Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Bu çalışma, İKTİSADİ KALKINMA VAKFI’ndan Uzman Ahmet CERAN tarafından yayına hazırlanmıştır. Bu çalışma, 2 Haziran 2016 tarihinde İKTİSADİ KALKINMA VAKFI ve İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ AB ENSTİTÜSÜ işbirliğiyle düzenlenen Mülteci Krizi Ekseninde Türkiye-AB İşbirliği: Fırsatlar&Zorluklar başlıklı panel oturumunun içeriği derlenerek hazırlanmıştır. Bu yayında yer alan yorum ve görüşler İKTİSADİ KALKINMA VAKFI’nın resmi görüşünü yansıtmamaktadır. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI; panelistler Prof. Dr. Ayhan KAYA, Doç. Dr. Çiğdem NAS, Doç. Dr. M. Murat ERDOĞAN ve Sayın Damla TAŞKIN’a teşekkür eder.
In today’s world, one of the most pressing issues is undoubtedly the refugee crisis. Inequalities between countries, illnesses, wars and conflicts and other factors have led to significant flows of population from poorer countries in the South to the more prosperous North with better living conditions. One important example of this has been the conflicts and turmoil which has marred the Mediterranean region and led to such flows in the last years. As a result of the Arab spring and more specifically of the ongoing Syrian civil war, these flows instead of tarnishing have been further enhanced. Turkey, at the crossroads between the EU and Syria has been for many refugees their first port of entry and as such has been known as the country which hosts the largest number of refugees in the world. Turkey thus plays a vital role in regulating migration and refugee flows and cooperates actively with the EU in that respect. In that contest, the parties came to an agreement on 18 March 2016 which highlighted the critical importance of increasing cooperation and joint actions in order to effectively manage and regulate the flow of migrants as well as help the integration of populations already present in Turkey. As IKV, we have been following closely Turkey-EU cooperation with respect to the refugee crisis as well as the Visa Liberalisation Dialogue. Furthermore, we have been organising meetings and colloquia with the expressed objective of increasing the understanding of notions regarding the refugee crisis and beyond. As such, IKV Junior Researcher Deniz Servantie prepared a publication entitled “Turkey-EU Refugee Dictionary” (No: 290) where he analysed the main concepts of the refugee jargon, the latest developments in the refugee crisis and its Turkey and Turkey-EU relations dimensions along with a more broad perspective.
Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2008
Türk siyasi hayatında son yıllarda ağırlık kazanmaya başlayan milliyetçi söylemlerin en önemli nedenlerinden biri, 1999 yılında Türkiye'nin AB'ne tam üye olabilecek aday ülkeler listesine alınmasıyla ilgili kararın getirmiş olduğu ulusal zorunluluklardır. Öte yandan, Türkiye'nin Birlik'e üyeliği konusunda ilerlemeler oldukça, Avrupa'da ortaya çıkmaya başlayan Türkiye karşıtlığı da kıtasal milliyetçi söylemde kendisine yer bulmaktadır. Bu kapsamda, bu çalışmada son yıllarda her iki tarafta yükselen, ancak dinamikleri farklı olan milliyetçi söylemlerin nasıl şekil aldıkları gözden geçirilecek; Birlik ve Türkiye arasındaki müzakerelerde her iki taraftaki milliyetçiliğin üstlendiği işlevlerin neler olduğu incelenecek; Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği konusunda milliyetçi söylemlerin ne kadar etkili olabilecekleri tartışılacaktır.
DEAŞ’ın 2014’te küresel bir tehdide dönüşmesi ve Avrupa ülkelerinde gerçekleştirdiği terör saldırıları AB’nin Suriye politikasını güvenlik merkezli bir politikaya dönüştürmüştür. Buna bir de Suriye’den Avrupa’ya yaşanan göç eklendiğinde AB’nin temel hedefi vatandaşlarının ve sınırlarının güvenliğini sağlamak olmuştur. Benzer bir durum da Türkiye’nin Suriye politikasında yaşanmıştır. Türkiye, bölgede artan çatışmalar karşısında güvenliği öncelemiştir. Ancak AB ile Türkiye’nin güvenlik öncelikleri de farklılaşmıştır. Temel hedefi sorunu sınırlarının ötesinde tutmak olan AB, bu durumun Türkiye’ye olası etkilerini göz ardı etmiştir.
