Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Giriş İman için aklın bir işlevinin olup olmadığı sorusu tarih boyunca insanlar arasında bir tartışma konusu olmuştur. Aklın iman için öne sürülmesi beraberinde irade kavramını da gündeme getirmiştir. Akıl, iman ve irade problemini tartışırken merkeze alınması gereken kavram iman kavramıdır. Bu tür kavramlar, nesnelerine uygun olduklarından dolayı, sınırları çizilebilir ve tanımlanabilir olan kavramlardır. Akıl, iman, irade kavramları da mahiyeti olup gerçekliği bulunmayan kavramlarımız arasında yer alırlar. Bundan dolayı onlar, haklarında tek bir tanıma ulaşılabilir türden kavramlar değildir. Yani iman ve iradeyi kesin sınırlarıyla akıldan ayıramayacağımız gibi, aklı işin içine sokmaksızın bir iman ve irade söz edemeyeceğimiz açıktır. Bu bağlamda Kant, Leibniz, Spinoza ve Kur'an örnekleminde bu kavramların nasıl ele alındığını tartışacağız. a.Kant'a Göre Akıl, İman, İrade İlişkisi Kant ve iman konusu gündeme geldiğinde muhakkak ki Kant'ın " İnanca yer açmak için bilgiyi inkar ettim " sözü akla gelecektir. Kant'a göre bütün bilgilerimiz deneyle başlar ve o, bu düşüncesinden hiçbir zaman kuşku duymamıştır. Çünkü filozofumuz Kant için zaman bakımından deneyden önce gelen hiçbir bilgi yoktur; ancak bu bütün bilgilerimizin kaynağının deneyden geldiği anlamına da gelmemelidir. Öyle ki Kant, aklın deneyden almadığı, doğrudan doğruya kendisinden çıkardığı bilgilerin var olduğu, bunların duyu bilgisine temel olan birtakım deneyden önce gelen a priori (önsel), kavramlarımız olduğuna ve deneyin içine bunları yerleştirmek suretiyle salt kavramlar ile bir düzen kazanıp bilgi haline geldiklerinden hiç şüphesinin olmadığını ifade etmiştir. Böylece bilgi bir yönüyle deneye, duyulara; öteki yönüyle de zihne dayanmış olmaktadır. Bu bağlamda Kant aklı ikiye ayırmıştır; pratik akıl ve teorik akıl olmak üzere. Teorik akıl bize olanı bildirir, pratik akıl ise olması gerekeni bildirir. Kant'ın bu ayrıma gitmesinde ki sebep, kendisinden önceki filozofların fizik ötesine ait düşünceleri sadece akla dayanarak açıklama çabalarının onları yanlış hükümler vermeye götürmesidir. O sadece saf akıl ile fizik ötesi şeylerin bilgisinin yani tanrı, ruh ve hürriyet gibi kavramların bilenemeyeceğini ifade etmiştir.1 Kant'ın konuya yaklaşma biçimini ön planda tutarak, teorik aklın sınırları içerisinde imkan dahilinde bulunan bilimsel bilgiyi, yani belirli bir zamanda ve mekanda yer alabilen nesnel varlıklardan 1 1 Mehmet Demirtaş, " Kant'ın " İnanca Yer Açmak İçin Bilgiyi İnkar Ettim " Sözünün İman Ve Bilgi Açısından Değerlendirilmesi " , C.Ü İlahiyat Fakültesi Dergisi 1, (2013): 290.
Özet İman-islam ilişkisi, itikadi mezheplerin ihtilaf ettiği konulardan birisidir. İman ve islam kavramlarının eş ya da farklı anlamlı kullanımlarını Kur'an ve hadislerde görmek mümkündür. Bu farklı kullanım iman ve İslam'ın özdeşliği ve farklılığı şeklinde iki farklı görüşe kaynaklık etmiştir. Bu çalışmada iman ve islam kavramlarının özdeşliği ve farklılığını savunanların dayanakları ele alınacaktır. Abstract The relationship between faith and Islam is one of the most controversial issues in terms of sects. It is possible to see the uses of the concepts of faith and Islam with the same or different meanings in Qur'an and hadiths. This uses have led to two opposite views regarding the faith and Islam. One of them stress the fact that both refer to the same thing. The other regards them as separate concepts. İn this study, the justifications of these two approaches will be discussed.
