir şâir tarafından kaleme alınması bakımından ayrı bir öneme sahiptir. Marşlar umumiyetle 4+4+4+3, 4+4+3 duraklı, hece ölçüsüyle kaleme alınmıştır. Sade bir dil kullanılması da metinlerin her yaşta ve her seviyede insanı göz önüne alarak kaleme alındığını göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Marşlarda kullanılan kelimeler, Anadolu insanının düşmana olan kinini ve halkın psikolojisini oldukça açık bir şekilde göstermektedir. Metinlerde yer yer argo ifadelerin de kullanılması, marşların edebî değerden ziyade, halkın duygularına tercüman olmak adına kaleme alındığını göstermektedir. Biz de bu çalışmamızda, “Feryâd-ı Vatan„ adlı manzum metni, edebî ve tarihî olarak ele almış bulunmaktayız. Mamafih, Feryâd-ı Vatan, edebî bakımdan kıymete hâiz olmamakla beraber, tarihî açıdan oldukça mühim bir eserdir.
İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, 2021
This article has been reviewed by at least two referees and scanned via a plagiarism software. / Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. Bu çalışmanın hazırlanma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyulduğu ve yararlanılan tüm çalışmaların kaynakçada belirtildiği beyan olunur / It is declared that scientific and ethical principles have been followed while carrying out and writing this study and that all the sources used have been properly cited. Bu makale 05.02.21 tarihinde savunulan "Ahmed Mikdad Efendi: Hayatı ve Külliyatı" adlı tezden üretilmiştir.
Özet ll73-l250 (1 760-1834) yılları arasında yaşayan Yemenli alim Şevkil.ııi, ictihad-taklid ve mezhebe intisap meseleleri etrafında şekillenen bir fıkıh tarihi anlayışına sahiptir. İctihad kapısının kapandığı fikrine şiddetle karşı çık mış, mezhebe intisabı ve taklidi yanlış bularak mezhepleri bid'at olarak nitelemiştir. Bu makalede, Şevkil.ııi'nin ictihad ile mezhebe intisap hakkındaki görüşleri birlikte ele alınarak bu iki kavram etrafında şekillendirdiği fıkıh tarihi anlayışı incelenecektir. Şevkil.ııi öncesi dönemde fıkhi çevrelerde h ilim olan tavır ve bu tavra yönelik tenkitlere kısaca değinilecek, ardından Şevkil.ııi'nin ictihad anlayışı, taklide karşı çıkışının temelleri, deliilere ve re'ye yaklaşımı ele alınacaktır. Bu çerçevede, fıkıh tarihine yönelik tenkitleri ortaya konaca..lc ve bu tarihin önemli bir kısmında hilim olan mezhepler hakkındaki görüşlerine geçilecektir. Mezhep eleştirisinin temellerini oluşturan, mezhep imamları hakkındaki görüşleri, intisaba bakışı, mezheplerin ortaya çıkış ve yayılışı hakkındaki görüşleri ve müntesiplere yönelik tenkitleri değerlendirilecektir. Anahtar Keliıneler: Şevkani, İctihad, Mezhep, Fıkıh Tarihi, Mezhebe İntisap. Giriş İslam dünyasında modernleşme-batılılaşma yönündeki eğilim ve hareketlerin ortaya çıktığı döneme kadar dini * Metni okuyarak değerli önerileriyle olgunlaşmasına katkıda bulunan Dr. Özgür Kavak ve Halil Efe'ye teşekkür ederim. D'lvan DiSiPLiNLERARASI ÇALIŞMALAR DERGiSi cil! 15 sayı28 (2010/1), 177-211 Nail OKUYUCU 102 Bkz. Şevkaru, el-Kavlil'l-müfid, s. 42-62. 103 örnekler için bkz.
Hitit İlahiyat Dergisi
İnsan fiilleri meselesi hemen bütün ilmi ve felsefi düşünce ekollerinin hassasiyetle üzerinde durduğu konular arasında yer almaktadır. Bu mesele insanın fiillerinin ahlakiliği, hukuki önermelerin âdilliği, dinen mükellef olmanın makuliyeti, Allah’ın fillerinin ve hükümlerinin nedensel olarak açıklanmasının mümkün olup olmaması, doğal fenomenler arasında zorunlu ve nedensel bir ilişkini bulunup bulunmadığı gibi pek çok konu ile doğrudan ya da dolaylı olarak irtibatlıdır. İslâm düşüncesi içerisinde kelâm, felsefe ve tasavvuf disiplinleri kendi özgün bakış açıları zaviyesinden meseleyi incelemişler ve konuya ilişkin problemlere çözümler geliştirmişlerdir. Her üç disiplinin konuya ilişkin değerlendirmelerinde temelde iki problem dikkat çekmektedir. Birinci problem Allah Teâlâ’nın ilim, irade ve kudret sıfatlarının mutlaklığı ve sınırsızlığıdır. İkinci problem ise dini sorumluluğun temellendirilebilmesi için insanın, fiilinin var edilmesine etki edecek bir kuvvete sahip olup olmadığıdır....