Europe stressed from immemorial times. Europe conducted difficult times during and after Second World War thus countries of Europe started to peace and peaceful life. Via this idea, European country led to solidarity. European Coal and Steel Coorperation was first step of peace. European Coal and Steel Coorperation achievement in economy hastened political coorperation process. Political Coorperation process started via Hague Summit, as soon as signed European Single Act take a different dimension after Willy Brandt's effort, separated England between France, insistence denied of De Gallue, denied of reports.
2023
Uluslararası çevre, devletlerin çıkarlarındaki değişiklikler nedeniyle değişken ve daima canlı bir yapıya sahiptir. Bu değişken uluslararası ortamda devletler, değişen dünya düzenine ayak uydurmak için çıkarları doğrultusunda işbirliği yaparlar. Türkiye ve AB’nin geçmişten günümüze dostane bir ilişkiyle birçok noktada işbirliği yaptığı söylenebilir.. Bu ilişki ekonomik, politik ve kültürel temellere dayanır ve bu nedenle Türkiye ile AB arasında geçmişten gelen karşılıklı bağımlılığın olduğunu söylemek mümkündür. Bununla beraber, Suriye krizinin meydana gelmesi ilişkilerdeki ana konulardan biri haline gelmiştir. Bu siyasi krizin, özellikle AB ve Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülke üzerinde ekonomik ve kültürel açıdan çok önemli bir etkisi olmuştur. Suriyeli mülteciler AB ve Türkiye için sorun haline geldiğinde, gelişen ikili ilişkiler ve işbirlikleri kaçınılmaz hale gelmiştir ve birçok farklı alanda yeni bir karar alma süreci oluşturulmuştur. AB, mülteci kriziyle baş etmekte yetersiz kalınca Türkiye'yi çözüm olarak görmüştür. Çünkü Türkiye coğrafi konumu nedeniyle birçok mülteci ve göçmen için ilk giriş ve geçiş noktasıdır. Böylece, ekonomik ilişkiler, AB’deki Türk nüfusu ve siyasi ittifak gibi karşılıklı bağımlılığı güçlendiren yapılara yenisi eklenmiştir. Bu bilgiler ışığında, bu çalışma Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri açıklayacaktır. AB ve Türkiye'nin zaten karşılıklı olarak bağımlı oldukları ve bu karşılıklı bağımlılığın mülteci krizinin etkisiyle arttığı savunulacaktır. Öncelikle işbirliğine neden olan mülteci sorununun tarihsel arka planı verilecektir. Ardından Türkiye'nin mülteci sorunuyla gelen işbirliğinden beklentileri ve bu işbirliğinin vize serbestisi, katılım müzakereleri ve Gümrük Birliği'ne etkileri anlatılacaktır. İkincil kaynaklar, makaleler, kitaplar ve tablolardan yararlanılarak sonuç ve kaynakça verilecektir.