Mahiyetleri farklı olsa da, iman ve bilginin ortak alan ve özellikleri vardır. Bu nedenle birbirlerinden etkilenmekte, çoğu kere ayrılmaz bir birlikteliğe sahip olmaktadırlar. Bu bakımdan birer insan eylemi olan iman ve bilgi, birbirini besleyen iki kaynak konumundadır. Zira çoğu kere insan inanmak için bilgiye, bilgiye ulaşmak için de imana ihtiyaç duyar. Çünkü hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığımız bir şeye inanmamız söz konusu olmadığı gibi, henüz bir ön kabul aşamasına gelmemiş bir problemi araştırıp bilgilenme ihtiyacı içinde olmak da söz konusu değildir. Öte yandan iman gerçeği olmaktan çıkmış ve bilgisel gerçekler haline gelmiş bilgilerimizi genel imana dayalı bilgi üstü prensiplere bağlamamızda yine inanç prensiplerinin önemli bir rol oynadığını görmekteyiz.
İLİM İRFAN HİKMET, 2019
İnsanı insan yapan, diğer canlılardan ayıran özelliği öğrenme kabiliyeti, bu değerler ile birleştirip insan onuruna yakışan şekilde hareket etmesidir. Öğrendikleri ile amel etmesi, öğrendikleri ile iman etmesi insan olmanın, imtihana tabi tutulmanın ince noktasıdır.
Hacı Bayram-ı Veli V, 2020
Devletin gerilemesi, toprak kaybı, kurumların istikrarsızlaşması, rüşvet, adam kayırma, liyakatsiz bürokrat ve yöneticilerin kötü yönetimleri, ilim kurumları medreselerin kendini yenileyememesi, irfan kurumları tekkelerin asli kimliğinden uzaklaşması gibi faktörler, ülkemizde son iki yüzyılın en çok tartışılan konuları arasında olmuştur. Karlofça Antlaşmasıyla (1699) başlayan duraklama süreci, Osmanlı İmparatorluğu’nu gireceği kriz ve kırılmaların ilk işareti olarak değerlendirilebilir. Bir yüzyıl sonra Fransız İhtilali’nin (1789) gerçekleşmesiyle, küresel güç olan imparatorluklar, büyük sarsıntılar karşı karşıya kalır. Zira Fransız İhtilali; çoklu millet, etnik köken, din, mezhep gibi sonraki yıllarda ayırt edici özellikleri kışkırtmaktadır. İmparatorlukların yerini, bir yüzyıl sonra ulus devlet almaya başlar. Bilim ve teknoloji alanındaki 450 HACI BAYRAM-I VELÎ V gelişmeler, sanayi devrimiyle birlikte, on dokuzuncu yüzyıl, kendisine kadar tüm zamanlardan daha büyük bir ilerlemeyi gerçekleştirdiği söylenebilir. Bu gelişmelerden doğrudan etkilenen Osmanlı yönetimi, gelişim ve değişimleri kendi içinde tartışmaya ve değerlendirmeye başlar. Hakikatte sorunlar ve karşılaşılan zorlukların çözümü ile ilgili değerlendirmeleri son iki yüzyıldan önceye götürmek yerinde olacaktır. Nitekim 1631 yılında padişah 4. Murat, Koçibey ismindeki bir bürokrata devlet yönetiminde ve ülkenin içinde bulunduğu sorunları aşmak için bir rapor hazırlamasını emreder. Koçibey, hazırladığı raporla (Koçibey Risalesi), o gün yaşananları ve sonradan ortaya çıkacak benzer meselelerin çözümünü sunar. Duraklamanın etkilerini henüz hazmedemeyen Osmanlı devlet aklı, Tanzimat(1839), Islahat(1856) ve Meşrutiyet(1876 ve 1908) ilanlarıyla çıkan sorunlara karşı çözümler bulmaya çalışır. Nihayetinde Cumhuriyet’in ilanıyla(1923) birlikte uzun süren bu süreç tamamlamıştır. Cumhuriyet’i kuran kadro da, Osmanlı paşa ve bürokratlarından oluşmaktaydı. Abdülhamid döneminde ağırlıklı olarak açılan Tıbbiye, Harbiye, Mülkiyeden yetişen genç ve orta yaşlı bir ekip, yeni saltanatın yerine Cumhuriyet’in kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde yeni aydın, bürokrat, yazar, şair ve münevver, tipiyle karşılaşılmaktadır. Bunlardan birisi de milli şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’dur(1873-1936). Kökleri baba tarafından Rumeli’ye, ana tarafından Buhara’ya kadar dayan Âkif, nihayetinde her ikisinin arasında olan İstanbul’da, Fatih semtinde dünyaya gelir. Atak ve çevik olması, ona hayatı boyunca cesur, gözü pek ve özgüvenli olma vasıflarını kazandırır.
