Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
8 pages
1 file
TÜRKİYE’DEKİ ÖĞRETMENLERİN FARKLILAŞTIRILMIŞ ÖĞRETİME YÖNELİK BAKIŞ AÇILARI: BİR META SENTEZ ÇALIŞMASI, 2024
Bu meta sentez çalışması Türkiye’deki öğretmenlerin farklılaştırılmış öğretime yönelik bakış açılarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmanın verilerini toplamak amacıyla farklılaştırılmış öğretim anahtar kelimesi ile Google Scholar, TÜBİTAK ULAKBİM, YÖK Ulusal Tez Sistemi, Web of Science (WoS), Education Resources Information Center (ERIC) ve Scopus veri tabanlarında aramalar yapılmıştır. Toplamda 32 çalışmaya ulaşılmıştır. Belirlenen kriterler sonucunda 10 araştırma seçilmiştir. Veriler nitel içerik analizi ile çözümlenmiştir. Çalışmanın birinci araştırma sorusuna yönelik elde edilen bulgularda bireysel farklılıklara uygun etkin öğretim, bilişsel, duyuşsal ve davranışsal etkiler, farklılaştırılmış öğretimi etkili bulma, eğitim politikalarından ve eğitimin paydaşlarından kaynaklı güçlükler ve koşullara göre uygulanabilirlik temalarına ulaşılmıştır. Araştırmanın ikinci araştırma sorusuna yönelik elde edilen bulgularda saygın, etkin ve gelişim odaklı, mesleki gelişim ve Türkiye’de farklılaştırılmış öğretimin uygulanabilirliği sentezlerine ulaşılmıştır. Bu meta sentez çalışması, öğretmenlerin farklılaştırılmış öğretimi hem kendileri hem de öğrencileri için etkili bulduklarını ancak uygulanabilir olmasını engelleyen sorunlar olduğunu ortaya koymaktadır. Eğitim politikalarından ve eğitimin paydaşlarından kaynaklı engellerde farklılaştırılmış öğretime dair bilgi eksikliğinin öne çıktığı görülmüştür. Bu araştırmadan elde edilen sonuçlardan hareketle eğitimin tüm paydaşlarına farklılaştırılmış öğretim ile ilgili bilgilendirilmelerin yapılması önerilmektedir
Edebiyatı sevmemi sağlayan ilk edebiyatçı Mustafa Lütfî el-Menfalûtî'dir. Kullandığı hüzünlü üslup, kendi dönemi ve daha sonra gelen en az üç kuşak üzerinde etkili olmuştur." Necip Mahfuz Bir genç hayatının bir bölümünü ömründe hiç görmediği hayalî bir kıza âşık olarak geçirmiş. Aslında bu genç, insanların çeşitli güzelliklerinden oluşturduğu bir resim çizermiş hayalinde. Bu resim hayalinde yer edince gözünde canlanırmış ve onu öylesine severmiş ki, aşkından deliye dönermiş. Her yerde sevgilisini aramaya başlamış. Uzun yıllar aradıktan sonra da onu bulmuş. Menfalüti Erdem Nerede? başlıklı yazısının ilk satırlarını bu güzel hikayeye ayırıyor. Sonraki satırlarda ise hikâyedeki "genç kız" ın yerine "erdem" i geçirerek yitiğini, erdemi, aramaya koyuluyor. İlk olarak tüccarların arasında, mahkemelerde, zenginlerin köşklerinde, siyasetçilerin ve din adamlarının arasında arıyor erdemi. Yani erdemin bulunması gereken her yere bakıyor. Fakat satıcı kılığına bürünmüş tüccarlarla, aklı kanuna esir etmeye çalışan hâkimlerle, cimri ve müsrif zenginlerle, kavramları en yalan hâliyle kullanan siyasetçilerle, cehalet pazarında akıl ticareti yapan din adamlarıyla karşılaşınca erdemin buralarda olmadığını anlıyor. Erdemin insanların gönlünde bulunduğunu savunan kimselerin söz söylemelerine fırsat vermeden "Ben erdem yoktur demiyorum. Ancak onun bulunduğu yeri bilmiyorum." diyerek yitiğini aramaya devam ediyor. Erdem Nerede? adlı eser her ne kadar da birbirinden bağımsız hikâye ve denemelerin derlemesinden oluşsa da eserin ilk kısımlarında yer alan Erdem Nerede? başlıklı denemenin etkisinden kurtulmak mümkün olmuyor. Yazarın bu bölümde başlattığı erdem arayışını eserin diğer bölümlerini