Türkiye'nin kıtalar arasında bir köprü vazifesi görmesini sağlayan konumu Avrupa, Asya ve Afrika arasında ulaşım bağlantılarının kurulabileceği anlamına gelir. Son yıllarda Türkiye'nin bu konumu, tarihte olduğu gibi yeniden bizlere büyük fırsatlar sunmaya başlamıştır. Türkiye'nin önüne çıkan fırsatları verimli değerlendirebilmesi için yapması gereken çok şey vardır. Bunların başında lojistik merkezlerin kurulmasının geliştirilmesinin ve ulaştırma modlarının birbirine paralel ve dengeli olmasının sağlanması gelir. Yapılması gereken daha önemli işler ise denizcilik sektöründe ciddi adımların atılması ve denizciliğimizin geliştirilmesi, bunun yanında her bir limanın lojistik merkez haline getirilmesi, limanların ve liman hinterlantlarının sadece kara yolu ile değil diğer modlarla da desteklenmesidir. Ayrıca lojistik süreçte toplama, dağıtım, depolama ve sınıflandırma bunun yanında konteynerlerin çeşitli ulaştırma yöntemleri ile nakledilmesi işlemleri için bütün ilgili tarafların bir araya geldiği başlangıç ve bitiş noktaları işlevini gören lojistik merkezler ticaret hizmetlerini daha verimli hale getirir. Bürokratik işlemlerin tümü tek bir noktada tamamlanabilir. Bu durum verimliliği artırarak ülke ekonomisine katkıda bulunur. Türkiye'nin yakın gelecekte küresel lojistik üs olması bu etmenlerin gerçekleştirilmesi ile mümkün gözükmektedir.
Analist dergisi, 2016
Hazırlayan ŞAHİN KESKİN ANKARA, 2012 GİRİŞ Gelişen ve değişen dünya konjonktüründe enerji konusu, devletleri kimi zaman sıkıntılarla karşılaşmasına sebep olmuştur. Büyük Savaşlar, buhranlar gibi ekonomiyi altüst eden gelişmeler, devletlerin de enerjiye göre kimliğini etkilemiştir 1 . Devlet aktörünün dışında küresel aktör olarak nitelendirebileceğimiz Avrupa Birliği' de bundan payını almıştır. Avrupa Birliği üye ülkeleri ve aday ülkelerin işbirliği sürecinde olmaları gerekir; fakat bazı aksaklıklar gündeme gelmiştir 2 . Avrupa Birliği'nin Rusya'ya bağımlılığını azaltmak için yürüttüğü, ancak bir türlü sonuca ulaşamayan projelerin -NABUCCO vb.-hayata geçirilemeyişinin ana nedeni, AB ülkeleri arasında enerji ve dış politika konularında süregelen anlaşmazlıklardır 3 . Kömür enerji sistemi ile başlayan süreç, petrol ve doğalgaza bağımlığı ile süregelmiştir. Avrupa Birliği, kuruluşundan sonra genişlemeler ile uluslararası arenada önemli bir aktör haline gelmişti. SSCB'nin de dağılması ile üye ülke sayısını artıran AB, enerji konusunda bir takım anlaşmalar ve buna binaen tavizleri de göz önünde bulundurmuştur.
TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİĞİ AÇISINDAN KIBRIS SORUNU, 2018
Geçmişten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kıbrıs, tartışma ve çekişmelerin merkezinde yer almıştır. 16. yüzyılda Osmanlı egemenliğine giren ada göç ve iskân politikalarıyla Türk nüfusunun yerleşimine açılarak, Türkiye açısından günümüzde mevcut olan Kıbrıs Sorununun başlamasına neden olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye-Yunanistan ve İngiltere’nin garantör devlet olarak yer almalarıyla birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Gücü elinde tutan kesimin diğer kesimi dışlamasıyla, uluslararası bir sorun haline gelen bu problem Türkiye’nin AB üyeliğini de etkiler hale gelmiştir. Türkiye karşıtı olan Yunanistan’a ek olarak 2004 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin de AB üyesi olmasıyla birlikte Kıbrıs Sorunu daha bir kaotik hal almıştır. Türkiye’nin AB üyelik sürecini de etkileyen bu çok önemli uluslararası ilişkiler sorunu, ağırlıklı olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi eksenli olmak üzere çok yönlü bir analize tabi tutulmuştur.