JOURNAL OF HISTORY AND FUTURE, 2020
Başvuruda bulundu. Kabul edildi.
Milel ve Nihal, 2021
Öz: Bu çalışma, Buharalı Hanefî ve Mâtürîdî âlimi olan Nûreddîn es-Sâbûnî'nin (ö. 580/1184), el-Kifâye ve onun özeti mahiyetinde el-Bidâye adlı eserlerinden istifade edilerek oluşturulmuştur. Çalışmanın odak noktasını, insanın eylemlerini gerçekleştirirken özgür ve sorumlu olduğu düşüncesi oluşturmaktadır. Çalışmada dolaylı olarak cevabı aranan soru ise şer/çirkin olarak bilinen eylemlerin failinin kim olduğudur. Mu'tezile, insanın eylemlerini yaparken özgür ve sorumlu olduğunu göstermek amacıyla onu fiillerinin yaratıcısı kabul etmiştir. Dolayısıyla onlara göre şerrin yaratıcısı da insan olmaktadır. Ehl-i sünnet, hayrın da şerrin de yaratıcısının Allah olduğunu söyleyerek buna karşı çıkmıştır. Genel Sünnî-Mâtürîdî çizgiyi takip eden Sâbûnî, yaratmayı (halk) Allah'a kesbi de insana atfederek, bir yandan insanın eylemlerinde asla Allah'tan müstağni kalamayacağını, diğer yandan da özgür ve sorumlu olduğunu temellendirmeye çalışmıştır. O, Eş'arîyye'den farklı olarak söz konusu kesbin hakiki fiil niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Sâbûnî söz konusu temellendirmeyi gerçekleştirmek üzere, insana kesbini gerçekleştirirken gerekli olan kudretin özelliklerinden hareket etmiş ve kudretin fille beraber olması, süreksiz/devamsız olması ve iki zıt şeye elverişli olması gerektiğini belirtmiştir.
2012
Şeyh Gâlib (1757-58-1799) önemli bir Divan şairidir. Hatta, yaygın kanaate göre o, Divan şiirinin son büyük temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Mehmet Âkif (1873-1936) de modern Türk şiirinin önemli şairlerinden biridir. Öyle ki, modern Türk edebiyatında Mehmet Âkif kadar hayatı şiire şiiri de hayata dâhil edebilme başarısı gösteren pek az şair vardır. Şeyh Gâlib ile Mehmet Âkif'in ortak yönü her iki şairin de kişiliğinin İslamî bir duyarlılıkla yoğrulmuş olmasıdır. Ancak Şeyh Gâlib'in dünyaya bakış açısını Mevleviliğin şekillendirdiği, Mehmet Âkif'te ise tasavvufî izlerin pek olmadığı malumdur. Makalenin problemi, temelde aynı dünya görüşüne sahip olan bu şairlerin "insana bakış"ının nasıl olduğudur. Zira, Mehmet Kaplan bir yazısında (Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar-2-, Dergah Yay., 2.bsk., İst., 1994, s.34) Şeyh Gâlib'in insanı ele alan bir "Tercî-i Bend"i ile Mehmet Âkif'in "İnsan" adlı şiiri arasında muhteva yakınlığı olduğunu ifade etmektedir. İşte bu makalede söz konusu şiirlerinden hareketle iki şairin insana bakışı mukayese edilmeye çalışılmıştır. Mukayesenin neticesi kısaca şöyledir: Mehmet Âkif, insanın yaratılış keyfiyetinden gelen değeri ve mevkii husûsundaki görüşleri yönüyle Şeyh Gâlib'le birleşirken; dünyadaki konumu noktasında ondan ayrılır. Mehmet Âkif'te akıl önemli ölçüde yüceltilmiş; insanın dünya ile irtibatı üzerinde durulmuştur. Bu irtibatın duygu ve düşünce planındaki tezahürleri de bir bir dile getirilmiştir. Şeyh Gâlib ise daha çok insanın iç dünyası ve onun manevî âlem ile olan irtibatına eğilmiştir.