İş çevrelerinin örgütlenmelerinde kendi özgül uzmanlıklarının dışına çıkarak politika ile ilgilenmeye başlamaları temel olarak iki farklı boyutta incelenebilir. Ulusal düzeyde, seksenli yıllarla beraber ithal ikameci modelin terkedilerek, ihracata yönelik sanayileşmenin benimsenmesi ve AT'ye tam üyelik başvurusunda bulunulması bu gelişmede temel referans noktalarıdır. Birbirini destekleyen bu iki gelişme sonucunda iş çevreleri, dış dünyaya açılan Türkiye'nin siyasal konularına ilgi duymaya, görüş ve önerileri ile sürece katkıda bulunmaya başlamışlardır. Uluslararası alanda ise, iki kutuplu sistemin sona ermesi, ulusal ekonomilerin ve buna bağlı olarak siyasetin küresel boyuta eklemlenmesi sonucunda, çıkar/baskı grupları ulusal gelişmelerin de desteğiyle hem gündemlerini hem etki alanlarını genişletmişlerdir. Devletlerin politikasının şirketlerin ekonomisi ile iç içe geçişinin yanı sıra, uluslararası sistemde yaşanan değişimin yansıması olarak Türkiye'de de iş çevreleri örgütlenerek dernekler, kuruluşlar meydana getirmiş ya da mevcut olanlar daha aktif hareket etmeye başlamıştır.
Raum, 2015
Adolf Loos hakkında bir şeyler yazabilir misin-diye soruldu bana…Yazabileceğimi söyledim. Gelgelelim yapıtları, yazdıkları olmadan yorumlanmaması gereken ve mimar vasfı taşıyan bir isim hakkında yazmaktan kolay bir şey yoktur değil mi? Yorumcunun cenneti; bir tarafta yazılı mecra, diğer tarafta tasarlanmış mecra… Salt her ikisi arasında kurulacak bağlantılar, ki ziyadesiyle bol olmalıdır, sayfaları doldurmak için yeterlidir. Bununla beraber şu da eklendi: Raumplan'a odaklan, bir yaşam olarak. Bu ek ister istemez sınırları daralttı. Raumplan hakkında yazılmamış ne olabilir ki? Uygulama olarak tipolojisi, taksonomisi, hatta içinde göverdiği cinsel bağlam(lar) (!) bile yazılmış; ciltlenmiş…Bununla beraber Loos söz konusu olunca, hemen herşey yorumcunun elinden kayıp gidiyor. Zira Le Corbusier gibi güvenilmiyor Loos'a. Bir sanat ekolü, resim veya 2 boyutlu bir yüzey estetiğinden yola çıkarak üçüncü boyuta varabilen bir kuram, formüllerle ifade edilebilen ve temel yaşam biriminden kentin bütününe yayılabilen bir tasarlama süreci yoktur onda. Bu yüzden sosyal medyanın son 10 yılda eriştiği anlama ve kavrama biçimlerine uygun bir yol izleyerek imgeler ve imgeleşmiş küçük metinler, veya alıntılarla, mütevazi bir " post-it " dizisi sergilemek yerinde olabilir. Belki okuyucu kendi " post-it " lerini bu gruba katabilir; ve kendi Loos'unu tasarlamak isteyebilir…Belki kralın hala çıplak gezdiği loş dehlizler olabilir…Kimbilir?
Çocuk, yaşama hazırlanma sürecinin her aşamasında çeşitli eğitsel uyarıcılarla karşı karşıya gelmektedir. Çocuklara yönelik hazırlanan resimli hikâye kitaplarının da bu eğitsel uyarıcılar arasında kabul edildiği bilinmektedir. Bu bağlamda, bu araştırmayla resimli hikâye kitaplarında yer alan çocuk oyunlarının Piaget’nin oyun gelişimi kuramına göre incelenmesi amaçlanmaktadır. Araştırma nitel araştırma yöntemlerinden doküman incelemesi yöntemi ile kurgulanmıştır. Araştırmanın veri seti, benzeşik (homojen) örnekleme yöntemi ile belirlenmiştir. Araştırmanın veri setini 2012-2015 yılları arasında yayımlanmış 200 resimli hikâye kitabı ve üzerinde “4-6 yaş aralığı için tavsiye edilmektedir” ibaresini taşıyan kitaplar oluşturmaktadır. Araştırmanın temel problemine uygun olarak incelenen 200 adet resimli hikâye kitabından 18’inde oyun olduğu belirlenmiştir. Araştırmanın veri setinden elde edilen sonuca göre 4-6 yaş aralığındaki çocuklara yönelik olarak yayımlanmış resimli hikâye kitaplarında yer alan oyunların Piaget’nin oyun gelişimi kuramına göre ya çocukların normal gelişimlerinin gerisinde ya da normal gelişimlerinin ilerisinde oyun türlerinden olduğu, çocukların oyun gelişimlerine uygun oyun türlerine çok az yer verildiği bulunmuştur. Bulgular çocuklar için üretilen resimli hikaye kitaplarının Piaget’nin oyun gelişimi kuramı bağlamında çocukların oyun gelişimine uygunluğunun yeterli düzeyde olmadığı yorumlanmıştır.