MÜZAKERELER SÜRECİNDE TÜRKİYE VE AVRUPA BİRLİĞİ, 2005
Pek çok araştırmacı Türkiye'nin Avrupa organizasyonlarına bağını 17'nci yüzyıla kadar götürür. En azından 17'nci yüzyılda Avrupalı düşünürlerin Türkiye ile ilgili önerileri vardır. İngiliz Hıristiyan dini lider, meşhur yazar William Penn 1693’te yazdığı “Avrupa Barışının Bugünü ve Geleceğine Doğru Bir Roman” (An Essay Toward the Present and Future Peace of Europe) kitabında, bağımsız devletlerden oluşan bir Avrupa Birliği – Meclis “Common Assembly” önermektedir. 90 sandalyeli bu mecliste Almanya 12, Fransa ve İspanya 10, İtalya 8, İngiltere 6 sandalyeye sahip olacak, Türkiye de isterse 10 sandalye ile katılabilecektir. Bu öneri, Osmanlı İmparatorluğu’nun şaşaalı bir döneminde, bir Hıristiyan dini lider tarafından yapılmaktadır. Öneriler dışında, Türkiye’nin ilk Avrupalılık belgesi 1856’da Paris’te imzalanan anlaşma olarak gösterilmektedir. 30 Mart 1856 Paris Anlaşması’nın 7’nci maddesi şöyledir: “Avusturya İmparatoru, Fransız İmparatoru, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Kraliçesi, Prusya Kralı, Sardunya Kralı ve Rusya İmparatoru, Osmanlı Hükümeti’nin Avrupa Devleti sayılmasını, Avrupa Devletlerinin bütün haklarından ve Avrupa Devletleri Konseyi’nden faydalanmasını kabul ettiklerini duyururlar. Bu hükümdarlardan her biri, Osmanlı Devleti’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeyi kabul ederlerken bu saygının devamı konusunda birbirlerine kefil olurlar. Bu kurala aykırı olan her hareket, kendileri tarafından genel çıkarlarla ilgili bir mesele şeklinde görülecektir.” Türkiye böylece, Sultan Abdülmecid zamanında, “Avrupa Devletleri Konseyi”ne girmiş oluyordu. Tabii Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan savaşlar bu anlaşmayı kâğıt üzerinde bıraktı. Ancak 1920’lerde yeni öneriler ortaya atılmaya başlandı.
2013
tarafından yazılmıştır. Yazım aşaması boyunca bizlerden yakın desteklerini esirgemeyen değerli meslektaşlarımız Leah Denman, Ali Erol, Andy Moffatt, Burç Köstem, Oğuz Kaan Pehlivan ve Chareen Stark'a müteşekkiriz. Ayrıca alan araştırması ve hemen ardından gerçekleşen geniş katılımlı çalıştaya sağladıkları destek için USAK Başkanı Büyükelçi (E) Özdem Sanberk ve USAK Bilim Kurulu Başkanı İhsan Bal'a teşekkürlerimizi sunuyoruz. Gerek devlet kurumlarından gerekse uluslararası kuruluşlardan raporun hazırlanması için yapılan çalışmalarda emeği geçen tüm yetkililere, sivil toplum kuruluşu temsilcilerine, Suriyeli mültecilere ve bizimle vakitlerini ve düşüncelerini tüm misafirperverlikleriyle paylaşan bölge halkına en içten teşekkür ve minnettarlığımızı bildirmek isteriz. Temsilcileriyle mülakat yaptığımız ve düzenlediğimiz seminere katılan kurum ve kuruluşların listesi, raporun sonunda yer almaktadır. * Bu çalışmanın orijinali İngilizce olarak hazırlanmış olup Türkçe'ye çevrilmesine katkı sunan Öznur Akcalı, Reyhan