Öz Bu makalede Hikmet-i İlahi okulunun takipçileri veya el-Hikmet el-İlahi [özellikle genel prensipler el-umurel-ʽâmme ile ilgili kısmı] ve Kelam arasındaki ilişki incelendi. Hikmet-i İlahi ve Kelam arasındaki mücadele ve karşılıklı etkileşim tarihinde dört önemli dönem tespit edildi. İlki başlangıcından 3./9. yüzyıla kadarki dönemdir. Bu dönemde Kelam ve Felsefe arasında yakın işbirliği mevcuttu. İkinci dönem 3./9. yüzyıldan 5./11. yüzyıla kadarki dönemdir. Bu dönem yoğun bir muhalefet dönemiydi. Cüveyni ve Gazali'den Fahreddin Razi'ye kadar olan üçüncü dönemde ise filozof ve kelamcı birbirinden zor ayırt edilir oldu. 7./13. yüzyıldan bu yana Hikmet-i İlahi ekolü gelişimini tamamladı ve 3. dönemde oluşan eğilimlere dayalı yeni bir ilişki tarzı ortaya çıktı. Hikmet-i İlahi'nin takipçileri Kelam'ın yöntemini mantığa aykırı bulmakla birlikte ele aldığı problemlerin büyük bir öneme sahip olduğunu düşündüler. Onlar Kur'an ve Sünnete Kelamın takipçileri gibi saygı duymalarına ve doktrinlerinin kaynağını Kur'an ve Sünnet'ten almalarına rağmen, Kelamın metotlarının dinin daha önemli sorularını çözmede ve metafiziksel düzlemde yeterli ya da meşru olduğunu reddettiler. Kelamın kendine özgü işlevinin yerine geçmek adına ona yapılan muhalefetteki değişim en azından Hikmeti İlahi'nin geliştiği İran'ın kültürel atmosferinde bulunan Molla Sadra ve Sühreverdî arasındaki aracı figürlerde görülebilir. Abstract In this paper have been examined the relation between the followers of the school of al-Hikmat al-ilâhiyyah, or Hikmat-i ilâhî (especially that part concerned with "the general principles" (al-umûr al-'âmmah) and Kalâm. In the history of the struggle and reciprocal influence between Falsafah and Kalâm was distinguished four importent periods. First period is from the beginning to third/ninth century. In this period, there was close association between Falsafah and Kalâm. Second period is from the third/ninth to the fifth/eleventh century. This was a period of intense opposition between Falsafah and Kalâm. Third period, that is from the Juweynî and Ghazzâlî to Fakhr al-Dîn al-Râzî, when men appeared whom it is difficult to classify exactly either in the category of faylasûf or * Harry A. Wolfson onuruna Erken Dönem İslami Düşünce Konferansı'nda sunulan bir metindir, Nisan, 1971, Harvard Üniversitesi.
2000. YILINDA HIRİSTİYANLIK (DÜNÜ, BUGÜNÜ ve GELECEGİ)Dinler Tarihi Araştırmaları - III (Sempozyum, 09-10 Haziran 2001, Ankara), 2001
Hz. İsa bir Yahudi peygamberi olarak I. yüzyılda Filistin bölgesinde yaşamıştır.Onun İsrail oğullarına yönelik mesajı, kendisinden sonra Havariler tarafından yorumlanarak, zamanla Yahudilikten ayrı Hıristiyanlık adında bir din olmuştur. Hıristiyan dininin inanç esaslarının oluşmasında da Hz. isa'nın şahsiyeti ve misyonu önemli rol oynamıştır. Hz. isa, doğumu, hayatı ve ölümü ile hem yaşadığı dönemde hem de ölümünden yüzyıllar sonra bile adından en çok söz edilen şahsiyetlerden biri olarak tarihe damgasını vurmuştur. Bu çalışmada Kanonik İnciller ve Kur'an bağlamında Hz. İsa'nın hayatından bahsedilmiştir.