CHALDEA, 2024
CHALDEA EN ESKİ ZAMANLARDAN ASUR'UN YÜKSELİŞİNE (ANTİK TARİH ÇALIŞMALARINA GENEL BİR GİRİŞ OLARAK ELE ALINMIŞTIR)
Harem kelimesinin aslı Akadça “Örtmek, gizlemek, ayırmak, tecrid etmek” manalarındaki haram(um) kelimesinden gelmektedir. Harem kavramı sanıldığının aksine sadece İslamiyetle örtüşmemektedir. Antik Yunan’da Ksefenon (MÖ400 yıllarında) Oikonomikos’unda şöyle demektedir. “… ideal hane yapısında kadınların dairesi sürgülü bir kapıyla erkeklerinkinden ayrılmıştır. Çünkü bu sayede evden çıkmamamsı gereken hiçbir şey çıkmaz ve cariyelerin doğurganlığı evin sahibi tarafından denetlenir.” Bu ifade bize Yunan toplumunda da harem ve cariye kavramının mevcut olduğunu göstermektedir. Tabii ki burada uygulama uygulama safhası konusu tartışılmamaktadır. Yine Sümer’de ve Doğu Roma’da da bu kavram kullanılmıştır. Fakat harem deyince akla gelen ilk devlet; Osmanlı Devleti’dir. Bunun nedeni Osmanlı Devleti’nin Ortaçağ’dan Yakınçağ’a kadar yaşamış büyük bir imparatorluk olması, padişahın yanında valide sultanın oynadığı rol ayrıca haremin başı kabul edilmesi, Müslüman harem hayatının yabancılar için bir muamma oluşu, bu kurum hakkında ya ütopik düşsel ya da kulaktan dolma söylentilerin oluşturulmasına ve yayılmasına neden olmuştur. Sonuçta doğruluğu araştırılmayan bu bilgiler, yabancı tüccar, seyyah hatta büyükelçilerin kalemiyle günümüze aktarılmıştır. Sanıldığının ve söylenilenin aksine haremdeki her kadın evin sahibi erkeğe eşlik görevi yapmak zorunda değildir. Zaten Osmanlı Devleti’nde de poligami yaygın bir olgu değildir. Aynı çekirdek yapılanma Harem-i Hümayun içinde de geçerlidir. Harem-i Hümayun gelişimini Edirne Sarayı’na kadar götürebilmemize rağmen bu kurumun asıl teşkilatlanması Fatih Sultan Mehmed döneminde olmuştur. Harem-i Hümayun’a getirilen cariyeler belirli bir eğitimden geçirilip yükselmektedir. Bu eğitim ise şöyledir; Müslüman adabını öğrenmek, okuma-yazma , dini bilgileri öğrenmek, yeteneğine göre musiki, biçki dikiş, nakış dersleri almak, sofra hizmetlerinin öğrenmek vb. bu döneme “acemilik” denilmektedir. Acemilik dönemini bitirenler “kalfalık” dönemine geçer; en iyi kalfalar “usta” olur. Ancak işinş en iyi yapan kalfalar imparatorluğun en güçlü ailesine hizmet edebilmekte ve ancak bunların içinden padişaha akdim edebilecek kızlar seçilip özel eğitime tabii tutulmaktadır. Harem-i Hümayun’un paşa ve tebaa hareminden ayıran en büyük özelliği ise kapsam bakımından daha büyük statü açısından daha kurumsal olmasıdır. Bu da haremin zaman zaman hanedan içi taht kavgalarına karışmasına, hatta haremde çalışan üst düzey görevlilerin üstünlük mücadelesine neden olmuştur. Harem’in yöneticisi valide sultan olmasına rağmen özellikle XVII. Ve XVIII. yüzyıllarda sarayda padişahın haremini korumak, harem için camiye tenini sağlamak, cariye, usta , ikbal ve kadınefendilerin terfii ve cezalandırmalarını padişaha arz etmek, sultanların evlenmesinin vekilliğini yapmak, töreni ihara etmek hırka-i şeriflerde