Güner, Mehmet Hecan, Büşra Nur Özgüler, Ömer Faruk Topal'a teşekkürlerimizi sunarız. (USAK), ampirik araştırmalar yapan ve analizler üreten bağımsız, kâr amacı gütmeyen özel bir araştırma kuruluşudur. USAK basılı yayınlar, konferanslar, politika önerileri şeklindeki uzman analizleri ve yaptığı araştırmalar yoluyla politika yapım sürecini etkilemeyi ve kamusal bilinç oluşturmayı amaçlar. Bu raporda yer alan analiz, görüş ve öneriler yazarların şahsına ait olup aksi belirtilmedikçe USAK'ı ve bağışçılarını bağlamaz, onların görüşlerini yansıtmaz. Brookings Enstitüsü, kâr amacı gütmeyen özel bir kuruluştur. Kuruluşun misyonu, kaliteli ve bağımsız araştırmalar yapmak ve bu araştırmalar bağlamında hem politika yapıcılara hem de kamuoyuna yenilikçi ve pratik öneriler sunmaktır. Brookings Enstitüsü yayınlarından çıkan sonuç ya da öneriler, yalnızca yayının sahibi olan yazar ya da yazarların şahsi görüşünü yansıtır; Brookings yönetimi ya da kuruluşun diğer çalışanlarını bağlamaz. Brookings, kendisini destekleyenlere sunduğu değerin kalite, bağımsızlık ve etkileyiciliğe olan şaşmaz bağlılığının bir sonucu olduğuna inanır. Kuruluşa bağış yapanlar tarafından desteklenen faaliyetler, bu bağlılığı yansıtır. Analiz ve öneriler üzerinde, bağış yapanların herhangi bir etkisi yoktur.
Türkiye-Rusya ilişkilerinin tarihsel olarak genel görünümü rekabet zemininde oluşmuştur. Tarih boyunca rekabetin ve savaşların hüküm sürdüğü ilişkiler Osmanlı ve Rus İmparatorluğu’nun 1900’lerin başlarında yıkılmasıyla farklı bir boyuta evrilmiştir. Buna rağmen İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan Soğuk Savaş ve iki ülkenin düşman bloklarda konumlanması Türk-Rus ilişkilerinin yeniden rekabetçi ortama dönmesinin zeminini oluşturmuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise ikili ilişkiler bölgesel ve küresel ölçekte dünyada yaşanan gelişmelere paralel olarak yeniden şekillenmiştir. Bu bağlamda Soğuk Savaş sonrası 1990’lar Türkiye-Rusya ilişkilerinde zemin arama dönemi olarak adlandırılabilir. Her ne kadar ilişkilerin gelişimi istenilen şekilde gerçekleşmemiş olsa da taraflar birbirleri ile Soğuk Savaş atmosferinin uzağında bir şekilde iletişim içinde olabileceklerini anlamışlardır. Bu dönem çoğunlukla iki ülkenin de ilgi alanına giren Kafkaslar ve Orta Asya üzerinde etki oluşturma girişimleri ile özdeşleşmiştir. Özellikle Türkiye’nin Çeçenistan sorununa, Rusya’nın da PKK sorununa yaklaşımı bu dönemde diğer adı geçen bölgelerle birlikte ortaya çıkan meselelerde tarafların anlaşamamalarının temel nedenlerini oluşturmaktaydı. Lakin 1990’ların sonlarında Vladimir Putin’in siyasi sahneye çıkması ve Türkiye’nin attığı çeşitli adımlarla etnik krizlerin ikili ilişkileri etkilememesi önemli ölçüde sağlanmıştır. Özellikle 2000’li yıllarla birlikte taraflar ilişkilerini çok boyutlu düzeye çıkarmak için ticaretten kültüre kadar birçok alanda işbirliği kurma fırsatlarını başarılı bir şekilde değerlendirmişlerdir. İki ülkede iktidarda bulunan siyasi iradenin de etkisiyle süreç içerisinde yaşanan bazı aksiliklere rağmen ilişkiler gözle görülür bir ivme kazanmıştır. 