Metafizik: Kavram ve Problemleriyle Varlık Felsefesi, 2019
Hem bilgi felsefesinin, hem zihin felsefesinin, hem bilim felsefesinin hem de din felsefesinin temel kavramlarından olan “imkân” kavramının, hem zihne hem de zihin dışına bakan bir yönü vardır. Bu kavram tüm disiplinlerde çok kullanılmasına rağmen doğru anlaşılması en çok problem teşkil eden kavramlardan biridir. Bu kavramın günlük dilde kullanılışı ile felsefi anlamda ifade ettiği karşılıklar birbirleriyle uyuşmamaktadır. Bu kavram “ihtimal dahilinde olan ve olmayan” anlamlarından daha fazla anlam içeren bir kavramdır. Günlük dildeki kullanılış genelde “ihtimal dâhilinde olan ve olmayan” anlamıyla sınırlıdır. Felsefi içeriğe sahip eserlerde de bu kavram ancak bir yönüyle kullanılmaktadır. Bu kavram mantık ve matematik açısından da değerlendirme gerektiren bir kavramdır. O nedenle anlaşılmasında ve kullanımında tek bir alanla sınırlı değildir. Zihin ve evren üzerinde yapılan tefekkürde bu kavramın içerdiği farklı anlamların ayırt edilememesi düşüncedeki istikametin bozulmasına neden olmaktadır. Ayırt edememek aklın yanlış kullanılmasına, zihin dışı ve zihin içi üzerindeki düşüncelerde zorunlu olan ve olmayan ayırımının karışmasına neden olmaktadır.
Kâmilleşme belli bir örneği hedef alarak ona doğru ilerlemek, ona benzemeye çalışmaktır. Bu örnek – idealdir. Yıllar geçtikçe, düşünceler derinleştikçe aile çevresinden okula ve topluma ayak açan insanın ideali de bu sürece uygun olarak değişir. İdeal örnek kâmilliğin teşvik edici gücüdür, yani bir gelişimdir. Daha doğrusu onu ileriye doğru götüren bir güçtür. Bu husus, sadece ayrı ayrı bireylere değil, aynı zamanda toplumlara özgü bir özelliktir. İdealler değiştikçe toplumlar da değişir. İlginçtir ki her hangi bir toplumu değişmek için onun idealini değişmek veya idolleştirmek yeterlidir.
AYTÜL AKAL'IN ESERLERİNDE AİLE İÇİ ÇATIŞMA ÜZERİNE BİR İNCELEME Özet Canlılar yaşamlarını sürdürürken engellerle karşılaşır ve bu engelleri aşarken de çatışmalar yaşar. Birey bazen kendisi bazen de ailesi, irtibat halinde olduğu kişiler, toplumlar ve kurumlarla çatışmalara düşer. Bu çatışmaların önemli bir kısmı, toplumun temel taşlarını oluşturan ailelerde yaşanır. Bireyi ve toplumu çeşitli yönden etkileyen aile içi çatışmalar, sosyal bilimlerin ilgi alanı olduğu gibi her yönüyle insanı konu edinen edebiyatın, özellikle de çocuk edebiyatının ana konularından birini oluşturur. Çocuğu merkeze alan bu edebiyat, çocuğa görelik ilkesiyle hazırlanan eserler aracılığıyla bireyi hayatın gerçekleriyle tanıştırır. Çok sayıda eserle karşılaşan okuyucu, zaman zaman niteliksiz kitaplarla da tanışabilir. Bu da bize çocuk kitaplarındaki niteliği, çocuğa görelik ve çocuk duyarlılığını özümseyen ve bunu eserlerine yediren çocuk edebiyatı yazarlarını hatırlatır. Aytül Akal, çocuğun dünyasını ve edebiyatın niteliklerini özümseyen bir yazar olarak bilinir. O, çocukların kuşaklar arası, aile içi ve günlük yaşamda karşılaştığı çatışmaları mizahî bir üslupla anlatan yazarlardan biridir. Ergenlerin günlük hayatta yaşadığı çatışmaları konu alan bu çalışmada Akal'ın Kızım Ben Çocukken ve Oğlum Ben Çocukken adlı kitaplarında aile içinde gerçekleşen kişinin kendisiyle ve başka bir kişiyle yaşadığı çatışmalar söz konusu edilmektedir.