Süleyman Demirel Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 2024
Büyük milletler, tarih boyunca önemli liderler yetiştirmişlerdir. Tarihte büyük şahsiyetlere sahip olmayan bir millet, kültürel ve siyasal anlamda zayıf olarak nitelendirilebilir. Köklerini tarihin derinliklerden alan Türk Milleti de bu bağlamda birçok büyük lider ve devlet adamı yetiştirmiştir. Bu önemli şahsiyetlerden biri de Gazneli Mahmud'dur. İdarî ve askerî kabiliyeti, siyaseti ve fütuhat felsefesiyle yaşadığı çağın önemli askerî dehalarından biridir. Mahmud, askerî eğitimini doğrudan babası Sebük Tegin'in rehberliğinde almış ve küçük yaşlardan itibaren büyük sorumluluklar üstlenmiştir. Sebük Tegin, Büst Seferi'ne çıkarken eğitim amacıyla henüz çocuk yaşta olan Mahmud'u vekil olarak Gazne'de bırakmıştır. Babası Sebük Tegin, oğlu Mahmud'u küçük yaşından itibaren askerî tecrübe kazanması için çıktığı seferlere de dâhil etmiştir. Sebük Tegin, H. 376/ M. 986 yılında Caypal'a karşı düzenlenen Lamğân seferine oğlu Mahmud'u da yanında götürmüştür. Bu savaş sırasında Mahmud, gösterdiği cesaretle öne çıkmış ve babasının gözünde askerî alandaki yetkinliğini daha da pekiştirmiştir. Katıldığı ve kendini ispatladığı savaşlardan biri de Herat Savaşı'dır. Sâmânî Emîri II. Nûh'un yardım talebi üzerine, Mahmud babası Sebük Tegin'le birlikte Sâmânîler'in Türk komutanları Ebû Ali es-Simcûrî ve Fâik'e karşı düzenlenen harekâta katılarak önemli başarılar elde etmiştir. Bu başarılarından dolayı II. Nûh, Mahmud'a "Seyfü'd-devle" unvanını vermiştir. Mahmud'un askerî eğitimi, genç yaşta sahada pratik kazanarak ve büyük sorumluluklar üstlenerek şekillenmiş, onu gelecekteki büyük seferlere ve fetihlere hazırlayan bir süreç olmuştur. Bu süreçte kazandığı tecrübeler onu Gazneliler'in en güçlü askerî liderlerinden biri hâline getirmiştir. Tahta geçtikten sonra hayatının büyük bir bölümünü savaş alanlarında geçirmiştir ve girdiği hiçbir savaşta mağlup olmamıştır. Gazneli Mahmud'un hükümdarlığı döneminde Gazneli Devleti'nin sınırları batıda Azerbaycan'a, doğuda Yukarı Ganj Vadisi'ne, kuzeyde Hârizm'e ve güneyde Hint Okyanusu sahillerine kadar genişlemiştir. Bu çalışmada, dönemin kaynaklarından istifade edilerek Mahmud'un doğumu, dış görünüşü, hakimiyet anlayışı ve askerî kişiliğinin bir tasviri çizilmiştir. Özellikle askerî kişiliğini daha iyi ortaya koyabilmek için, Mahmud ile bizzat görüşen ve onunla aynı dönemde yaşayan tarihçi ve şairlerin eserlerinden faydalanılmıştır.
Ulu Bir Çınar İmam Matüridi -Uluslararası İmam Matüridi Sempozyumu, 2014
Vahiy ve akıl dengesine verdiği önemle öne çıkan akaid imamımız İmam Matürîdî, akla dayalı din algısıyla İslam dünyasında çığır açmış büyük alimlerden biridir. Kelam, Fıkıh, Usul gibi İslami ilimlerde otorite kabul edilen İmam Matürîdî’nin Te’vilatü’l-Kur’an adlı Kur’an yorumu döneminin İslam algısını yansıtması açısından olduğu kadar, sonraki yüzyıllarda yaşayacak Müslümanlara yol gösterici olma niteliği taşıyan dev bir eserdir. İmam Matürîdî bu eserinde İslâmî ilimlerin tamamıyla ilgili önemli hususlara temas etmiştir. Bu cümleden fı-kıh ve usulün en önemli kavramlarından biri olan içtihadı da bu eserinde gündeme getirmektedir. Esasen usul ilmine dair Meahizü’ş-Şerai adlı bir eseri olmasına karşın bu eseri günümüze ulaşabilmiş değildir. Biz İmam Matürîdî’nin ictihad kavramına ne tür anlamlar verdiğini kendi usul kitabından öğrenme imkanına sahip değiliz. Buna karşın Te’vilat’l-Kur’an’da ictihad kavramını kullandığı yerleri inceleyerek, onun ictihad kavramına ne gibi anlamlar yüklediğini tespit etmek mümkündür. Bu sebeple biz de bu araştırmamızda Te’vilatü’l-Kur’an’da ictihad kavramının geçtiği yerleri ve bu yerlerde kavramın hangi anlamlarda kullanılmış olduğunu tespit etmeye çalıştık.
Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 2014
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.