destimalleri vermek gibi görevleri bulunan kızlar ağasının nüfuzu altına girmiş kızlar ağası, devlet işlerine karışır hatta vezirleri azl edebilir duruma gelmiştir. Öyle ki, Sultan I. Mustafa’nın tahttan çıkışı ve indiriliş meselesi ve Sultan II. Osman’ın katli meselesinde kızlar ağasının rolü olduğunu fakat tarihçilerin gerçekleri kızlar ağasından korktukları için yazamadıklarını söyleyen müellif bulunmaktır. Aynı dönem içerisinden harem içinde bulunan ak ve kara hadım ağaların mücadeleleri de yadsınacak ölçüde değildir. Ayrıca bu ağaların saray içinde yaşanan nüfuz mücadelelerinde taraf tutukları bilinen bir gerçektir. Kösem Sultan’ın devlet yönetiminde valide-i muazzama olarak devam eden rolünde özellikle ak hadım ağalar ve yeniçerilerin desteğini almıştır. Valide Hatice Sultan’ın tarafını tutan Darüssaade Ağalarının gece vakti hareme girmesinin yasaklanması da – her ne kadar dönem tarihçileri bunu IV. Mehmed’in yaptığını söylese de ; IV. Mehmed’in o dönemde küçük bir çocuk olduğunu göz önünde bulundurmak gerektiğini düşünmekteyiz- onun Büyük Valide Sultanlığı zamanında olmuştur. Fakat Uzun Süleyman Ağa’nın Kösem Sultan’ı egale ederek güçlenmesi onun önce Valide Hatice Sultan ve çocuk yaştaki padişah üzerinde nüfuz sahibi yapmış ardından devlette otoritesini kurarak üç-beş ayda vezirleri değiştirmesini sağlamıştır. Bu durum ancak Köprülüler döneminde duraklamıştır. I.Mahmud’un da Darüssaade Ağası Beşir Ağa’nın etkisinde kaldığı hakkında yazılan yazılarda şöyle bir olay aktarılmıştır; Darüssaade Ağası Beşir Ağan ile Avusturya Talman birbirlerine hediye göndermiştir. Beşir Ağa’nın Rus Savaşı’nda Avusturya’nın desteğini almak veya Rusya ile birleşmesini engellemek amacıyla böyle davrandığı düşünülebilir fakat dönem kaynağına göre Avusturya, Beşir Ağa’yı kandırmış ve onları oyalarken askeri düzenlerini tamamlayıp, Osmanlı’ya saldırmıştır. Ayrıca Moskova’ya barış görüşmeleri içen giden ve Avusturya elçisi Talman’ın arabuluculuk edeceği elçiler Talman’ın azl edildiğini öne sürmesiyle Moskova’da biçare kalmışlardır. Bu arada Avusturya Niş Kalesini zaptetmiştir. Padişahla görüşmek isteyen El-Hac Mehmed Paşa ise Beşir Ağa tarafından padişahla görüşürülmeyerek, Edirne’de bekletildiğinden Mehmed Paşa’nın bu hareketi isyan olarak algılanıp azledilmesine neden olmuştur. I. Mahmud’un Beşir Ağa’ya olan güveni ise şu sözlerle tasdik edilmişir: “Kızlar ağası olmasa benim salnataım zail olur.” Müellifler tarafından yazılanların ne tamamı doğru ne de tamamı yanlış diyebilmekteyiz. Bilinen ise özellikle XVII. Ve XVIII. yüzyıllarda darüssaade ağalarının gücüne güç kattığı, sarayda nüfuz mücadelesinden tutun da yönetim erkini etkiledikleridir. İmparatorluktaki kargaşanın merkezdeki yanılsaması olan bu durum “Kadınlar Saltanatı” boyunca güçlenerek devam etmiş fakat bir süre sonra dengelenmeye başlayarak nihayet Tanzimat’la birlikte gücünü kaybetmeye başlamıştır. 1922 yılına gelindiğinde ise darüssaade ağaları tarih sahnesinden çekilmiştir.