İKNA OLMAK - Kavramlar Yöntemler Örnekler, 2017
GİRİŞ Siyasal iletişim konusunda ana aktörler olan siyasi partiler ve bu partilere üye olarak ya da bağımsız olarak siyasetle ilgili faaliyet gösteren siyasetçilerin, ana amaçları, oy verenlerin kendileri ve varsa mensubu oldukları partiler hakkında olumlu kanaatlere sahip olması, yaptıkları ve geliştirdikleri siyaset biçiminin onlar tarafından onaylanmasıdır. Oy verenlerin bu onayı için de, oy verenlerin yapılan siyasetle ilgili iknası gerekir. Bu noktada, siyasi kurum ve aktörlerin oy verenin iknasına yönelik olarak yaptıkları birçok uygulama mevcuttur. Bu uygulamalar, çok farklı yollarla oy verenlerin hem bilinç hem de bilinçaltına çeşitli mesaj vermeyi amaçlamaktadır. Bu çalışmada, siyasal iknanın gelişme süreci, siyasal iknanın hangi unsurlara yönelik olarak yapıldığı ve siyasal ikna amacı ile verilen mesajlar ya da yapılan uygulamalardan örnekler ortaya konmaya çalışılmıştır. Kitle iletişim araçlarındaki teknolojik gelişmeler ile birlikte, bilgiye ulaşmada mekan ve zaman sınırları kalkmış, bireylerin çok çeşitli bilgiye, mekân ve zaman kısıtı olmadan çok daha hızlı erişimi sağlanmıştır. Bu gelişmeler, siyasal partilerin ve siyasi aktörlerin, artık neredeyse diğer klasik bilgi kanallarından daha fazla takip edilen sosyal medya yoluyla kendileri, yaptıkları ya da siyasi partileri hakkında oy verenlerine ulaşma çabasını doğurmuştur. Yeni medyanın kullanımının ne kadar önem kazandığı, siyasal ikna konusunda etkinliği de çalışmada irdelenen bir konu olmuştur.
Hicri ikinci yüzyılın başında (yaklaşık 102/724) yılında dünyaya gelmiş olan Ebu Muhammed Abdullah İbnü‟l-Mukaffa ed-Dadeveyh İran asıllı mütercim, edebiyatçı ve kâtip biri olarak tanınmaktadır. Bedevi kabilelerden fasih Arapça öğrenmiş olan İbnü‟l-Mukaffa, döneminin Arap, Fars, Hint, Yunan kültürleri hakkında derin malumat sahibidir. İbnü‟l-Mukaffa başta Basra olmak üzere çeşitli merkezlerde kâtiplik yapmış 142/759 tarihinde öldürülmesine yakın yıllarda Müslüman olmuştur. İbnü‟l-Mukaffa Emevilerden Abbasilere geçiş döneminde yazdığı telif ve tercüme eserlerinde Arap, Fars, Yunan ve Hint kültürlerini bir araya getirmiş, döneminin siyasi ve kültürel kazanımlarını Abbasilerin hizmetine sunmuştur. Kelile ve Dimne, Siyeru’l-müluk, Kitabu’l-âyin gibi İslam edebiyatını etkileyen çevirilerinin yanı sıra el-Edebü’l-kebir, el-Edebü’s-sağir, Risaletü’s-sahabe gibi telif eserleri bulunmaktadır. İbnü-l-Mukaffa‟ın eserleri, İslami ilimlerin oluşum aşamasında yazılmış olmasından dolayı, ilgili dönemi aydınlatmak açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle Risaletü’s-sahabe, dönemin ilim anlayışı, problemleri ve çözüm arayışları konularında önemli ipuçları vermektedir.
Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2016
İnsanlar, fiziksel mekânlar kadar kendi varlıklarını hissettikleri zihinsel ve mitsel mekâna da ihtiyaç duymuşlardır. Mit, topluma ait ortak bir duygusal ve zihinsel bir mekân ürettiği sürece iktidar ilişkilerinin de bir parçası haline dönüşür. Mitler aynı zamanda somutu aşmanın bir imkânını da kendi içlerinde barındırmaktadır. İktidarlara tarihsel meşruiyeti sağlayan, fertlere hangi hikâyenin devamı olduğu konusunda muhakeme oluşturan, mitin bu somutu aşma ve soyutlama çabasıdır. Mit, başlama, sonlanma gibi insanın iki temel korkusu ve zaman algısı içinde kendi varlığını Tanrı'nın, kralın ya da toplumun tahtının etrafında oluşturur. Şeyler, tahtı merkeze alarak dilsel dizge içinde, yeniden yerlerine yerleştirilir. Şeylerin dilsel dizge içinde yerleştirilmesi ve sınıflandırılması, iktidarın bilme ve 'anlatım'la ilişkisinin gövdelendiği yerdir. Bu çalışmada, mit ve iktidar arasındaki ilişki, mitsel mekân ve zaman, mistik deneyim, kozmogoni ve eskatolojik mitler bağlamında değerlendirilmeye çalışılmıştır. Temel varsayım, mitin modern bilim gibi kendi içinde şeylerin doğasının ne olduğuna dair bir inanç etrafında varlıkları sınıflandırdığıdır.
Harran ilahiyat dergisi, 2024
mentioned in various verses as a syntax. When these three aspects are taken into consideration, it is seen that the reconstruction of Islamic societies in accordance with the divine will and the duty of "being a good example", which Allah has imposed on believers, is likely to be reciprocated in other societies. In conclusion, in Islām, the unity of faith, worship and morality is considered one of the keys to the success of the individual both in this world and the hereafter. By applying these values in every aspect of their lives, believers contribute to minimizing the immorality in society. The teachings of the Qurʾān are not only a guide for believers, but also a way to access divine blessings.
MUHAMMED İKBAL VE CAVİDNAME CAVİDNAME AND MUHAMMED İKBAL , 2020
İslam, düşünce ve hüküm pratiği açısından kâmil ve eksiksizdir. Çağa ve şartlara göre güncellenecek ve formatlanacak değildir; ama onun hüküm, teklif ve telkinleri çağ ve zemine göre içtihat denilen kurumsal çerçeveye bağlı yorumlanabilir. İslâm düşüncesi, günümüze ne söyler? İslâmî düşüncenin çağdaş anlamda ana özellikleri ve problemleri nelerdir? Modern çerçevede bir İslâm düşüncesi inşa edilebilir mi? İslâm medeniyetinin çağdaşlaşmaya bağlı yaşadığı kriz nasıl aşılabilir? 1877-1938 yılları arasında yaşayan Muhammed İkbal, Hintli bir aydındır. İkbal, Müslüman dünyanın içinde bulunduğu duruma üzülen ve Doğu toplumlarının İslam’a bağlı kalmak şartıyla bir Rönesans gerçekleştirmesi gerektiğini düşünen bir münevverdir. İkbal, kendi içinde bazı dönemler kırılmalar, tereddütler yaşasa da düşünce dünyası, Batı karşısında içine düşülen yenilgi ve geri kalmışlık psikolojisiyle örtüşen bir ezikliği de taşımakla birlikte etkileyici, diriltici, heyecanlandırıcı boyutlara sahip bir modeldir. İkbal, çağımızın önemli Müslüman düşünürlerinden biridir. O, İslâm düşüncesini ‘ahlâkî, sosyal, siyasî, ilmî, edebî, felsefî ve tasavvufî’ yönden ele almış, incelemiş ve bu sorulara cevap olabilecek bir yaşam felsefesi oluşturmuştur. Muhammed İkbal, İslâm dünyasının çağdaşlığa bağlı ortaya çıkan fikrî ve ahlaki bunalımı nasıl aşılabileceğini, İslâm'ın çağımıza neler söyleyebileceğini hayatı, konferansları, görüşmeleri, şiirleri ve eserleriyle dile getirmiştir. Bu çalışmamızda Muhammed İkbal’in ‘Cavidname’ adlı eseri esas alınarak İkbal’in Batı felsefesi ve çağdaş İslam düşüncesi için mistik bir yaklaşımla ve tasavvufi bakışla ne söylediği, bunu nasıl değerlendirdiği izlenecektir. Anahtar Kelimeler: İkbal, İslam, Çağdaş, Şahsiyet, İman, Şiir
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.