2002 yılında iktidara gelen AK Parti yönetiminin özellikle seçim beyannamelerinde de kendisine yer bulan söylemler ile ikili ilişkileri geliştirmeye ihtimam göstermesi sonuç vermiştir. 2002 seçim beyannamesinde “Rusya Federasyonu ile Orta-Asya ve Kafkasya’da rekabete değil işbirliğine dayanan dostça ilişkiler sürdürülecektir.”1 söylemini benimseyen AK Parti, 2007, 2011 ve 2015 seçim beyannamelerinde de aynı tutumu sergilemiş ve zaman ilerledikçe seçim beyannamelerinde Rusya ve Kafkasya ile ilişkiler kendisine daha çok yer bulmaya başlamıştır. Bu tutum 2011 AK Parti seçim beyannamesinde Rusya ve Kafkaslar bölümünün ayrı bir başlık ile incelenmesine de yansımıştır: AK Parti iktidarı Türkiye’nin Rusya ile olan siyasi ve ticari ilişkilerine özel bir önem vermiştir. Komşularla sıfır problem ve tam ekonomik işbirliği politikamızın bir tezahürü olarak Rusya ile ticari ilişkilerimiz büyük bir sıçrama göstermiştir. Rusya, Türkiye’nin doğal gaz ihtiyacını karşılarken, Türk firmaları Rusya’da büyük projeleri hayata geçirmeye başlamışlardır. Rusya ile vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması, siyasi ve ekonomik ilişkilere yeni bir ivme kazandırmıştır. Türk-Rus ilişkilerinde yaşanan gelişmeler, Kafkaslardan Orta Asya’ya kadar çeşitli bölgesel konularda yeni bir işbirliği zemininin doğmasına imkân tanımıştır. Rusya ile vizelerin tedrici olarak kaldırılması, ikili ilişkilerin ivme kazanmasını sağlayan önemli bir adımdır. Rusya ile ilişkilerimizi bu çerçevede güçlendirmeye devam edeceğiz.2 Verilen bu genel görünüm bağlamında bu bölüm AK Parti döneminde Türkiye-Rusya ilişkilerinin gelişimini tarihsel bir perspektifle ekonomik, siyasi ve güvenlik boyutlarından inceleyecektir.
Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2015
Bu makalede, Avrupa Birliği ve Türkiye’de işgücü piyasalarını etkileyen kurumlar tespit edilerek, bu kurumların işsizliğe etkisi test edilmiştir. Kurumsal İktisadın öngörüleri kullanılarak yapılan çalışmada panel veri analizi kullanılmıştır. İşsizliğin bağımsız değişken olarak test edildiği analizde, kurumsal iktisat bakış açısıyla tespit edilen üç makro ekonomik değişken ve beş kurumsal değişkenin işsizliğe etkileri ölçülmeye çalışılmıştır. Çalışmada, 2003-2013 dönemi için seçilmiş 22 Avrupa ülkesi ve Türkiye’ye ilişkin veriler kullanılmıştır. Yapılan analiz sonuçlarına göre, değişkenlerden bazılarının işsizliğe etkisi konusunda istatistiksel olarak anlamlı iken, bazı değişkenlerin istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki ortaya koymadığı ancak kurumsal etkileşimin, çıktıları değiştirdiği sonucu ortaya çıkmıştır.