KHADR SERVİCES, 2024
Koşan At Işık Ne sabâ dersem yaraşır sür’atlim sâ’ika Ki, seğirdirken ana sâyesi olmaz hempâ Bu at Cem kâmrân ki süvâr olsa rahşına Dârâ tutar şikârım peşrev inân verir hıza Ateşli âşkımı deryâlar söndüremez senî Noktam dâğı süveydâ dumânımdır devî Şohu Şenge Hivron Bablisok kavlin perî Nefesim İsâ gibi diriltir envârıma enverî Pâsbân olmuş bir ejderdir kalemin bekçi On beş mârıma ağzımda yılanındır ateşi Ederim düşmânı bir nokta ile şöhreti âm Veririm dosta bir harf tamâmlar ağzı tâm Tesbîhine dür-i Seb’al-mesânîdir sözüm Ukdesi rişdi râz-ı nihânîdir yanar közüm Araz madde dışındır görünmez güherim Rüzgâra âlemi gayb armağanıdır gecem Öyle bir cevher ki sâfîdir ammâ muttasıl Berk esîri nazar etse görmez rüzgâr asıl Âyet-i Nûn ve’l kalemde sîneme yâ hâsıl Hayvânî âb endîşemden tîr kemânî vâsıl Gururu aşkına düşmân tersinedir dünyâ Kehkeşân sinesini çâk eyledi adın Biryâ Kamber felekten çıkar eğri büğrü nemçe Arşı istiğnâyı himmet âsitânımdır pençe Hâmem ki nazmımı eder ola ihyâ midâd Ab-ı hayâta reşhası rûhı revan verir dâd Vahiy ile işler beyaz elim koynumda şâd Parmağımı oynatsam yedi beyzâm irşâd Kâ'inatın gizli sırrı âşikârdır gönlüm anda Aşk kıymeti bil âlem gayb armağanı bana Yedi ulduzu mîzân burcunda kopsa fırtına Vermezsen mihrimi çıkmaz rûh astral aya Yâ zemîni cennet olsa Kâ’be’yi ulyâ felek Yedi katı taşırdı Kâbe'yi kanadında melek Çıkarır mı Cebrâil âşk ilen bir kalp yemek Dördüncü kata gitse âşk döner Kâbe isek Afetin aynü’l kemâli reşk kâr etmez bana Sevdâyî ağzın akıtır defi çeşmin zahmına Len terâni nüktede âlem harîf kuşun bana Allah Allah diye derine vursan âşk mârına Her ne söylese cevâbı len terânîdir sözüm Laf ola beri gele deriz, gönüldendir gözüm Laf başka söz başka, âhir sözüdür ki kızım Eder nefsi vâhdetim binde bir ma'nâ nazım Laf u güzaf değil taşı gelin gediğe koyalım Gelin insâf edelim mikdârın sâhip-güftârım Ana teslim edelim, emrinde münkad olalım Gönül hâzinesinde kaleminle bekçi ejderim Enverî rüzgârım nokta kalbimden süveydâ Aklı evvell aklı külli Cebrâil bile güler bana Aklı Kül dîvâne hüsnü beyânımdır Mustafâ Ne kadar kazı Kibriti Ahmer çıkar meydâna Nutka gelsem bebek gibi İsâ gibi kundakta Süt emerim memesinden burak ki mutlakta Beyti ma'mûrdan ma'ânî hânumânı bulakta Kara mürekkep damcı bir gülşeni ağızlarda İsfahan'a gitse yılan Şeytân döner yurduna Serendip dağına inse âdem döner vatanına Cidde'de durmaz Havvâ gelir girer koynuna Unutmaz, avutamaz uyutamaz gelmiş nûna Öfkeler zarârdır, bârânı havâ bir şerer eyler Nûşîrevân vermese Hüsrev verir nûş beyler Hâcer'ül Esvedin cemâdâta mürebbî dilber Karadır a'mâ mâhiyyeti cennet diye öperler Işığın gölgesi olmaz yıldırım atımdır serdâr Sabâ rüzgârımda atı gölgesiz gulûvu bozar Aşk atı çâbuk çâlâk, hîç ne Ankâ ne Hümâ Tayyâr eder âlemi gözü yum açana dek dâ Atmış okunu gizletmez yayı şâir olan âşık Süngü kılıç hançer lâzım değil kalemin ışk Hâme câdû-zebân tîğ ü sinânımdır mızrak Sâf derler sahip-kırânımdır kudretlin yarak Cevherim sihir dükkânıdır ol sâzım mucîze Feyzim sevdiğime zebânı dehânı verir size Sözümde kesâfet yok Latiîe vardır bi dâne Mahsûlu bahri kâna veren râygân Rû câne Rû, Waterloo 5 Şubat 2024
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
ASVÂNÎ'NİN MISIR OTOMOBİL KULÜBÜ ADLI ROMANINDA TOPLUMSAL ELEŞTİRİ