İKV DEĞERLENDİRME NOTU , 2015
Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2016
nun katkılarıyla şekillenen bu yaklaşıma göre, iş piyasasındaki katılıklar nedeniyle, şoklar işsizlik düzeyi üzerinde kalıcı etkilere sahiptir. Yani ekonomideki bir şoktan sonra işsizlik oranları artmakta ve eski seviyesine geri dönmemektedir. Bu çalışmada 2001Q1-2015Q4 dönemine ait üç aylık veriler kullanılarak Avrupa Birliği ülkelerinde ve Türkiye'de işsizlik histerisinin geçerliliği; i) Her bir ülkeye ait zaman serisi boyutuyla, ii) Seçilmiş AB ülkelerine ait Panel veri analiziyle incelenmiştir. Analizde frekans ve zaman boyutu birlikte dikkate alındığından dolayı işsizlik histerisinin varlığı Fourier-ADF ve Fourier IPS yaklaşımına dayalı tekniklerle tahmin edilmiştir. Çalışmada elde edilen bulgulara göre İtalya, İspanya ve Estonya dışındaki ülkelerde işsizlik oranları doğrusal bir yapı göstermektedir. İşsizlik oranları Avrupa Birliği ülkelerinde panel veri analiziyle incelendiğinde ise doğrusal bir yapı sergilediği ve işsizlik histerisinin geçerli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, 2023
Günümüzde çalışan yoksulluğu kavramının öne çıkmasının en önemli nedenlerinden biri istihdama katılan bireylerdeki yoksulluk riskinin artış göstermesidir. Bu noktada çalışan yoksulluğu, hanehalkı türü ve özellikleriyle değerlendirilirken ayrıca bireyin eğitim düzeyi, cinsiyeti, çalışma süreleri, işgücü piyasası göstergeleri ve kurumsal faktörler de çalışan yoksulluğu üzerinde etkilidir. Bu çalışmanın amacı çalışan yoksulluğunu, Avrupa Birliği’ne üye 27 ülke (AB-27) ve Türkiye perspektifinden incelemektir. Çalışan yoksulluğu kavramı ve nedenleri ele alınarak çalışan yoksulların belirlenmesine yönelik kriterlerin incelendiği çalışmada AB-27 ülke ve Türkiye'deki çalışan yoksulluğu 2012, 2015, 2018 ve 2020 yıllarına ait Eurostat verileri ve araştırma raporları yardımıyla değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda Türkiye ile AB-27 ülke ortalamasına ait yaş, cinsiyet, hanehalkı özellikleri, eğitim düzeyi, çalışma türü, iş sözleşmesi türü ve iş yoğunluğu verileri arasında farklılık olduğuna ulaşılmıştır. Bu kapsamda hem AB-27 ülke ortalaması hem de Türkiye’de; erkeklerin kadınlara oranla daha fazla çalışan yoksulluğu riskine sahip olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Ayrıca eğitim düzeyine göre çalışan yoksulluğu riski oranları 2020 yılına ait veriler dikkate alındığında gerek AB-27 ülke ortalaması gerekse Türkiye’de eğitim düzeyi arttıkça azalma eğilimi gösterse de yükseköğretim düzeyinde çalışan yoksulluğu riskinde yıllar itibariyle artış görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Yoksulluk, Çalışan Yoksulluğu, Avrupa Birliği, Türkiye
2010
Kapitalizmin küreselleşmesi ve sermayenin kendine yeni alan açma projesi olarak ifade edebileceğimiz AB genişleme süreci sadece piyasaların entegrasyonunu değil aynı zamanda siyasal ve sosyal bir bütünleşmeyi de kapsamaktır. Bu çerçevede bugüne kadar gerçekleşen genişlemeler ile birlik hem güvenlik hem de dış ticaret politikalarında küresel etkinliğini ve rekabet gücünü arttırmıştır. Ancak gerçekleşen genişleme süreci değişen küresel konjonktür ile beraber birliğin yapısını ve uygulanan politikaları birliğin çıkarları doğrultusunda değiştirmiştir. Değişim esas itibariyle üçüncü ve beşinci genişleme süreçlerinde kendini hissettirmektedir. Merkez-Doğu Avrupa ülkelerinin ve Türkiye’nin müzakere süreçlerine bakıldığında izlenen politikalardaki bu değişim önemli ölçüde görülmektedir. Bu doğrultuda Avrupa Birliği’nin artık Türkiye’nin tam üyeliğinden ziyade imtiyazlı ortaklık benzeri bir entegrasyon sürecini benimsediği izlenimi ortaya çıkmaktadır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.